Bugün bizim ülkeden baktığımızda gördüğümüz manzara;
Türkiye Liginde iddiası kalmamış, Avrupa’dan elenmiş, sürekli antrenör değiştiren, başkanı ve ona kupalar kazandıran değerli oyuncuları ıslıklanan, borç içinde bir Galatasaray var…
Bu Aslan’ın bize gösterilen yüzü(!)
Bu yaralı Aslan’ın ne olduğuna, bir de biz bakalım;
Biiir;
Kadın Voleybol takımı, Avrupa Kupasında finalde…
Alman takımını iki maçta da set vermeden elediler ve finale çıktılar…
Finaldeki rakipleri Rus Dinamo Krasnodar…
Siyah Çoraplılar, Final Four’a gidiyor…
Avrupa’nın en iyi dört takımı ile final oynayacaklar…
Kimden bahsediyorum?
-------- Ne bileyim ben, “hepsinden” diyelim…
-------- İsterseniz, “4 ayrı branşta, 4 Sarı Lacivert takım” diyelim…
-------- Veya “Başkanı Metris’de bir yıl yatan kulübün takımları” diyelim…
-------- Ya da biraz tarih dönelim;
1900 lü yıllarda Müslüman Türklere ayak topunun yasak olduğu, bizim delikanlıların meşin yuvarlak peşinde koşan, İngilizleri, Rum ve Ermenileri gıpta ile izlediği, kıskandığı yıllara dönelim…
Bir babaya verilebilecek en güzel hediyeyi vermiş…
Tüm babalar adına tebrik ediyorum…
Aslında hediye, yalnızca Yalçın Granit’ e değil, basketbol severlere...
Babasının yaşamını yazarken, Türk Basketbolunun hikâyesi kaleme almış… Tarihe not düşmüş…
Teşekkürüm, örnek olması dileği ile bir basketbol sever olarak Ali’ ye…
***
Okuduğunuzda; Bu kitaba başka bir isim konamayacağınızı anlayacaksınız…
Basan, koşan, mücadele eden, rakibe aman vermeyen bir takım oldu.
“Sert” bir takım oldu Fenerbahçe…
Ben, severim, “sert” takımları…
“Sert” takım ne demektir?
Uzun konudur, anlatırım bir başka zaman, ya da ben anlatmayayım;
Bakın eski Efes’ e, ya da bugünkü Fenerbahçe Ülker’e…
Duruyorlar orada…
“Sert” deyince;
Fenerbahçe ilk yarıyı, 9 sayı geride bitirdi...
Sadece 25 sayı atabildi…
Devre arasında çıktığımızda; kimse kaybedeceğine inanmıyordu(!)
12 bin kişi hiç endişe duymadan, kahvesini içmeye gitti…
Sohbetler yapıldı, kahkahalar atıldı…
Hepimiz biliyorduk ki;
Obradovic, vidaları sıkacak, takım dizleri üzerine çökecek ve o sahayı Kızılyıldız’a dar edecek!
“Onu atın, bunu kovun” yazısı hiç yazmam… Çünkü yanlış olduğuna inanırım…
Tam dört ay önce;
“Anahtarı, Heurtel’den alın, fabrikayı batıracak!” dedim…
Heurtel gibilerle bir maç kazanılır, şampiyonluk kazanılmaz!
Onların takımları kazanmaz, kendileri kazanır!
İsterseniz dönün, Heurtel’in oynadığı dünkü Laboral’e bakın;
Bir de ölüm gurubunun sürpriz takımı, bugünkü Heurtel’siz, Labarol’e bakın!
O dönemde de, o takımın en parlak oyuncusu gibi gözüküyordu… Ancak ışığı, takımı söndürüyordu(!)
Açık söyleyelim, Vitor Pereria’yı da pek sevmedik biz…
Oysaki top ile oynanan sporlarda “savunma” hücumun başlangıcıdır…
Ülke olarak, savunmayı sevmeyiz… Savunma yapana da, iyi göz ile bakmayız(!)
Oysaki
Önemini, Aydın Örs anlatmıştı…
Obradovic ile öğreniyoruz…
Pereria’yı sevmedik ama o bize yavaş yavaş anlatıyor kendini…
Hatırlayın, hep birlikte söylediğimiz türküleri;
Fenerbahçe şampiyon oldu. Darüşşafaka takım oldu…
Basketbol severler, basketbola doydu…
Kupa, TRT’nin oldu(!)
***
Son çeyrekte iki takımda potayı göremedi. Çok sert savunmaları ancak keskin nişancılar aştı.
Darüşşafaka'dan Markoishvili, Fenerbahçe’den Bogdanoviç potayı görmeden atıyorlardı. Son atışı yapmak Bogdanoviç’e nasip oldu… Fenerbahçe kupayı kazandı…
Ancak biz göremedik(!)
***