Bugün yine o gün.
Parlak, çılgın, yürünmeyen yollarda yürüyen kadınları yazma günüm...
Onlardan biri de Tansel Baybara.
O, Güzel Sanatlar Fakültesi grafik mezunu komple bir sanatçı. Yıllarca sanat yönetmeni olarak çalıştı, dergiler tasarladı, kitaplar tasarladı, takı tasarladı, müzik albümleri ve sergi prodüksiyonları yaptı.
Şimdi de çok çarpıcı bir kitap hazırladı!
İlk defa kendine bir kitap yaptı:
“Hadi Gel Vazgeçme...”
Tasarımı, kapağı, içi, dışı, ruhu, kurgusu, hikâyesi her şeyi ona ait.
Duyduğum en iğrenç, en korkunç vakalardan biri bugün okuyacağınız. Türkiye’nin her yerindeki kadın örgütlerinden cinsel istismar davaları geliyor bana. Avukatlar, sivil toplum örgütleri arayıp haberdar ediyorlar. Bu sefer ki Manavgat’tan. Duyunca karnıma kramplar girdi. Bu seferki, aile içi cinsel istismar. Böyle babalar olmaz olsun! Gebersinler! Aşağılık mahluk, eşine yıllarca zaten eziyet ediyor. Sapık cinsel isteklerini kabul etmezse, zorla yapıyor. O kadar ki kadın sonunda hastalanıyor. Kolon kanseri tedavisi görürken de onu bir takım iğrenç şeylere zorlaması hastalığını tetikliyor. Zaten daha önceden de başka bir kadına, ırza tasaddi suçundan 2 yıl 10 ay mahkumiyeti var.
Bitmedi!
Son bir buçuk yıldır da, eşi kemoterapi görürken, kadın hastanedeyken ya da baygın halde evde yatarken, 4.5 yaşındaki kızına cinsel istismarda bulunuyor. Allah boylarını devirsin böyle adamların! Yemin ediyorum yazacak bir şey bulamıyorum. Çocuk, tuvaletini tutamaz hale geliyor, çocuğun kuyruksokumunda basit tıbbi müdahaleyle giderilmeyecek derece bir ekimoz olduğu tespit edilmiş durumda. Ve bu iğrenç, pespaye, aşağılık sapık hâlâ serbest! El birliğiyle bu adamın hak ettiği cezayı alması için uğraşalım. Bugün bu meseleyi Avukat Umut Çiftçi’yle konuştuk...
Gerçi o kadar acılı, kasvetli günler yaşıyoruz ki halimiz yok. Ama yine aşk, hayatı devam ettiren şey. Bize güç veren, umut veren şey. Beyhan Tekün ve Cemal Tekün’ün hikâyesinde olduğu gibi.
34 yıldır evliler. İyi günde, kötü günde birlikteler. Cemal Tekün, prostat kanseri, Beyhan Tekün ise kalp nakli bekliyor. Daha iyi durumda olan Cemal Bey, 100 gündür hastanede yatan karısını bir an bile yalnız bırakmıyor, ona yemek pişiriyor, onun yanında uyuyor ve ona hayata sarılma ve devam gücü veriyor. Ben onları, şarkıcı Deniz Tuzcuoğlu’nun “Kadınım” klibi sayesinde tanıdım. Organ nakline dikkat çekmek için bu klipte rol almışlar, çok duygusal bir klip, bugün gösterime girecek. Sevgililer Günü’nde organ naklinin ne kadar hayat kurtaran bir şey olduğunu vurgulayacaklar. İzlemeniz dileğiyle...
Beyhan Hanım, 34 yıllık eşiniz Cemal Tekün’le, “Kadınım” klibinde oynadınız. Bayıldım ben! Çok duygulandım...
Teşekkür ederim.
Neden yaptınız peki? Gerekçeniz neydi?
Bize bu teklif geldiğinde önce bir tereddüt ettik, “Yapabilir miyiz?” dedik. Çünkü biz kamerayla, filmle işi olan insanlar değiliz. Kendi hâlinde bir çiftiz. Ama doğru, bu şarkıya uyuyoruz. Hem gerçekten sağlığımızla mücadele ediyoruz hem de gerçek aşk hikâyemizle gençlere örnek olabilecek bir çiftiz. Bir de esas olarak benim gibi organ bekleyen insanlara umut olabileceğimizi düşündük. Temel amacımız organ nakline dikkat çekmekti. O yüzden kabul ettik...
Çok iyi yapmışsınız!
Sizi tanıyalım?
Ben Hale Dönertaşlı. İstanbul’da doğdum. Aslen Konyalıyım. Son 15 yıldır Amerika’da, Google’da mühendislik yapıyordum. Artık tecrübelerimi ve bilgi birimimi ülkeme taşımak istiyorum...
Harikaymış... Eğitim?
Doktoradan önce 2 üniversite (Bilgisayar Mühendisliği ve MIS) ve 3 Master (Bilgisayar Mühendisliği
Matematik Mühendisliği ve Teknoloji Kalitesi) bitirdim.
Zorunuz neydi? Neden bu kadar çok okudunuz?
Özel bir üniversitede Matematik-Bilgisayar bölümünde burslu okurken, paraya ihtiyacım vardı. Arkadaşlarımın ödevlerini yaparak para kazandığımı MIS Bölüm başkanı (Eski başbakanımız Ahmet Davutoğlu) duyunca, disipline verildim. Tüm bursum iptal edilecek ve okuldan atılacaktım. Kendi bölümümdeki hocalarım beni yalvar yakar kurtarmaya çalışırken, af için şart koşuldu. Bana aylık harçlık verilecek ama ben de karşılığında 2 bölüm bitirecektim ve bir daha başkalarının ödevlerini yaparak para kazanmayacaktım! İkişer üçer bitirmeye alışınca master’da da böyle devam etti...
Müthişsiniz! Peki sonra ne yaptınız?
Vayyy! Nedir burası? Türkiye’nin Google’ı mı?
- Google’ı ya da Facebook’u örnek almışlığımız yok. Ama evet, o kafa! Burası, insanların daha rahat bir ortamda çalışabildikleri, birbirleriyle daha rahat iletişim kurdukları, bir ev ortamı gibi. Her şeyin son derece şeffaf şekilde gözler önünde olduğu bir ofis. Daha bir kolej havasında, start-up havasında... Gerçi 510 kişinin çalıştığı bir yeri ‘start-up’ diye nitelendirmek mümkün değil ama olabildiğince heyecanımızı, dinamizmimizi yansıttığımız bir yer yaratmaya çalıştık.
Sizin bir önceki yeriniz de ilginçti.
- Burası benim ‘ustalık’ dönemim oluyor biraz. Orayı ‘kampüs’ diye adlandırıyorduk. Oradan mezun olduk, buraya geldik. Buranın adı Yemeksepeti Park. İki tarafta ortak olan ne var? Şeffaflık ve iletişim. Burada öne çıkan iki konsept daha var. Takım ruhu ve dinamizm. Takım çalışmasına odaklı bir yapı. Bu arada toplantı kültürüne inanan insanlar değiliz.
Çooook bilgili, ilgili, şefkatli ve bence deli! Hindistan aşığı bir deli! Ben onu Hindistan’da profesyonel bir rehber olarak tanıdım ve peşine takıldım. Çünkü Hindistan, uçsuz bucaksız bir derya. İnanç sistemlerini, tanrılarını ve neyin ne olduğunu anlayabilmek için çok kitap devirmiş olmak gerekiyor. Çok şanslıyım ki, bizim gezgin kadın grubumuzun rehberi Elif’ti. Ona çocuk gibi pek çok soru sorabildim.
Elif aslında bir antropolog. Doktorasını Yeditepe’de tamamlamış. Alan araştırmasını da Varanasi’de yapmış. Aralıklarla gidip dönerek 2 yıl yaşamış. Tezi yakında kitap olacak, İngilizce çıkacak. Nezih Başgelen’in Arkeoloji ve Sanat Yayınları’ndan. Elif’in Türkiye’den sonra kendini en çok evinde hissettiği coğrafya Hindistan. Bu röportaj bir girizgah olsun, Varanasi ve ölü yakma törenleri üzerine de Elif’le röportaj yaptım, onu da önümüzdeki günlerde yayınlarım...
Gerçekten inanılır gibi değil...
Nasıl bir ülke olduk biz?
Ya da hep mi böyleydik?
Kadınlar anlatmıyordu da şimdi mi dile geliyor bütün bu rezillikler?
Nedir bu kadınların çektiği...
Sokakta, toplu taşımada, iş yerinde, evde ve aklınıza gelecek her yerde bitmez tükenmez bir cinsel istismar ve cinsel taciz...
Yetmezmiş gibi bir de hastanede!
İnsanın en savunmasız olduğu yerde!
Henüz 24 yaşında. Çok parlak, çok zeki ve çok iyi kalpli. ODTÜ’de Bilgisayar Mühendisliği okudu. 2014’te Girişimcilik Vakfı Fellow Programı’nı kazandı. Veee arkadaşı Sercan Değirmenci’yle Otsimo adlı bir girişim kurdu...
Zafer’in otizmli bir kardeşi var. Alper konuşamıyordu, kendi başına dışarı çıkıp yemek yiyemiyordu. 5 dakikadan fazla hiçbir şeye odaklanamıyordu. Her 68 kişiden 1’i otizmli. Bu, tüm kanser hastalarının yaklaşık 3 katından fazla. Neden kaynaklandığı bilinmiyor. Tek çözüm yöntemi, erken ve yoğun eğitim. Ancak ne yazık ki otizmli çocuklar, eğitime ulaşamıyorlar. Mesela, Türkiye’de sadece yüzde 5’i eğitim alabiliyor, yüzde 95’i kaderlerine terk ediliyor. Eğitim alan çocuklar ise, tıpkı Alper gibi 5 dakikadan fazla eğitime odaklanamıyordu. İşte Zafer, kardeşinden ilham alarak Otsimo’yu yarattı ve tüm dünyadan ödüller kazandı. Bu genç sosyal girişimcinin hikayesini aşağıda okuyacaksınız...