◊ “Bohemian Rhapsody” harika bir film olmuş, birkaç kere daha izleyeceğim sanırım. Freddie Mercury’nin keskin tavrı ile başlayalım mı? Sanatsal olarak yapmak istediğine engel olununca kontrattan vazgeçecek kadar cesur bir adam...
- Kesinlikle... Freddie ikna yeteneği yüksek bir adam. Vizyonuna, yapmak istediklerine engel olmak isteyenlere meydan okuyan bir tavrı var. Sanırım bu çocukluktan itibaren kimlik arayışında olmasından kaynaklanıyor. Freddie, İngiltere’ye göç etmiş sıradan bir ailenin üyesi. Ne zaman ki kendini ifade edebilecek platforma sahip oluyor, o zaman yapmak istediklerini korkmadan söylüyor.
◊ Çok hazırlık gerektiren bir roldü, öyle değil mi?
- Evet. Bu filme hazırlanmak, tiyatro okuluna geri dönmek gibiydi. Hayatımda elimi piyanoya sürmemiştim mesela, buna rağmen filmde tamamen kendim çaldım. Güne saat 11’de piyano dersi ile başlıyordum, 1’de müzik dersi, 3’te dans dersleri... Geri kalan zamanda da arşivlerdeki görüntülerini izliyordum.
◊ Bu rolün hakkını verebilmek için, içindeki divayı ortaya çıkardın diyebilir miyiz?
- Evet... Çekim dışındaki saatleri bile cesurca, hatta biraz yüzsüz şekilde Freddie gibi geçirdim. Saç, makyaj, bitmek bilmeyen kostüm provalarında tamamen Freddie gibi davranıyordum. Beni hazırlayanlara da çekim dışında olsak bile beni Rami gibi değil Freddie gibi düşünün dedim.
ONUN MARY AUSTIN İLE DE HARİKA BİR İLİŞKİSİ VARDI
◊ Filmin Live Aid konseri sahnesinda sizi değil de direkt Freddie Mercury’yi izlemiş gibi oldum. Konser sahneleri size ekstra bir endişe yaşattı mı?
◊ Son filminiz “My Dinner With Herve”ün üzerinde çok uzun zaman çalıştığınızı duydum. Ne kadar sürdü filmi hayata geçirmeniz?
- Filmi yapmamız oldukça uzun zaman aldı... Yönetmenimiz Sacha Gervasi 2003 ya da 2004’te New York’a tiyatro oyunuma gelmişti. Oyundan sonra yemeğe gittik. Sacha o zamanlar “My Dinner With Herve”ü kısa film olarak yazmıştı. 25 sayfalık bir filmdi. Yemekte bana anlattı. Geçen süre içerisinde hep Herve ile ilgili konuştuk. Bir taraftan o başka işler yaptı, ben de başka işler yaptım. 14-15 yıl sonunda filmi hayata geçirmek için her şey yolunda gitti. HBO da filmi istedi ve yaptık.
◊ Senaryonun yazım aşamasına ne kadar dahil oldunuz?
- Sacha birkaç farklı taslak yazmıştı, onları okudum. Ama arayıp bu fikir hakkında ne düşünüyorsun, nasıl yapmalıyız diye sormadı. Filmin arkasındaki yaratıcı güç Sacha’ydı sonuçta...
◊ Sacha Gervasi size Herve hakkında birçok kaset verdiğini söyledi, izlediniz mi o kasetleri?
- İzlemedim... Yaşayan, nefes alıp vermiş bir insanı oynamanın en zor yanı da bu.
◊ Nedir?
- İmitasyondan kaçmak... İlk defa bir insanın hayatını oynadım. Herve’ün imitasyonu olmak istemedim. Eğer o kasetleri izleseydim Herve’ün kopyası olabilirdim. Büyük ihtimalle bilinçaltıma yerleşirdi o kasetler... Ben oyuncu olarak kendi yorumumu katmak istedim.
◊ Son filminiz “Second Act”te başrolü Jeniffer Lopez ile paylaşıyorsunuz. İkiniz de hem şarkıcı hem oyuncusunuz. Nasıldı Lopez’le çalışmak?
- Ne kadar çalışkan bir kadın olduğunu gözlerimle gördüm. Dışarıdan nasıl meşgul bir kadın olduğunu hepimiz görüyoruz ama yakından şahit olunca daha iyi anladım. Jennifer yoğun iş günümüzde sahne aralarını bile farklı projeleri üzerinde çalışarak geçiriyordu.
◊ Mesela neler yapıyordu?
- Biz filmi çekerken Vegas Show’u hâlâ devam ediyordu. Şova yeni konseptler yaratmak için yaratıcı ekibiyle toplantılar yapıyordu. Her anını kendini daha iyi yapmak ve kariyerini ilerletmek için harcayan bir kadın. Bu duruma şahit olmak bana hem ilham verdi hem de kariyerim için örnek oldu.
◊ Jennifer Lopez’in filmde anneni canlandıracağını duyunca nasıl hissettin?
- Jennifer’ın havası, aurası bir başka. Tabii gergin ve heyecanlıydım onunla karşılıklı oynayacağım için.
HAYATIMIN İKİNCİ PERDESİ
◊ Filmin adı “Second Act” (İkinci Perde) ama bence siz çok gençsiniz ikinci perde için...
Ay’a ayak basan ilk insan Neil Armstrong’un hikayesini anlatan filmin yönetmeni 33 yaşındaki dahi yönetmen Damien Chazelle.
İlk yönetmenlik deneyimini 2009’da “Guy and Madeline on a Park Bench” ile yaptı. 2014’de hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği “Whiplash” ile 5 dalda Oscar’a aday gösterildi. 2016’da “LaLa Land”i yazdı ve yönetti.
14 Oscar adaylığından 6’sını kazandı ve hâlâ en genç Oscar kazanan yönetmenler listesinde tepede oturuyor.
NASA’DA BULUŞTUK
“First Man”in başrol oyuncuları Ryan Gosling ve Claire Foy ile NASA’da röportaj yaptım. NASA, 570 kilometrekare ve 13 bin çalışanı ile dev bir bilim merkezi.
Giriş çıkışlarda güvenlik önlemleri oldukça yoğun. Birden fazla kimlik ile gelmemi söylediler. Ben de pasaport, nüfus kağıdı, ehliyet ne varsa yanımda getirdim... Röportaj öncesinde NASA’da görevli mühendisler ile bir tura katıldım.
◊ Yeni projenizle sohbetimize başlayalım. Neden “Maniac”da yer almak istediniz?
- Yönetmenimiz Cary Fukunaga, iki buçuk yıl önce dizinin Norveç versiyonunu gördükten sonra beni aradı ve kendi versiyonunu yapma isteğinden bahsetti. Cary ile Jonah (Hill) iyi arkadaşlar. Jonah ile ben de iyi arkadaşım. Cary ile çalışmayı da çok istiyordum. Dizide 5 farklı karaktere büründüm, ayrı bir heyecandı...
◊ Oynadığınız karakter Annie ile ilgili okuduğum yorumlardan birinde “Barut gibi, her an patlamaya hazır” diye yazıyordu...
- Evet, kolayca kızan bir ruh hali var Annie’nin. Annie gibi insanlar tanıyorum. Ayrıca benim içimdeki bazı parçalar da ona benziyor. Jonah’ın canlandırdığı Owen karakteri de benim karakterimin tersi sakin, kibar bir insan...
◊ Jonah Hill ile çalışmak nasıldı?
- 17 yaşında yer aldığım ilk filmim “Superbad”deki rol arkadaşım Jonah. O zamandan beri de arkadaşız. Onunla çalışmak, karşılıklı oynamak çok eğlenceliydi.
◊ Yakın arkadaş ile karşılıklı oynamak daha zor değil mi?
- Ben arkadaşlarımla oynamayı seviyorum çünkü arkadaşlar yalan konuşunca anlarlar. O yüzden çok gerçek olmalısın...
CATE BLANCHETT: SETTE DEĞiL DISNEYLAND’DA GiBi HiSSETTiM
◊ Son filminiz, Amerika’da çok iyi bir gişeyle açılış yaptı. John Bellairs’ın aynı adlı klasik çocuk romanının sevimli ve sürükleyici hikayesini izledik. Canlandırdığınız Mrs. Zimmerman’ın fiziksel özellikleriyle başlamak istiyorum... Morlar içinde bir kadın...
- Karakteri fiziksel olarak kitaptakinden daha farklı tasvir ettik. Çizimlerini Edward Gorey yaptı ve ortaya hep mor renkte giyinen, gri saçlı bir büyücü çıktı.
◊ Çekimler sırasında ortam nasıldı?
- Ortam çok eğlenceliydi. Her gün sete değil de sanki Disneyland’a gidiyor gibiydim. Film de muhteşem oldu.
16 YAŞINDAKİ OĞLUM BU FİLMİ YAPMAMI İSTEDİ
◊ Eli Roth’u korku filmlerinden tanıyoruz aslında. Bu filmde farklı bir yönünü de görmüş olduk.
- Yapım şirketi, korku filmleri ile tanınan bir yönetmenden aile filmi yapmasını istemiş. Bunu duyduğumda bir şeylerin farklı olacağını anlamıştım zaten. Eli filmlerinde insanları nasıl korkutacağını, nasıl heyecanlandıracağını çok iyi biliyor.
◊ “Colette” önceki gün Amerika’da gösterime girdi. Harika bir performanstı, tebrik ederim. Film, Fransız yazar Sidonie Gabrielle Colette’nin hayat hikayesini anlatıyor.
Kocası Parisli yazar Henry Gauthier-Villars’ın kendi ismiyle yayınlanan kitabını eşi Colette gizli olarak yazıyor. Kitap çok büyük başarı kazanınca ise yazdıklarını sahipleniyor. “Colette”nin hayata meydan okuyan hikayesini izledik. Siz onun özgüvenini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bence özgüven bir süreç, herkeste hemen ortaya çıkmıyor. Colette’de benim hoşuma giden şey korkusuz değil cesur olmasıydı. Yani korkularıyla yüzleşecek cesareti vardı.
◊ Yönetmen Wash Westmoreland filmde cinsel kimliklerin de araştırıldığından bahsetti. Biraz açar mısınız bu konuyu?
- Şöyle ki Colette iki cinsiyetli olduğunu söylüyor ve bizlere dayatılan kalıplara karşı çıkıyor. 1800’lü yılların sonundan bahsediyoruz bu arada... Kadınlar büyük, kabarık elbiseler giyiyor. Nasıl erkek gibi davranabilirler diye düşünebilirsiniz. Mesela o dönemde kadınlar ayakları ve kolları birbirine yakın, koltukta çok yer kaplamayacak şekilde otururmuş, erkekler ise daha rahat bir şekilde. Colette de erkeklere özgü fiziksel tavırlar sergilemekten çekinmemiş. Öyle davrandığı için de kimseden özür dilememiş. Kendini olduğu gibi kabul ettirmek istemiş.
◊ Colette’nin elbiselerine bile yansımış bu başkaldırı...
- Evet... Daha maskulen giyiniyor. Dik yakalar, kravat tarzı fularlar... Kadınların erkek gibi giyinmesinin yasak olduğu dönemde bile maskulen bir tarz yaratmış. Biliyor musun, ben de çocukken büyüyüp erkek olacağım diye düşünürdüm. Çünkü oyun parkında biz kızlar güçlü olsak da yanımıza gelip “Hayır biz varız, sizden daha güçlüyüz” hissi veriyorlardı. Tabii ki öyle değillerdi ama öyle davranıyorlardı...
◊ Söylediğiniz oldukça ilginç geldi. Yeniden doğma şansınız olsaydı erkek olarak dünyaya gelmek ister miydiniz?
43’üncü Toronto Uluslararası Film Festivali’nin sonuna geldik. Toronto kültürel yapısı, düzeni ve özellikle son 5 yıldır Çin bankalarının finansörlüğünde şehir merkezinde yükselen gökdelenleriyle minik bir New York haline gelmiş...
Ödül sezonundan hemen önce Oscar umutlarının yeşertildiği en etkili film festivali Toronto’da, izleyici ödülünü kazanmak “En iyi film” ödülünü garanti etmese de o kategoride adaylığı garanti ediyor diyebiliriz.
Bu sene Toronto’nun kazananı Peter Farrelly’nin “Green Book”u oldu
Geçen salı prömiyeri yapıldığı andan itibaren seyircinin favorisi olduğunu dakikalarca ayakta alkışlanmasından anlamıştım zaten. Başrollerinde Viggo Mortensen ve Mahershala Ali’nin rol aldığı gerçek hikâyede, siyahi piyanist Don Shirley ile beyaz şoförü, aynı zamanda koruması Tony Lip arasındaki arkadaşlık anlatılıyor.
NICOLE KIDMAN’IN BODRUM HAYALİ
Festivalde bana göre diğer öne çıkan filmler, Damien Chazelle’in “First Man”i, Barry Jenkins’in “If Beale Street Could Talk”ı, Alfonso Cuaron’ın “Roma”sı, Bradley Cooper’ın “A Star Is Born”u ve Joel Edgerton’un “Boy Erased”i oldu. Bu arada “Boy Erased”in başrol oyuncusu Nicole Kidman ile uzun uzun Bodrum muhabbeti yaptım.