Türkiye, popüler bir düğün destinasyonu.
Aynen Türk dizi film sektörü gibi, Türk düğün turizmi de canlılığını koruyor.
Ve sıkı durun, Hintliler bize bayılıyor!
Her sene ülkemizde ortalama 6-7 Hint düğünü oluyor.
“Sen de beni bağışlar mısın?”
Ama sordum...
Çünkü öğrendim ki...
Türkiye’de pek çok kişi, yaşarken organlarını bağışlıyor. Ama sonra, o gerekli an geldiğinde, beyin ölümleri gerçekleştiğinde, aileleri, onların bu talebini yok sayıyor ve organ nakli gerçekleşemiyor!
Ve iyi ki var.
Gelmiş geçmiş en iyi aranjörlerden biri.
Müzik dünyasının neredeyse öne çıkan bütün isimleriyle çalıştı.
Bir müzik üretim makinesi.
Colors ve Wired...
Bütün dergicilerin ölüp bittiği, hayranlıkla izlediği ve her yayınında insanı sarsan dergiler... Hem içeriğiyle hem tasarımıyla...
İşte onların art direktörüydü Mark Porter.
Aslında bambaşka bir kutlama için oradaydık, ama o günün 29 Ekim’e denk gelmesi de güzel bir tesadüf oldu.
Gecenin bir yarısı 10. Yıl Marşı çalmaya başladı.
Ve herkes coşkuyla birbirine sarıldı.
Hep birlikte, bir ağızdan bağıra çağıra marşı söyledik.
Ben Greenpeace lafını duyunca dikkat kesildim...
Dedi ki, “Hidroelektrik santralları konusunda adeta devrim yaptık. Bu konuda da çok ciddi engellemelerle karşılaştık. Greenpeace’çiler filan. Bizim Karadeniz’de zaten hep bela olmuşlardır! Söze geldiği zaman da aydın diye geçinirler... ”
Aynen böyle dedi.
Her şeyin müsebbibi Greenpeace yani!
“Haleti ruhiyen nasıl?”
Çok ayıp ama tek kelime geldi aklıma.
“B....k.”
Ama tabii böyle demedim.
‘Kanadı Kırık Kuşlar’...
1930’ların Nazi Almanya’sından 2000’lerin Türkiyesi’ne uzanan bir ailenin dört kuşaklık hikâyesi.
Yine kadın hikâyesi...
Sıradışı, güçlü, coşkulu ve tutkulu kadınların hikâyesi...