Özellikle büyük boyutlu anevrizmalar baş ağrısı, göz arkasında ağrı hissi, bulantı-kusma, göz kapağında düşüklük, çift veya bulanık görme gibi şikayet ve bulgular oluşturabiliyor. Peki, beyin anevrizmazı nedir? Bu soruyu Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Girişimsel Nöroradyoloji Uzmanı Prof. Dr. Süleyman Men’e sorduk. Dr. Men, anevrizma ve tedavi yöntemleri hakkında önemli bilgiler verdi:
“Anevrizma, damar duvarının dışa doğru anormal genişlemesiyle karakterize bir hastalık. Atardamar duvarının bir yöne doğru kese şeklinde veya tüm yönlere doğru çevresel tarzda genişleme şeklinde karşımıza çıkabiliyor. Anevrizmaların oluş mekanizmaları hala çok iyi bilinmemekle birlikte, atardamarın özellikle ‘media’ tabakasındaki zayıflığın anevrizma oluşumuna zemin hazırladığı, damar dallanma bölgelerindeki akım dinamiğinin sürece aktif olarak katıldığı, kronik hipertansiyon ve sigara gibi yandaş süreçlerin de kese büyümesine ve sonunda yırtılmasına katkıda bulunduğu biliniyor.
GENETİK YATKINLIK
Aile öyküsü olanlarda, polikistik böbrek hastalığı bulunanlarda, çeşitli bağ dokusu hastalıklarında anevrizma görülme sıklığı artıyor. Bu da hastalıkta genetik yatkınlığın da rol oynadığına işaret ediyor. Beyin anevrizması olan hastaların yüzde 20-25’inde anevrizma sayısı birden çoktur. Anevrizmalar kadınlarda erkeklere oranla daha çok görülüyor. Toplumda her 100 kişiden 2-5’i bir beyin anevrizması taşıyor. Beyin anevrizmalarının çoğu beyin atardamarlarının ana dallanma noktalarında izleniyor. Çoğu kez, yırtılıp kanayıncaya kadar fark edilemiyor. Anevrizma yırtılmasına bağlı olarak gelişen subaraknoid kanama ani bir kafa içi basınç artışına neden olur. Hastalar anevrizma kanamasına eşlik eden baş ağrısını hayatlarında yaşadıkları en şiddetli baş ağrısı olarak tanımlıyor. Kafa içi basıncı artmaya devam ederse takip eden dakikalarda bilinç kaybı olur. Anevrizma yırtılmasına bağlı subaraknoid kanama geçiren hastaların üçte biri hastaneye gelemeden ölür. Hastaneye ulaştırılabilenlerin de en az yarısı ilk kanamanın uzantısı olan problemler yüzünden ya ölür ya da bakıma muhtaç hale gelir. Hastalığın yüksek riskli özelliği anevrizma tanısı alan bireyde izlenecek yolun ciddiyetini artırmaktadır.”
Bin 806 yatak sayısı ile Ege Bölgesi’nin en büyük hastanesi 75 sedye yatak kapasitesine sahip. Erişkin Acil Servis ise ek alanlarıyla birlikte 100 sedye sayısına ulaşabiliyor. Geçen yıl Acil’e başvuran hastaların 5 bin 192’si yoğun bakıma yatırıldı. Çocuk Hastanesi Acil Servisi’ne ise aynı yıl içinde 75 bin 351 başvuru yapıldı. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Budak, hastaneyi ve hizmetleri anlattı:
* Ege Üniversitesi’nin (EÜ) kurulan ilk iki fakültesinden birisi olan Tıp Fakültesi, bugün sadece İzmir’e değil, Ege Bölgesi’ne, Balkanlara ve Türkiye’ye şifa dağıtıyor. Tüm branşlarda organ nakli yapabilen tek referans merkez olarak hizmet veren hastanemiz, aldığı ödüllerle Türkiye’nin en saygın eğitim ve sağlık kuruluşlarından birisi olduğunu tescil ettiriyor. Sağlıkta en iyi olma yolunda çalışmalarına devam eden EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi üstün hizmet anlayışı ile sağlıklı yaşamın adresi olarak biliniyor.
* Türkiye’nin en fazla yatak sayısına sahip üniversite hastanesi olan EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi, tüm branşlarda organ nakli yapabilen tek referans merkez olarak hizmet veriyor. Merkezi ameliyathane üniteleri ile sağlık hizmetinin yanı sıra, Türkiye’de en çok klinik araştırma yapılan dev bir sağlık kuruluşu olma özelliği taşıyor.
Ülkemizde ve dünyada pek çok ilki gerçekleştiren Ege Tıp, 64 yıldır hem şifa dağıtıyor hem de hekim yetiştiriyor.
* Birçok kritik ve karmaşık acil durumun tedavi edildiği Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde, çok sayıda hasta için kritik ve yoğun bakım hizmeti, üst düzey girişimsel radyolojik işlemler ve servis düzeyinde tedavi hizmetleri 7/24 kesintisiz veriliyor. İzmir’de en yüksek ambulans başvurusu EÜ Acil Servisine yapılıyor. EÜ Acil Servisi’ne günlük ortalama 53 ambulans geliyor.
* Sağlıkta en iyi olma yolunda çalışmalarına devam eden EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi üstün hizmet anlayışı ile sağlıklı yaşamın adresi olarak biliniyor. Birçok ilki dünyaya ve Türkiye’ye kazandıran EÜ Tıp Fakültesi, her geçen gün başarı ivmesini yükseltiyor. Türkiye’nin uluslararası alanda gurur kaynağı olmaya devam ediyor. EÜ Tıp Fakültesi, bugüne kadar 15 binin üzerinde tıp doktoru mezun verdi. Tıp fakültesi öğretim üyeleri bilimsel olarak önemli başarılara imza atıyor.
* Egeli cerrahlar, yurt içinden hastalara şifa verdikleri gibi komşu ülkelerden gelen talepler doğrultusunda yurtdışındaki hastanelerde de ameliyatlar yapıyor. Ege Üniversitesi robotik cerrahi sistemlerini kullanan ve bu konuda eğitimler veren Türkiye’nin önde gelen sağlık kurumları arasında yer alıyor. Tüm branşlarda organ nakli yapabilen tek merkez olarak hizmet veriyor. Aynı zamanda Türkiye’de en çok klinik araştırma yapılan dev bir sağlık kuruluşu.
Ortalama yaşam süresi uzayıp yaşlılıkta geçirilen süre belirginleştikçe yani 70’li yaşlar geçilip 80, 90’lara yaklaşıldıkça alzheimer sıklığı artıyor. Bu da yaşlanan herkesi az ya da çok korkutuyor. Peki, onu önlemek, en azından biraz daha geciktirmek mümkün mü?
Özel Tınaztepe Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Egemen Vardarlı ‘kısa ama öz’ alzheimer notu hazırladı. Bakın neler anlatıyor Dr. Vardarlı:
“Alzheimer hafıza, davranış, sosyal ve günlük işlerimizi bozan bir hastalık. Uzun ve yıpratıcı bir süreç içinde şiddetlenen, maalesef günümüzde tedavisi olmayan bir durum. Alzheimer hastalığında beynin özellikle hafıza bölgelerini tutan ve gittikçe yayılım gösteren plaklar olur. Hastalığı bu plaklar mı yapıyor yoksa bu plaklar hastalık sırasında mı oluşuyorlar henüz belli değildir. Hastalığın ilk belirtileri başlamadan yaklaşık 10 ile 20 yıl öncesinden beyin hasarlanması başlamaktadır. Bu dönemde kişinin hiç şikayeti yoktur ve tüm faaliyetleri normaldir. 65 yaş ve üzeri nüfusta görülme oranı yüzde 6-10 arası değişir. Kadın ve erkek cinsiyetinde tutuluş hemen aynı orandadır. Hastaların yüzde 90’dan fazlasında genetik geçiş olmadığı bilinmektedir. “
TEDAVİ YOLLARI
Maalesef günümüzde hastalığı tedavi etmek mümkün olmamaktadır. Kullanılan ilaçlar şikayetleri bir miktar azaltmakta ve kötüye gidişini biraz yavaşlatabilmektedir. Ayrıca bazı psikiyatrik bulgular da ilaçla yatıştırılabilmektedir. Hastanın bakımı çok zordur ve aileden tek kişinin üzerine yıkılmamalıdır, sonuçta er veya geç bu bakımı veren kişi tükenecektir. Bakım veren kişinin mutlaka destek görmesi ve haftanın 2 günü hastadan ayrılarak dinlendirilmesi gerekir.
HASTALIĞIN EVRELERİ
Yaşlanan, ömrü uzayan bir toplumuz. Bu güzel ve olumlu bir gelişme. Ne var ki yaşlanmanın da kendine has bazı sorunları var. “Yaşlılık hastalıkları” diyoruz biz bu sorunlara. Yaşlandıkça her organda olduğu gibi gözlerde de bazı değişmeler oluyor. Göz yaşlanmasının yarattığı sağlık sorunlarının başında ise katarakt geliyor.
Kaşkaloğlu Göz Hastanesi Kurucusu Prof. Dr. Mahmut Kaşkaloğlu, bugüne kadar binlerce insana ışık olan deneyimli bir hekim. “Kısa ama öz” bir “katarakt” notu hazırladı...
GÖRME AZALMASINA DİKKAT
“Eskiler, yaşlıların görme becerilerinin azaldığını anlatırken, “Gözüne perde inmiş” derlerdi. Tıp dilinde katarakt adını alan bu sorun, gözbebeğimizin arkasında bulunan, görüntüye netlik ayarı yapabilen merceğin şeffaflığını yitirmesinden kaynaklanır. En sık görülen katarakt tipi yaşa bağlı olan “senil” katarakttır.
Başka bir hastalığın (öncelikle şeker hastalığı), bir ilaç kullanımının (kortikosteroid) ya da uzun süre radyasyona maruz kalmanın yarattığı katarakt ve bir darbeye bağlı oluşan katarakt daha seyrek görülür. Kişiye göre değişen hızda ilerleyen ve körlüğe kadar gidebilen görme azalması, kataraktın ilk belirtisidir. Gözbebeğinin rengi siyahtan griye, hatta kirli beyaza döner. Çevre daha karanlık algılanır. Bulanık görme başlar. Renkler parlaklığını yitirir. Göz önünde bir “tül perde varmış” gibi hissedilir. Şeker hastalarında, ailesinde katarakt sorunu bulunanlarda, güneş ışınlarına (UV) daha fazla maruz kalan tropikal kuşakta ya da dağlarda yaşayanlarda, radyoterapi görmüş olanlarda, meyve ve sebzeden yoksun beslenenlerde, sigara içen, aşırı alkol tüketenlerde katarakt olasılığı daha fazladır.
Göz hastalıkları uzmanı tarafından zorunlu olduğu bildirildiğinde, gözün lensinin çıkarılıp yerine yapay bir lens takılması işlemi planlanır. Bu, günümüzde en sık yapılan operasyonlardan biridir. Henüz yeterince ilerlemeyen olgular ise bekletilebilir. Katarakt oluşmadan, henüz 60’lı yaşlara bile gelmeden bazı önlemler alınabilir. Sigarayı bırakmak, güneş gözlüğü kullanmak, yeterince sebze ve meyve tüketmek, kan şekeri düzeyini kontrol altında tutmak akla gelen ilk önlemlerdir.”
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2012’de 8.2 milyon kişi akciğer, karaciğer, mide başta olmak üzere çeşitli kanserler yüzünden hayatını kaybetti. 2030’da kansere bağlı ölümlerin 13.1 milyon kişiye kadar çıkacağı öngörülüyor. Hal böyleyken önleyici sağlıklı yaşam alışkanlıkları ve erken teşhis her şeyden önemli hale geliyor.
Kanserin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu ifade eden onkoloji ve radyoterapi uzmanı Prof. Dr. Münir Kınay, “Yeter ki en küçük bir şikayette hekime koşulsun, nasıl olsa geçer diye ihmal edilmesin” dedi. Kınay, uyulması gereken kuralları ise şöyle sıraladı:
BU KURALLARA DİKKAT
* Erken tanı ve doğru tedavi hayat kurtarır.
* Tanı ve tedavi multidisiplinerdir. Yani tek bir hekim her şeyi bilmeyebilir. Uzmanlaşmış bir hastaneye başvurmanız önerilir. Böylece hekimler, birbirleriyle konuşup karar verecek ve size en uygun tedaviyi önerecektir.
* Önce radyolog ilgili yerinizin filmlerini çekecek, bir cerrah parça alacak veya hastalığı tamamen çıkaracaktır ve bu aldıklarını patolog denilen uzmana yollayacaktır. Patolog ilgili parçaya bakacak ve ismini koyacaktır. İsmi konulan hastalığınız bir toplantıda enine boyuna tartışılacak ve uygun tedavi kararı verilecektir.
* Üç tür ana tedavi vardır: Cerrahi, kemoterapi (ilaç tedavisi) ve radyoterapi (ışın tedavisi). Cerrah hastalığı yeteri kadar çıkarmışsa tekrar ameliyat yapılmayabilir ve verilen karara göre çıkarılan yerde hastalık tekrarlamasın diye radyoterapi uygulanabilir veya hastalık kan yoluyla uzağa gitmesin diye kemoterapi yapılabilir. Bazen hem kemoterapi hem de radyoterapi beraber uygulanabilir. Bazen de hedeflenmiş ilaçlarla direkt hastalığa kemoterapi yapılabilir. Bu tedaviler yapılmış olan büyük çalışmaların sonuçlarına göre değerlendirilmektedir.
Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Hekimi Fitoterapist Dr. Serdar Özgüç, kanser savaşcısı besinleri şöyle sıralıyor:
1- Brokoli, karnabahar, lahana, turpgiller: İçerdikleri “Sulforafan” maddesi kanser savaşcısıdır. Özellikle, brokolinin tohumdan yeni çıkmış 4-5 günlük filizlerinde sulforafan oranı çok yüksektir.
2- Domates: İçerdiği “Likopen” maddesi kanser savaşcısıdır. Domates ısıtıldığında ve hatta pişirildiğinde likopen serbest kalan miktarı önemli ölçüde artar. Bu işlemin zeytinyağı ile yapılması faydayı artırır.
3- Kereviz: Detoks sebzesidir. İçerdiği Luteolinzehirli maddelere karşı oluşan karaciğer hasarlarını önlemektedir. Apigenin maddesi de kanser hücrelerinin intihar etmesini sağlamaktadır.
4- Alabaş: Dört mevsim bulunabilen bir sebzedir. Yüksek derecede antioksidan özellikli. Hem yaprak hem de yumru kısmı rendelenip salataların içinde tüketilebilir.
5- Cennet hurması: Detoks meyvesidir. Zararlı atık maddeleri vücuttan temizler, toksik maddelerin etkisini azaltarak hücre hasarını engeller. Karaciğer dostudur. “Lutein ve beta karoten” içerdiği için bağışıklık sistemini destekler.
6- Pancar: Folik asit, A ve C vitaminlerince zengindir. “Beta karoten, betain ve likopen” içeriği ile yüksek antioksidan özellik gösterir.
Çünkü kalp, artık genç yaşlı demiyor. Kalp hastalıkları ölüme sebebiyet veren hastalıklar arasında kanserden daha ön sırada yer alıyor.
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Güngör, günümüz yaşam koşullarının kalp ve damar hastalıklarına etkilerini, son yıllarda gelişen tedavi yöntemleri hakkında ve genç yaşlardayken de dikkatli olunması gerektiğine ilişkin şu bilgileri verdi:
KALICI HASARLAR
Bilindiği gibi kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölüm, dünyada en sık ölüm nedeni. Kalp damarlarında zamanla oluşan plak adını verdiğimiz kireçlenme zemininde meydana gelen yırtık sonucunda o bölgeye hızlı bir şekilde pıhtılaşma oluşturucu maddeler toplanmakta ve damarın tıkanmasına bağlı ani ölüm meydana gelmekte ya da kalp kasında ciddi hasarlar oluşabilmektedir. Normal şartlarda erkeklerde 40 yaş, kadınlarda 50 yaş sonrası kalp krizi riski artıyor.
Ancak günümüzde tüm dünya genelinde ve Ege Bölgesi’nde de bu konseptin değiştiği ve kalp krizi görülme yaşının giderek düştüğü görülüyor. Gençlerde kalp krizi diyebilmek için 40 yaş altı insanlarda görülmesi ve klinik bulguların kalp kriziyle uyumlu olması gerekiyor. Her genç yaşta görülen ölüm kalp krizine bağlı olmayabilir. Doğuştan kalp hastalıkları ve ritim bozuklukları da gençlerde ani ölüme neden olabiliyor.
KRİZ YAŞI DÜŞÜYOR
Bizler Ege Bölgesi halkı özelinde de artık kalp damarlarının tıkanmasına bağlı kalp krizi yaşının giderek düştüğünü maalesef görmekteyiz. Toplumda dengesiz beslenmenin giderek yaygınlaşması, meslek hayatındaki stresinin giderek artması, sigara tüketiminin yaygınlaşması, hareketsiz yaşam, doğuştan ailesel kolesterol yüksekliği, şeker hastalığı ve bazı özellikli vakalarda uyuşturucu madde kullanımı, kalp krizinin genç yaşta görülmesinde etkili. Ege Bölgesi’nde aktif olarak çalışan ve 24 saat kalp krizi için acil anjiyo yapabilen birçok hastane mevcut. Bu hastanelerde toplam onlarca anjiyo cihazı olmasına rağmen, yoğunluk her geçen gün artıyor.
Horlayanların birçoğunda uyku apnesi bulunuyor ancak çok bilinmiyor. “Uykuda nefesin durduğunu nasıl anlayacağız?” derseniz, yanınızda onu gören biri bu durumu fark edebilir. Konuyu Tınaztepe Hastanesi’nden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Hakan Koca anlattı.
KALPTE STRES OLUŞUR
Uyku sırasında üst solunum yollarını kontrol eden kaslardaki gevşemenin gereğinden fazla olması sonucu, solunum esnasında giren çıkan havanın titreşimleriyle “horlama” sesleri oluştuğunu belirten Koca, bazen de hava yolunun tam tıkanarak solunumun geçici olarak tıkanabildiğine dikkat çekti. Koca, “Apne olayında en az nefesin 10 saniye kesilmesi ve nefes durmalarının saatte en az 5 defa tekrarlamasıdır. Hastalar uykularında tekrarlayan nefes durmalarıyla adeta boğulurcasına uyumaya çabalar. Her bir apne esnasında, oksijen düşer, beyinde ve kalpte stres oluşur” dedi. Her gece tekrarlayan bu durumun yaşam kalitesini de etkilediğini söyleyen Koca, uyku apnesinin bildiğimiz birçok hastalıkla ilişkili olduğunu, bazılarının tamamının sebebi, bazılarında ise durumu kötüleştirici etki yapan bir unsur olduğunu söyledi.
TEŞHİS VE TEDAVİ
Bu durumları, “Düzensiz Kalp atışları, kalp büyümesi, kalp krizi riskinin artması, yüksek tansiyon, inme, kan şekeri düzensizlikleri, aşırı yorgunluk, trafik kazaları, iktidarsızlık, kontrol edilemeyen şişmanlama, uykuda terleme, depresyon, anksiyete ve uykuda ölüm olarak sıralayan Koca, teşhis ve tedavi yöntemleri ile ilgili olarak ise şunları söyledi:
“Uyku apnesi tanısı polisomnografi (uyku testi) testiyle konulur. Hasta 1 gece hastaneye yatırılarak uyku esnasındaki aktiviteler (beyin dalgaları, kas hareketleri ve göz hareketleri, ağız ve burundan solunum, horlama, kalp hızı ve ritmi, bacak hareketleri) elektrot adı verilen küçük altın disklerin başa ve cilde yapıştırılmasıyla kaydedilir. Hastalığın ağırlığına göre tedavi planlanır. Tedavide en önemli seçeneğimiz CPAP dediğimiz cihazlardır. Burundan ya da burun-ağızdan uygulanan maskeyle basınçlı hava üfleyen bu cihazlarla horlama ve uykuda nefes durmaları engellenir. Bazı hafif ve KBB bakısında darlık yeri tespit edilen hastalarda cerrahi operasyonlar yararlı olabilir ancak ağır hastalarda cerrahi tedavi tercih edilmez.”