Paylaş
Bir babaya verilebilecek en güzel hediyeyi vermiş…
Tüm babalar adına tebrik ediyorum…
Aslında hediye, yalnızca Yalçın Granit’ e değil, basketbol severlere...
Babasının yaşamını yazarken, Türk Basketbolunun hikâyesi kaleme almış… Tarihe not düşmüş…
Teşekkürüm, örnek olması dileği ile bir basketbol sever olarak Ali’ ye…
***
Okuduğunuzda; Bu kitaba başka bir isim konamayacağınızı anlayacaksınız…
Ali, “Türk basketboluna adanan” bir ömrü anlatmış…
Yalçın Granit, 25 yaşında aktif spor hayatını bitirmiş…
Oynamaktan çok öğreterek daha yaralı olacağına inandığı için…
Parçası olduğu; “Yenilmez Armadanın” (Galatasaray basketbol takımı) zaferleri, onu hiç tatmin etmemiş…
Tek başına koşulan bir yarışın, ülkeye bir yararının olmayacağını düşünmüş;
Yetiştiği okul Darüşşafaka ve İstanbul Teknik Üniversitesini, rekabetin içine sokmuş…
Yetenekli bir basketbolcu yakaladığında bahçe duvarlarından atlayarak O’nu çalıştırmaya gitmiş…
Kafasını sürekli;
“Türk basketbolunu nasıl geliştiririm?”
“Basketbolu ülkede nasıl birinci spor yaparım?”
Sorularına cevap aramaya yormuş…
Kimi zaman, rekabetin gelişmesini sağlamış…
Kimi zaman, müessese kulüplerini yatırıma ikna etmiş…
Kimi zaman, siyasi liderlerden yardım istemiş…
İlgiyi arttırabilmek için kendini ortaya attığı da çok olmuş…
***
Örneğin;
1971 yılında Akdeniz Olimpiyatlarında Granit ’in başında olduğu Milli takımımız gümüş madalya aldığında tüm ülkenin ilgi odağı olmuştu…
Granit, bu ilginin birkaç gün süreceğini, iki gün sonra gazetelerde tek bir satır yazı bile çıkmayacağını çok iyi biliyordu…
Turnuva başlamadan Spor bakanı ile görüşmeler yapmış kalıcı çözümler konusunda başarılı olamamıştı…
Dönemin federasyon başkanı Osman Solakoğlu’na gitti;
“Zafer sonunda birlikte istifa edelim” dedi…
Amacı, ülke çapında ses çıkarmak, bu başarının sonunda salonlar yaptırarak, başarıyı kalıcı hale dönüştürebilmekti…
Solakoğlu kabul etmeyince kendi istifa etti ama sesi umduğu gibi çıkmadı…
Granit elbette yılmadı…
***
Granit ’in hedeflerini okudukça bugün ne kadar sığ denizlerde yüzdüğümüzü düşünüyorum…
Koskocaman kulüp yönetim kurullarının hedefi; “Sadece ezeli rakibini yenmek(!)”
Anlı şanlı antrenörlerimizin hedefi; Büyük bir takıma kapağı atmak(!)
En baba sporcumuzun hedefi; uzun dönemli bir kontrat yapmak(!)
“Adamın” hayattaki tek hedefi ise Türk Basketbolunu geliştirmek…
***
Anladım ki;
Bugün burada isek bu tek tek adamlar sayesinde,
Samim Gönençlerin, Granitlerin, Rüştü Yücelerin, Armağan Asenaların sayesinde…
Kendinden çok ülkeyi düşünen adamların sayesinde…
Bir de anladım ki;
Devletin, gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin, sporun gelişmesine, bir adım faydası olmamış(!)
Bizim Türkiye Cumhuriyetimizin, gençlerimize yönelik uzun vadeli bir spor politikası hiç olmamış(!)
***
Bugün biraz daha ilgili bir gibi gözüken bir hükümet var başımızda;
“Biz yapıyoruz” diye anlatıyorlar(?)
Yaptıkları, ne biliyor musunuz arkadaşlar?
Stadyum diye beton yapıyorlar, içindeki yeşil sahayı yaşam tarzlarına uygun olarak, beceremiyorlar…
Bunun insan için olduğun ise hiç farkında değiller…
Boş beton yığınlarına, “spor yatırımı” diyorlar…
***
En güzeli ben size kitaptan ilginç bir hikâye daha anlatayım;
Sonrasında, kitabı alın ve okuyun!
Hikâye basketbol değil hayatın her alanına ilişkin…
Üniversite sınavına giren çocuklar, müdür olamayan şefler, kısa boylu basketbolcu adayları;
Hepimiz içi bir hayat dersi bu...
Başaramayıp bahane bulan hepimize;
***
“Yalçın sadece sayı krallıklarını domine etmiyordu.1946’dan itibaren düzenlenmeye başlanan ve en az bugünkü All-Star maçları kadar ilgi çeken serbest atış yarışmalarında da Yalçın, rakip tanımıyordu. Her yıl ligin en iyi şutörleri bu yarışmaya katılır ve üst üste altmışar serbest atış kullanırlardı. Kazanmak için iyi bir şut stili kadar parmak hassasiyeti ve kas hafızası da önemliydi.
1953’te yakaladığı 58 isabetle şampiyona rekorunu ele geçiren Yalçın’ın bu yarışmadaki hâkimiyetine son verense sürpriz bir isim olacaktı.
O yıllarda önemli karşılaşmalara ev sahipliği yapan İTÜ Salonu’nun müstahdemi Halil Arslan, sabah erkenden gelip temizliğini ve bakımını yaptığı salonda işi bitince seyrettiği oyunculara öykünerek şut çalışmaları yapıyordu. Şutlarını göbekten çıkarsa da isabet yüzdesini günden güne artıran Halil, sonunda cesaretini toplayıp kendine bir ferdi lisans çıkardı ve serbest atış yarışmasına başvurdu.
***
“Benim en büyük yeteneklerimden biri şutlarımdı, o günlerde yapılan faul yarışmalarını da ekseriyetle ben kazanıyordum,” diye anlatıyor Yalçın Granit.
“Fakat bir gün karşıma bir salon görevlisi çıktı ve bu gidişata son verdi. Antrenmanlarda seken topları toplayıp bana geri veren o adam, meğerse ben gittikten sonra aynı ciddiyetle kendi başına serbest atış çalışırmış. Yarışmada bir baktım ki benden çok atıyor. Bu, şut meselesinin yetenekten çok tekrarla ilgili olduğunun kanıtıdır.
Salondan en son çıkan o olduğu, en çok o çalıştığı için yarışmayı da o kazanıyordu. Basketbol hayatımızı onu yenemeden noktaladık.”
Paylaş