“Okunacak masallar raflarda kaldı. Oyuncaklar hiç kırılmadı. Kıyafetler hiç yemek lekesi olmadı. Pantolonların dizleri düşmekten yıpranmadı. En uğrak yerimiz mahalledeki park olmadı. Parktaki annelerle arkadaşlık yapmadık. Hastane koridorlarında tanıdıklarımız, arkadaşlarımızdı. Çocuğumuz hakkındaki bilgileri öğretmeninden değil, doktorlarından aldık. ‘Başına bir şey mi gelecek?’ diye camlarda beklemedik, başucunda bekledik. Yeni çıkan çizgi filmlerin isimlerini değil, tedavi adlarını ezberledik. Ama sevgisini, kokusunu, acısını, heyecanını hep yüreğimizde hissettik. O yüzden, her gün daha sıkı sarıldık, belki yarın olmaz diye. İşte herkesin şaşırdığı sabrı buradan aldık: ‘Ya yarın yanımızda olmazsa!’ Ve sabredip, düşmemesi için bir kez daha kucakladık...”
İlkokul öğretmeni Çiğdem Özavcı’ya ait bu satırlar. Gen mutasyonuyla doğmuş bir kızı var: Ayşenaz. Konuşamıyor, kendini ifade edemiyor, yürüyemiyor, boynunu tutamıyor, göz takibi yapamıyor, yemek yiyemiyor. Boynunda bir delik var, oradan besleniyor. Annesini tanıyıp tanımadığı bile belli değil. Ama tabii ki her şeye rağmen annesinin bir tanesi, her şeyi. Annesi onun nefes almaya devam etmesi için her şeyi yapıyor. Bir süredir Instagram’da takip ediyorum Çiğdem Özavcı’yı. Ve kendime, “Bakar mısın onun başa çıkması gereken acılara, mücadele etmesi gereken sorunlara, hayatının ne kadar zor olduğuna, vermesi gereken savaşlara? Sen de anne misin?!” diyorum kendime. Bir onun yaşadıklarına bakın, bir bizim şikâyetlerimize. Rahatlığımdan, huzurumdan, sağlığımdan utanıyorum böyle düşününce. Gerçekten de öyle acılar var ki hayatta... Çiğdem gibi çok büyük sorunlarla uğraşan anneler var. Eğer anneler cennete gidecekse, ilk onlar gidecek. Eğer annelerin ayağının altında bir cennet varsa, esas onların ayağının altında...
-Sizi tanıyalım...
33 yaşında “özel gereksinimli” evladı olan bir anneyim. İlkokul öğretmeniyim. Mesleğime âşığım, çocuklara da. 7 senelik flörtten sonra hayran olduğum insanla evlendim. Eşim de öğretmen... 27 yaşında anne oldum. Kızımız Ayşenaz şu an 6 yaşında.
- Hamileliğinizde herhangi bir sorun yaşadınız mı?
Hayır. Kızımın gelişimiyle ilgili bir sorun yoktu. Şüpheci ve garantici olduğumdan, sıkı doktor takibindeydim.
-
Tuluhan Tekelioğlu’nu alkışlıyorum! Gençliğe armağan edilen 19 Mayıs’ın100. yılında, umut veren sekiz gencimizin hikâyesini anlatan nefis bir belgesel hediye etti Türkiye’ye. Kimi engeline rağmen azimle başarıyı yakalamış, kimi imkânsızlıklar arasından parlamış... Belgeselin adı ‘Güç Sensin’. Tuluhan diyor ki, “Farklı düşünen, bol bol hayal kuran gençlere yol açtıkça, Türkiye başka bir ülke olur. Yeter ki gençlere güvenelim!” Kesinlikle haklı! Herkesin bu belgeseli izlemesi dileğiyle... Keşke sinema salonlarında da gösterilse.
BU GENÇLER
UMUDUN KENDİSİ
Gençlerimiz gelecek kaygısı içindeler.
Oysa geleceğimizi onlar çizecek! Onlara umut vermek için bu belgeseli çektim. Türkiye’nin dört bir yanından umudun kendisi olan gençleri buldum. Mardin’den Eskişehir’e, Konya’dan İzmir’e, Bolu’dan Ankara’ya, farklı hayat deneyimleriyle büyümüş, bambaşka aile yapılarında yetişen, sabırla, çok çalışarak, hedefine doğru yürüyen sekiz genç. Berna, Leyla, Şeyhmus, Sümeyye, Fulya, Mizgin, Doğukan ve Kaan! Bize engeller arasından sızan ışıktan başarı doğabileceğini gösterdiler. Kendi gücüne sarıldığında neleri yapabileceğini fark ediyorsun. Yeter ki kendi gücüne sarıl. Kendine güven. O yüzden belgeselimizin adı ‘Güç Sensin!’
Nefis bir belgesel daha... Bu defa ne üzerine?
Nurten Hanım, n’aptınız siz? Müthiş bir şey başardınız! Herkes sizin kahvaltılarınızı konuşuyor...
Çok teşekkür ederim! En iyi bildiğim iki işi yaptım. Birisi annelik, öbürü kahvaltı. Gerisi kendiliğinden geldi. Kendi sofram hepsi, özeniyorum, emek veriyorum. İnsanların yiyip mutlu olduğunu görünce de daha çok yapmak istiyorum.
İnsanlar en çok neye bayılıyor?
Reçellerimi seven de var, menemenimi soran da, bazlamamıza bayılan da... Galiba misafirlerimiz en çok onlara yaşattığımız duyguyu seviyorlar. Onların hem karnını hem kalbini doyurduğumuzu söylüyorlar. Para her şeyin ilacı değil. Biz bu kahvaltı işini ruhumuzla yapıyoruz.
Kapıdaki kuyruğun sırrı ne?
Tabii ki güzel yemek yapmamızın ve sunmamızın büyük etkisi var ama onları sunan güzel insanlar olmasa eksik kalırdık! Bizler bize gelen insanlara misafir muamelesi yapıyoruz ve öyle ağırlıyoruz. Bir de doymadan kalkmayı yasakladığımızı biliyorlar. Sağ olsunlar, ünümüz yayıldıkça duyan geliyor.
- Sen efsane başkansın! Nasıl yani? Nasıl kadın girişimcileri bırakıp da gideceksin?
(Gülüyor) Teşekkürler! KAGİDER Onur Kurulu üyesi olarak dernekte kalmaya ve çalışmaya devam edeceğim, sadece yönetimde olmayacağım. Bu bir bayrak yarışı ve ben kendi payıma dört yıllık gönüllü çalışma süremi doldurdum.
- KAGİDER’de zaten çok demokratik bir sistem var bildiğim kadarıyla...
Evet. Bir başkan iki dönemden, yani 4 yıldan fazla başkanlık yapamıyor. Hizmet gerektiren ve gönüllükle yapılan kurumlarda bunun çok önemli olduğuna inanıyorum. Bizim ülkemizde maalesef, bir kere gelenin koltuğu bırakması çok zor oluyor! Türkiye’de 35 yıldır başkanlık yapan sivil toplum liderleri var...
- Son 4 yıl Türkiye’nin en zor ve en hareketli dönemlerinden biriydi...
Sorma! 4 seçim geçirdik. 2015 yılında 5 ay arayla iki seçim yaşadık. 15 Temmuz 2016’da demokrasiyi yıkmaya yönelik bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık. 16 Nisan 2017’de gerçekleşen Anayasa referandumunun sonucu ise Türkiye’de ciddi bir sistem değişiminin yolunu açtı. 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de gerçekleştirdik. O kadar çok bakan, kabine ve milletvekili değişti ki ben KAGİDER tarihinde siyasilere en çok tebrik mektubu gönderen başkan oldum! Umarım sonuncusu olurum! Ben başkan olduğumda dolar 2.8 liraydı, bugün 6 lira seviyelerinde. Tüm bu zor dönemlerde bağımsız bir dernek olarak kadınların güçlenmesi, yani Türkiye’nin güçlenmesi için çok çalıştık...
- Küçük bir araştırma yaptım. Dört yıl boyunca 36 yurtdışı, 35 yurtiçi toplam 71 şehir dolaşmışsın!
Evet. New York’tan Japonya’ya, Moskova’dan Sydney’e kadar kadın girişimciliğinin gelişmesi, kadının güçlenmesi, ticaretin artması ve iyi uygulamaların anlatılması için pek organizasyonda yer aldım. Hayatımın en anlamlı, en çok şey öğrendiğim, dokunarak değiştirilebileceğini gördüğüm bir dönemi oldu. Kadınların ne kadar sağduyulu, üretken, hesapsız ama bir amaç uğruna gece gündüz çalışabildiğini gördüm.
Bugün şahane bir haberim var size. Sayenizde çok güzel şeyler oldu. Harika bir şeye vesile oldunuz. Siz büyüksünüz! Sosyal medyada yazdınız çizdiniz, kampanyalar başlattınız, imzalar topladınız ve işe yaradı. Henüz tek bir denizyıldızı ama olsun, ben inanıyorum, başka denizyıldızlarına da faydamız olur.
Biz bir araya gelince, “tek ses-tek nefes” olunca gerçekten çok güzel şeyler oluyor, olabiliyor. Bu da beni inanılmaz mutlu ediyor. Gazeteci olarak kendimi işe yaramış gibi hissediyorum. Size teşekkür ediyorum. Hatta tek tek hepinizi öpüyorum.
Şimdi lafı uzatmadan müjdeyi vereyim...
Eski erkek arkadaşının yüzüne 1.5 kilo kezzap attığı Berfin Özek’in hayali gerçek oluyor. İstediği doktora ameliyat olabilecek ve tekrar hayata karışabilecek. Tüm bunlar için de para ödemesi gerekmeyecek.
Sağlık Bakanlığı’nın girişimiyle, Acıbadem Taksim Hastanesi tüm tedaviyi üstleniyor. İstediği hoca, Profesör Mehmet Mutaf hoca da onu ameliyat ediyor. Tek ameliyat değil bu. Bir-bir buçuk yıllık bir süreç. 5 ameliyat olacak ve Berfin inşallah hayal ettiği gibi, insan içine karışabilmesini sağlayacak yeni bir yüze kavuşacak.
Sağlık Bakanlığı’na, hastane grubuna ve Mehmet Mutaf hocaya teşekkürü borç bilirim. Onları alkışlıyorum çabaları için, iyi niyetleri için. Berfin için hepsi el ele verdi.
*
Olayın başlangıcından bu yana Berfin’in avukatısınız. Hukuki süreç ne durumda?
Berfin’in davasının açılması için “hazırlık soruşturması” devam ediyor. Adli Tıp’tan kati rapor bekleniyor. 29 Nisan’da Adli Tıp’a sevki sağlandı. Rapor dosyaya girdiği zaman dava açılacak.
Böyle insanlık dışı bir şey yapan Ozan Çeltik hafifletici nedenle yırtamaz, değil mi? Alabileceği en ağır cezayı alır, değil mi?
Şüpheli sıfatıyla, “kasten yaralama”dan tutuklu Casım Ozan Çeltik. Bu haliyle dava açılırsa en ağır cezayı almaz. “Kasten öldürmeye teşebbüs”ten açılması gerekir. Çünkü 1.5 litre kezzap dökmüş. Korkunç bir ölçü. Hafifletici bir nedenle cezasının azalacağını düşünmüyoruz. Suçu kendisinin işlemediğini söylüyor.
Böyle söyleyerek yırtabilir mi?
Hayır, onun döktüğü kesin!
Bu suçun en ağır cezası ne kadar?
Ankara’da benzer bir dosyada, eşine kezzap atan bir sanığa mahkeme 28 yıl verdi. Berfin’in dosyasında henüz iddianame düzenlenmediği için yorum yapamıyoruz.
Başına gelenler korkunç! Yaşadığın acının tarifi yok! Bunu yapan insan olamaz. Çok çok geçmiş olsun.
- Teşekkür ederim.
Sana bu acıları çektirenin hem Allah hem de hukuk cezasını versin! Adalet yerini bulsun.
- İnşallah. Ben de bunu istiyorum.
Tam olarak kaç gün oldu?
- 120.
Defalarca anlatmışsındır ama bir daha anlatır mısın?
- Dershaneden çıkmış eve dönüyordum. Yolda annemi aradım, “Çok açım!” diye. “Güzel yemekler hazırladım, hadi gel!” dedi. “Tamam 10 dakika sonra evde olurum!” dedim. Gayet neşeliydim, bahçe kapısının önünde duruyordum. Kapıyı açıp eve girmek üzeriydim. Bir arkadaşıma mesaj atmak için telefona bakıyordum. O sırada bir ayak gördüm.
Müthiş bir sesi var. Kontrtenor, ses kası yapısı ve rengi nedeniyle kadın ses aralığında şarkı söyleyebilen erkek opera yorumcularına verilen ad. Çocukluğu annesinin kıyafetleriyle ayna karşısında şarkı söyleyip dans ederek geçiyor. 6 farklı konservatuvara devam ediyor. Çok çalışıyor ve hep hayal kuruyor. Ve bugün, o hayalleri bir bir gerçekleşiyor...
- Şu aralar Sezen Aksu’yla yaptığın “Geçmişe Susmasını Söyle” single’yla anılıyorsun. Üstelik DNR’da en çok satılan single’larda bir numarasınız. Nedir hikâyesi?
Şarkımızın temelleri canım dostum Çağlar Yerlikaya’yla birlikte atıldı. Geçmiş üzerimize geliyordu ve ağırdı. Çağlar, bu sohbetimiz üzerine bu şahane şarkı sözlerini yazdı, ben de besteledim.
- Sonra?
Sonra hayatımı değiştiren müzik yazarı Naim Dilmener’le karşılaştım. 2016’ydı ve Sezen Aksu yeni albümünü çıkarmak üzereydi. Dilmener’e şarkıdan bahsettim, “Sezen’e yollayalım mı? Belki sever şarkımızı, söyler albümünde” dedim. O da “Neden olmasın, bir şansımızı deneyelim” dedi. Ve o gece cevap geldi, “Albümü tamamladım, ekleme yapamam fakat şarkıyı çok sevdim, Harun ne isterse yapmaya hazırım!”
- Sen n’aptın peki?
Kafayı yedim! Düşün, Sezen Aksu’dan söz ediyoruz, “Harun ne isterse yaparım!” diyor. Şaka gibi... Beni tanımıyor bile ama şarkımı beğenmiş, sesimi beğenmiş! Aman Allah’ım, mutluluktan öldüm. İşte düet fikri böyle doğdu. Ve ben sonra Sezen Aksu’yla düet yapma mutluluğunu yaşadım. Hâlâ da rüya gibi geliyor, arada “Ya uyanırsam?” diye korkuyorum.