Kadir Savun, Erol Taş, Turgut Özatay...
Gazeteler de en çok, Yeşilçam’ın kötü adamlarının, aslında karıncayı bile incitmeyecek kadar iyi insanlar olduğunun anlatıldığı haberleri severdi.
Zaten niye kötü olsunlar ki?
Nihayetinde iyi aktörlerdi. Kötü adamlık da sadece bir roldü. İşte bu dünya güzeli kötü adamlardan biri de Ahmet Tarık Tekçe’ydi. Hatta ilklerinden. 1920’de İstanbul’da dünyaya geldi. Büyükadalı’ydı.
Küçüklüğünden beri hem sinemaya hem de gazeteciliğe merakı vardı. Galatasaray Lisesi’ni bitirince Büyükada’da Paravan isimli bir mizah gazetesi çıkarmaya başladı. O yıllarda Büyükada’da fırın olmadığı için, adalılar ekmeği İstanbul’a gidip alabiliyordu. Tekçe de gazetesinden adada fırın açılması için mücadele verdi.
Tankın bin bir emekle yetiştirdiği karpuz ve kavunları eze eze gittiğini gören çiftçi Necdet kısa bir şaşkınlığın ardından traktörüne atladı.
Hızla ABD tankının önüne geçti, yolu kesti.
1 EKİM 1989
Önünde bir traktör gören ABD’li tankçı asker şaşkınlık içinde komutanıyla telsiz bağlantısı kurdu:
“Şu anda zor durumdayım. Traktörüyle önüme çıkan bir köylü ilerlememizi engelliyor.”
ABD’li asker ne kadar feryat figan bağırsa da Necdet Mereli, tankın burnuna dayadığı traktörünü milim oynatmıyordu. Necdet Mereli bununla da kalmadı ABD askerine fırça atmaya başladı. Haberde Türkçe kurallarına uygun şekilde yazılan bu cümlelerin Trakya şivesiyle söylendiğini hayal etmek yanlış olmaz sanırım:
ÇIKIN TARLAMDAN
“Siz ne yapıyorsunuz be kardeşim. Aylardır emek vererek yetiştirdiğim kavunlarımı ezdiniz. Tatbikatınız beni ilgilendirmez. Şu hale bakın her taraf harabeye döndü. Çıkıp gidin tarlamdan.”
“Trafiğin sıkışık olduğu saatlerde özel otolar dolmuş yapacak.”
İşadamı Enver Taviloğlu, Maçka’da yaşıyor, her gün hususi otomobili ile Eminönü’ndeki işyerine gidiyordu.
Yolda giderken otobüs ve dolmuş duraklarında bekleyen insanları görüyor, ancak yanlış anlaşılma endişesiyle onlara yolculuk yardımı yapamıyordu.
Leman Arbatlı ise Yoksullara Yardım Cemiyeti’nin kurucularındandı.
O da her gün aynı güzergahta dolmuş bekliyordu. Bu ikili beraberce bir proje geliştirdi.
29 EYLÜL 1969
OTOMOBİLLERE KUMBARA
Kore Savaşı için ilk Türk birliği bundan tam 72 yıl önce 27 Eylül günü Ankara’dan yola çıkmıştı.
Trenle İskenderun Limanı’na giden askerler, ABD gemileriyle Kore’nin Pusan kentine geçti. 28 Eylül 1950 tarihinde yayınlanan 8 sayfalık Hürriyet’in 4 sayfası büyük fotoğraflarla Türk birliğinin uğurlanışına ayrılmıştı. Bu tarihten itibaren de Hürriyet Türk askerinin mücadelesine çok geniş yer verdi.
Hikmet Feridun Es ile eşi Semiha Es, savaşı cephede neredeyse her gün Hürriyet için takip etti.
CEMAL REŞİT REY’DEN DERS
Hürriyet’in 28 Eylül 1950 tarihli sayısında fotoğrafların arasına sıkışmış bir kutu vardı.
Mehmetçik için bir Kore Marşı hazırlanmıştı. Marşın sözlerinin yer aldığı bu kutunun altında küçücük harflerle “Nazife S. Aral bestelemiştir” yazıyordu.
Ben de belgeselde olmayan bir kesiti Hürriyet arşivlerinden aktarayım istedim.
O dönemin futbol dünyasında “futbolcu kaçırmak” çok modaydı.
Takımlar, transfer etmek istedikleri oyuncuları kelimenin gerçek anlamıyla kaçırıp yeni sözleşme imzalatıyordu.
Sene 1976. Terim, Adana Demirspor’dan Galatasaray’a geleli henüz iki yıl olmuş. O yıl sözleşmesi bitiyor.
9 HAZİRAN 1976
9 Haziran günü Galatasaray ile Trabzonspor, Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Kupası için sahaya çıkacak.
TRT, “Batmayan Güneş Zeki Müren” adıyla onun belgeselini çekmişti.
O gün İzmir’deki TRT stüdyolarında bir tören düzenlendi. Müren 4 yıldır Bodrum’daki evinden çıkmamıştı. İlk kez bu tören için evinden ayrılacaktı.
Sabah saat 06.00’da kalktı. Zaten 15 gündür törenin heyecanını yaşıyordu. Giyeceği kostümlerle ilgilendi. Tek tek inceledi. Ütülerinin yapılmasını izledi.
O kadar heyecanlıydı ki, ağzına tek lokma yemek koymadı. Sadece ilaçlarını içti. Hareket saati olan 13.00’ü zor yaptı. Saat geldiğinde Bodrum’daki evinden hareket ederken, 6 yıldır yanından ayrılmayan Hüseyin ve Fatoş Bıçakçı çiftine döndü, “Hakkınızı helal edin” dedi.
Hiç mola vermeden İzmir Kültürpark’a gitti.
İzmir’e vardığında saat 16.30, makyajı tamamlandığında 20.00’ydi.
Yelkenliyle İstanbul Kalamış’tan denize açılan Faruk Tuncer ve Alper Eralp, yaklaşık 4 kulaç yani 7 metre derinlikte beyaz bir cismin parladığını fark etti. Şu notu düşmeden edemeyeceğim.
Demek ki o yıllarda İstanbul’da deniz o kadar temizdi ki, 7 metre derinlikte parlayan bir cisim dikkat çekiyordu.
Meraklı gençler hemen paletlerini ayaklarına takıp denize daldılar.
Faruk Tuncer’in, “Aslında iş olsun diye dalmıştık” diye anlattığı hadise, enteresan bir gizeme kapı aralamıştı.
24 EYLÜL 1964
TAŞ DOLU TORBA
Ama seneler evvel en meşhur haber stillerinden biriydi.
Ünlü kadınlara “Eğer erkek olsaydınız hangi mesleği seçerdiniz?” sorusu yöneltilirdi.
Çünkü o tarihlerde kadınlar öyle kafalarına esen mesleği seçemiyordu.
Oysa bugün kadınların bir mesleği seçmesi için erkek olması gerekmiyor. İstedikleri mesleğin sahibi olabilirler.
İşte şimdi anlatacağım haber de 1972 senesinden.
Ajda Pekkan
Hürriyet o meşhur haberi yapmış, tam sayfa açtığı haberin başlığını da