Telomer tedavisi gördüğünü anlattı.
Ertuğrul Özkök de bir süredir yazıyor, telomer, DNA’nın uç kısmı. Ayakkabı bağlarının ucundaki plastik gibi bir sarmalla korunan bir yapı.
Hücrenin her bölünmesinde telomer kısalıyor. Yani, “Telomerin kadar yaşarsın!” gibi bir durum, evet var.
Telomerin uzunsa çok yaşıyorsun, kısaldıkça da ömrümüz azalıyor.
İşte Sertab da telomerlerini uzatmak için son 6 aydır bir hap alıyor.
100 yaşına ayarlamış saatleri.
Kararlı, 100 yaşında, sahnede şarkı söyleyecek!
Şaka bir yana, zaten sağlıklı yaşayan biri Sertab. Yediklerine dikkat ediyor, alkol, sigara zaten yok, spor ve meditasyon yapıyor, tutkuyla bağlı olduğu mesleğini icra ediyor, istemediği hiçbir şey yapmıyor hayatta...
Sertab, sağlık manyağı bir kadın, bilim dergileri ve kitapları okuyor. Araştırıyor. Soruşturuyor. Kök hücre mi çıktı, hemen koşturuyor, telomer diye bir şey mi var, ilk o kendine uygulatıyor. Herkesin kafasına yatmayabilir ama o, tıptaki bu gelişmelere çok inanıyor. Telomer tedavisi için denek olup olmayacağı sorulduğunda kabul ediyor. Altı aydır bu tedaviyi görüyor. Her gün bir hap alıyor. Ve kendini hiç olmadığı kadar iyi hissettiğini söylüyor. Tüm bunları neden mi yapıyor? Çünkü 100 yaşına kadar yaşamayı kafasına koymuş.
Telomer tedavisi görüyormuşsun. Nedir bu? Ne oluyor da, insan ömrü uzuyor ya da kısalıyor?
- Bizim bedenimiz hücrelerden oluşuyor ve yaşlanma süreci de aslında hücresel düzeyde gerçekleşiyor ya... Yaşımızı aslında ‘takvim yaşımız’ belirlemiyor. Biyolojik yaşımızla takvim yaşımız farklı olabilir. Ama hepimiz uzun ve sağlıklı yaşamak istiyoruz. Bu konuda anlaştık mı?
Evet...
- İşte son 10 yılda, genetik alanında çok acayip şeyler oldu. Olmaya da devam ediyor. Ben de manyak gibi takip ediyorum. Hücrelerin kromozomlarının ucunda, telomer adı verilen sarmal bir şey var. Bir ayakkabı bağının ucundaki koruyucu lastik gibi bir şey. İşte o telomerler, doğduğumuz günden ölene kadar azalmaya başlıyor, yani kısalıyor. Herkeste kısalması farklı hızda oluyor. Bir fark ediyorlar ki, kısalan telomerleri uzatabilirsen daha fazla yaşıyorsun. Çok hızlı kısalırsa da ömrün azalıyor. Bunu araştıran bir bilim insanı var, Bill Andrews. Telomer biliminin geldiği son noktayı anlatan bir kitap yazdı. Ben deli olduğum için o kitabı okudum. Adamın Amerika’da 45 teknoloji patenti var. 28 yıldır biyoteknoloji alanında çalışıyor, 16 yılını da bu telomerlere vermiş.
- Hoş geldin! Gelir gelmez yine şahane tweet’lerle hayatımızı renklendirmeye başladın, “Selam gıybet dünyası, hiç mi özlemediniz be köftehorlar” diye seslendin. Hep mi bu kadar pozitiftin, hayat mı seni böyle yaptı?
Vatan Caddesi’nde gözaltındayken bile espri yapıyordum ben. İnsanları güldürüyordum. Oradan başka bir bölümü geçince, gözaltındakiler “Ya Atilla Taş’ı buraya getirin, adam bize moral veriyordu!” demişler... Hep böyleydim yani. Zaten başıma gelenlere mizahi açıdan bakamasaydım ruh sağlımı yitirirdim! Mizah beni kurtardı! Öbür türlü çok içine kapanıyorsun. Bir de ne olacak, niye alındın, ne zaman çıkacaksın bilmiyorsun. Ve iki tane ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorsun. Resmen idam yani. Eylem olarak önüne konulan da yazdığın yazılar, attığın tweet’ler. Bir şiddet eylemi yok, silahla zaten işim olmaz, hepsi fikir, bunun dışında bir de gazete yazmışım, ama yasal bir gazetede yazmışım...
- Toplam ne kadar yattın?
14 ay.
- İçeride tweet atmayı özledin mi?
(Gülüyor) Özledim. Ara sıra okuduğum haberlerden aklıma tweet’ler geliyordu. “Dışarıda olsam, şöyle bir tweet patlatırdım” diyordum. Kısa karakterle derdimi güzel anlatabiliyorum ben. Ama haliyle bir kırgınlık oldu tabii...
- Geldik, “Her ne kadar inceden sattıysanız da sizi her zaman sevdim. Kurban olurum lan size!” tweet’ine. Hadi gerçeği söyle, insanların seni sattığını mı düşünüyorsun?
E biraz öyle tabii! Tamam, sen kendi inandığın doğruları söylüyorsun, kendi istediğin için haksızlıklara karşı geliyorsun, kendi istediğin için muhalefet ediyorsun, ama seni takip eden insanlar da var. Yalnız değilsin gibi geliyor. Ama sonra mahkemeye gidiyorsun, cezaevine giriyorsun, aylar geçiyor, bir bakıyorsun hep yalnızsın! OHAL şartları çok ağır, mektup yasak, avukat yasak... Ve sen sadece üç kişiyle kalıyorsun!
Özge hayatını kaybeden tek kişi değildi.
Yaşanan bu üzücü olay sonrası Sağlık Bakanlığı, obezite cerrahisiyle ilgili bir genelge yayınladı.
“Obezite cerrahının kararıyla, ilgili uzmanın muayenesi sonrasında endokrinoloji, dahiliye, ruh sağlığı ve hastalıklarıyla, anestezi ve reanimasyon uzmanının da teşhisi alınacak” denildi.
Tekrar ediyorum, mide küçültme ameliyatı obezite tedavisinde en sağlıklı, en etkili yöntem. Kötü olan bu ameliyat değil, bunun suiistimal edilmesi. Gerekli şartlar oluşmadan, sırf para için bu operasyonun yapılıyor olması. Dün başlayan Prof. Dr. Ahmet Gökhan Türkçapar röportajı bugün de devam ediyor.
'TÜP MİDE AMELİYATI ŞU KADARA GELİN OLUN' DİYE İLANLAR VAR BUNA DUR DENMESİ LAZIM
- İş sadece ameliyatla bitmiyor değil mi?
Geçen hafta 78 kiloda mide küçültme ameliyatı sırasında hayatını kaybeden Özge Şeker’i yazdım.
Özge, toprağın altında ama bir sürü kişi hâlâ zayıflama derdinde.
Ve mide küçültme ameliyatları bir “çare” gibi sunuluyor. Evet morbid obezler için gerçekten de bir çare. Sağlık alanında çığır açan bir ameliyat. Ama şurası iyice anlaşılmalı ki, mide küçültme ameliyatları, zayıflama merakı operasyonları değil.
Sanki çok kolaymış, olursun ve sonra iştahın kesilir ve kendiliğinden zayıflarmışsın gibi algılanıyor.
Bu algı yanlış.
Zannedildiği kadar kolay da değil. Bugün ve yarın, bu alana 30 senesini vermiş, değerli ve deneyimli bir hocanın, bir cerrahın Prof. Dr. Ahmet Gökhan Türkçapar’ın konu hakkındaki görüşlerini okuyacaksınız.
-
İlginize ve mesaj bombardımanınıza teşekkür ederim.
Ben Aamir Khan’la röportaja gittiğimde, ona küçük bir hediye götürdüm. Takıları şahane diye, minik bir küpe. Sevdi. O da benim takılarımı sevdiğini söyledi, “Hepsi Türkiye’den” dedim.
Ben de onun kulağındaki hızmayı sevdiğimi söyledim.
Adam, küt diye çıkarıp vermesin mi?
Versin.
“Alamam!” dedim.
“Niye ki?” dedi, “Gümüş küçücük bir şey! Madem sevdin, senin olsun...”
Bayıldım onun bu haline, biz Türkler de öyleyizdir ya, biri bir şey sevince çıkarıp veririz ya...
Ben beğenmişim çok mu?
Evet, etkilendim.
Hatta o kadar etkilendim ki, teybimi, röportaj mahalinde unuttum!!!
İki buluşmamızda da not defterimi unuttum.
O, Hindistan sınırlarını çoktan aşmış oyuncu.
Facebook'ta 25 milyon, Twitter'da ise 14 milyon takipçisi var. Ha zannetmeyin ki Hindistan kalabalık bir ülke ondan takipçisi var... Hayır öyle değil, Aamir Khan'ın bi filmini izledin mi, hemen diğerlerini de izleme duygusuna kapılıyorsun. Bir tür aşk doğuyor filmleriyle aranda. Takipçileri dünya çapında yani. Türkiye'de de çok. Hindistan'a gidip gelmeye başladığımdan beri beni taciz ediyorlardı bu adamla röportaj yap diye...
Haksız da değillermiş!!!!
Herkesin söyleyeceği bir şey vardı.
Psikiyatristlerden tutun hasta yakınlarına kadar...
Bir kere şu konuda anlaşalım.
Pek çok insan var hayatını kaybeden.