ALS hastalığının farkındalığı için kafamızdan aşağı kovalarla sular dökmüştük. 2014’te Amerika’dan tüm dünyaya yayılmıştı. Türkiye’de de oldukça ilgi gören kampanya, pek çok ünlü ve gönüllünün desteğiyle yüzlerce hastaya umut ışığı oldu.
Bugünlerde yine ALS hastaları için başlatılan ve dünyaya yayılan bir kampanya var: “Acıyı Hisset.”
Evet, yine ALS hastalığı gündeme getirilmeye çalışılıyor. ALS farkındalığı için, bu sefer acı biber yiyoruz. Şimdiden tüm dünyayı yakmaya başladı bile. Kampanyanın içeriği şu: “1 adet acı biber ye veya 100 lira ALS Derneği’ne bağış yap! 3 arkadaşına meydan oku, video çek, sosyal medyada paylaş. Hem ALS hastalarının yaşam kalitesinin yükseltilmesinde yardımın olsun hem de bu hastalığın duyurulmasında katkın olsun...”
Alper Kaya’nın meydan okuduğu insanlardan biri benim. Hurriyet.com.tr’deki köşemde onun videosunu izleyebilirsiniz, benimkini de. Onun meydan okumasını kabul ediyorum. Biberi yedim, yandım, bağışımı da yaptım. Şimdi sıra benim meydan okumamda. Ben de Ceyda Düvenci’ye meydan okuyorum. Ceyda’nın ve eşi Bülent Şakrak’ın ne kadar duyarlı bir çift olduğunu biliyorum, onlar da yesinler bakalım biberi ve paylaşsınlar videolarını...
İnşallah bu kampanya yayılır. Özellikle esprili ve ’oyun’ gibi olmasını istiyorlar. Çünkü hastalık yeteri kadar ciddi ve ağır, toplumsal dayanışmanın neşeli olmasını istiyorlar. Röportajın tamamı da hurriyet.com.tr’de...
TÜRKİYE’NİN STEPHEN HAWKING’İ
“Geleceğin, bağırsaklarının sağlığına bağlı” diyor! “Hasta olup olmaman, bağışlık sisteminin çöküp çökmemesi ve daha pek çok şey bağırsak sağlığına bağlı, hâlâ depresyona girip girmemen bile...”
Canan Karatay’la sohbet bitmez.
Sağlık konusunda onu durdurabilene aşk olsun!
Size bir kıyak yaptım Karatay Hoca’nın gerçek tıp dediği 10 şifreyi buraya aldım...
BU YENİ YÜZYIL BAĞIRSAKLA KURULACAK
Sloganlarınızdan biri de, “İstikbal bağırsaklarındadır!”
Evet. Bu yeni yüzyıl, bağırsakla kurulacak haberiniz olsun. Bağırsaklarımızda, mide de dâhil buna, 3 trilyona yakın bakteriyle birlikte yaşıyoruz. Bunlar, bize dost kaldığı sürece, birbirimize yardım ettiğimiz sürece, hastalık olmuyor. Ama dış etkenlerle, yanlış toksik şeylerle, düşman bakteriler arttığı zaman hastalıklar başlıyor. Çünkü bu dost bakteriler, aynı zamanda çok yüksek antioksidan üretiyorlar. Aynı zamanda mikropları, virüsleri, parazitleri öldüren materyal salgılıyorlar. Yani vücut, kendini koruyor. Bir de son zamanlarda kanıtlandı ki, beyindeki mutluluk hormonu dediğimiz serotoninin yüzde 90’ını bağırsaklardaki bakteriler üretiyor. Bağırsaklarınızı düzeltirseniz, depresyon da kalmıyor. O yüzden bağışıklık sistemini güçlendirmemiz gerekiyor. Bu durum, kronik inflamasyonu önlediği için de çok önemli. Yeni yapılan bir çalışma, bağırsakların güçlendirilmesinin Parkinson’u önlediğini de kanıtladı.
Bağırsak, gerçekten ikinci beyin mi?
57 yıllık hekimliğin verdiği tecrübeyle bodoslama gidiyor. Haklısınız, polemikten korkmuyor, hatta seviyor. Cesur, gözü kara ve samimi. Ben Canan Karatay Hoca’yı hep samimi buldum. İnanmadığı bir şeyi, kafasına silah dayasanız söylemez. Gerçekten halk sağlığını önemsiyor. Konferans verirken para almıyor, “İzleyicilere kitaplarımdan bedava dağıtırsanız gelirim!” diyor. İlk günden beri hep aynı yayıneviyle çalışıyor. Onu transfer etmek isteyen büyük yayınevlerinin tekliflerini, “Ahlaksız teklif!” diye reddediyor.
İlginç biri yani.
75 yaşında ama hâlâ çok çalışıyor.
Üç yıl uğraştı, yeni bir kitap daha yazdı: ‘Gerçek Tıbbın 10 Şifresi’. Bu röportaj ve çekimler esnasında çok eğlendik. Çok esprili, çok tatlı. Fakat onunla yolda yürümek mümkün değil, Tarkan gibi bir etkisi var. Aman Allah’ım herkes durduruyor ve Karatay Hoca ile fotoğraf çektiriyor.
Hamiş: Bu röportaj salı da devam edecek…
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Hocam, elimde size dair yeni bir ‘olay’ tutuyorum. Nasıl oluyor da her yazıp çizdiğiniz hadise yaratıyor?
Geçtiğimiz günlerde, “Mimar Sinan’da kırbaçlı işkence” başlıklı haberler yayınlandı.
Güzel Sanatlar Üniversitesi Bale Bölümü’nden bir lisans öğrencisinin, 5. sınıfta öğrenim gören 8 öğrenciyi soyunma odasına kilitleyip, kırbaçla darp ettiği yazılıp çizildi.
O haberi, gözümün ucuyla gördüm, ama memlekette o kadar çok şey oluyor ki derinlemesine dalamadım.
Ta ki geçen gün Profesör Ayla Uludere beni arayıncaya kadar.
Ayla Hanım bir de olayı kendisini anlatmak istedi.
Dinledim. Sizinle paylaşıyorum. Karar sizin.
Ben Mimar Sinan’ın bale bölümünü az da olsa biliyorum. Ayla, konservatuvarın bale bölümüne bir yıl yarı zamanlı devam etti. Pek gurur duyuyordu, hocalarını çok seviyordu ama biraz da tedirgindi, asla geç gitmiyordu, bir gram bile kilo almamaya çalışıyordu, yaşı küçüktü ama yine de, öyle bir baskı hissediyordu. Çünkü çok disiplinli bir okul. Ama zaten başka türlüsü mümkün değil. Girmesi zor, devam etmesi de. Orası bir hobi okulu değil, gerçekten iddialı dansçılar, müzisyenler yetiştiriyorlar. Bir kısmı da dünya çapında oluyor. Hayatını da tamamen sanata adıyor.
Yani normal bir dans okulundan, sanat okulundan söz etmiyoruz. Farklı bir anlayış. Disiplini biraz abartmış da olabilirler ama öyle bir ekol var orada. Biraz kibirli de olabilirler, ki öyleler. Öğrencileri de, eğitmenleri de. Doğru ya, kendilerini pek bir beğeniyorlar. Ama beğensinler. Çünkü bence Türkiye’de eşi benzeri yok. Çok ciddi başarılara imza atıyorlar. Yani bu olayda lisans öğrencisi kastını aşmış. Ama bence cezaevinde olmasını gerektirecek bir şey yok. Tutuksuz yargılanabilirdi. Duruşması bugün, umarım serbest bırakılır. Habere, “Kırbaçlı işkence” başlığı da biraz abartılı olmuş...
Hem hiç şaşırmıyorum.
Sanki DNA’mıza kazılı, “Sen ölümlüsün!”, tüm hücrelerimle biliyorum.
Hem de çok şaşırıyorum.
Sanki biz ölümsüzmüşüz de, birileri ölünce, “Allah Allah” diyorum, “Nasıl ölür?” diyorum. Bana öyle geliyor ki, kendi ölümüme de inanamayacağım: “Nasıl yani? Şimdi mi? Ölüm, bu mu? Ben gerçekten gidiyor muyum?”
Bu vakalarının konuşuluyor olması, o çocuklara ulaşmamız, onlara maddi-manevi destek olmamız, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu gibi sivil toplum örgütleri sayesinde...
En son Manavgat’taki 4.5 yaşındaki çocuğun cinsel istismar haberine TKDF sayesinde ulaştım. Saadet Öğretmen’e de onlar sayesinde ulaşmıştım. Bence TKDF, bu konuda en iyi çalışan sivil toplum örgütlerinden biri. İyi ki var. Mağdurlar, federasyonun Acil Yardım Hattı’na başvurabiliyor, hukuki yardım alabiliyorlar ve her konuda destek görüyorlar. TKDF’nin koordinasyonunu çok önemsiyorum. Olay, onlara intikal ettiği andan itibaren müthiş koordineli çalışıyorlar. Kamuyla, ilgili bakanlıklarla, barolarla, sivil toplum kuruluşlarıyla, üniversitelerle ve medyayla...
Bugün TKDF Başkanı Canan Güllü’ye teybimi, Adana ve Manavgat’taki çocuk istismarları hakkındaki görüşlerini öğrenmek için uzattım.
İDAM TOPLUMSAL ÇÖZÜM DEĞİL
Özellikle de şu son Adana ve Manavgat vakalarından sonra idam çığlıkları yükseliyor. Çocuk tecavüzcülerinin, hak ettiği cezanın idam olması gerektiği düşünülüyor. Hem de toplumun her kesiminde... Sizin düşünceniz nedir?
Baştan anlaşalım, ben idama karşıyım. Ama isyan edenleri anlıyorum. Fakat popülist bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. En önemlisi de idam, meseleyi, kişiselleştiren bir önlem, toplumsal çözümün önünde bir engel. Resmin özü örtülmeye çalışılıyor. Sorgulanması gereken ana konudan uzaklaşılıyor...
Nasıl yani?
Bizim sorunumuz, bu tecavüzleri, cinsel istismarları, şiddeti önlemek. Daha bu konuda henüz önleyici bir tek adım dahi atılmamışken, çare diye idama sarılmak çözüm değil.
Diğer tüm bakanlara...
Yasa koyuculara...
Uygulayıcılara...
Barolara...
Savcılara, hâkimlere...
Sesleniyorum.
Bizim çığlımızı duyun!
Ve bir şey yapın!
Bırakamadım elimden...
Futbol kitabı değil, hayat kitabı. Türk mü Alman mı olduğunu sürekli tartıştığımız, Alman Milli Takımı’nı seçtiği için meseleyi ‘kişisel’ algıladığımız, hatta kimilerinin sırf bu yüzden gönül koyduğu efsane oyuncu Mesut Özil, kendi macerasını anlatan çok sıkı bir kitap yazmış. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
Adı ‘Futbolun Büyüsü’.
Biz, starların kendi öykülerini bu kadar şeffaf yazmalarına alışık değiliz.
O bozulur, bu bozulur. Ama Mesut Özil öyle yapmamış, meseleyi “dan” diye Alman direktliğiyle ortaya koymuş.
Yaşadığı tüm zorlukları, yoklukları anlatmış. Çok çok komplekssiz yazmış. Ağzın açık okuyorsun.
Özil, Almanya’da beş defa yılın futbolcusu seçildi. 20 yaşındayken milli takımda oynamaya başladı. Dünyanın en iyi futbolcuları ve teknik adamlarıyla çalıştı. José Mourinho ile çalıştı, daha ne olsun! Real Madrid’de oynadı. Sayısız şampiyonluk kazandı. 2013’te rekor bir transferle Arsenal’e geçti. Aldığı para (42.5 milyon Euro) çenemizi yordu!