Sağlıklı yaşlanmanın sadece kader olarak değil, çevresel ve genetik faktörlerin birbirini etkilemesiyle mümkün olduğuna vurgu yapan Erbakan, “İkizlerle yapılan çalışmalarda insan ömrünün yaklaşık yüzde 20-30’unun genetik ile alakalı olduğu, geri kalanın ise kişisel tarza ve çevresel faktörlere bağlı olduğunu göstermiştir. Buna göre, beslenme ve yaşam biçimi, uzun ve sağlıklı yaşlanmanın en önemli faktörleridir. Diyette sebze, meyve, kabuklu yemişler, zeytinyağı, balıktan zengin gıdalar tüketme, az miktarda kırmızı şarap ve en az haftada 3 gün 20 dakika egzersiz; obezite, sigara ve alkolden kaçınmak uzun ve sağlıklı yaşamın reçetesidir. Beslenme altında yatan birçok mekanizma, yaşam tarzı ve uzunluğu, telomerdeki değişimleri de içerir. Her hücre bölünmesinde telomerlerin bir miktar boyları kısalır ve yaşlanmaya sebep olan hücre zamanla artık daha fazla bölünememeye başlar. Bu kısalma, sağlıklı ve sürdürülebilir hücre yanıtını bozarak, hastalık riskine ve sonuçta hücre ölümüne neden olur” bilgilerini verdi.
POTANSİYEL 120 YIL
1962’de, Dr Leonard Hayflick hücre biyolojisinde devrime sebep olan “Hayflick Teorisi”ni ortaya attığını ve buna göre insan hayatının potansiyelinin 120 yıl olduğunu aktaran Erbakan, “50 yıl sonra, bilim genetik potansiyelimizi artırmak için yeni bir teori yarattı. Bilgi, çok kısa ve fonksiyonları bozulmuş hücre telomerlerinin ‘telomeraz’ enzimi tarafından onarılabileceğini söyledi. Bu buluş bilim dünyasında büyük bir etki yaratarak, yaşlanmayı potansiyel olarak telomeraz aktivasyonu ve telomer aşınmasının önlenmesi ile geciktirebileceğini söyledi” dedi.
HAYAT İKSİRİ
Obezite, insülin direnci, kalp hastalıkları, bağdoku rahatsızlıkları gibi pek çok hastalığın kısa telomerlerle bağlantılı olduğunu, sigara içmek, stres ve düşük fiziksel aktivite gibi etmenlerin telomerleri kısalttığını dile getiren Erbakan, düşük yağlı diyetlerin, düzenli fiziksel aktivitenin, yoga ve meditasyonla azaltılmış zihinsel stresin telomeraz aktivitesini artırdığını söyledi. Erbakan, “Yani Akdeniz ülkelerinde yaşayan insanlar, sanayileşmiş ülkelerde yaşayan insanlara göre daha uzun ve sağlıklı bir yaşama sahiptirler. Ayrıca bu insanların telomerazlarının daha uzun ve telomeraz aktivitelerinin daha fazla olduğu iddia edilmektedir” diye konuştu.
Almanya’nın Münih kentinde bulunan Dr. Randoll Enstitüsü tarafından düzenlenen “24. Uluslararası Matrix Ritim Terapisi Çalıştayı”nda Hindistan, İngiltere, Almanya, Avusturya, Bahreyn, Türkiye gibi ülkelerden katılan Matrix Ritim Terapisi uygulayıcısı doktor, fizyoterapist, veterinerler vaka sunumları ve atölye çalışmaları yaptı. Dr. Randoll 1981 yılında Goethe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra 1985 yılında Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun oldu. Dr. Randoll klinik gözlemleri sonucunda hücre bazında biyo-fizik araştırmalara yöneldi. Bu çalışmaları sonucunda Dr. Randoll hücre kalitesi yönetimi kavramını geliştirdi ve Matrix Ritim Terapisi tedavisini geliştirdi. Halen Almanya’nın Münih kentindeki kliniğinde hasta bakan Dr. Randoll, sağlığın ritmini oluşturan Matrix Ritim Terapisi’ni tanıtmak için dünya genelinde workshoplara katılıyor. Dr.Randoll Institut Başkanı ve Bilimsel Direktörü ,Dr. Ulrich G.Randoll, Matrix Ritim Terapisini Kısa ve öz şöyle anlattı:
TEDAVİNİN ÖZELLİĞİ
Matrix Ritim Terapisi, özel tasarlanmış Matrixmobil aletinin resonatör başlığı sayesinde iskelet kaslarının kendine özgü fizyolojik titreşimlerini manyetik olarak stimüle eden bir terapi tekniğidir. Başta iskelet kasları olmak üzere tüm hücrelerimizin fizyolojik titreşimlerini stimüle eder. Hücresel ritmin normalleşmesini sağlar, hücrelerin içerisinde besleyici maddelerin akışının hızlanmasına neden olur. Vücut hücrelerinin ritmine bağlı olan biyokimyasal ve fiziksel süreçler normalize edilip, doğal iyileşme mekanizmaları harekete geçirilerek kuvvetlendirilir.
NEREDE KULLANILIR?
Vücudumuzdaki hücreler, sağlıklı oldukları sürece ritmik bir şekilde hareket ederler. Bu ritmik hareketler herhangi bir sebeple bozulursa, hücrelerin içinde yaşadıkları ‘bağ dokusu’ veya ‘Matrix’ denilen dokuda yapışıklıklar olur. Buradaki hücre titreşiminde yavaşlama meydana gelir. Bu durumda hücreler yeterince beslenemez, ortaya çıkan atık maddeler bu bölgeden uzaklaştırılamaz. İlgili bölgede öncelikle hastanın kolaylıkla farkına varamadığı hafif bir hassaslaşma olur; daha sonra (özellikle ağrı ile kendini gösteren) ciddi problemler ortaya çıkmaya başlar. Bunlar da zaman içinde yerine göre kas, kemik, kıkırdak, damar sistemleri ve sinir dokularına etki eder. İşte Matrix Ritim Terapisi bu süreçlere karşı (önlemede ve tedavide) kullanılır.
“Miyofasyal ağrı sendromları, temel olarak kas iskelet sisteminde oluşan ağrı ve fonksiyon bozukluğudur. Günümüzde artan ofis çalışma koşulları nedeniyle sıklığı da giderek artan bir hastalıktır. Birincil olarak ortaya çıkabileceği gibi eşlik eden çeşitli hastalıklara ikincil olarak da gelişebilir. Mekanizmasında en çok kabul edilen görüş; kaslarda kasılma problemleri ve kasın iyi kanlanamaması nedeniyle ağrının ortaya çıkmasıdır.
ENSE, OMUZ VE SIRT
Miyofasyal ağrı sendromları, özellikle ense, omuz çevresi ve sırt bölgesinde kasları etkiler. Hastalarda kısalmış ve güçsüzleşmiş olan bu kaslarda dokunmakla hassas olan tetik noktalar ortaya çıkar. Bununla beraber kaslarda gergin bantlar, yakın komşuluğu olan bölgelere ağrının yayılması ve eklem çevresindeki kasların etkilenmesi ile eklemin hareket açıklığında azalmalar sık görülen problemlerdir. Tanısı için en değerli yöntem hastanın öyküsü ve yapılan ayrıntılı bir fizik muayenedir. Bunun dışında ek görüntüleme yöntemleri için direk grafiler, manyetik rezonans görüntüleme (MRG), bilgisayarlı tomografi (BT), ultrasonografi ve EMG yöntemleri kullanılabilir.
FİZİKSEL AKTİVİTELER
Unutulmamalıdır ki sıklıkla ofis çalışanları yoğun çalışma saatleri nedeniyle fiziksel aktiviteleri azalmış bireylerdir. Bu nedenle miyofasyal ağrı sendromlarında tedavide birinci basamak genellikle kaslara yönelik yapılan germe ve kademeli olarak artırılan güçlendirme egzersizleridir. Derin masaj uygulamaları da ağrının azalmasına fayda etmektedir. Egzersizler ile beraber uygulanan TENS, ultrason, lazer gibi fizik tedavi modaliteleri ağrının daha hızlı kontrol altına alınmasını ve kas spazmının daha hızlı çözülmesini sağlamaktadır.
Dirençli vakalarda ise tetik noktalara kuru iğneleme enjeksiyon teknikleri uygulanır. Kuru iğneleme tekniği akupunktur iğneleri ile yapılmaktadır ve herhangi bir ilaç kullanılmamaktadır. Kuru iğneleme tekniğinin yanında tetik nokta enjeksiyonlarında lokal anestetik ilaçlar ya da uzun süren olgularda botoks enjeksiyonları da yapılabilmektedir.
Bu sorunlar içerisinde bilhassa hassas bağırsak sendromuyla ilişkili sorunlardan yakınan hastaların sayısı hızla artıyor. Bozulan bakteri dengesini düzeltmek ve bağırsak sağlığını korumak son dönemde en popüler sağlık konularından biri haline geldi. Bağırsak duvarını ve epitel dokusunu iyileştirmek için yapılan GAPS diyetini Akapunktur Uzmanı Dr. Tayfur Yağcı anlattı.
Spesifik karbonhidrat diyetine dayanan ve işlenmiş gıdaları tamamen diyetten çıkaran, ‘dost bakteri’ denilen destekleri önceleyen GAPS Beslenme Programı’nda sindirilmemiş yiyeceklerin, toksinlerin ve ağır metallerin kana geçişinin durdurulduğunu kaydeden Yağcı, beyin ve dokuların toksinlenmesinin önüne geçilmesiyle de psikiyatrik ve fizyolojik semptomların ortadan kalktığını aktardı.
ALTI AŞAMALI PROGRAM
Bakteri dengesinin sağlanması için giriş diyetinden sonra en az bir yıl kadar da tam diyetin sürdürüldüğünü ifade eden Yağcı, “Daha sonra, birer birer diyet boyunca izin verilmeyen gıdalara geçilir, semptomlar kontrol edilerek diyette kalır veya geçici bir süre tekrar diyete ekleyerek GAPS Diyetinden tamamen çıkılır” dedi. Giriş diyetinin altı aşamalı olduğunu, tam GAPS diyetinde ise bağırsak florasının tamamen dengelendiğini anlatan Yağcı, giriş diyetinin bağırsak astarını çabucak iyileştirip mühürlemek için tasarlandığını, genellikle iltihaplı ve ülserli olan astarın onarıldığını vurguladı. Reflü, ishal, karın ağrısı, şişkinlik, ileri derecede kabızlık, gıda intoleransı, alerji, egzema gibi rahatsızlıkları olanların Giriş Diyetini harfiyen uygulamalarının çok önemli olduğunu kaydeden Yağcı, sağlıklı insanlar için de bunun faydalı olduğunu, ciddi sindirim ve gıda intoleransı olmayanların giriş diyetini hızlı tamamlayabileceğini ifade etti.
GAPS diyetinin ilk bakışta zor göründüğünü ancak sindirim sistemini bir kez doğru çalışmaya başladığında hayatın geri kalanında özel bir diyete ihtiyaç bırakmadığını anlatan Yağcı, temelde bir sindirim hastalığı olan GAPS’ın spesifik karbonhidrat diyetine dayalı bir tedavi ile iyileştiğini dile getirdi. Yağcı, beslenme programında mutlaka bulunması gerekenleri de et ve balık, laktoz içermeyen süt ürünleri, yumurta, enginar, pancar, brokoli gibi nişastasız taze sebzeler, bütün meyveler, kabuklu yemişler ve çekirdekler, fasulye ve baklagiller, bal, taze sıkılmış sebze ve meyve suları, katı ve sıvı yağlar ve tuz olarak açıkladı.
TAZE VE EVDE OLMALI
Kaçınılması gerekenlerin ise tüm tahıllar ve onların mamülleri, patates yer elması gibi nişastalı tüm sebzeler, şeker ve şeker içeren her şey, soya, maş fasulyesi, nohut gibi nişastalı bakliyatlar, laktoz içeren her şey ve işlenmiş gıdalar olduğunu kaydetti. Yağcı, sözlerini şöyle tamamladı: “Özetlersek: Otistik, şizofrenik, hiperaktif, disleksik, astımlı, hashimato tiroid ,egzama, psöriazis v.s herhangi bir GAPS hastası, diyetinde hiçbir işlenmiş gıdaya yer vermemelidir. Bütün gıdalar taze alınmalıdır, evde hazırlanmalıdır ve doğadaki hallerine en yakın şekilde tüketilmelidir. Biz hekimlerin tüm çabası daha yaşanılabilir sağlıklı bir dünya ve sağlıklı bireylerdir. Tüm gayretlerimiz ve çalışmalarımız etik ve deontolojiye, bilime saygılı olarak araştırıp, öğrenmek ve uygulamaktır.”
FDA onaylı fraksiyonel teknolojiyi kullanan cihaz, cildi, cilt altı dokuyu ve kolajeni yeniden şekillendirir. Cildi şekillendirme, kaldırma ve sıkılaştırma sayesinde daha genç ve parlak görünüm elde etmeyi planlıyoruz. Morpheus ile sarkık cilde, kırışıklıklara ve çizgilere veda edin. Mikro iğneleme ve radyofrekans (RF) enerjisini birleştirerek Morpheus size harika sonuçlar verebilir.
FAYDALARI NELER?
* Akne izlerini yok eder. * Gevşek cildi etkili bir şekilde şekillendirir, kaldırır ve sıkılaştırır. * Pürüzlü cilt dokusunu pürüzsüzleştirir ve iyileştirir. * Özel renk körü teknolojisi sayesinde, minimum post-inflamatuar hiperpigmentasyon (PIH) yani tedavi sonrası lekelenme riski ile daha koyu cilt tonlarında (cilt tipi VI) dahi kullanılabilir. * Vücut başlığı sayesinde çatlak ve selülit görünümü de dahil olmak üzere cilt düzensizliklerini azaltır. * Hiperpigmentasyonu yani ciltteki lekelenme sorunlarına etkilidir. * Alttaki dermis katmanlarında kolajen üretimini teşvik eder. Böylece ciltte sıkılaşma ve lifting etkisi gözlenir.
Morpheus tedavisinden sonra normal yaşama dönme süresi minimumdur. İyileşme süresi tamamen hastanın ve tedavi alanının hassasiyetine bağlıdır. Beklenen etki süresini etkileyen bir diğer faktör, hastanın genel sağlık ve yaşam standartıdır.
TEDAVİ SONRASI
GELENEKSEL TIP OKULLARI
Humoral patoloji, dünya üzerinde element teoremini kullanan ve Anadolu, Çin ve Hint olmak üzere üç geleneksel tıp okulundan biri. Bunların içinden modern tıbbı çıkaran Anadolu tıbbı, hekimlerin yenilikçi bakışı, tarafsız gözlem gücü, akılcı yorumlama yeteneği ve tıbbı sihirle büyüden arındırma gibi özellikleriyle günümüz yaklaşımına en yakın ekol. Anadolu tıbbının bireyi ruhu, fizyolojisi ve toplumsal ilişkileri ile bir bütün olarak ele aldığına dikkat çeken Yıldırım, “Hastalıkların insan organizması içinde mevcut olan ‘humor’ sıvı dengesinin kısmi ya da tamamı olarak bozulmasından kaynaklandığını savunan bu yaklaşımda organizmanın bütünlüğü; diyet, yaşam biçimi, çevresel etmenler gözetilerek fiziksel ve mental olarak dengelenir” dedi. Bu teorinin bugünkü modern tıbbı açıklamanın coğrafi bir sorumluluk olduğunu vurgulayan Yıldırım, “Geleneksel Anadolu tıbbı astronomi’nin incelediği Kozmos ile insan bedeni arasında paralellik aramıştır. Dengeyi kozmoloji ile temellendirmiştir. Hipokratik humoral patoloji teorisi olarak bilinen bu anlayışa göre canlılık bedenin katı kısımlarını oluşturan toprak, sıvı kısımlarını oluşturan su, solumayı sağlayan hava ve canlılığın özü olan ruhu oluşturan ateşten meydana gelir. Evrenin bir parçası olan insanda ateş, hava, su ve toprak elementlerinden meydana gelmiş kompozisyonları değişik 4 temel sıvı kan, balgam, safra ve souda bulunur. Bunlarda dört element ikili özelliğe sahiptir. Safra, sıcak ve kuru olan ateşe, kan sıcak ve ve ıslak olan havaya, balgam soğuk ve ıslak olan suya, souda soğuk ve kuru olan toprağa karşılıktır” bilgilerini verdi.
BEDEN DENGEYİ TESİS EDER
Sağlığın kişinin mizacına göre dört humorun vücuttaki dengesine bağlı olduğunu ve bu nedenle her bireyin, her organın sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve ıslaklık özelliğinin farklı olduğunu dile getiren Yıldırım, “İnsan bedeni kendi dengesini koruma ve yeniden tesis etme yeteneğine sahiptir. Bu içsel şifa gücüne ‘Vis medicatrix nature’ denir. Beslenme, yaşam tarzı, alışkanlıklar, mevsimler ve coğrafyadan etkilenir. Yaz mevsimi sıcak ve kurudur, safrayı artırır. Sonbahar mevsimi soğuk ve kurudur, soudayı artırır. Kış mevsimi soğuk ve ıslaktır, balgamı artırır. İlkbahar mevsimi sıcak ve ıslaktır, kanı artırır. Doğal yapıları gereği çok sıcak mizaçlı gıdalar safravi mizaca, az sıcak olanlar kan-demevi mizaca, soğuk olan gıdalar balgami ve çok soğuk olanlarda soudavi mizaca eğilim artışı getirir” diye konuştu.
TEDAVİ SÜREÇLERİ
Humoral patoloji yaklaşımı ile hastalıklarda vücutta çeşitli sebeplerle bozulan sıvı dengesinin sağlandığına işaret eden Yıldırım, tedavi süreçlerini ise şu sözlerle anlattı: “Hastalığın teşhisi vücutta hangi sıvıların neden dengesizleştiğini tespit etmekle ve tedavisi de dengenin yeniden nasıl sağlanacağını araştırmaktan geçer. Hastalıklar en baskın belirtiye göre tanımlanır. Hastalığın mizacı iklim, mevsim, coğrafya, gıdalar, beslenme alışkanlıkları ile bağlantılı olduğundan tedbir ve ilaç hazırlamada bütün unsurlar bireye özel olarak dikkate alınır. Baskın hastalık belirtilerinin zıddı özellikleri taşıyan basit, kompoze ilaçlar ve diyetle tedavi edilir.”
Diz ağrısı, her yaştan insanı etkileyen yaygın bir sorundur. Zedelenme ve burkulmalar, kireçlenme, bağ kopması, eklem İltihaplanması hatta aşırı kilo gibi birçok durumun sonucu diz ağrısı olabilir. Tınaztepe Galen Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Filiz Gengör, ağrının nedenlerini şöyle anlattı:
KIKIRDAK HASARLARI
Diz, vücudun ağırlık taşıyan büyük eklemlerinden olup günlük yaşam aktiviteri sırasında zedelenmeye açıktır. Menisküs hasarı, kas ve bağ zedelenmeleri,kıkırdak hasarları, artrit gibi romatizmal hastalıklar diz ağrısı yapabilir. Kıkırdak hasarları en sık diz ağrısı sebebleri arasındadır. Bunun oluşmasını yaş, cins, ırk, genetik faktörlerin yanında kilo, ofis çalışanları gibi hareketsiz yaşam, bacak kaslarında zayıflık, düz tabanlık gibi ayak, diz kalça eklemlerindeki yapısal bozukluklar kolaylaştırır. Diz eklemi 3 kemikten oluşur. Bunlar uyluk, baldır, diz kapağı kemiğidir. Kıkırdak yapı bu kemik uçlarını kaplar dolayısıyla düz bir eklem yüzeyi oluşmasını sağlar.Esnek, kaygan bir yüzey oluşturur. Eklem sıvısıyla beraber hareketlerin kolay yapılmasını sağlar. Merdiven inip çıkarken, oturup kalkarken sesler gelmesi kıkırdak hasarı habercisi olabilir. Başlangıçta ağrısızdır. Kıkırdak hasarı arttıkça kıkırdak doku incelir, kemik yapıda bozukluklar oluşur. Aktiviteyle artan ve istirahat ile geçen eklem ağrısı, şişlik, hareket kısıtlılığı tipik bulgudur. Günlük aktivitelerde zorlanma başlar ve yaşam kalitesi azalır.”.
TANI VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Bu güzel ve olumlu bir gelişme. Ne var ki yaşlanmanın da kendine has bazı sorunları var. “Yaşlılık hastalıkları” diyoruz biz bu sorunlara. Yaşlandıkça her organda olduğu gibi belimizde de bazı değişmeler oluyor. Yarattığı sağlık sorunlarının başında ise omurgamızın bel bölgesi oluyor. Bel ağrılarında istirahat mi yoksa hareket mi? Özel Ege Sağlık Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Gülten Tan Aksoy, kısa ama öz bir not hazırladı, şunları anlattı;
“Kas-iskelet sistemi ağrılarının en sık görüldüğü yer, omurgamızın bel bölgesidir. Bu ağrıların yüzde 10’u kronikleşir, yani yerleşik hale gelir. Bel ağrıları genç yaşlarda başlar, en sık orta yaşta görülür. Kadınlarda daha sıktır. Yapılan araştırmalara göre insanların yüzde 80’i hayatlarının herhangi bir bölümünde bel ağrısı deneyimi yaşamaktadır. Bel ağrıları, üst solunum yolu enfeksiyonundan sonra hekime başvurmada ikinci sırada gelmektedir. İş hayatında ve sanayide raporlu olmada da ön sıralarda yer alır.
SÜRESİNE GÖRE
Bel ağrılarını süresine göre Akut, Subakut ve Kronik olarak sınıflandırırız. 4 haftadan kısa süren bel ağrısı akut, 4-12 hafta arası sürene subakut, 12 haftadan uzun sürene ise kronik bel ağrısı denmektedir. Akut bel ağrısında hastanın kendi ağrısının sınırları içinde günlük aktivitesini sürdürmesi gerekir. Hasta, ağrısının elverdiği ölçüde hareket etmelidir. Dinlenirken de ‘şezlong pozisyonunda’ uzanma önerilir. Diz altına yükseltici, sırta ve bele de kama şeklinde destek kullanılmalıdır. Eğer hastanın bel ağrısına eşlik eden bacak ağrısı varsa, maximum 2 hafta istirahat önerilir. Bu hastalara az aktivite daha çok istirahat ile beraber fizik tedavi yapılmalıdır. Lumbosakral destekli korse kullanımı iyileşmeyi kolaylaştıracaktır. Kronik bel ağrısında ise yatak istirahati önerilmez.
EGZERSİZ YAPILMALI MI?
Kronik yani sürekli bel ağrısı olan kişilerde günlük hayattaki aktivite çok önemlidir. Hasta bel ağrısı nedeni ile hareket etmek istemeyebilir. Pasif yaşam şekli ise kaslarda zayıflamaya ve gevşemeye yol açar. Bu nedenle; özel egzersizlerle beraber, aktif bir hayat tarzı yaşam kalitesini artıracaktır.
Bel ağrısı varken lumbosakral korse kullanımı ise ağrıda azalmaya yol açar, omurgaya binen yükü azaltır. Gövde kaslarında güçlenmeye yol açar. Kronik bel ağrılı hastalarda 2 hafta ile 6 ay kullanımı karşılaştırılmış ve sonuçta kısa sürede bel ağrısını azalttığı ve kas dayanıklılığını arttırdığı bulunmuştur. 6 ay sonunda ise kas yorgunluğu saptanmamış, omurgayı desteleyen paravertberal kas gruplarında kuvvetsizlik bulunmamıştır. Sonuç olarak korse kullanımı; iyi bir destekleyicidir. Bu durum karın kaslarında aktivitesini azaltırken, omurga stabilitesine katkı sağlar. Omurgayı destekleyen kas yapılarını aktive eder.