Ayşe Arman

Güneş görmüş gıda al makarnayı sabah ye!

29 Nisan 2019
O, Dr. Ayşegül Çoruhlu. Nevi şahsına münhasır bir biyokimya uzmanı. İşi, insan biyokimyası. Biz onu ‘Alkali Diyet’le tanıdık. Şimdi ‘Sirkadiyen Beslenme’yle huzurlarımızda. Hep tanışmak istiyordum, fırsat bugüneymiş. Zeki, bilgi, ilgili, meraklı ve muzip biri. Bir de çok fit. Allah’ım o nasıl bir bedendir. Röportaja üç kıyafet ve kolunda iki saatle geldi. Bana iç saatimizi ve dış saatimizi anlatabilmek için. Ben dinlediklerimden etkilendim. Tabii ki çok soru sordum, bir güne sığmadı, Salı da devam edecek.

Allah aşkına nedir bu sirkadiyen?

- Giderek daha sık duymaya başlayacağımız bir kavram. Vücuttaki her türlü işleyişin, günün saatlerine göre ayarlanması anlamına geliyor.

Günün saatlerini belirleyen ne peki?

- Güneşin döngüsü! Sadece biz değil, bütün canlılar güneşin döngüsüne senkronize. Hayatta kalabilmek için bu şart. İç saati, dış saatine uyumlu olanlar hayatta kalıyor, uyumsuzlar eleniyor.

Durun! İç saat, dış saat kafam karıştı...

- “Zaman hızlı akıyor!” deriz ya, asıl hızlı akan biyolojik iç saatimiz. Dış saatten, yani güneşin döngüsünden hızlı akarsa, bizi hızla yaşlandırıyor. Giderek artan hastalıklarda, bu iki saatin uyumsuzluğunu araştırmak önem kazandı. Tıp artık saatlerimizi yeniden kurmanın yollarınızı bize gösteriyor.

Son üç Nobel Tıp Ödülü’nden ilham alarak yazmışsınız bu kitabı. Doğru mu?

- Doğru. O çalışmalardan öğrendik ki, vücudun iç saat genleri var. Tüm organ ve hücrelerde de onlara duyarlı alıcılar var. Saatin kaç olduğunu bütün hücreler biliyor. Yani güneş saatinin kaç olduğunu! Ve ona uygun bir çalışma düzeni oluşturuyorlar. Vücutta bir dakikada milyarlarca sayıda işlem yapılıyor. Her organ, her hücre, farklı farklı işleri günün başka saatlerinde yapıyor. Organlar, beyinden gelen saat komutuna göre çalışıyorlar. Enzimler, hormonlar, vs hep bu komuta kulak veriyor. O yüzden çok önemli saat meselesi. Başka bir Nobel çalışması ise bize, yine iç saat komutuna uygun olarak, gece uykuda özel bir tür hücre temizliği yapıldığını söylüyor. Tıbbi adı ‘otofaji’, açılımı ‘kendi kendini yemek’ gibi. Yani diyor ki, “Gece sen uykudayken ve açken, eski vücut hücreleri yenilip yedek parça olarak kullanılıyor. Sabah kalktığında eskimiş hücrelerden kurtulmuş oluyorsun!”

Yazının Devamını Oku

Güneş görmüş gıda al makarnayı sabah ye!

28 Nisan 2019
O, Dr. Ayşegül Çoruhlu. Nevi şahsına münhasır bir biyokimya uzmanı. İşi, insan biyokimyası. Biz onu ‘Alkali Diyet’le tanıdık. Şimdi ‘Sirkadiyen Beslenme’yle huzurlarımızda. Hep tanışmak istiyordum, fırsat bugüneymiş. Zeki, bilgi, ilgili, meraklı ve muzip biri. Bir de çok fit. Allah’ım o nasıl bir bedendir. Röportaja üç kıyafet ve kolunda iki saatle geldi. Bana iç saatimizi ve dış saatimizi anlatabilmek için. Ben dinlediklerimden etkilendim. Tabii ki çok soru sordum, bir güne sığmadı, Salı da devam edecek.
Yazının Devamını Oku

Ali Boratav’ın nefis ‘Mavi Yolculuk Rehberi’

26 Nisan 2019
HEYYOOO yaz geliyooor! Dünyanın en güzel kıyıları bizim kıyılar. Daha iyi tanımak istiyorsanız, size bir “mavi yolculuk rehberi” önereceğim. Ali Boratav yazdı. Gökova’dan Kekova’ya 450 küçük koy ve mola noktasını anlatıyor. Allah sizi inandırsın, insanı acayip iştahlandırıyor! “Bırakalım her şeyi, denizlere açılalım!” dedirtiyor.

Hayattaki ilk editörüm Ali Boratav benim. O benim 1987 yılı Nokta Dergisi hallerimi bilir. Tekerlek filan yeni keşfedilmişti galiba! Çok özeldir Ali benim için. İlk mavi yolculuklarımızı onunla yaptık. Onun deniz aşkı o günden bugüne devam etti. Yelkenci, kaptan, deniz insanı, deniz âşığı ve aynı zamanda çok iyi bir gazeteci ve dergicidir.

Yazdığı olağanüstü güzel bir kitap. Sadece “Mavi Yolculuk Rehberi” değil, hayat rehberi gibi bir şey. 450 koyun ve 12 adanın tarihini, keşfedilmesi gereken yerlerini, denizlerin özelliklerini, lezzetlerini, efsanelerini ve aklınıza gelen gelmeyen bir sürü şeyini yazmış, harika fotoğraflarla... Denizci olmayanı bile iştahlandırıyor. Denize ilginiz varsa gerçekten başucu kitabınız olur, olacaktır da.... 

Oleeeeey! Öyle bir kitap yapmışsın ki, insanın her şeyi bırakıp mavilere koşası, tek tek Gökova’dan Kekova’ya o 450 koyu keşfedesi geliyor! Müthiş bir çalışma, deli bir emek. Tebrik ederim. Nerden esti bu kitabı yazmak?

Çok teşekkür ederim. Benim hep tempolu bir iş hayatım ve bu tempoya soluk aldıracak hobilerim oldu. Scuba, fotoğrafçılık, farklı ülkelerde arabayla dere-tepe gezintiler, marangozluk, bahçe-bostan işleri... Yelken ve tekne de onlardan biriydi. Hayalim, o güzelim mavi yolculuk kültürünü, antik kentleri, lezzetleri, kıyılardaki efsaneleri derli toplu yazmak, envanterini çıkarmaktı! Bir emeklilik projesi olarak önüme koydum. Ve işte şimdi kitap elimde...

- Var olan mavi yolculuk rehberlerinden farklı...

Evet. Biz bu kıyıları, Sadun Boro’nun “Vira Demir”i ile sevdik, keşfettik. Ama herkes denizci olmak zorunda değil. Kimini de deniz tutar ayrıca. Ben bu eşsiz kıyıları hem denizden hem karadan gezen insanlar için tüm mavi yolculuk tarihini ve kültürünü de içeren bir rehber yaptım. Aslında mavi yolculukla ilgili bir yaşam rehberi yazmaya çalıştım.

- Haklısın. Var olanların bir kısmı, denizle haşır neşir olmayanları korkutacak kadar profesyonel bilgiler ve denizcilik terimleri içeriyor. Ama seninki bende “Ulan biz de Ömer’le yelken öğrenip ufaktan ufaktan kıyılarda dolaşabiliriz!” hissi yarattı. Böyle bir amacın var mıydı?

Yazının Devamını Oku

5 yaşındaki çocuğa tecavüz eden sapığın Allah belasını, yargı cezasını versin!

25 Nisan 2019
İNSANIN yüreği dayanmaz!

Taş olsan dağılır gidersin. Ufacık çocuktan ne istedin be! Daha 5 yaşında be... O çocuğa tecavüz etmek ne demek? Nasıl bu kadar insanlıktan çıkılabilir, nasıl bu kadar kepaze olunabilir?

“İnsan mısın sen, geber!” diye bağırasım geliyor.

Olay, Küçükçekmece’de geçiyor. Allah’ın belası bir sapık, sokakta oynayan bir çocuğu apartman boşluğuna götürüyor, aslında başka çocuklar da var, ama onlar kaçıyor, yazık, 5 yaşındaki kız çocuğu sapıkla baş başa kalıyor ve bir süre sonra o kızı...

Kapının önünde kanlar içinde buluyorlar. Cinsel istismara uğramış! Acilen hastaneye, yoğun bakıma kaldırılıyor. Gerçekten insanın kalbi dayanmaz, durur, o kadar büyük bir acı. İnşallah hayata tutunur. Ama bu travmadan nasıl kurtulur onu bilmiyorum.

Bildiğim şu, kamu vicdanının rahatlaması için bu aşağılık adamın derhal yakalanması, yargılanması ve en ağır cezayı alması gerekiyor!

Sosyal medya dün delirmişti.

Daha kaç çocuk böyle cinsel vahşete kurban gidecek? Daha kaç ay, kaç yıl bu cinsel suçlar işlenecek ve biz bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi normal hayatımıza devam edeceğiz?

Suçlular hak ettikleri cezayı almadıkça, havanda su dövmeye devam edeceğiz. Cinsel istismarlar bırakın cezalandırmayı, özendirici olacak!

Yazının Devamını Oku

Bunca ihmalin kararını veren 4 demiryolu memuru mu yani!

24 Nisan 2019
O Mısra Öz. Metanetiyle, dirayetiyle, asaletiyle benim kahramanlarımdan. Güzel oğlunu, cennet gülüşlü, hayat dolu oğlunu Çorlu tren faciasında kaybetti. 24 canla beraber Oğuz Arda da gitti. Oysa bir sürü hayali vardı, futbolcu olmak istiyordu, oyuncu olmak istiyordu, kocaman bir ömür vardı önünde. Ama verilmesi gerekirken verilmeyen kararlar, ihmaller sonucu hayata veda etti. Öldü... Sonsuzluğa karıştı.Ve bu anne, korkunç acılar yaşamasına rağmen çok saygıdeğer bir duruş sergiledi. Oğlunun ardından bir dernek kurdu, faciada yakınlarını kaybedenlerle iletişim kurdu, tek yürek oldular. Tek istedikleri de adalet. Adaletin yerini bulması, suçluların cezasını alması. Ama işte Türkiye’de işler hep olması gerektiği gibi yürümüyor. Mısra Öz’e son gelişmeleri sordum...

Çorlu’daki tren faciasında 24 kişiyle birlikte siz canınızı, güzel oğlunuz Oğuz Arda’nızı kaybettiniz. Bu davanın peşini bırakmadınız. Dava şu an ne durumda?

Günü belli oldu. Faciadan tam 1 yıl sonraya ilk duruşma gününü verdiler. Oğlumun kaybedişimin beş gün öncesine. 3 Temmuz 2019 günü, Çorlu Adliyesi’nde davanın ilk duruşması görülecek. Temmuzda ölüp ölüp kaç defa daha dirileceğiz bilmiyorum.

İddianame için ne diyeceksiniz?

Tam bir hayal kırıklığı oldu! “Bu kadar da olmaz” dedirtti. Tam 7 ay bekledik biz bu iddianameyi! Bu mudur yani! Bilirkişi raporu bile demiryolu camiasına yakın kişiler tarafından yazılmasına rağmen facianın oluşundaki gerçekleri gizleyememiş. Savcıyı da ziyarete gittik defalarca. Bize, “Çorlu dosyası çok hassas bir dosya. Çok sayıda ölü ve yaralılar var. Ben de bir babayım. Tüm hassasiyetimle bu dosya üzerinde çalışıyorum. Her unsuru değerlendiriyorum” dedikten bir ay sonra “TCDD üst yönetimi, bürokratlar ve siyasilerin kovuşturmada yer almasına gerek yoktur!” şeklinde görüş bildirdi...

Yönetimden hiç kimsenin sorumlu tutulmaması, bütün kusurların sadece 4 kişiye yüklenmesi nasıl açıklanabilir?

Açıklanamaz! Dört demiryolu çalışanını yönetimden kaynaklanan bir katliamdan sorumlu tutuyorsunuz. Başka kimseyi soruşturmaya dahil etmiyorsunuz. Siz davaya dahil edin, araştırılsın, sorgulansınlar, yargılansınlar, aksi ispatlansın, suçsuz oldukları çıksın ortaya, kabul edelim. Ama hiç bir şeyi sorgulamadan davaya dahil olmalarına gerek duymayan bir iddianame sunarsanız, bunu vicdanlı bir davranış olarak yorumlayamayız ne yazık ki!

En azından ihmal suçlarının sorumlusu yönetim, değil mi?

Yazının Devamını Oku

BİZ TÜRKLER...

23 Nisan 2019
İDİL Sevil, Alman Lisesi’nden sonra Boğaziçi Psikoloji mezunu bir “eğitim araştırmacısı”. ‘Türkün Aklı Nasıl Çalışır?’ diye bir kitap yazdı. Ben de onunla röportaj yaptım. Pazar başladı, bugün de devam ediyor. Sevil bize, içine doğduğumuz kültürü anlatıyor. “Kültürümüzün bize öğrettiği hatta bazen dikte ettiği duygu, düşünce ve davranış şekillerini bilirsek kendimizi daha iyi tanırız. Kendini tanıma, duygusal zekânın ilk adımıdır. Ancak kendini tanıyan kişi kendini yönetebilir, daha sonra da ilişkilerini...” diyor. Bu kitabı da bu yüzden yazmış. Bize ayna tutmamız için. Okumanız dileğiyle. Ben pek çok şey öğrendim...

BİZ TÜRKLER İÇİN İŞİN YARISI ŞANS, KADER, KISMETTİR!

Şansın ve inşallah”ın yeri bizim toplumumuzda ne kadar önemli?

Çooook. Toplumlar, hayata uyum sağlamak için iki yoldan birini seçerler: Ya hayatı kendilerine ya da kendilerini hayata uydurmaya çalışırlar! Bizim kültürümüz, hayata uymaya çalışıyor. Bunun için seçtiği yol da kendini akışa bırakmak, sabretmek... İslamiyet’le kolektif bilincimize yerleşen “tevekkül”, “kader”, “kısmet” inancı da kendimizi hayata uydurmamızı kolaylaştırıyor. Yani “şans”ın ve “inşallah”ın varoluşçu bir önemi var bizde...

Gelelim “kısmet” kavramına... Neden bu kadar önemli?

Bizim kültürümüzde kazanmak için ille de iyi olmanız gerekmez! “Acemi şansı” size oyunu kazandırabilir. Ya da çok iyi oynar ama yine de kaybedebilirsiniz. Bize göre işin en az yarısı, şans, kader, kısmettir! Çünkü her şey hesaplanamaz, kontrol edilemez! “Kısmet”e bu kadar itibar etmemizin sebebiyse hayatı kendimize uydurmaya çalışmak yerine, bizim ona uyma çabamız. Hayat üzerindeki kontrolümüz kısıtlı, bunu kabulleniyoruz, “Kısmette ne varsa o olur!” diyoruz. İşler yolunda gitmezse de “Kısmet değilmiş!” deyip işin içinden çıkabiliyoruz.

BİZ TÜRKLER ‘ALLAH AŞKINA YE!’ DERİZ

“Tipik Türk davranışları”nın arasında başka neler var? Abartmak, ısrar sevmek, misafir ağırlamak...

Yazının Devamını Oku

Türk’ün aklı nasıl çalışır?

21 Nisan 2019
Bu isme dikkat! İdil Sevil. Harika bir kitap yazdı! Adı bile şahane: ‘Türk’ün Aklı Nasıl Çalışır?’ Hem eğlenceli hem öğretici. İçinde zekâ olan, birikim olan ve kendimize farklı bir pencereden bakmamızı sağlayan bir kitap... İdil Sevil, Alman Lisesi, ardından Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji mezunu. Lisansüstü eğitimini ise Boston’da Emerson College’da tamamlıyor. Neredeyse 20 yıldır Baltaş Grubu’nda çalışıyor. 40’a yakın e-eğitim içeriği, 100’den fazla eğitim modülü-uygulaması ve pek çok kitabı yayına hazırlıyor. Uluslararası kurumlarda yürüttüğü ‘Kültürlerarası Farkındalık Eğitimleri’nde edindiği birikimi de ‘Türk’ün Aklı Nasıl Çalışır?’ ismiyle kitaplaştırıyor. Halen Baltaş Grubu’nda Eğitim Program Yöneticisi olarak çalışıyor. İdil Sevil’in kültür değerlerimizi anlatan bu son kitabı mutlaka okunmalı. Bir güne sığmadı İdil Sevil’le sohbetimiz, salı günü de devam edecek...

Kafadan giriyorum...Türk’ün aklı nasıl çalışır?

- Yani “Kitabı tek cümlede özetle!” diyorsunuz. İşte Türk’ün aklı, tam da böyle çalışır! Türk dediğin, özetleyiverir tek cümlede. Bu arada, ‘özetleyiverir’ gibi bir çekim, bildiğim kadarıyla Batı dillerinde yok. ‘Tezlik fiil çekimi’ bizim iş yapış şeklimizi, aklımızın çalışma şeklini yansıtıyor...

KENDİMİZİ GELİŞTİREBİLİRİZ

Peki siz bu kitabı niye yazdınız? Türk’ün aklının nasıl çalıştığını Türkler bilmiyor mu?

- Zannettikleri kadar iyi bilmiyorlar! Bu kitap, Türk kültür değerleri üzerine. Bu değerlerin nasıl oluştuğunu anlatıyor ve bizi nasıl şekillendirdiğini... Bizi, biz yapan en önemli etken kültürümüz. Ama içine doğduğumuz kültür, bizim için öyle normal ki, soluduğumuz hava gibi, sorgulamak aklımıza dahi gelmiyor. Otomatik olarak belli bir şekilde düşünüyoruz, hissediyoruz, davranıyoruz. Oysa kültürümüzün bize öğrettiği, hatta bazen dikte ettiği duygu, düşünce ve davranış şekillerini bilirsek, kendimizi daha iyi tanırız.

Nasıl yani?

- Ben yıllarca kurumsal düzeyde ‘kültürlerarası farkındalık eğitimleri’ verdim ve şunu gördüm: “Biz nerdeyiz, Batı nerde? Batı almış yürümüş, gitmiş kardeşim. Bizden bir halt olmaz!” gibi bir önyargımız var. Doğru değil bu! Hatta tamamen saçmalık! Ama önce neyi, neden yaptığımızın, içimizde kökleşmiş değerlerin neler olduğunun bilincinde olmamız lazım. Her toplum gibi, bizim de kendimize özgü güçlü, gelişime açık ama aynı zamanda zayıf ve bizi yavaşlatan yönlerimiz var. Bunların farkında olursak kendimizi geliştirebiliriz.

Bizim içine doğduğumuz kültürün diğer kültürlerden farkı ne?

Yazının Devamını Oku

En ağır engellilerin oynayabildiği tek spor: Boccia

19 Nisan 2019
GÖZLERİMİ yaşartıyor böyle adanmışlıklar! Şebnem Sezer, yürünmeyen yollarda yürüyen kadınlardan biri. Bence şahane bir şey yapıyor. Çok sevdiği serebral palsili yeğeni için neler yapabileceğini araştırırken, ‘boccia’ sporuyla tanışıyor. En ağır engelli grubunun dahi oynayabildiği tek spor branşı boccia. Dünyada 35 yıldır oynanıyor. Tarihi de Romalılara dayanıyor. Şebnem Sezer, önce yeğeni sebebiyle bu işe dalıyor ama sonra bu sporun engelli bireylerin hayatını nasıl değiştirdiğini görüyor. Ve onların antrenörü oluyor! Bence güneş gibi bir kadın. Daha da çok engelli bireyin hayatını aydınlatması dileğiyle... Bana “Sesimiz olur musunuz?” dedi. Seve seve. Bu röportajla başladık. Elimden ne gelirse yapmaya hazırım...

Nedir bu boccia?

Dünyada en ağır engelli grubunun oynayabildiği tek spor branşı. Engelli bireyleri aktive eden, yaşam kalitelerini arttıran ve onların topluma entegre olmalarını sağlayan bir araç. Yani sadece spor değil. Daha fazla bir şey!

Nasıl oynanıyor?

Oyuncular, topu yerdeki hedef topun yakınına itiyorlar. Topları yuvarlayabilirler, atabilirler, tekmeleyebilirler veya aşağı doğru bırakabilirler. Vuramıyorlar ya da tekme atamıyorlarsa, rampa kullanabilirler. Eğer topu elleriyle serbest bırakamıyorlarsa, yardımcı ekipman da kullanabilirler. Baş ya da el değneği gibi...

Takım sporu mu?

Çiftli veya 3’er kişilik takımlar halinde belirlenen sayıda ve sette rekabet ediyorlar. Her iki tarafın, her sette atışlar ve skorun sayımı için 6 topu oluyor. Kırmızı veya mavi. Puanlar, maç boyunca kazananı belirlemek için biriktiriliyor.

Saha boyutları peki?

12.5 metreye 6 metre. Kolay gibi görünse de oyun taktiklerden oluşuyor. Heyecanlı ve gerilimli geçiyor. 1984’te Paralimpik Oyunlar’da lanse edildi. Şu anda dünya çapında 50’den fazla ülkede oynanıyor.

Yazının Devamını Oku