Paylaş
Sıkıntılı ve mücadelelerle dolu bir geçmişiniz var. Yaşadıklarınızdan dolayı kızgın olduğunuz kesim var mı?
Hayır, kesinlikle yok. Sadece halkı ezenlere, zulmedenlere karşı tepkiliyim. Ama bu başörtülüye değil sadece, insanları katledenlere, haksızlık yapanlara karşı tepkim. Şahsi olarak bir husumetim yok.
Neden HDP?
Ben, Kur’an’la tanıştıktan sonra insanlığın eşitliğini ve renklerin, dillerin çeşitliliğini keşfettim. Zaman içinde dönüşerek bugüne geldim. Kısa bir ülkücü geçmişim oldu ama çok ilginçtir son dönemlerde sık önüme geliyor. Ondan ziyade benim uzun yıllar süren insanlık mücadelem var. Bir yerlerde takılı kalmadım hiçbir zaman. Hedefim hep hakikati en doğruyu arama mücadelesi oldu. Kur’an size insanlığı öğretiyor, vicdanın, paylaşmanın ne olduğunu öğretiyor. Bakın, bugün gerçekleri göremeyenler statükoyu temsil edenlerdir. Muhafazakârlık illa sağ anlamda veya dini anlamda değildir. Statükoyu savunan sabit düşüncede olan her insan muhafazakârdır. Sağıda olabilir, solu da. Bulundukları konumu kaybetmeme derdinde olan insanlardır. Biz de dindar muhafazakârlıkla ayrışıyoruz bu noktada. Çünkü Kur’an gerçekten özgürlükçü eşitlikçi, çoğulcu ve devrimci bir harekettir. Bütün elçilerin hayatında bunu görüyoruz zira karşılarındaki statükocu dinci, egemenci. Emperyalist ve bağnazlara karşı mücadeleye başlıyorlar. Onların destekçileri, en yakınları kadınlar, ezilenler ve hor görülenler olmuş.
Ali Şeriati’nin “dine karşı din” söylemi bu durumu mu anlatıyor?
Bu durum Peygamberlerin hayatında böyleydi. Şeriati’nin o tespiti harika müthiş bir tespittir hakikaten. Hayatımda en sevdiğim şahsiyetlerdendir. Onun da Kur’an perspektifiyle din anlayışı noktasında hepimizin üzerinde büyük emeği vardır. Özellikle gençler üzerinde.
Başörtülü bir kadın olarak HDP’de kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Eğer özgürlüğü hissedemeseydim iki dönemdir MKY’da devam edemezdim. Üstüne de parlamento mücadelesine giremezdim. HDP’den önce ne isem, Kur’an benim hayatıma ne kattı ise inançlarım ne ise, ben oyum. Değişen bir şey yok. Bütün ezilenlerin ve ötekileştirilenlerin sesi olarak bir aradayız biz. Ve hepimiz bunu yaşamışız zaten.
Ötekileştirilmek mi sizi bir araya getirdi?
Bu, Türkiye Siyaset tarihinde büyük bir fırsat aslında. Böyle bir yapılanma yok hakikaten. Çünkü hep egemenlerin kontrolünde hep bir üst kimliğin çerçevesinde veya baskın bir anlayışın tekelinde içinde kimliğini yaşayamayan, asimile olan veya sindirilmiş olanların içinde olduğu partiler oldu. Burada yani HDP’de en önemli nokta ise hiç kimse diğer bir kimse gibi olmak zorunda değil. Ben dindar olarak bir başka düşüncenin aynısı olmak zorunda değilim, onlar da benim gibi olmak zorunda değil. Bizim ortak noktamız insanlar için adalet, eşitlik ve barış. Ben bunları HDP’den önce de yapıyordum yani Kur’an referansımızda, bu mücadele hep vardı hayatımda. Yeryüzünü barış yurdu yapmaktır gayemizdi, bugün de öyle.
“Dindar kimlikli olmanın, adaletli olmakla eşit olmadığını gördüm.” diyorsunuz. Dinin sahibi Allah bu kadar adaletli olunmasını teşvik ederken, dindar kimliğe sahip insanlar neden adil olamıyor?
Bu sadece bugünkü insanlığın ve Müslümanlığın sorunu değil. İnsanlık tarihi boyunca tüm toplumlarda elçilerin hayatında yaşana gelmiş bir sorundur. Dün İsa’ya yoldaş olduktan sonra ona ihanet etmek ne ise bugün 28 Şubat’ın ezilmişleri olarak iktidarlaşıp da inanca ihanet etmekte aynı şeydir.
Seçim beyannamenizde; “Var olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın “kadını aile sınırları içinde hapsettiğini”; HDP’nin, Kadın Bakanlığı kuracağını ve kadını özgürleştireceği” vaadi var. Siyasette kadın çalışanlarının bu kadar aktif olduğu bir hareket kadınının özgürlüğünü neden istemesin?
Ak Parti, “Erkeğin gölgesinde özgür olan kadın” istiyor. Özne olan kadın değil. Şahsiyetli, karar veren kadın istemiyor. Bakın küçücük bir örnek vereyim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın en merkezi yönetimdeki 117 kişinin sadece 10 tanesi kadın. Bunun gibi pek çok örnek var. Bu her konuda böyle. Bu zihniyetin kodları şöyle; “Kadın mutfak ve yatak odası arasında ne kadar mesai harcarsa o kadar değerlidir, o kadar cennetliktir.” Bakın, anne–kadın kutsal deniyor meydanlarda; “Cennet, annelerin ayakları altındadır.”diye söyleniyor da bir annenin daha evladının bedeni soğumadan meydanlarda nasıl yuhalatılıyor…
Ayrıştıran nedir? “Bizim kadınımız, bizim anamız, bizim Türklerimiz, bizim Alevilerimiz, bizim Müslümanımız…” onlara ait olursan sorun yok.
Bu IŞİD mantığının farklı versiyonudur aslında. Cinsiyetleri, düşünceleri, inançları sürekli ötekileştiren, sürekli aşağılayan, sürekli horlayan, sürekli benmerkezci bir yaklaşıma artık insanlar “İllallah!” ediyor.
Kendi yaşam tarzımızı dayatma mı var?
Aynen öyle. Bu durumla ilgili ayetler sabittir bakın. Peygamberin hayatında da pek çok pratik vardır. Allah, peygamberlerine bile; ‘Sen sadece bir uyarıcısın. Zorla dayatamazsın.’ diyor.
Türkiye’de müthiş bir dayatmacılık baskın bir dincilik, muhafazakârlık ve mezhepçilik var. Peygamberler dahi kimseye inancını, tek tipçiliği dayatma hakkına sahip değilken biz kim oluyoruz? İnancımızın tam zıddı bir insan için bile bunu isteme hatta düşünme hakkına sahip değiliz.
Peki, halk neden bu söylemlere rağmen Ak Parti’yi destekliyor?
Halk Tayyip Bey’in bugün gücünün cazibesine kapılıyor ve onun hâlâ ezilmişlik propagandasına kapılıyor. Çok usta. Zaten ustalık döneminin sonuçlarını yaşıyoruz. Son derece başarılı, polemikçi, ötekileştirici ve kamplaştırıcı bir ustalığı var. Dinin insanlar üzerindeki etkisinin de farkında ve egemenliğini böyle sürdürüyor zaten.
Refah partisi döneminde “Aman bunlar iktidar olmasın, Cumhuriyeti yıkacaklar.” Korkusu vardı. Bugün ise “HDP gelmesin, ülkeyi bölecekler.” Korkusu var. İşin enteresan tarafı dün korkulan da bugün korkanlar kervanına katılmış durumda. O kadar çok duyuyorum ki “Sen korkmuyor musun?” sorusunu. Nedir bu bizim “ülke bütünlüğünün bozulması” korkusu?
Dediğiniz gibi biz yıllarca sistemin diliyle konuştuk zihin kodlarıyla hareket ettik ama aynı zamanda biz de sistemin ötekileriydik. Sistem bizi öylesine birbirimize karşı kamplaştırmıştık ki; kendimiz için yapılan iki yüzlülükleri, yanlışları diğer halklara da yapabileceğini geç fark ettik. Yani biz başörtüsüne özgürlük kapsamında yaptığımız eylemlerden sonra merkez medyada “Şeriatçılar ayaklandı!” haberlerinin yapıldığını biliyoruz. Sistemin, bizi temizlenmesi gereken kirli böcekler gibi gördüğünü ve lanse ettiğini biliyoruz ama biz sistemin bu yüzünü yaşadığımız hâlde, diğer halklara karşı yaptığı ithamları ve kullandığı ötekileştirici dilin maalesef farkında varamadık.
Ötekiler bize sistemin gözüyle baktılar, biz de sistemin gözüyle ötekilere baktık. Ne zaman biz birbirimizin farkına vardık? Zulümlere karşı eylemlerde ortak alanları paylaştık yani darbelere karşı olsun, başörtüsü eylemlerinde olsun -ki başörtüsü eylemlerinde farklı görüşlerden çok insanlar destek vermişti- bu atmosferde birbirinizi fark ediyorsunuz- sistem bizi birbirimize karşı ötekileştirmiş aslında. Sistemin kendine karşı zaten hep ötekiydik ama kendi aramızda da bir ötekileşme bu. Sistem bu ötekileştirici dil üzerinden kendi egemenliğini sürdürüyor.
Kur’an’da aynı bu ifadelerle Firavun düzeninden bahsedilir, halkları bölerek egemenliğini sürdürdüğü anlatılır. Aslında Firavun’un sisteminin bugün de devam ettiğini fark ediyorsunuz. Ezilmişler olarak ortak yönlerinizin ne kadar çok olduğunu ve birbirinize muhtaç olduğunuzu fark ediyorsunuz. Kur’an der ki: “Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” Peygamberlerin hayatlarına baktığınızda dindarlar ve dinsizler arasında mücadele yoktur. Ezenlerle ezilenlerin mücadelesi vardır. Haklılarla haksızların, zalimlerle mazlumların mücadelesi vardır. Kur’an’ın düşman olarak gösterdiği ve ‘Asla Yaklaşmayın!’ dediği tek sınıf ‘zalimlerdir.’ Biz bugün dini, bir marka haline getirmişiz. Zalim bizden de olsa o markayı kimseye kaptırmıyoruz.
Ben iki yıla yakın Kürt hareketin içindeyim gerçek manada bölücü değiller tam tersine bölünmek istemiyorlar Kandil’e gittiğimde orda da gördüm, dinledim ‘Biz ulus devlet mantığından yeterince çektik, yeni bir ulus devlet belası istemiyoruz. Bir arada silahsız kendi toprağımızda, köyümüzde barış içinde yaşamak istiyoruz. Endişesiz yaşamak istiyoruz.’ diyorlar. Bölünmek isteyen yok ama halkı bölünmek istiyorlar diyerek korkutuyorlar. Evet, Kürtlerden farklı yapılar olabilir, HDP’ye muhalif olanlar.
Yine de Filistin halkları ve diğer halklar gibi, Kürt halkı da kendi gelecekleri için karar verebilmesi garip olmamalı.
HDP bir anlamda önleyici unsur mu?
HDP bölünmeyi önleyen motor bir güç aslında. Fakat bunun bu şekilde anlaşılmasını istemiyorlar. Ezberleştirilmiş algıyla insanları HDP’den uzak tutmaya çalışıyorlar. Çünkü bu anlaşıldığında önü alınamaz bir yükseliş olacak. Ama inanın halk, “Barışı gerçekten isteyenler kimler?” ve “Asıl bölücü ve kaosa götürmek isteyenler kimler?” bu sistemin farkına varacak. Bunu isteyenler zalimler ve egemenlerin kendileridir.
Bir kesim “HDP barajı aşsın” diye dua ediyor, diğer bir kesim “barajı aşmasın” diye. HDP barajı aşarsa Türkiye ne kazanır, aşamazsa ne kaybeder?
HDP barajı aşamazsa Türkiye’yi sancılı bir süreç bekliyor. Bu süreç tek adamlığın resmileşmesinin sıkıntısı. HDP olarak yine siyasi arenada çalışmalarımıza devam edeceğiz.
Barış için ne yapılması gerekiyorsa onu yapacağız ve er geç barış kazanacak.
Aşarsa ki inşallah aşacak, şu anda hiçbir partinin programında olmayan hatta şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinde olmadığı şekilde, cinsiyet eşitliğinden, halkların eşitliğine kadar barışın ve huzurun temini konusundaki ilkelerini hayata geçirecek ve özlediğimiz günlere kavuşacağız.
HDP’nin yozlaşmasından korkuyor musunuz?
İnsanlar mükemmel değildirler. Bir hareketin başında Allah’ın elçisi bile olsa yanlışlar olabileceği bir gerçektir. Tarihte bu tür örnekler çoktur. Bir noktada insanız zaaflarımız var. HDP’de yozlaşma olmasının önünde bir otokontrol sistemi var. Çünkü biz, şahıslardan öte parti programında belirlemişiz ilkelerimizi. Ben şahıslara değil, ilkelere inanarak dâhil oldum.
Toplumumuzun, egemen olan tek liderlere bağlanmak ve vaatlerine inanmak önlerine gelmişti ama beklentilerinin karşılığının parti tüzüğünde bir karşılığı yoktu aslında, yani yaptırım yoktu. HDP’de tek adamlaşmayı bırakın eş başkanlık sistemi, tek adamlaşmanın dönüşümünün mümkün olmamasının yanı sıra çok ciddi bir otokontrol mekanizmasıdır. Düşünün bir kişi ne derse o doğrudur mantığını? Sorgulama yok, hesap verme yok. HDP’de ise herkes sorumluluk sahibi. Denge olmak zorunda ve herkes bu dengeyi korumamın mücadelesini veriyor.
Ak Parti’yi desteklemeyen başörtülüler için “geçmişi unutan nankörler” yaftalaması var. “Ak Parti’nin iktidar olmadığı bir Türkiye’de her şey eskiye döner.” endişesi hâkim. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Evet, kamuoyunda böyle bir algı yürütülüyor, özelden de bu tür duyumları alıyorum. Nasıl ki bir ara “Kadının adı varsa, bunu Atatürk’e borçlusunuz. O olmasaydı siz olmazdınız.” gibi dayatmalar yapıldıysa bugün de başörtülü kadınların sosyal alanda olmasını tek adama bağlayan çevreler var. Ben birilerinin dün dayattığı gibi ne hayatımı, kadınlığımı bir başkalarının mihnetliği üzerine var ettim, ne de bugünümü, mücadelemi birilerine veya o tek adama borçlu olduğumu düşünüyorum. Bilakis başörtüsüne getirildi denilen özgürlük sadece konjonktürel bir rüzgâr aslında. Bunun hâlâ anayasal bir karşılığı yok, güvencesi yok. Bunu üç dönemdir başörtülüleri oyalayan ve uyutan söylemle daha güçlenmek adına kullanan, ‘Durun darbecileri halledelim, durun Anayasayı değiştirelim ya sabır…’ diyerek bizleri üç dönem beklettiler. Biz mücadelemizi başörtülü kadınlar belirli alanlara girebilsin diye yapmadık. Kadınlar polis olamaz, savcı, hâkim olamaz demek nedir? Bunu neye dayanarak sınırlıyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz? Seçimlere yatırım olması için mi bekletiyorsunuz? Bakın, biz o günleri yaşarken bize selam vermek istemeyenleri çok iyi biliyoruz ama şimdi iktidarın kaymağını en çok onlar yiyor. Biz dün kimse için mücadele yapmadık inandığımız için yaptık, bugün de kimse için değil inandığımız için hakkı savunmaya çalışıyoruz.
Partiniz, “Zorunlu din derslerinin ve Diyanet’in kaldırılacağını” beyan etti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben bu düşünceyi sadece HDP’nin seçim beyannamesinde olduğu için değil, şahsi inancıma dayanarak da destekliyorum. Dinde zorlama yoktur. Kocasının zorlaması ile kayınpederinin hatırı için başörtüsü takan kadınlarımız var. Bu inanç değil. İnsanları ikiyüzlülüğe itmektir bu. İnsanları kendisi olmaktan çıkarıyorsunuz, insanların öz kimliğine tecavüz ediyorsunuz. Birileri amiri görsün diye namaz kılıyor, birileri çevresi istiyor diye ibadet ediyor. Hâlbuki insanlar kendileri olmalı. Şöyle ifade edeyim nasıl ki “Ne mutlu Türk’üm diyene!” söylemi faşist üretiyorsa şu anki din dersi de IŞİD üretiyor. Kimsenin bir diğerine bir şeyleri dayatma hakkı yok. İsteyen istediği dersi alsın. Dindar nesil yetiştirilmek istiyorlar ama bu müfredatla ancak kindar nesil yetiştirirler. Biz hiçbir inancın ve kimliğin farklılıklara karşı dayatılmasını istemiyoruz. Biz çektik bundan ve yeter artık diyoruz. Diyanet; bu egemen dinciliğin ki, bugünkü anlayış Yezid dinciliğidir, bu tek tipçiliğin kurumsallaşmış halidir.
HDP’nin, iktidar olması durumunda Ortadoğu Politikası’nda, Suriye’deki iç savaş başta olmak üzere, diğer ülkelerdeki karmaşaya karşı etkili olabileceğini düşünüyor musunuz?
Bu konudaki prensiplerimiz çok nettir. Filistin halkı ve Suriye halkı olmak üzere tüm halkların kendi yönetimlerini kendileri tercih etme hakkına sahip olmaları gerekliliğine inanıyoruz. Rojova’daki oluşturulan yapı bunu içeriyor. Ortadoğu; halkları tarafından fark edilebilirse, Ortadoğu’daki tüm egemenlerin, tüm zalimlerin korkulu rüyası olacaktır. Kobani’nin kurban seçilmesi de bundan dolayı oldu.
Kobani olaylarında HDP’nin tutumu- yaklaşımı yanlış olmadı mı?
Bakın, Kobani olaylarında 50 kişi hayatını kaybetti. Bunların dörtte üçü HDP’liler veya yakın çizgide olan insanlar. Elimizde polisinin infaz ettiği insanların görüntüleri var. Polisin, muhalif başka kalabalıkların eline vererek “Alın bunları halledin” diyerek linç ettirdiği gençler var. Bunların hesabı sorulmuyor. Öyle bir algı yönetimi yapılıyor ki, “Bunların katili HDP’dir.” diye yerleştirdiler. Bunu Serap olayında da gördük. İdris Naim Şahin bunu iktidarla araları açılınca itiraf etmiştir. Biz bunu yıllardır söylüyoruz. Serap’ın ölümüne MİT sebep olmuştur. Mahkeme kayıtlarında bu sabittir ama buna rağmen Başbakan ve Cumhurbaşkanı hâlâ söylemlerini değiştirmiyor. Kobani olayları da bir algı yönetimidir.
HDP, Türkiye’nin partisi olabilecek mi?
Şu an zaten Türkiye Partisi. Barışı omuzlayabilecek tek partidir. Yeni olmasına rağmen siyasette özne olan, neredeyse ana muhalefet misyonu olan bir partidir.
Kısacası Türkiye HDP’lileşecek diyelim.
Paylaş