Ağaçların en alımlı, en şık giyindiği, en renkli ve şıkır şıkır olduğu aydır mayıs. Yeşilin en parlak en göz alıcı tonu mayıs… Pembenin de, kırmızının, morun, menekşenin, erguvanın ve tabii leylakların da… Görebiliyorsak her rengin, her ağacın, her çiçeğin ve belki de aşkın… Ruhumuz aç, sevgiye, aşka muhtaç… İçimiz kıpır kıpır… Hatırlıyor musunuz? Neyi diye sormayın… Zira anladınız siz… Az önce ‘İçimiz kıpır kıpır’ dedim ya… Gerçek anlamda en son ne zaman öyle hissettiniz… Evet evet aşktan bahsediyorum… Eğer kaldıysa gerçeğinden… Sizin bizatihi hislerinizi soruyorum… Çekinmeyin ve itiraf edin lütfen… En son ne zaman aşık oldunuz… ‘Üstüme iyilik sağlık ne aşkı kuzum biz gençken olmuştuk çoook seneler geçti aşkı meşki unuttuk artık!’ diyenler olduysa ben de cevaben ‘Aşk Olsun!’ diyorum… Evet, bu karşı cinse duyduğunuz bir aşk olabileceği gibi yaptığınız işe de aşık olmak mümkün ki; bana kalırsa olmalısınız da. Yaşadığınız şehre, kasabaya, köye gönlünüzü kaptırabilir ve her gördüğünüzde ilk günkü gibi heyecanlanabilirsiniz. Evinizden baktığınızda gördüğünüz manzaraya, her gün yürüdüğünüz parkın ağaçlarına, kuşlarına vurulabilirsiniz… Pişirdiğiniz veya sizin için pişirilen bir yemeğe karşı beslediğiniz iştah açıcı duyguya da aşk denebilir. Dinlediğiniz bir şarkıya, baktığınız bir tabloya, dokunduğunuz bir heykele duyduğunuz hayranlık her seferinde aynı heyecanı veriyorsa bu durumu tarif ederken ‘Aşk’ kelimesini kullanmanız mümkün… Siz yeter ki aşkla bakmayı bilin... ‘Aşkım’ diye seslenmekle olmuyor… Yüreğiniz varsa hissedeceksiniz…
‘SEN UÇUŞU HATIRLA’ 27. UÇAN SÜPÜRGE KADIN FİLMLERİ FESTİVALİ
‘9-16 Mayıs’ tarihlerini; eğer varsa lütfen ajandanıza not edin. Ajandanız yoksa bir postit üzerine bu tarihleri altına da büyük harflerle İranlı şair Füruğ Ferruhzad’ın ‘SEN UÇUŞU HATIRLA’ cümlesini yazarak buzdolabınızın üzerine yapıştırın ve hatta garanti olsun, gözden kaçmasın diye evin sokak kapısına bile olabilir. Senelerdir bıkmadan usanmadan ‘Daha fazlası, daha azı değil’ diyerek cinsiyet ayrımına eleştirel yaklaşımı ile takdir toplayan Uçan Süpürge Festivali, yıllar sonra ‘Kavaklıdere Sineması’nda yapılacak. Geçtiğimiz yıl yeniden açılan ve ‘Kült Kavaklıdere’ adını alan Tunalı’daki nostaljik sinemanın; kadınların sinema sektöründe daha görünür olması için yürüttüğü mücadeleye yapacağı ev sahipliği, Ankara’nın eski kültürel zenginliğine kavuşması açısından da çok anlamlı. Açılışı ve ödül töreni, 9 mayıs akşamı Devlet Opera ve Balesi’nde düzenlenecek festivalin; bu yılki onur ödülünü Ankaralı deneyimli sanatçı Hatice Aslan alacak. Genç Cadı Ödülü oyuncu Deniz İlhan, Bilge Olgaç başarı ödülleri ise, yönetmen Ayşe Polat, yapımcı Nida Karabol ve oyuncu Tülin Özen’e verilecek.
ŞIK, RAFİNE ‘GOOD INN’
Ankara’da benzerine daha önce rastlamadığım içinde cafe’si ile birlikte girdiğinizde size kimse gülümsemese bile teşhir edilen tüm ürünlerin size gülümseyerek göz kırptığı bir yaşam tarzı mağazası keşfettim. ‘Good-Inn’ ismi İngilizce olmasına rağmen Türkçe ferahlatan havasıyla keyifli alışverişin ve hatta içtiğiniz kahvenin keyfiyle katlanacağı vazgeçilmez mekânınız olacağını garanti edebilirim. Çok iddialı oldu değil mi… Evet biliyorum ancak ben bu garantiyi elbette ki kadınlara veriyorum. Beytepe Mahallesi, Plevne Caddesi’nde yaklaşık bir ay önce açılan mağaza-cafe’nin işletmecisinin kadın olduğu dokunuşlarından rahatlıkla anlaşılıyor. Sevgili ‘Nihan Tangil’, mağazaya koyduğu ürünlere Ankara’da rastlayamayacağınız gibi tamamen butik ve sofistike (özel) ürünler olmasına özen göstermiş. Neler var diye sorarsanız İstanbul, Bebek’ten butik çanta, cüzdan markası ‘Fonfique’den ürünler. İzmir, Urla’dan meşhur butik sabun, tütsü ve aksesuar markası ‘İllios’ var. Aslen Mardinli lokum üreticisi ‘Bakırkazan’ın lokumları, yoga tutkunu kadınların arayıp da bulamadığı yoga matı markası ‘Liforme’un ürünlerinin yanı sıra Antalya’dan avokado ve ananas dahi bulabiliyorsunuz. Bu arada kahve eşlikçileri Uma Padaria’nın Nata’sı ile Naz atölyenin çilekli turtaları da tezgâhta. İlk çıktığı zaman tadına bayılarak yazdığım sevgili Necla Tatlıdede’nin el emeği kırmızı et, beyaz et ve balık için hazırladığı nefis sosların markası ‘Freya’ da Good-Inn’in raflarında… Yazamadığım çok şey var gerisini gidip siz görün artık.. Yorulunca Americano iyi gidiyor, aklınızda bulunsun.
“Kötüler de kötülükler de çoğaldı dünyada...” Bu cümleyi ergen bir genç kız kurdu... Şaşırdınız mı? Söylediği cümleye katılıyorum... Evet evet haddinden fazla çoğaldı... Ancak üzüntüm bu değil... Henüz hayatının başında bunu anlamış olmasıydı beni üzen... Geleceğimiz olan bir ergenin kötülüklerden bu denli rahatsız olmasından hicap duydum... Nasıl bir dünya yarattı ki bu insanoğlu...? Davranışlarımızın samimiyetinden şüphe duyuyorum artık...Kendi kendimize kaldığımızda bile oynuyoruz... Her sahteliğin farkındayız ancak gerçekmiş gibi yaşamak işimize geliyor... Elimize geçen mutluluk sahte, davranışlar, kelimeler, cümleler... Hepsi... Sevinçlerimiz, hüzünlerimiz de tıpkı bizim gibi sahteydi... İçimizden geldiği gibi yaşamıyorduk, işimize nasıl gelirse onu yaşıyoruz... İşimize gelen neydi peki? Emek vermeden, yalan dolan sebeplerle başkalarının payına düşen mutluluğa kısa yoldan çöküp elde edebiliyorken, gerçeklere sarılıp sıkıntıyla geçecek günlere ne gerek vardı ki? Söylemek acı verecek bana... Size de duymak belki de... Kelepiriz... Ve hatta çoook zayıfız... Karakterimiz de kişiliğimiz de güya insanlığımız da... Ucuzlattığımız onurumuzun girdiği durumu görmezden gelerek çıkarımızı sağlama alıyoruz... Ayrıca... Ben insanların yaptıkları kötülüklerden dolayı yargılandıklarını düşünmüyorum... İyi ve güzel kalpli insanlar daha çok yargılanıyorlar... Neden bu kadar iyisin diye yargılıyoruz insanları... Anlam veremediniz değil mi? Ben de veremiyorum... Kötülerden korkmak gibi bir zayıf noktası daha var insanın... Kötünün şerrinden korunmak adına susuyoruz... Ah Ahh... Ne sahtesin dünya
SAKLI ‘QRABİYE’ CENNETİ
Keyfini doyasıya yaşamak için bana göre ‘bazı güzellikler saklı kalmalı.’ Her şeyi suistimal etmekte mahir günümüz tüketicilerinin, korunması gereken güzellikleri de hızla tüketmekte muktedir olduklarını biliyorum. Geçenlerde Koru’da esnaflık yapan arkadaşım Muammer önerdi. Koru Mahallesi Ihlamur Caddesi’ndeki Mesa Çarşısı’nın ikinci katında adeta saklanmış kurabiye dükkânını gördüğümde içim birden huzurla doldu. Girişteki ayaklı tabelada şu cümle ve not yazıyordu; “Kabını getirene kurabiye ve böreklerde yüzde 5 indirim... Not: Daha az atık, daha temiz çevre.” Sloganı beynimde kıvılcım gibi çaktı. Duyarlılığın fiiliyata geçmiş haline şahit olmanın şokunu yaşıyordum ki; Qrabiye’nin sevgili işletmecisi Çiğdem Kocaman’ın ODTÜ’den mezun bir çevre mühendisi olduğunu öğrendim ve taşlar yerine oturdu.
2016 yılında devraldığı kurabiye dükkânına yaratıcılığını katarak önceki sekiz yılla birlikte günümüze kadar 16 yıllık bir deneyimi sürdürmeyi başarmış bir çevreci hem de... Çiğdem Hanım’la birlikte çalışan İrem, Hanife ve Hatice hanımların leziz ellerinden pişen şahane kurabiye, börek ve tatlıların lezzeti tarifsiz dersem siz anlayın... Lezzetlerine bayıldığım ‘siyez kurabiye ile şekersiz kurabiyeyi sadece Qrabiye’de bulabileceğinizi bilmenizi isterim... Günlük hatta anlık ve sıcacık çıkan kurabiyeler tükenmeden gidin derim...
İLK ISIRIKTA HOPLAYACAKSINIZ... ‘HOOP BURGER’
Duygu veya his… Her insanda var olduğunu biliyoruz… Düzelteyim, her insanda var olması gerektiğine inanıyoruz diyelim. Duygunun, internette ulaştığım bilimsel tanımını olduğu gibi kesip yapıştırıyorum... Şöyle diyor; “Duygu, bireyin ruh hâlinde biyokimyasal ve çevresel tesirlerle etkileşiminden doğan kompleks psikofizyolojik bir değişimdir. Kişiye özgü sağlık duyusunu belirleyen temel faktör olup, insanın günlük yaşamında merkezi bir rol oynar. Bu yüzden pek çok bilim dalı ve sanat biçimi tarafından araştırılmıştır.” Acıkmak, sahip olmak, yorulmak, uyumak, tuvalet ihtiyacı, korku vb. temel birkaç duygu haricindeki başka başka insani duygulardan bihaber o kadar çok insan var ki… Aslında insanı insan yapan, geliştiren, duyarlılık, farkındalık, gönül gözünün açılması gibi hislerin çeşitlenmesine yardımcı milyonlarca belki de milyarlarca farklı duygu olması mümkün… En az konuştuğumuz dilin veya dillerin sözlüğünde bulunan kelime sayısı kadar olması muhtemel duygu varyasyonlarının ne kadarını bilebiliriz ki? Kelimelerin anlamlarını değiştiren farklı durumların olması gibi, dozunu belirten yani ‘Az acı, çok sevgi, yarım akıl’ benzeri ön tarifler konduğunda sonsuz sayıda duyguya ulaşabiliyoruz… Mükemmel ve kontrol edilmesi neredeyse imkânsız bir zihin yapımızın olması, bizi yaşadığımız dünyadaki canlıların arasında en tehlikeli, en güvenilmez, en barbar canlı haline getirebildiği gibi en merhametli, en barışçıl, en sevecen canlı da yapabiliyor. Görmekle alakalı yaratıcılığımız ve görememenin ahmaklığının sınırsızlığı ile doğru orantılı duygu çeşitliliğimiz olmalı... ‘Leylaklar açtı gördünüz mü, çok güzel kokuyorlar… Hissettiniz mi?
BİR DENİZKESTANESİNİN ANILARI… ‘MELİKE ABASIYANIK KURTİÇ’
Ankara’da gerçekleşen seçkin sergi ve etkinliklerde imzası bulunan Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde yine şahane bir sergi başlıyor. 19 Nisan 2024 Cuma günü kapılarını açacak, 1 Eylül 2024 tarihine kadar devam edecek olan ve küratörlüğünü ‘Deniz Artun’un yaptığı ‘Bir Denizkestanesinin Anıları’ isimli serginin manifestosunda yazan cümleyi aynen aktarıyorum. “Abasıyanık sanatının omuriliğini oluşturan tohum seramikleri, denizkestaneleri, yosun perdeleri, pirinç kâğıtları ve gel-git fotoğrafları ayrı ayrı tüm özgün ve karmaşık doğaları içinde sergiliyor. Aynı zamanda sergi, bu birbirinden farklı üretimler arasındaki olağanüstü tutarlılığın, sonsuz ve girift tüm ilişkilerin hissedilebilmesini sağlıyor.” Yeniden doğmak gibi bir şey işte… Farklı duyguları deneyimleyeceksiniz… Belki de hayatı yeniden sorgulamaya başlayacağınız bir bakış açısına kavuşmanızı sağlayacak bir sanatçıyla tanışmaya gidin…
HÜLYA, MUAMMER, ‘MEZZRA’
Koru Mahallesi 2578. Sokak’taki çarşıda eski arkadaşım Muammer ve eşi Hülya’nın Mezzra isminde bir doğal bakkalı var. Yolum oralara düştükçe uğruyorum. Her gittiğimde gelen müşterilerin genelde bir avokado muhabbeti çevirdiklerine şahit oluyorum… ‘Geldi, kalmadı, bitti, ne zaman gelir, sizinki gibi lezzetlisi yok’ şeklindeki... Diyalogları sordum, Muammer öncelikle, Datça’dan gelen acı badem aromalı buz gibi ‘Datça Gazozu’nu (gazoz nefis) açıp önüme koyduktan sonra işin aslını anlatmaya başladı. Avokadolar, Mersin, Erdemli, Tömük Köyü’ndeki bir aile işletmesi olan yerel bir bahçeden geliyormuş. “Ankara‘da bir tek bizde var o yüzden gelir gelmez tükeniyor” dedi. Mayıs sonu itibarıyla bitecek olan avokado hasadının son günlerine yaklaştığımızdan olsa gerek herkes Mezzra’daki avokadoların peşinde. Bu durum ilgimi çekti hem meyvenin tadına baktım hem de bilgilerimi tazeledim.
Kendi başına bir dünya olabilmek! Hiç düşündünüz mü? Bu da nereden çıktı şimdi. “Kim kendi başına dünya olabilir ki?” diye geçirdiniz içinizden… Ve hatta, “Bir dünya dolusu insanın arasında bir başına dünya olmak da neyin nesi? Bencilliğin daniskası” diyenleriniz vardır… “Tüm dünyaya tek başına sahip olmak amacında, paylaşmak istemiyor galiba aç gözlü herif…” gibi çıkış yapanlar da olur. Stefan Zweig, “İnsanlar beni anlamıyor, ben de onları anlamıyorum” derken, böylesi durumları kast etmiş olmalı sanırım… Ben kendi kendine yetmek diyorum… Özellikle de ruhsal anlamda kendine yetmekten bahsediyorum… İnsanların birbirleriyle iletişimde çıkar odaklı davranışlarını görmezden gelemeyince kısa yoldan ‘Bencil’ damgası vuruyorlar… İletişimde karşılıklı bir alışveriş olmalı fikrine kapılmışlar… Hiç karşılık beklemeden insanlara gülümsemenin bir insanlık hali olduğunu unutmuşlar çünkü… Isırılacaklarını düşünüyorlar… Parktaki köpeklerle öğle yemeğini paylaşmanın saflığının da farkında değiller… Kendinle ilgili sorunları kendinle konuşmanın delilik olduğunu düşündükleri gibi… Ay ışığındaki gölgenle tek başına yürümenin, okuduğun kitabın yorumunu yıldızlarla paylaşmanın, kucağındaki kedinin tüylerini okşamanın verdiği hazla, izlediğin filmin güzel sahnelerini ağaçlara anlatmanın… Hiç kimseyi üzmemiş olmanın huzuru ile uykuya dalmanın konforunu bilmiyorlar… Bence yanlış anlaşılmaya ve insafsızca yargılanmaya gerek kalmadan kendi başına dünya kurmak çok güzel… ‘Amasız ve kimsesiz, kendi başına buyruk yaşamak’ gibi yani… Bir başına dünya olmanın anlamını yaşayanlar bilir… Herkes de onları biliyor… “Deli” diyorlar… Bence mahsuru yok…
İDDİALI… GÖSTERİŞLİ… ‘ARTSY’
Atakule’yle birlikte sembolleşmeye aday yepyeni bir mekân ‘Artsy.’ En önemli özelliği manzarasını anlatmama gerek yok ki, buranın güzelliğinin sebebi Ankara’nın eşsiz görüntüsüne nazır keyif yapmak. Artsy’nin kelime anlamı hem gastronom katındaki konumu hem de yaptığı işin vasfı ile ilgili bağlantı kurulabilir. ‘İddialı, gösterişli’ anlamına gelen ‘Artys’nin gösterişli olduğu tarafına iç ve dış manzarası ile ilişkilendirirsek... İddialı olduğu taraf da seçkin atıştırmalıklar, tatlılar, içecek ve kokteylleri olmalı... Her salı günü canlı caz konserleri ile manzara ve kokteyller lezzetlenirken... Çarşamba, cuma ve cumartesi günleri 25 yaş altı gençlerle, jager (avcı) ve kargo pantolonlarla gelenler Artsy’e giremiyorlar... DJ performansın havasına girmek ve seçkin atmosferin kaybolmaması için alınan bu prensip kararının ne kadar doğru olduğunu gittiğinizde soluduğunuz havayla anlayacaksınız...
İÇECEKLERİN EFENDİSİ
‘Kokteyl’in bizim için bilinen bir kelime olduğu aşikâr... Çoğunlukla birkaç çeşit içeceğin karıştırılması ile elde edilen karışıma deniyor. Ancak sanıldığı kadar basitçe hazırlanan bir içecek olmadığını bilmenizi isterim... Kokteyller hazırlanırken kullanılan içkilerin kalitesi ‘premium’ yani birinci sınıf. Hazırlayan barmenler de öyle... Artsy’e has ‘Verde Amaro Basilico’ denedim, içeriğinde ‘kuzu kulağı, kivi, kış kavunu, normal kavun, fesleğen ve belvedere’ var... Taze lezzetine ve kokusuna bayıldım... Meşe odunu ile tütsülenmiş siyah çay, çarkıfelek meyvesi, narenciye karışımı, acıbademle frambuaz ‘Sous Vide(Suvi)’ tekniği (Gıdaların vakum ambalaj ve kontrollü ısıda su banyosuyla pastörize edilmesi) ile sos haline getiriliyor. İsmi çok ateşli yani doğulu alev anlamına gelen “Eastern Flame” Bu lezzet yakıyor… Gidin…Siz de yanın…
ANKARA’NIN GÖZÜ ‘ATAKULE’
Sizce de gün ışığı her zamankinden daha parlak değil mi? Değdiği her şeyi yeniden canlandırıyor adeta… Çiçekler açtı. Kuşlar cıvıldıyor. Ağaçlar şarkı söylüyor, bulutlar dans ediyor… Uzun zamandır pek rastlamadığım farklı bir şey var esen rüzgârda… Baharın getirdiği sevinç olmalı diye düşündüm ama her bahar bu sevinç kısa süreliğine de olsa uğruyor zaten, pek de etkilediğini söyleyemem… Çok garip ve epeydir görmediğim belki de unuttuğum bir şey var bu havada. Beni için için gıdıklayan güzel bir duyguyu gördüm yeniden… İnanamadım… İnandırmak da zor aslında. En son pandemiden bir önceki baharda rastlamıştım sanırım. Gözlerimi ovuşturarak baktım. Ve hatta kendimi çimdikleyip rüyada olup olmadığımı test ettim. Öylesine sert sıktım ki etimi, canım acıdı, rüyada değilmişim meğer… İnsanlar gülümsüyorlar! Evet… Evet gerçekten de gülümseyen insanlar görüyorum… Şaka değil insanlar her türlü olumsuzluğa rağmen gülüyorlar. Bazen de kahkahayla. Güneşin ışınlarıyla yaydığı mutluluğu bedenimizde değil de ruhumuzda hissediyor olmalıyız; aynı parlaklık bize de yansımış gibi… Sokakta yürürken, parkta otururken, alışveriş yaparken… Otobüste eve giderken, arkadaşla sohbet ederken yüzlerdeki tebessüm çevreyi aydınlatır kıvamda parlak… Hakikatten çok net görüyorum gülümseyen suratları… Her tarafta onlar var. Nereye baksam aydınlık yüzleri, el ele dolaşan sevgilileri, parkta umarsızca öpüşen çiftlere gıptayla bakan kuğuları görüyorum… Kollarımı açıp herkese ayrı ayrı sarılmak istedim… Çocukluğuma dönmek ve omzuma konan kumrularla birlikte şarkı söyleyerek hoplaya zıplaya koşmak istedim… Tırlattık mı yoksa ne? Neler oluyor bize?
‘DEĞERSİZ BİR HAYAT’
Hayatların gittikçe anlamını yitirerek değersizleştiği bir tarih aralığında sayılabiliriz. Karmaşık duygularla daldan dala atlayan ruh halimizin iyice sersemleştiği dönemlerin belirsizlik girdabında savrulurken aklın yolunu bulamaması ihtimali de var. İstedikleri ile istemedikleri arasındaki zıtlığı bilmesine rağmen paradoksal ruh haliyle yaşamaktan zevk alma noktasına gelmeye ramak kalmış da olabilir. Farkındalığı gelişmiş insanların sevmediği ancak her şeye rağmen değiştiremediği gerçeklerden kaçış sürecine girdiğini de varsayabiliriz… Günümüzün hastalığı gerçeklerden kaçışı ‘Sürrealizm’ (Gerçeküstücü) yani düzensiz hayal ve rüyalara kapılarak bir tavırla alt etmeye çalışıyor da olabiliriz. İnsanın yaşadığı bu kaosu sanata taşıyan Sürrealist ressam ‘Cemal Akyüz’ün Farabi Sokak’ta bulunan ‘Tosca Sanat Galerisi’nde açtığı sergiyi gezmenizi öneririm… İsveç Büyükelçiliği’nin kültür bölümünde 18 yıl çalıştıktan sonra şimdi de Finlandiya Elçiliği’nin Kültür Bölümü’ne geçip sanat çalışmalarını sürdüren sanatçı Cemal Akyüz’ün sergisini gezdiğinizde yukarıda altını çizdiğim soruların cevabını bulma ihtimaliniz var. Sergi bayrama kadar açık…
GELENEKSEL ÇİBÖREK VE ZEYTİNYAĞLILAR ‘KONAKBAY’
Son zamanlarda anlamları karıştırılan meze ile zeytinyağlı yemekler arasındaki karmaşıklığı toparlamakta fayda var. Mezeler çoğunlukla şip şak hazırlanabilen kolay yiyeceklerdir. Oysaki zeytinyağlılar öyle mi dersiniz… Değil tabii ki… Bunlar için öncelikle gerçek bir zeytinyağına ihtiyacınız var… Doğal koşullarda yetiştirilmiş mevsim sebzeleri ile tüm bunları armoniyle, olması gerektiği gibi sevgiyle pişirecek bir anneye… Yoksa lezzetli ellere sahip bir eş veya sevgiliye ihtiyaç var. Olur ya insanlık hali. Şayet bunların hiçbirine sahip değilseniz üzülmeyin… Konakbay ile leziz zeytinyağlılar pişirme anlamında annesinden el almış ‘Sibel Taylan’ var. Konakbay’ı midesine düşkün olanlar mutlaka duymuştur… Ankara’nın en lezzetli ‘Çibörek’ pişiren aile lokantası olarak biliniyor… Bu arada mantısı da nefis… Özellikle ‘İmam Bayıldı’nın lezzetine bayılacaksınız. Ben de bayılmıştım çünkü… Ve hatta ayılmak istememiştim… Bamyayı sevmeyenlere öneririm, zeytinyağlı bamya sizi yepyeni bir boyuta taşıyacak belki de aşık olacaksınız…
Farkında mısınız? Hep aynı anda konuşuyoruz… Koro halinde, bir ağızdan ve ahenkle değil tabii ki… Laf kalabalığı bizimkisi. Bir şeyler anlattığımızda veya herhangi bir konuyla ilgili fikir yürüttüğümüzde, konu her ne olursa olsun karşıdakini dinlemiyoruz. Bu bir tesadüf değil ama karşıdaki de bizi dinlemiyor… Neredeyse toplumun çoğu öyle desem abartmış olmam. Eğitimli, cahil, zengin, fakir fark etmiyor; cümlenin bitmesini beklemeye tahammülü yok kimsenin. Karşıdakini duymamak için de değil. Tamamen bastırmak için konuşuyoruz. Sindirmek, alt etmek ve belki de kaçırmak için… Birbirini dinlemek gibi bir toplumsal uzlaşıdan uzaklaşalı yıllar olmuş da farkında değilmişiz. Saygı zaten hak getire, lügatta kalmadı…. Pişkinlik ve pişkinler var artık…. Az önce ‘lügat’ diyerek dil kültürüne haksızlık ettim… Pişkinlerin kültürü yok ki lügatı olsun, dağarcığı olabilir belki. Zira kelime hazneleri bir adres fihristini dolduracak kıvam ve boyutu geçmez… Kimsenin imla kuralları veya diksiyonla alakası yok. Sesin yüksek çıkması, çevredeki goygoycuların ateşleyici tavırlarının yanında kendi düşüncesi, haklılığı ya da her neyse… Karşıdakine dayatmak, kabul ettirmek ve münakaşayı kazanmak. Eskilerin tabiriyle ‘Taşı gediğine koyma’nın peşinde herkes ve anlamını bilebilselerdi keşke. Birbirini dinlemeden konuşarak hem de kısıtlı bir dille taşı gediğine nasıl koyacaksa? Olmuyor hakikatten olmuyor. Laf cambazlığıyla olmuyor, saçmalıyoruz. ‘Taşı gediğine koymak’ için edep gerek, saygı gerek. Biz de var mı emin değilim ama en önemlisi de zekâ gerek…
BAĞDAT TATLISI
Tatlının adı ‘Bağdat’ ancak kendisi yüzde yüz Ankaralı sayılır. 1978 yılında Antepli tatlı ve kebap ustası ‘Lütfü Değer’ tarafından Maltepe, Şehit Daniş Tunalıgil Caddesi’nde kurulan ‘Bağdat Kebapçısı’nda doğuyor. Kebapla birlikte servis edilen leziz tatlı yıllar içinde tüm Ankara’nın en sevdiği tatlıların arasına giriyor. Tatlının mucidi Gaziantepli ‘Lütfü Değer’, tatlıyı hazırlarken yıllarca Şam ve Halep şehirlerinde çalıştığı tatlıcılardan esinlenmiş. Ağır yağ ve şerbetli tatlılardan uzak duran Ankaralıların beğeneceği kıvamda hafif ve yumuşak şerbetli tatlının ismine aynı zamanda kebapçısının da adı olan ‘Bağdat’ diyerek hem gizem hem de apayrı bir damak zevki katmış. Lütfü Usta'nın hazırladığı reçetenin aynen ve harfiyen halen uygulandığını söyleyen üçüncü kuşak torunları; Maltepe’de 1978’de açılan dükkânın başında durmaya devam ediyorlar. Lütfü Usta’nın çocukları İdris ve Ali İlyas Değer’in damatları Fatih ve Özgür’ün de Lütfü Usta’nın emeğini korumak adına işin ucundan tutmaları bir geleneği yaşatmaya yönelik önemsediğim bir davranış biçimi… Sadece Ankara’ya has bir tatlı olarak hafızalara kazınmış ‘Bağdat Tatlısı’nın benzerleri, çakma olarak satış yapsalar da gerçek lezzetini ve ruhunu bilenler esas tatlıcıyı buluyorlar… Siz de bulun ve hatta müptelası olun ki gelenekler yaşasın…
‘DOMİNİKLİ ŞAİRLERDEN BİR SEÇKİ’
Bir ülke var dünyada
Tam güneşin izlediği rotada
Gün boyu hayatımızdaki aksaklıklarla ilgili kendi içimizde çeşitlemeler yaşıyoruz. Türlü türlü düşüncelere kapılıyor, yeni yöntemler keşfediyor bazen de hayallere dalıyoruz…. Ne tür hayaller olduğunu üç aşağı beş yukarı tahmin edersiniz… Hayatın güzelliklerine odaklanmak ve doğayla birlikte el ele yürümek varken… Genelde konforla ilgili hayaller var aklımızda. Pahalı ev, araba, giysi vs… Aktör, aktris, TV yıldızı, futbolcu, politikacı gibi meslekleri tercih edip hem paraya hem de şöhrete ulaştığında söyleyeceği cümleleri, binecekleri arabaları gideceği mekânları belirleyenler bile var. Ünlü olma hayalleri kurmakla yetinmiyor… Uzaya gitmenin planlarını bile yapanlar var. Öylesine sınırsız bir şımarıklık yani… Tüm bu hayalleri gerçekleştirmek için gerekli donanıma da sahip aslında… Nasıl yani? dediğinizi duyuyorum. Anladınız aslında ama yine de teyit edeyim… Çok fazla karmaşık bir durum değil… Akıllı telefon, üç ayaklı sehpa ve birkaç sosyal medya uygulaması ile bu donanımı elde edip başlayabiliyorlar. ‘Hiç olmazsa ‘Fenomen’ olayım yani…’ diyerek kanaatkârlığını gösterenler de var hani… Hayalden çıkıp gerçekle yüzleştiğinde ‘Ben bu dünyaya niye geldim ki?’ sorusuyla isyan başlıyor. İyice havaya girdiği için beklemediği bir hayal kırıklığı ve ‘Cefa çekmeye’ geldim melankolisi onu iyice olumsuzluğa sürüklüyor, ardından da ‘Batsın bu dünya’ fikri geliyor aklına… Karamsarlığa ve haliyle kendine acıma travması tüm ruhunu ele geçiriyor. Dünya batsın… Fikri ayyuka çıkıyor. Peki neden batsın? Eee... Çünkü ben çok mutsuzum… Bak sen hele…!
PİDEYLE FIRINDA DANS EDİYORUZ… ‘NİYAZİ KESİM’
Coğrafi işaretli ‘Bafra pidesi’ ile ilgili pek bir bilgimiz olduğunu sanmıyorum… Daha çok Karadeniz pidesi olarak nam salan Bafra pidesinin hazırlanırken ve pişirilirken dikkat edilmesi gereken olmazsa olmaz kuralları var. Odun fırınında minimum 25 dakikada pişmesi gerekiyor… Ateşe yakın kısımda 4-5 dakika, daha sonra ortaya alınıyor orada da duruma göre 10-15 dakika kalıyor. Son olarak da ‘Koltuk’ denen kısma yani duvar dibine çekilip 5-6 dakika daha demlenmesi sağlanıyor… Altı yıl önce açılan Balgat, Ziya Bey Caddesi’ndeki ‘Niyazi Kesim Restoran’ı ve pidelerini daha önce yazmıştım. Bu sefer gittiğimde lezzetinin daha da geliştiğine şahit oldum… Restoranın başında duran Niyazi Kesim’in Başkent Üniversitesi Gastronomi bölümü mezunu oğlu ‘Hazar Kesim’ henüz 24 yaşında olmasına rağmen okulda öğrendiği bilimsel kısmının yanına babasından aldığı esnaflık terbiyesini ekleyince tam da kıvama gelmiş.
‘PİDE AKADEMİSİ’
Sevgili Hazar’la nefis bir sohbete giriyoruz. Bana babası Niyazi Kesim’le birlikte Samsun’a kurmayı düşündükleri ‘Pide Akademisi’nden bahsediyor… Mest oluyorum… Üstün körü hazırladığı pideyi fırında 5-10 dakikada pişiren ustaların eğitilmesi ve pideyi olması gerektiği gibi pişirmesi için alacakları eğitim örnek teşkil edecek. Bu şahane girişim diğer geleneksel yemeklerimizin de geleceğini kurtarabilir. Yüksek lisans tezi olarak ‘Pide’yi tercih eden Hazar’la sohbetimiz demlendikçe pidelerin lezzeti de katlanıyor. Ancak, ben gelir gelmez atıştırmak üzere masaya gelen ön ikramlara da bayıldım. Süzme yoğurtla hazırlanan atom, fasulye kavurması ve ezme salata nefisti. Hepsini kendimiz hazırlıyoruz derken gururluydu Hazar. Kara lahana dolmasının lezzetine bayıldım… Pişireni sordum en başından beri birlikte çalıştığımız emektarımız ‘Sevgi Liman’ pişiriyor dedi… Manda yoğurdunu da Sevgi Hanım sevgisiyle mayalıyormuş… Her şey o kadar güzel ve doğal ki… Bence gitmeniz gerek.
ÇAĞDAŞ SANAT VAR MI?
Sessizlik mi? Hem de dünyanın sessizliği… Ohhh… Ne huzur… Düşünmesi bile yetti… Siz de düşünün lütfen… Gözlerinizi yumun ve dünyada yaşayan tüm insanların bilinçlendiğini varsayın... Ne fantezi ama… İçimden kahkaha atmak geldi. İnsanın olduğu yerde huzur olur mu, emin değilim… Çevresi için huzuru sağlamaya çalıştığında bile önce kendi huzurunu sonra da tüm dünyanın tadını kaçırabilmekte mahir bir canlı çeşidi olduğumuzu hepimiz biliyor olmalıyız. Geçenlerde İngilizcede “Ultracrepidarian” diye bir kelime duydum. Telaffuzu biraz zor ama içinde yaşadığımız toplumu 'tek kelime'yle net ve kolay anlatıyor… Bilenler anlamıştır mutlaka… Bilmeyenler manasını merak etti… Farkındayım ama biraz beyin jimnastiği yapalım ne dersiniz? Bilmediğimiz konularda yorum yapmayı seviyoruz nasılsa… Ne olabilir ki? “Bu kelime bir sihir içeriyor olabilir, eğer okursak farklı bir şeye dönüşebiliriz..” gibi komplo teorileri oluşturulabilir mesela.. “Yazara bak! İngilizce bildiğini ima edip bize hava basıyor…” diyenler olur… “Ben bunu biliyorum canım. Bu teknik ve mühendislik içeren bir terim. Açıklardım da havamda değilim…” yaklaşımında bulunacak “Snop” tipler de çıkar. Çevrenize bir bakın önce… Çıplak gözle baktığınızda bile rahatça görülebilecek kolaylıkta bir insan cinsini anlatıyor. Bunlardan her yerde var. İşyerinde, mahallede, televizyonda… Tarzları, özgüvenleri, kendinden emin söz ve davranışlarına alıştık… Her neyse uzatmadan kelimenin anlamını yazıyorum… “Bilgisi olmadığı bir konu hakkında ahkâm kesen, o konu hakkında fikir ve tavsiye veren kişi.” Tanıdık geldi mi?
SEMAHAT HOCA VE PATİLE
Sanat Tarihi hocası Semahat Sanaç’ın “Patile” (Tereyağı, kuru soğan ve acı çökelekle hazırlanan Elazığ usulü gözlemeye verilen isim) açmaya başlamasının üzerinden 21 yıl geçmiş. Annesinin yolunda ilerlemeye karar veren kızı Serra Sanaç da ikinci Patile’yi Çayyolu Ahmet Taner Kışlalı Caddesi'ne açarak “Anne Yemekleri” geleneğini sürdürüyor. Anne Patile’nin ilk göz ağrısı Birlik Mahallesi 435. Cadde'de bulunan dükkâna fırsat buldukça uğruyorum. Semahat hocam ve değerli eşi Ressam Bedrettin Sanaç’la leziz atıştırmalıklar eşliğinde keyifli sohbetler ediyoruz. Yaprak ciğer yaptıklarını bilmiyordum.. Son uğradığımda tadına bakmak istedim… Çok iyi ayıklanmış, şahane terbiye edilmiş ve kıvamında pişirilmişti…
Yanına talebe göre patates ya da kremalı makarna konuyor. Lavaşa sarıp bol soğanla yedim. Salona tereyağı kokusu yayılınca tok karına iştahım yine açıldı…“Su Böreği” taze çıktı dediler… Bedri Beyle iki dilimi paylaştık… Nefisti.. Sipariş üzerine pişiyormuş… Neyse ki Ramazan dolayısıyla daha sık olabilir dedi Semahat Hocam…. Ekibiyle poz vermesini istedim… Kırmadı ekibi de, kalbi de, pişen her şeyin lezzeti de çok büyük… Uğrayın…
BULGUR EKMEĞİ, SÜTLÜ EKMEK, RAMAZAN PİDESİ