Hollanda peyniri, hamburger ve pizza, boğazınızın yandığı günler, tüy dökücü krem kokusu, gece gelen sesler, kot pantolonlu öğrenciler, yaya trafiği, abajurlu lambalar, bambu tabaklar, hava haritası...
Yukarıdaki 10 şey arasındaki bağlantıyı bulmak için kendinizi fazla zorlamayın; sürmenaj olursunuz. Bunlar, Barbara Ann Kipfer’in (kendisi bir dilbilimci), Mutlu Olmak İçin 14.000 Sebep isimli kitabının bazı maddeleri. Söylendiğine göre kitap 2 milyon kopya satmış, her güne bir öneri takvimlerinde satış patlamasına yol açmış. İş mutluluğa gelince global bir çaresizlik söz konusu olmalı. Bu sonuç başka türlü açıklanamaz.
Boğazımın yandığı günler huysuz olurum, tüy dökücü kremin kokusu çürük yumurtaya benzer, gece gelen sesler ürkütür, yaya trafiği hele bir de İstiklal Caddesi’ndeyse adamı çileden çıkarır.
Abajurlu lambalar, bambu tabaklar ve hava haritası hakkındaysa herhangi bir duyguya sahip değilim. Olmak da lazım mı, emin değilim.
Önüne gelen bir mutluluk reçetesi satmaya çalışıyor, bu da beni çileden çıkarıyor. Hadiseyi bir de numaralandırdınız mı, tamamdır. Gelsin milyonluk satış rakamları. Bundan iki yıl önce, başka bir mutluluk projesi sahibiyle görüşmüştüm; Gretchen Rubin. Kendisi bir yıl boyunca Antik Yunan’dan günümüze, mutluluk için önerilen reçeteleri denemiş ve bir kitap yazmıştı. Kitap daha sonra bizde de Mutluluk Projesi adıyla yayınlandı.
Kendimi baştan ihbar ediyorum ki, sonra kopyacılıkla itham etmeyin. Ben de kendi deneyimi yapmaya karar verdim.
Her hafta piyasada satılan bir formülü ya da filozofların, hekimlerin, yaşam koçlarının önerilerini kendi üzerimde deneyip sonuçlarını yazacağım. Hollanda peynirinin ötesine geçebileceğimi umuyorum.
SEANSIN SONUNDAKİ 15 DAKİKALIK HUZUR
Babamla İkea’ya gittiğim ilk günü hatırlıyorum. Zaten unutulacak bir gün değildi; kendisi bir daha hiç İkea’ya gitmedi. Labirentvari sergi alanında dolaşmaya başladıktan 10 dakika sonra ilk panik belirtileri baş göstermişti. Sonra söylenmeye başladı. O sırada tıpkı kendisi gibi söylenen, kendi yaşlarında başka bir ziyaretçiye rastladı ve birlikte söylenmeye başladılar. Gördükleri her kapıya, çıkış kapısıdır ümidiyle yöneliyor; “2 metrekarelik banyoda pratik çözümler” konseptiyle karşılaşıp geri dönüyorlardı. Bir ara akıntının tersine yürümeyi denedilerse de mümkün olmadı. Giderek kabaran öfkesini gören bir görevli, kestirme çıkışı gösterdi de, babam labirentten kurtuldu. Hatta o hızla bizi de mağazada bırakıp çekti gitti.
Benim durumum farklı; onca oyuncaklı şeyin arasında saatler geçirmeyi seviyorum. Onlar için ideal müşteri olmalıyım: Her seferinde en az iki saatimi harcıyorum, saçma sapan şeyler satın alıyorum, çıkışta markete de uğruyorum. Fakat bugüne kadar belirli bir ihtiyaçla gidip de ona dair bir çözüm bulduğum olmadı. Ya ölçü tutmuyor, ya renk, ya da fiyat. Hepsi uysa, ürün depoda kalmamış oluyor.
Ben de kütüphane almaya gitmişken, kokulu mumlardan alıp çıkıyorum. O kokulu mumların bardaklarından 12’lik takım yaptım, artık yemekte kullanıyorum. Gerçekten...
Bundan 4-5 sene evvel babamla yaşadığım deneyim, İngiliz Daily Mail gazetesinde yayınlanan bir haberi okuyunca aklıma geldi. Mağaza tasarımı konusunda uzman olan akademisyen Alan Penn, İkea’nın bilerek labirent benzeri mağazalar düzenlediğini, amacının müşteriyi mümkün olduğunca uzun süre içeride tutmak olduğunu söylemiş. İkea yetkilileri bunu inkar etmişler ama kim yutar. Ayrıca hepimiz bunu bilerek gitmiyor muyuz mağazalarına? Model oturma odasındaki kanepeye oturup, prize bile takılı olmayan televizyonun karşısına geçip örgü ören teyzenin de bir şikayeti var gibi görünmüyor.
VİTRİNDE GÖRDÜM
Tabletler dörtledi
Tablet bilgisayar dünyası yavaş yavaş renklenmeye başladı. ipad, Samsung ve Mobee’den sonra, daha çok mp3 çalarları ile tanıdığımız Creative de bir tablet çıkardı. Adı ZiiO 7. İnsansı robot ismi gibi değil mi? Android işletim sistemi kullanan ZiiO, aptX destekli bluetooth teknolojisine de sahipmiş ki, bu bilgi benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Ayrıca ön tarafta dahili kamerası, mikrofonu ve dahili hoparlörü de varmış.
Her ilişki bitebilir, herkes eşinden, sevgilisinden, nişanlısından ayrılabilir. Önemli olan bunu nasıl yaptığınız. Karşınızdakini duygusal olarak sakat bırakmadan terk etmenin de yolları var. Ve bu kesinlikle “Sen benden daha iyilerine layıksın” klişesine sığınmak olmamalı. Teknolojinin de bu bakımından hayatımızı olumlu yönde etkilediği söylenemez. Yüz yüze konuşmak, giderek cesaret gerektiren bir eyleme dönüştü. Bundan 15 yıl önce SMS, e-posta veya Facebook mesajıyla birini terk etmek büyük öküzlük kategorisinde ele alınırdı. Şimdi hele de gençler arasında çok doğal karşılanıyor. İnternette tanışan çiftler 140 karakterde ayrılıyor. Zaten mesajlaşmaktan sosyal becerilerini kaybetmiş birine, sevgilinden yüz yüze konuşarak ayrılacaksın desen, her şeyi eline yüzüne bulaştırır.
ABD’de yayınlanan Psychology Today dergisi, Şubat sayısında ayrılma konusuna yer vermiş. Psikiyatr, nörolog ve ilişki uzmanlarıyla konuşup, efendi gibi ayrılmanın 12 kuralını belirlemişler.
EFENDİ GİBİ AYRILMANIN 12 KURALI
1 Tüm sorumluluğu üzerinize alın. Hisleriniz, ihtiyaçlarınız, hayalleriniz değiştiyse, hayatlarınızın farklı yönlerde ilerlediğine inanıyorsanız ya da sadece ayrılmayı kafanıza koyduysanız, lütfen bu işi karşınızdakine bırakıp da sizi terk etmesi için kışkırtıp durmayın. Bir zahmet inisiyatifi ele alın. Bir defa mesajı alacağını nereden biliyorsunuz? Sürekli çıkan kavgalar yüzünden kendini sorgulamaya, ilişkiyi kurtarmaya da kalkabilir. Kendiyle ilgili algısı bozulabilir.
2 Ayrılma konuşmasını yüz yüze yapın. Bu hem tek medeni ve nazik yol, hem de karşınızdakine sözlere dökülmeyen şeyleri hissetme imkanı verir. Sesinizin tonu, bakışınız, yüzünüzün ifadesi, mimikleriniz gibi... Koluna kısa bir an dokunmanız, ayrılsanız bile ona hâlâ değer verdiğinizi anlatır. Yüz yüze dışındaki tüm yöntemler, “çok da umurumda değilsin” mesajı gönderir ki, bir zamanlar sevdiğiniz birinin gurur ve özgüvenini yerle bir etmeye ne gerek var.
3 Ağırbaşlı davranın. Ayrılmak, tehlikeli bir hal alabilir. Sırf o an karşınızdakinin canını yakmak için ağzınızdan daha sonra pişman olacağınız şeyler çıkmasın. Kendinizi kontrol etmeye çalışın. Böylece hem onun hem kendinizin özgüvenini korumuş olursunuz.
4 Dürüst olun. “Artık sana aşık değilim” demekte bir sorun yok. Ama dengeyi de iyi kurmak lazım. “Zaten son zamanlarda kilo da almıştın” demeye kalkmayın.