◊ Veeee sonunda sizinle röportaj yapabilme şerefine erişiyorum! Bir kitap daha... Bir fenomen daha... Heyecan var mı heyecan?
- Olmaz mı? ‘Kırlangıç Fırtınası’ bugüne kadar yayımladığım 26’ncı kitap ama o heyecan hiç eksilmiyor! “Okur ne diyecek?”ten çok, “Ben nasıl bir roman yazdım?” sorusu zihni kurcalıyor. Daha önce kaleme aldıklarından farklı olmalı, ayrıca daha iyi olmalı. Olur mu? Orasını zaman gösterir ama sen, bu iddiayla oturmalısın bilgisayarın başına.
Yoksa adımı yıllarca yaşatacak olan kitap mı?
◊ Yani o çıta devamlı yükselecek, öyle mi?
- Aynen öyle! Bir başka deyişle, imkânsız olana doğru yürümelisin. Yani seni mahvedecek olan şeye doğru! Kim bilir belki de yıllarca adını yaşatacak olan şeye doğru. Matrak olansa, başarıp başarmadığını bile göremeyecek oluşun!
◊ Niye?
- Çünkü bir yazarı iyi kılan şey, öldükten sonra da eserlerinin okunması. Yani sen cavlağı çekmeden, eserinin değerli olup olmadığı ortaya çıkmıyor! İşte içimdeki o kıpır kıpır heyecanın nedeni bu. “Yoksa?” diye düşünüyorsun, “Adımı yıllarca yaşatacak olan bu kitap mı?”
◊ Ben de tam, kitapları bu kadar çok satan bir yazar korkar mı, geceleri uykusuz kaldığı olur mu diye soracaktım...
Annesini erken kaybetmiş olmanın verdiği bir olgunluk da var üzerinde. Ama ne güzel, annesi hep onun içinde, hep onunla yaşıyor.
Bu son şiir kitabı “Parya Koma”yı da annesine ithaf etti. Bu kitapla ödül de aldı. Bu arada, Harvard’ın Amerikan Şiiri programını online olarak bitirmiş.
Ve yakında Öykü Karayel’le evleniyor. Çok yakıştırıyorum onları. Hep mutlu olmalarını diliyorum.
Axe ile iki yıldır erkekleri özgürleştirme çağrısında bulunuyor, geçen sene “Erkekler de ağlar” demişti, bu sene “Kırdıysak özür dileriz” diyor!
◊ Ve işte Can Bonomo. Her karşılaşmamızda söylüyorum: Müziğini, şiirini, hayat duruşunu, mütevazılığını çok seviyorum...
- Mahcup ediyorsunuz beni. Ben de sizi seviyorum.
◊ İki yıldır erkeklere “özgürleşme çağrısında” bulunuyorsun. Bunu da çok değerli buluyorum...
- Teşekkür ederim.
Biliyorum artık yüreğiniz kaldırmıyor.
Ama yapacak bir şey yok.
Gerçekten yok.
Bu rezaletler, bu ülkede yaşanıyor.
Dünya Kadınlar Günü.
Ben her 8 Mart’ta, iki duygu arasında kalıyorum.
Bir yanım acayip seviniyor. Çünkü kadınım ve kadın olmanın gücünü, yapıcılığını, yaratıcılığını, şefkatini ve enerjisini tüm hücrelerimde hissediyorum. İçimden dans etmek, kutlamak, coşkumu son damlasına kadar dışarı vurmak geliyor.
İyi ki kadınım! Sahip olduğum kadınlık değerlerine şükrediyorum.
Amaaa...
Fotoğraflar ve Video: Emre Yunusoğlu
Bir tarafım da üzgün, kırgın ve sıkıntılı. Çünkü bugün
Ama sarsıldım.
Uzun süre kendime gelemedim.
Büşra Sanay, CNN TÜRK’te çalışan başarılı bir televizyoncu. Genç, meraklı, sorgulayan ve haberciliğin insanlık adına kutsal bir iş olduğuna inanan biri.
Müthiş bir işe imza attı, çok çok çarpıcı bir kitap yazdı, Türkiye’deki ensest gerçeğinin kitabı: “Kardeşini Doğurmak.”
Şiddetle hepinize tavsiye ediyorum.
- “Kardeşini Doğurmak” çok çok çarpıcı bir kitap. Seni tebrik ediyorum. Büyük tebrik...
Teşekkür ediyorum.
İclal Aydın’ın annesiyle ilgili bir sosyal medya paylaşımı beni derinden sarstı. Artık annesi, ne İclal’i ne kız kardeşini ne de kendini hatırlıyor. Hayat böyle bir şey işte. Yaşlılık ve hayatın sonu da çok kolay değil, sadece bilgelik ve tontonluk değil, Allah hepimize iyi bir son versin, kimselere muhtaç olmadan...
İclal’in satırları şöyleydi: “Annemle baş başa bir pazar günü geçiriyoruz. Biraz önce yoğurt yediriyordum. Elimde kâse ve küçük tatlı kaşığıyla, ‘Hadi bu son kaşık’ derken, itiraz etmeden açtı ağzını. ‘Doydun mu?’ soruma karşılık kafasını salladı usulca. Küçük, iştahsız bir çocuk gibi. Evin küçük kedileri top oynarken gülüyor. Her şey tersine dönüyor, ne garip. Bir zamanlar bize küçük kaşıklarla yedirirken, şimdi o bizim bebeğimiz oldu...”
Bu röportajı işte bu satırları okuduktan sonra yapmaya karar verdim. Anne-kız ilişkilerini merak ettim. Bu sıralar ‘Üç Kız Kardeş’ adlı romanı çıktı İclal Aydın’ın, ilk 50 bini de devirmiş durumda. O Demirciköy’deki evinde çok sevgili eşi, kızı, kedileri ve annesiyle
yaşıyor. Artık çocuklarını tanımayan annesiyle...
Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU
İclal, İclal... Güzel İclal... Sen hep kendine özgü bir yazar ve tiyatrocu oldun. Ama bence çok sıkı bir hikâye anlatıcısısın. En sevdiğim de, kendi hayatından hikâyeler. Geçenlerde, hastalığı nedeniyle sizi de kendisini de unutan annenle ilgili bir paylaşımda bulundun. Hepimizi sarstın. Annenin öyküsü nedir?
- Annem, 1950 doğumlu bir köy çocuğu. Ihlara Vadisi’nde, dokuz kardeşin en büyüğü olarak dünyaya geliyor. Doğduğunda, anneannem 15 yaşında. Dedem idealist bir adam. Annemin okumasını istiyor. İlkokuldan sonra yatılı bölge okuluna yazdırıyor. Bir meslek sahibi olsun, eli meşale tutsun, Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık kızlarından biri olsun istiyor. Annem de onu hiç hayal kırıklığına uğratmıyor. Okulunu dereceyle bitiriyor ve hemen vazifeye başlıyor. Çok becerikli ve sevilen biri...
NE YAPSAM ANNEMİ MUTLU EDEMEZDİM
İsmail Güzelsoy. Yine nefis bir roman yazmış. Koşun alın: “Hatırla” Pişman olmayacaksınız.
Gerçek edebiyat. Benim onun romanlarıyla kurduğum ilişki aşk. Elimden bırakamıyorum. Hastası oluyorum. Şimdi ne olacak diye merak ediyorum.
Romandan çıkıp bana geçen duyguya bayılıyorum. Kurduğu cümlelere, seçtiği kelimelere de. Müziği var cümlelerin, matematiği de. Çok özel bir roman Hatırla.
Mumbai - İstanbul arası gökyüzünde bitti. Sevdim çok, kendime saklayamadım, sizinle de paylaşmak istedim...
Önceki gün Kanat da yazdı.
Bizim gazetenin bütün erkek yazarlarından yazı, not, minik görüş, her neyse bekliyorum. Tavır almalarını rica ediyorum. Artık yeter ya! Birleşelim, tek ses olalım.
Ve itiraz edelim.
Akıl mantık var mı bu söylenen şeyde? Suç, aynı rezil suç.