Paylaş
Aslında bambaşka bir kutlama için oradaydık, ama o günün 29 Ekim’e denk gelmesi de güzel bir tesadüf oldu.
Gecenin bir yarısı 10. Yıl Marşı çalmaya başladı.
Ve herkes coşkuyla birbirine sarıldı.
Hep birlikte, bir ağızdan bağıra çağıra marşı söyledik.
Çok çok acayip bir şey hissettim o gece.
Bizler, yani o grup, Atatürkçüyüz.
Bu da benim için altı çizilmesi gereken bir şey değil.
Biz Atatürk sevgisiyle büyüdük, öyle yetiştirildik, hep ona minnet duyduk.
Manyakça putlaştırmadık.
Ama Atatürk, Atatürk’tür.
Benim doğrum budur.
Bu ülkeyi o kurdu, bugün ben bensem, onun sayesinde.
Özgür düşünebilen bir kadınsam da onun sayesinde.
Bunu tartışmam bile.
Ve bizler, bir zamanlar hep çoğunluktuk.
Ama işte o gece Pera’da, o küçüçük yerde birden artık ne kadar azınlık olduğumuzu fark ettim.
Belki bu, uzun zamandır böyleydi ama bana o gece dank etti.
Şu ülkede Atatürk’e duyduğu sevgiyi yere göre koyamayan, onun sayesinde ben bu insanım diyen, hâlâ 10. Yıl Marşı çalınca gözleri dolan kaç kişi kaldı?
Bu ülkenin nüfusunun yarısı hâlâ öyle hissediyor değil mi?
Ama o gece ben sanki gizli bir tarikatın üyeleriymişiz gibi hissettim.
Sanki birbirimize gizlice selam çakıyorduk.
Sanki sesimizi artık çıkarmamamız gerekiyordu.
Sanki bu ülkede Atatürk yok sayılmaya çalışılıyordu.
Sanki değil öyle.
Artık bu ülkede 19 Mayıs’ları, Cumhuriyet bayramlarını kutlamak marjinal eylem oldu.
Acı, saçma ama öyle.
Lozan’a küfretmek, bu ülkeye kurtaranın Atatürk olmadığını söylemek havalı oldu.
Sanki İngiliz gemilerine binip kaçan oymuş gibi.
Sanki bu ülkeyi İngilizlere teslim eden oymuş gibi.
Olsun, biz pes etmeyiz, etmeyeceğiz.
Biz de inadına, her fırsatta onu anmaktan, ona minnet duymaktan vazgeçmeyeceğiz.
Bugün de, ölümümün 78. yılında da yine anacağız.
Dilimiz döndüğünce, genç nesillere de onun değerini anlatacağız.
Seni seviyoruz Atatürk.
HAYAT DEVAM EDECEK
ÖMER, Singapur’da iş toplantısında, Alya okul gezisinde, Mumbai’ye 5 saat uzaklıkta bir köyde, cumaya kadar yok, Yasemin, Netflix’te çalışmaya başladı, Amerika’da eğitimde, ailemizin bir kısmı İstanbul’da, bir kısmı Adana’da...
Globalliğin gözünü çıkardık anlayacağınız!
Ama bir WhatsApp grubuyla, bir anda, yine birlikte oluveriyoruz...
Ben küçükken Adana’da yaşıyor, Tarsus’ta okuyordum ve voleybol oynuyordum. Mersin’de maç yapmak bile bana şehir dışına çıkmak, seyahat etmek gibi geliyordu.
Hele okulla Eskişehir, İzmir’e gitmek, aman Allah’ım hayalimdi, bir fırsat olsa da gitsek...
Biz büyüdük, dünya küçüldü...
Alya şimdi Hindistan’daki okuluyla Nepal’e yüzme yarışlarına gitmeyi hedefliyor...
Bir uzaya gitmediğimiz kaldı yani, ben inanıyorum Mars’ta koloni filan da olacak...
Ömer, gözlerini kısarak bakıyor, “Gelir misin peşimden yine?” diyor.
“Tabii ki!” diyorum.
Konuyu dağıtmak gibi olmasın da birileri geçen gün, “Ben de senin gibiyim, hep kocamın peşinden gidiyorum. Bir şekilde kariyerimi onun gittiği yeni ülkelerde, senin gibi sürdürmeye çalışıyorum. Aslında bütün fedakârlıkları da biz yapıyoruz farkında mısın? Senin kocan senin kariyerin için, iki kere ülke değiştirir miydi, senin peşinden gelir miydi?” diye yazmış ve eklemiş, “Bunun adı fedakârlık. Ve fedakârlıkları hep kadınlar yapıyor!”
Ben de cevap yazdım, “Ben bunu fedakârlık diye yapmıyorum ki, içimden geldiği için yapıyorum. Canım istediği için, öyle gerektiği için değil... O yüzden de fedakârlık değil, aşk demeyi tercih ediyorum. Zaten aşk olunca, hesap olmuyor. “O benim peşimden gelir midi?”yi düşünmek aklına bile gelmiyor. Gelmezse gelmesin. Ben giderim...”
Bu arada bu sabah Alya, aile grubuna panik içinde, “Baba, Trump seçildi!!!??? N’olacak” yazmış.
Demek ki, okul gezisinde birileri bunu panik yapmış.
Korku ve dehşet tonuyla yazmış o cümleleri.
Sevgilim de “Hiçbir şey olmayacak aşkım, hayat yine normal devam edecek!” yazmış.
Benim için baba, işte bu...
Yatıştırıcı, sakinleştirici...
Evet, dünyada çok fena şeyler oluyor. Ama hepsine müdahale edebilmemiz mümkün değil. Karalar bağlayınca da insan mutsuz oluyor...
Benim önerim, böyle kaos günlerinde, sevdiklerimize sarılmak, hayatımızdaki güzel şeyleri düşünmek. Ve rutinlerimize devam etmek. Yaptığımız işi iyi yapmaya çalışmak...
Kendi küçük dünyalarımızda mutlu olmak...
Mesela bu pazara size güzel bir röportaj yaptım.
Bakalım beğenecek misiz?
Paylaş