HPV (İnsan Papilloma Virus) 200’den fazla türü olan, cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyondur. 40’ dan fazla türü siğile neden olurken, bazı türleri ise kansere sebep olabilen (onkojenik) bir virüs. Sebep olduğu kanserlerin başını rahim ağzı (serviks) kanseri çekmektedir, alma baş – boyun kanserlerinin sıklığı da her geçen gün artmaktadır. Virüs bulaşmış kişilerin yüzde 40-50’ si cinsel hayatının ilk iki yılı içinde enfeksiyonu geçirir. Kanser öncesi lezyonlar 20-29’ lu yaşlarda pik yaparken, kanser ise 40- 49’lu yaşlarda artış gösterir. Erken tanı, tedavi şansını arttırmaktadır.
HPV genellikle cinsel yolla bulaşır. Bulaştırıcılıkta kadın ve erkek üstünlüğü yoktur, iki cinsiyet de bulaştırıcı olabilir. Cinsel temas dışında havlu, bornoz, iç çamaşırı gibi kişisel olması gereken eşyaların ortak kullanımı, tuvalet gibi ortak alanların aktif HPV taşıyıcısı ile kullanımı, ellerini yıkamayan HPV taşıyıcı bir kişiyle tokalaşmak olarak sayılabilir.
EN ÖNEMLİ KORUNMA AŞI
“Aralıklı oruç (6-8 saat beslenme süresi,16-18 saat açlık) şeklinde beslenme süresini gün içinde 6 ya da 8 saat ile sınırlandırmak ve enerji kaynağı olarak glikoz yerine keton cisimciklerinin kullanılmasını sağlama metodudur. Aralıklı oruç sırasında vücudumuz glikozdan mahrum kalır ve keton adı verilen alternatif bir yakıt kaynağı üretmek için yağları parçalamaya başlar. Aralıklı oruç bu yolla kilo kaybını teşvik ettiği için son yıllarda çok popüler oldu. Ancak sadece kilo vermemizi sağlamaz aynı zamanda bağışıklığı güçlendirebilir ve hastalıklarla mücadeleye yardımcı olur. Çünkü kanda yüksek şekerin varlığı bağışıklık hücrelerinin hareketini yavaşlatır. Farelerde yapılan deneyler, bağışıklık hücrelerinin eğer enerji kaynağı olarak glikoz değil de ketonları kullanırlarsa enfeksiyonlara ve kansere karşı daha etkili bir şekilde savaştığını göstermektedir. Çünkü enfeksiyonlara ve tümörlere yanıt veren bağışıklık sisteminin T hücreleri, hastalıklarla savaşırken ketonlardan enerji elde etmektedirler. Deneysel çalışmalar eğer farelerin ketonları parçalayıp enerji üretmeleri sağlanırsa mikropları öldürmek için daha fazla sitokin salgıladıklarını göstermiştir. Özetlemek gerekirse oruç tutmak bize keton kazandırmakta böylece mikroplarla savaşımızda cephedeki asker ve mühimmat sayısını arttırmaktadır.
BAĞIŞIKLIĞIMIZA KATKISI
Oruç sırasında 12 saatlik açlık sonrası keton cisimcikleri yavaş bir şekilde artmaya başlayarak 24. saatte oldukça yüksek düzeye çıkar ve vücutta yoğun bir tamir süreci başlar. Aralıklı oruç diyetinin asıl hedefi, metabolizmanın hızını artırmaktır. Buna bağlı olarak vücuttaki fazla yağlar daha hızlı kaybedilir ve kilo verme işlemi kolaylaşır, strese karşı direnç ve inflamasyonun baskılanması gerçekleşerek vücudun direnci artar. Bağışıklık sistemi bu elverişli ortamda vücudu onarmak için zaman kazanır, açlık esnasında metabolik hasarlı moleküller tamir edilir ya da ortadan kaldırılır. Üç öğün yemek ve arada atıştırmalıklar şeklinde beslenmede bu tamir süreci gerçekleşemez.
Ramazan ayında yaklaşık olarak 14 saat açlık süresi bulunmaktadır. Bu süre hücre onarımı için oldukça elverişlidir. Ramazanın getirdiği aralıklı beslenme bağışıklık sistemimiz vücudumuzun yıllık tamirini gerçekleştirecektir. Ancak sadece aç kalmak yeterli olmayabilir, oruç olmayan zaman diliminde kişinin sağlıklı besinler tercih etmesi gerekir.”
Geçen yıl yayınlanan içinde Türkiye’nin de bulunduğu Dünya Obezite Federasyonu Raporu; 2035 yılında yetişkinlerin yarıdan fazlasının obez olabileceğini duyurdu. Bu oldukça korkutucu bir rakam. Rapor obezitenin 2035 yılında 4 milyardan fazla insanı etkileyeceğini belirterek bundan en hızlı etkilenen grubun ise çocuklar olduğunu söyledi. Tam da bu noktada son dönemlerde adından oldukça söz edilen obezite cerrahileri, kilo verme sürecine alternatif bir pencere mi açtı acaba?
Obezite cerrahilerine talebin son dönemlerde artması obezite vakalarının da arttığını düşündürmesinin yanında ‘acaba bu talebin asıl sebebi hızlı kilo verme isteği mi?’ sorusunu da akıllara getiriyor. Şu an bu yazıyı okuyanlar arasında kolay yol olarak obezite ameliyatlarını düşünenleriniz var ise kararlarının doğru olup olmadığını tekrar düşünmelerini istiyorum. Çünkü bu işlemler neticede cerrahi bir operasyon olduğundan dolayı işlem sonrasında da özel bir beslenme programı uygulamak gereklidir. Kilo vermenin en sağlıklı yolu diyetisyen tarafından kişiye özel planlanmış bir beslenme programının yanında size uygun egzersiz ve spor ile kilo vermenizdir. Ancak kilo verme sürecinize engel metabolik hastalıklarınız veya endokrin bozukluklarınız mevcutsa bunların tedavisini operasyondan önceki dönemde görmelisiniz. Sonrasında BKI değeriniz obezite cerrahisi kriterlerini karşılıyor; doktorunuz da size bu operasyonları öneriyor ise pek tabii bu cerrahi işlemlerden fayda görebilirsiniz. Ancak tekrar altını çiziyorum obeziteye çözümün kolay yolu olarak değil, obezitenin bir tedavi yöntemi olarak cerrahi işlemleri tercih etmelisiniz. Obezite cerrahisi, kilo kaybı için diyet, egzersiz ve yaşam tarzı değişiklikleri gibi yöntemlerle başarılı olamayan veya bu yöntemleri sürdürmekte zorlanan kişilere yardımcı olmak için kullanılır. Bu işlemler günümüzde obezitenin tedavisinde sık başvurulan alternatif bir seçenek haline gelmiştir. Ancak şunu belirtmek isterim ki kişi yaşam tarzı değişikliği yapmadığı sürece, cerrahi işlemlerden mucize beklemekte gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır.
Bu işlemler; mide bandı, gastric bypass, mide botoksu, mide balonu ve en çok bilinen tüp mide ameliyatıdır. Tüp mide denmesinin sebebi ise midenin büyük bölümünün alınması sonucunda yeni halinin gerçekten de ince uzun bir tüpü anımsatması. Operasyonda mideden alınan kısım açlık hormonu salgısının yoğun salgılandığı bölgedir ve bireyler bu sayede, operasyon sonrası açlık hissi oluşmadan kolay kilo verebilmektedir. Ancak operasyon sonrası eski beslenme alışkanlıklarına dönmemek ve mutlaka diyetisyen, doktor gözetiminde ilk 6 ayı sıkı takipli geçirmek önemlidir. Bu operasyonu geçirmiş bireylerin dikkat etmesi gereken 4 büyük önemli nokta vardır; küçük lokmalar ve porsiyonlar halinde beslenmek, yeterli sıvıyı ve uygun vitamin takviyelerini kullanmak, gaz sancı şikayetlerinin minimum seviyede olması için mutlaka yürüyüş yapmak ve son olarak kas kaybını en alt seviyede yaşanması için diyetisyen tarafından planlanmış proteinli ve dengeli bir beslenme planı ile bu süreci en sağlıklı şekilde tamamlamak. Bu süreçte size uygun beslenme modeli ve medikal tedaviler doktorunuz ve diyetisyeniniz tarafından belirlenmektedir ve aynı zamanda süreç boyunca en yakın arkadaşınız olmaktadır.
Obezite tüm hastalıkların öncüsüdür. Henüz şeker, kalp ve tansiyon rahatsızlıklarından tanı almamış olsanız bile kilo artışınız devam ettiği sürece bu rahatsızlıklara ve pek çoğuna yakalanma oranınız artacaktır. Bu sebeple fazla kilonuzdan kurtulmak ve size en uygun zayıflama yöntemini belirlemekte geç kalmayın..
Çocuk ve gençlerde obezitenin en önemli nedeni; ekzojen obezite dediğimiz hareketsizlik, hatalı beslenme alışkanlıkları, televizyon ve bilgisayara aşırı vakit ayırma vb. çevresel faktörlerden kaynaklanan obezite tipidir. Çocuk ve gençlerde obezite sıklığı gittikçe artmaktadır. Bunun nedeni modern yaşamın getirdiği beslenme alışkanlıklarında yağların ve karbonhidratların fazla miktarda tüketilmesi ve çocukların fiziki aktiviteden uzaklaşarak televizyon ve bilgisayar oyunlarına yönelmeleridir. Özellikle sosyoekonomik düzeyi yüksek toplumlarda teknolojinin gelişmesine bağlı olarak fiziksel aktivite yetersizliği ve beslenme alışkanlıklarının değişmesi (dengesiz ya da aşırı beslenme) obezitenin esas çevresel nedenlerini oluşturmaktadır. Sosyoekonomik düzeyi düşük toplumlarda ise, özellikle uygun gıda bulma olanaklarının kısıtlı olması kişileri tek yönlü beslenmeye götürerek, obezite sıklığında artışa yol açmaktadır. Ülkemizde ise özellikle şehir çocuklarında önemli bir sağlık sorunu konumundadır.
Dünyada obezite oranı 1975 yılına kıyasla üç kat artmıştır ve giderek artmaktadır. 2020 yılında dünyada 5 yaş altı 39 milyon çocuğun obez veya fazla kilolu olduğu tespit edilmiştir. Covid-19 pandemisi sonrasında da bu artış hızlanmıştır. 2025 yılında dünya genelinde toplumun yaklaşık %50’sinin obez olacağı öngörülmektedir. Obez çocukların %30’u, obez gençlerin ise %80’i erişkin yaşa ulaştıklarında da obez kalmaktadırlar. Bu durum, ileri yaşlarda morbiditesi yüksek hastalıkların sıklığını artrmaktadır. Obezite ile hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları, diyabet, eklem sorunları, karaciğer yağlanması, bazı kanser türleri, solunum yetmezliği ve endokrin bozukluklar (erken ergenlik, adet düzensizlikleri, polikistik over sendromu, infertilite) gibi birçok hastalık arasında sıkı bir ilişki olduğu, obez kişilerde yaşam süresinin kısaldığı iyi bilinmektedir. Çocuk ve gençlerde obezite ve ilişkili olduğu önemli hastalıkları önlemek için destekleyici ortamlar oluşturulmalı, sağlıklı beslenme için seçenekler sunulmalı ve fiziksel aktivite imkanları arttırılmalıdır. Kliniğimizde de takip ettiğimiz obez çocuk ve gençlerimizin doktor muayenesi sonrası diyetisyen ve psikolog görüşmeleri sağlanmaktadır. Eşlik edecek hastalıklar açısından tetkikleri yapılmaktadır. Obezitenin tedavisinin bir davranış terapisi olduğu, tedavisinin zor, ancak diyetisyen-pediatrik endokrinolog ve ailelerin sıkı iş birliği içinde olduğu bir ekiple başarılabileceği akılda tutulmalıdır.
NELER YAPILMALI?
* Yağ ve şeker içeren yüksek kalorili gıda tüketimini azaltın, günde metrekare başına en az 2 lt su tüketin.
* Meyve ve sebzelerin yanı sıra baklagiller, kepekli tahıllar ve kuruyemiş tüketimini artırın.
Obezite, karın bölgesinin ve iç organlarının yağlanması şeklinde olarak da bilinir. Vücutta yağ oranının dengesiz artışı kalp damar hastalıklarına buna bağlı olarak damar tıkanıklığına, inme ve kolesterole neden olabilir.Aşırı kilonun Horlama ve uyku apnesi ile arasındaki ilişkiyi İzmir Ekol Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Çağlar Çallı anlattı. Obezite, horlama ve tıkayıcı uyku apnesi sendromu için en güçlü risk faktörüdür. Büyük insan topluluklarında yapılan çalışmalar analiz edildiğinde, kilo alımı ile OSAS’ın gelişme riskindeki artış arasında güçlü bir ilişki bulunmuştur. Orta-şiddetli OSAS’ın yüzde 58’inin obeziteye bağlı olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, klinisyenlerin artan yaş, erkek cinsiyet, kadınlarda perimenopozal veya postmenopozal durum ve yüz ve kafatası anomalileri gibi diğer risk faktörlerinin de farkında olması gerekir. Daha yakın zamanlarda, klinisyenler OSAS’ın gelişiminin ve ardından uyku bölünmesinin hızlanmış kilo alımına katkıda bulunabileceğini kabul ediyor. Birçok hasta OSAS tanısından önceki yıl kilolarında hızlı artışlar olduğunu bildirmektedir. Bu hızlı kilo alımı, sıklıkla horlama yoğunluğundaki artışlar, yorgunluk ve gündüz uyku hali gibi OSAS semptomları ile ilişkilidir. Bu karşılıklı ilişkinin altında yatan kesin mekanizmalar tam olarak aydınlatılabilmiş değil. OSAS sebebiyle ortaya çıkan uyku yoksunluğu durumlarının, iştah hormonlarındaki artışla ilişkili olduğunu ve ardından kalorisi yoğun gıdaların tercihi de dahil olmak üzere değişen yeme düzeniyle ilintili olduğunu gösteren veriler bulunmuştur. OSAS ile obezite birbirini besleyen iki klinik durumdur.
Obezite OSAS’ı besler, OSAS obeziteyi ...
Hekim en doğru müdahale ile araya girip, bu kısır döngüden hastayı çıkarmalıdır. Gereğinde ve yerinde yapılan cerrahiler ile OSAS ile ilişkili hızlı kilo alımına müdahale etmek ve önlemek önemlidir. Horlama ve OSAS’ı kontrol altına almak, kilo artışındaki bu olumsuz etkiyi engellemek açısından önemlidir. Uyku apnesi tespit edilen hastalarımızda tedavi yolları yapılan uyku testindeki uyku apnesinin şiddetine göre değişiklik göstermektedir. Hafif durumlarda basit bir burun ameliyatı ve diğer konservatif yöntemlerle (kilo vermek sigarayı bırakmak, yatış pozisyonunu değiştirmek vb.) hastalar rahatlarken, orta derecedeki durumlarda burun ameliyatı ile birlikte horlama ameliyatı dediğimiz bir dizi boğaz ile ilgili ameliyatlar gerekebilir. İleri derecede uyku apnesi ise çoğunlukla CPAP cihazı dediğimiz pozitif basınçlı hava veren cihazlar kullanılabilir
Hastalıklara karşı vücudumuzun savunma mekanizmalarını yöneten bağışıklık sistemi, bizi sadece mikroplardan değil pekçok zararlı faktörden korur ve sağlıklı bir yaşam sürmemizi sağlar. Yaşlanmaya ve hastalığa neden olan bu zararlı faktörlerin başında serbest radikaller gelir. Serbest radikaller, en az bir elektronu eksik olan moleküllerdir, bu da onların kararsız ve çok reaktif olmalarına neden olur. Bu radikallerin yüksek reaktivitesi, stabilize etmek için ihtiyaç duydukları elektronu/elektronları kazanmak için diğer moleküllerle oksitlenmelerine yol açar. Proteinler, lipitler ve DNA gibi çeşitli bileşiklerle oksidasyona girer ve vücut hücrelerine zarar verir. Bu zararın sonucunda başta kanser, hipertansiyon, damar sertliği, şeker hastalığı, romatizma, alzheimer hastalığı, parkinson hastalığı, göz hastalıkları (örneğin yaşa bağlı makula dejenerasyonu, katarakt) olmak üzere pekçok hastalık karşımıza çıkabilir.
İşte serbest radikal hasarını ve bununla ilişkili sağlık sorunlarını en aza indirmenin veya önlemenin bir yolu, antioksidanların düzenli olarak alınmasıdır. Antioksidanlar serbest radikallere karşı koyan, oksidatif stresi ve hücresel hasarı önleyen bileşiklerdir. Vücudumuz tarafından üretilebilir, beslenme yoluyla alınabilir veya ilaçlarla takviye edilebilir.
* Çinko: Temel bir eser elementtir, özellikle, oksidatif-antioksidatif dengenin korunmasında önemli rol oynar. * Selenyum: Bağışıklık sisteminin normal fonksiyon görmesinde katkı sağlar. * Vitamin C: Güçlü bir antioksidandır. Ayrıca bağışıklık sistemi hücrelerinin sağlığını destekler. * Vitamin E: Hücre zarlarını serbest radikallerin zararlarından korur ve bağışıklık sistemini güçlendirir. * Beta Karoten: Vücudumuzda A vitamininin üretimine katkıda bulunur ve bağışıklık sistemini destekler. * Diğer antioksidanlar; Vitamin A, flavonoidler, Likopen, Lutein, Manganez, Terpenoidler, Zeaksantin, Glutatyon olarak sıralanır.
Dengeli ve düzenli beslenme, bağışıklık hücrelerinin gelişimi, bakımı ve optimal işleyişinde anahtar rol oynar. Besinlerle alınan antioksidanlar, müzmin hastalıklara davetiye çıkaran vücudu serbest radikaller olarak bilinen zararlı moleküllerin olumsuz etkilerine karşı koruyan bileşiklerdir.
HANGİ BESİNLERLE ALINIR
Neredeyse tüm meyve ve sebzeler, bitkisel besin içerikleri nedeniyle antioksidan kaynağıdır. Antioksidanlardan en zengin besinler arasında; C ve E vitamininden zengin olan portakal, mandalin, limon gibi narenciye ürünleri, enginar, ıspanak, ceviz, ahududu, zeaksantin içeriği ile göz sağlığımızı koruyan kırmızı yaban mersini olarak bilinen goji berry, kara üzüm, kakao çekirdekleri, yeşil çay, kırmızı pancar, kırmızı lahana ve sarımsak gelmektedir.
DAHA ÇOK GEREKTİĞİ HALLER
1- Çocuğunuzun neler yediğini 5-7 gün gözleyin . Aldığı besinleri, miktarları ve zamanları ile birlikte not edin. Daha sonra doktorunuzla birlikte bu yenilen besinleri değerlendirin. Nelerin fazla olduğunu ve nelerden vazgeçilebileceğinizi gerçekçi bir şekilde doktorunuzla da konuşarak çocuğunuzla birlikte kararlaştırın.
2- Çocuğunuzun yemeğini tüm aile fertlerinin birlikte olduğu saatlerde yemesini sağlayın.
3- Yemeğe başladıktan sonra doyma hissinin beyne ulaşması için 20-30 dakikanın geçmesi gerekir. Eğer yemek bu sürenin altında bir zamanda bitirilirse doyma hissine ulaşmadan gereğinden çok gıda alınır yavaş yemeğe özen gösterin. O nedenle yemek20-30 dakika gibi bir süreye yayılmalıdır. Çocuğun her lokmayı 20-30-40 kere çiğnemesini sağlayın. Bu kilo kontrolünün en önemli kısmı, olmazsa olmaz altın kuralıdır.
4- Şişmanlatıcı yiyecekleri sınırlandırın. Bunlar kolalı içecekler, gazozlar, hazır meyve suları, çikolata, gofret, hazır dondurmalar, şeker ve şekerlemeler (Yemek şekeri de mümkün olduğunca azaltılmalıdır.) pasta, börek, kek, kuruyemiş ve benzerleridir.
5- Karbonhidrat ve yağdan zengin gıdalar sınırlandırılmalıdır. Bunlar; bal, reçel, pekmez, şokella, ekmek, makarna, pilav, börek, mantı, hamur işi tatlılar, sütlü tatlılar, yağ ve yağda kızarmış yiyeceklerdir. Yemekteki yağ azaltılmalı, ek yağ konulmamalıdır.
6- Yemek alışkanlığı düzeltilmeli. Hazır yemek ve fastfood denilen hazır gıdalar kısıtlanmalıdır. Bunlar; pizza, hamburger, patates kızartması, döner ekmek, dürüm, salamlı, sucuklu, sosisli sandviçlerdir. Eğer çocuk çok istiyorsa haftada bir kez bu gıdalardan birini yemesine izin verilebilir.
Kilo fazlalığının ileri şekli “obezite” olarak adlandırılmaktadır. Obezite en basit deyimle vücutta aşırı yağ birikmesi olarak adlandırılabilir. Aşırı yağ birikimi her yaş grubunda görülmekle birlikte yaşamın ilk yılı, 5-6 yaş arası ve ergenlik öncesi dönemde daha da sık olarak karşımıza çıkmaktadır. Obezite gelişme oranı son yıllarda okul öncesi yaşlarda tüm dünyada giderek artmaktadır. Okul öncesi yaşlarda fazla kilolu olan çocukların yüzde 25-40’ında, okul çağında fazla kilolu olan çocukların ise yüzde 40-60’ında ileri yaşlarda kilo fazlalığı saptanmıştır.
KİLO FAZLALIĞI NE YAPIYOR
* Glikoz toleransında bozulma, * Tip2 Diyabet (şeker hastalığı), * Yeme bozuklukları, * Yüksek tansiyon, * Uyku bozuklukları, * Solunum ve sindirim sistemi bozuklukları, * Kalp hastalıkları, * Psikolojik bozukluklar, * Depresyon,
* Deri çatlakları, * Deri enfeksiyonları, * Ortopedik bozukluklar.
AİLELER ÖNEMLİ FAKTÖR
* Anne ya da babadan birinin fazla kilolu olması çocuğunda fazla kilolu olmasında etkendir. * Ailenin aktif olması çocuğun fazla kilolu olmasını engeller. * Ailenin beslenme alışkanlıkları çocuğun ileriki yaşlardaki kilosunu etkiler. * Anne sütü ile beslenme ne kadar uzun sürerse çocuğun fazla kilolu olma olasılığı da o kadar azdır. * Ailenin fiziksel aktivitesi ne kadar fazlaysa çocuğun fazla kilolu olma olasılığı da o kadar azdır. * Ailenin sosyoekonomik düzeyi ne kadar yüksekse çocuğun fazla kilolu olma olasılığı o kadar azdır. * Ailenin eğitim düzeyi ne kadar yüksekse çocuğun fazla kilolu olma olasılığı o kadar azdır. * Evde yemek pişirilmesi ve çocuğun evde pişen yemekleri yemesi fazla kilolu olma olasılığını azaltır. * Fastfood restaurantlarından ne kadar çok yemek yenilirse çocuğun fazla kilolu olma olasılığı da o kadar artar.
NASIL ANLAŞILIR?