Üniversite öğrencisi /yaş 24/ İstanbul: Geri saymak ve karanlık günlere geri dönmek korkutur.
Öğrenci / yaş 22 / İstanbul: Yasaklı günlere dönmekten korkarım.
Yönetici / yaş 43 / İstanbul : İstikrarsızlık!!!!! Türkiye çok önemli dönemeçlerden geçiyor. Tarihe kayıt düşeceğimiz günler yaşıyoruz memleket meseleleri açısından. Siyasi tabloya baktığımızda kararlılıkla bu meselelerin üstesinden gelecek başka bir siyasi güç yok. “Ak Parti iktidar olmazsa bu ülke batar.” fanatizmi içinde değilim ama iktidarda olmaması bu sebeplerle beni korkutur. Cemaat olayları, çözüm süreci, İslamafobia ve İslam dünyasındaki kargaşa hepsi güç ve istikrar isteyen meseleler.
Eğitimci / yaş 44 / İstanbul: 28 Şubat’ı tekrar yaşamak beni korkutur. Ekonomi bir şekilde kotarılır. Rızıkların Allah'tan geldiğine inanan insanlarız. Fakat hak ve özgürlükler bir kere gitti mi, geri gelmesi çok zordur. Bu da çocuklarım adına beni endişelendirir.
“Nasıl böyle bir şey söyleyebilir? Din düşmanı!” modunda değilim, nedenlerini tüm iyi niyetimle sorguluyorum.
Fakat namaz kılan bir insan olarak bu söylemden ve o söylemi destekleyen alkışlardan rahatsız olmamam, üzülmemem mümkün değil.
O salonun içinde sanatını alkışladığım insanlar var. O salonun içinde yaşam tarzımız aynı olmasa da sanatına saygı duyduğum insanlar var.
“Mescit yapılması hangi özgürlüğe müdahaledir?” diye düşünüyorum.
Son zamanlarda gerek Doğan Grubu’na, gerekse yazarlarına bu suçlama çok yapılıyor.
Ak Parti’ye oy vermiş ve çevresindeki insanların çoğunluğu Ak Parti’yi destekleyen kişilerden oluşan biri olarak şaşkınlıkla izliyorum.
Ak Parti’yi iktidar yapan ve uzun yıllar iktidarda tutan tek sebep muhalefettir .
“Ak Parti dini kullanıyor” diye eleştirirken parti içi toplantılarında erkeklere “Cuma’ya gidin”, kadınlara da “Ev ziyaretlerine giderken yanınızda başörtüsü bulundurun” diyenlerdir.
İstanbul doğumluyum. Bir ablam var. Çocukluğum İstanbul’da geçti. Kış aylarında şehirde, yaz aylarında Büyükada’da otururduk.
1991 yılında kanserden annemi, 1998 yılında da kalp krizi sebebiyle babamı kaybettim. Babam annemi çok severdi, acısına fazla dayanamadı.
İlkokul eğitimimi Ermeni okulunda, daha sonra eğitimime kolejde devam ettim, üniversitede tarih eğitimi aldım.
Aslında tiyatrocu olmak istiyordum ama babam izin vermedi. Siyaset Bilimi okumamı da istemedi. Tarihçi olmamı da istemiyordu ama bu konuda ısrarcı oldum. Babam bana “Oğlum sen Ermeni’sin. Türkiye’de sana iş vermezler, siyasetçi de yapmazlar. Aç kalırsın. Sen ticaretle uğraş.” derdi. Babamın haklı olduğunu zamanla çok iyi anladım.
Sosyal Hürriyet’i bir anlamda modern mektup arkadaşlığı gibi görüyorum. İsimlerini, yaşlarını, eğitimlerini, geçmişini hatta kimi zaman cinsiyetlerini bile bilmediğim insanlarla fikir alışverişi yapmayı ilginç buluyorum.
Sekiz aydır düşünceleriyle tanıştığım okurlarımızı fiilen tanıma fırsatını elbette kaçıramazdım. Ayrıca merak ettiğim hususlar vardı.
Mesela takip ettiği yazarların yazılarını (istisnasız) yayımlandığı saatte ilk paylaşan Nurgül Hanım’ın hangi ara uyuduğunu, yazmaya başladığım ilk günden itibaren , her yazımı eleştiren ama bunu sevgiyle yapan Murat Çakır’ı, Sosyal’in isyankar okuru olan ve samimiyetime inanmakta zorluk yaşayan Eseyan Ese’yi, kendini ‘yorum yazarı’ olarak tanıtan Sosyal Abi’yi, muhalefetini nezaket sınırları içinde yapan Aliye Hanım’ı ve buluşma heyecanını günlerce paylaşan Aytül Hanım’ı merak ediyordum.
16 yıldır İl Başkanlığı görevini yaparak Türkiye'de bir ilke imza atan Asiltürk; Yasin Hatipoğlu'nun kızı, Oğuzhan Asiltürk'ün gelinidir.
Kendisiyle Erbakan Hoca'nın çocuklarının aday yapılmamasından, ittifaka dair seçimi konuştuk.
Nagehan Gül Asiltürk kimdir, okurlarımıza kendinizi anlatır mısınız?
1971 yılında Çorum’un Alaca ilçesinde doğdum. Aslen Yozgatlıyım. 1973 yılında babam Milletvekili seçilince Ankara’ya taşındık. Çocukluğum ve gençliğim Ankara’da geçti. Babasını görmeden büyüyen çocuklardanım.
Hiç unutmam çocuk aklımızla 12 Eylül’e çok sevinmiştik kardeşlerimle. Çünkü babamıza kavuşmuştuk. Ama sevincimiz kısa sürdü çünkü babamız tutuklandı. Biz altı kardeşiz, babam sekiz ay tutuklu kaldı. Kimimiz sabahçı kimimiz öğlenciydik. Babamı 15 günde bir ziyaret edebiliyorduk. Ama okullarımızdan dolayı hepimiz birleşip gidemiyorduk. Annem bir hafta sabahçı olanları bir hafta öğlenci olanları götürürdü ziyarete. Çocuk aklımla babamın hapiste olmasının nedeninin başörtüsü olduğunu düşünürdüm. Anneme babamın yanına giderken muhakkak başörtüsü takmam gerektiğini söyler annem itiraz edince de ağlardım.
Sıkıntılı ve mücadelelerle dolu bir geçmişiniz var. Yaşadıklarınızdan dolayı kızgın olduğunuz kesim var mı?
Hayır, kesinlikle yok. Sadece halkı ezenlere, zulmedenlere karşı tepkiliyim. Ama bu başörtülüye değil sadece, insanları katledenlere, haksızlık yapanlara karşı tepkim. Şahsi olarak bir husumetim yok.
Neden HDP?
Ben, Kur’an’la tanıştıktan sonra insanlığın eşitliğini ve renklerin, dillerin çeşitliliğini keşfettim. Zaman içinde dönüşerek bugüne geldim. Kısa bir ülkücü geçmişim oldu ama çok ilginçtir son dönemlerde sık önüme geliyor. Ondan ziyade benim uzun yıllar süren insanlık mücadelem var. Bir yerlerde takılı kalmadım hiçbir zaman. Hedefim hep hakikati en doğruyu arama mücadelesi oldu. Kur’an size insanlığı öğretiyor, vicdanın, paylaşmanın ne olduğunu öğretiyor. Bakın, bugün gerçekleri göremeyenler statükoyu temsil edenlerdir. Muhafazakârlık illa sağ anlamda veya dini anlamda değildir. Statükoyu savunan sabit düşüncede olan her insan muhafazakârdır. Sağıda olabilir, solu da. Bulundukları konumu kaybetmeme derdinde olan insanlardır. Biz de dindar muhafazakârlıkla ayrışıyoruz bu noktada. Çünkü Kur’an gerçekten özgürlükçü eşitlikçi, çoğulcu ve devrimci bir harekettir. Bütün elçilerin hayatında bunu görüyoruz zira karşılarındaki statükocu dinci, egemenci. Emperyalist ve bağnazlara karşı mücadeleye başlıyorlar. Onların destekçileri, en yakınları kadınlar, ezilenler ve hor görülenler olmuş.
Ali Şeriati’nin “dine karşı din” söylemi bu durumu mu anlatıyor?
Ali Şeriati’nin “dine karşı din” söylemi bugünü öylesine net anlatıyor ki! Tarihte, dine ve dindar insanlara çok zulüm yapıldı diye üzülüyorduk ya, onlar bir şey değilmiş meğer. En azından inançlar, değerler temiz kalmıştı. Yanlışla doğru bu kadar birbirine karışmamıştı.
Üsküdar Belediyesi’nin Kâbe maketinden sonra karar verdim; Dindarların kendilerine ve dine verdiği zararı kimse vermedi ve veremeyecek…
Hangi ülkede İslam adına birileri çıktıysa başımız öne eğildi. “Bunlar hakiki Müslüman değil” demekten, “ama”larla başlayan cümleler kurmaktan da yorulduk artık.
Allah aşkına kendimize bir çeki düzen verelim. Allah’ı da, evini de, kitabını da bir rahat bırakalım. Peygamberi karikatürize ettiler diye dünyaya meydan okuyoruz ama kendimiz daha beterini yapıyoruz.