Altan Tanrıkulu

Ayıp!

13 Kasım 2010
ŞANSAL Büyüka’nın odasında Türkiye’de oynanan sert futbol tartışılırken, F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım, Sinan Engin’e döndü ve “Alex’e ‘Koşmuyor’ diyorlar. Söyle Sinan! Guti, Alex kadar koşuyor mu!” diyerek çok tartışılacak bir soru ortaya attı. Sohbetin ortasında içeri girdim...

Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın Lig TV’de yaptığı gündem belirleyen konuşmasından önce sevgili Şansal Büyüka’nın odasında Kadir Kardaş, Sinan Engin, Şekip Mosturoğlu, Mehmet Sümer ve Altan Tanrıkulu, Alex’i tartışıyorlardı. Başkan biraz gergindi. Alex’e karşı olan Tanrıkulu’ya “Yanlış kamuoyu oluşturuyorsun” diye sitem ediyordu.
Sinan Engin ise ayakta konuşan, futbolcusunu savunan Başkan’a hayran hayran bakıyordu. Başkan, şöyle dedi: “Alex’e kötü söz söyletmem. Fenerbahçe için çok büyük değer. O gitse, onun yerine bir Alex bulabilecek miyiz?”
* * *
Yukarıdaki paragrafı Alaettin Metin, Akşam’da yazmış. Benim başkana söylediklerimle ilgili tek kelime etmemiş. Ve beni Alex’e karşı olarak tanımlamış. Alaettin Abi senin gazetecilik anlayışınla benim gazetecilik anlayışlarımız zaten çok örtüşmüyor. Kusura bakma. Konuşmadan cımbızla çekip bu şekilde alıntılar yapman çok ayıp.
Yıldırım’a katılıyorum
Sayın Yıldırım’ın bana söyledikleri doğru. Özellikle Alex gibi değerlere
sahip çıkılması gerektiğine de katılıyorum. Ben ona, “Aziz Bey Alex’i çok seviyorum. Fenerbahçe tarihinin en başarılı yabancısı. Ona nikah şahidim

Yazının Devamını Oku

Gerçeklerle yüzleşme zamanı

10 Kasım 2010
Federasyon, kulüpler, MHK, medya ve diğer tüm birimler açısından yeniden yapılanma, doğruyla-yanlışı ayırma, çağı yakalama sezonu bu sezon..

TÜRK futbolu belki de en önemli sezonlarından birini yaşıyor.. Federasyon, kulüpler, MHK, medya ve diğer tüm birimler açısından yeniden yapılanma, doğruyla-yanlışı ayırma, çağı yakalama sezonu bu sezon.. Bu süreci iyi değerlendirip radikal kararlar alanların ayakta kalacağı, bilime, hıza, akla, çalışma kuralallarına, spor etiğine aykırı hareket etmeye çalışanların ayıklanacağı bir zaman dilimindeyiz.. Lig bazıları için güzel, bazıları için sıkıntılı kuşkusuz.. Oynanan futbolun kalitesi zaman zaman Premier Lig seviyesine çıkıyor, zaman zaman Faroe Adaları seviyesine iniyor.. Bu inişler-çıkışlar da bizi “dengesiz” yapıyor..  Başta bu işin sanatçısı olan futbolcuların, ardından onları hazırlayan ve sahaya yerleştiren teknik adamların, arkalarındaki yöneticilerin, futbolun olmazsa olmazı hakemlerin, Federasyon’un tüm kurallarının çok dikkat etmesi gereken bazı standartlar var.. Şimdi o gerçeklerle yüzleşme ve önlem alma zamanı, hem de hiç vakit geçirmeden.. Neler mi bu gerçekler, sıralayalım..

İşte yapmadıklarımız

- Türk futbol piyasasında inanılmaz para dönüyor. Yerli oyuncular ülke performansının çok üzerinde kazanıyor. Menajerler sözleşmesi bitecek futbolcuyu bir sezondan önce etkilemeye başlıyor. Diğer kulüplere pazarlamaya çalışıyor veya kulübünden sürekli zam istetiyor.. Parayı alan futbolcuların çoğu özel yaşamına dikkat etmiyor.. Çoğu yıldız adayı kaybolup gidiyor..
- Alt yapıların çoğunda adamcılık var.. İşini çok iyi yapan, alt yapıda devrim yapacak, dünyayı takip eden genç isimler kulüplerden uzak tutuluyor.. “Benim adamım” mantığıyla, ses çıkarmayan ve eğitici özelliği zayıf kişiler bu noktalara yerleştiriliyor.
- Hakemlerimiz sakatlığa yol açıcı faullerde belli stantart içinde değil. Medyaya ve kulüplere göre yönelim içine giriyorlar.
- Zeminlerin çoğu berbat. Federasyon’un maç oynatmaması gereken sahalar var.
- Medya genç, devrimci ve geleceği olan isimleri bile ilk günden yok etme anlayışında. Güneş, Sağlam,  Kocaman, Çetin, Korkmaz, Hagi örneklerindeki gibi. Gazetecilerin çoğu maça gitmeden yazı yazıyor. Kulüpler medyaya soğuk davranıyor.

Yazının Devamını Oku

Futbol & Soccer!

9 Kasım 2010
KADIKÖY’den motorla geçtim Eminönü’ne. Biraz fotoğraf çektim, biraz yürüdüm. Tramvayla Kabataş’a gittim daha sonra.

Dolmabahçe’de çay içip  Boğaz’ı seyrettim. Mustafa Kemal’i düşündüm bir süre. Bu ülkeye bağımsızlığını kazandırmak için şehit olanları andım. Ve stada girdim. 2.5 saatlik trafik keşmekeşi yerine deniz havası insanı daha pozitif düşünmeye itiyor. Güzel bir havada, dolu tribünler önünde, gollü ve keyifli bir maç izleyeceğimi düşünüyordum. Takımlar sahaya çıkarken Quaresma’ya yapılan tezahürat, Schuster’e verilen destek, bir anda Iverson çılgınlığına dönüş. NBA starı şaşkın bakışlarla selamladı ismini haykıran seyirciyi. Ve kendisine oldukça yabancı oyunu, “soccer”ı seyretmeye koyuldu.
Aslında Beşiktaş sezon başındaki güzel futboldan uzaktı ve sanki “soccer” oynuyordu. ABD profesyonel ligine giden 30 yaş üstü futbolcular topluluğu gibiydi siyah-beyazlılar. Aralarında bir yıldız hemen fark ediliyordu. Adanaspor’dan gelen Ersan şu anda Türkiye’nin en modern savunma oyuncusu olduğunu kanıtlayan kesicilik özelliklerini gösterdi. Bir de Quaresma’ya nazire, Iverson’a selam için Messi hareketi yaptı.
İkinci yarının başında Schuster 4 oyuncu birden değiştirdi. Olmaz demeyin hemen. Porto, Barcelona, Chelsea, Inter de forma giymiş Q7’nin girişi seyirciyi bir an her şeyi değiştirecek havasına soktu. Ama bu değişiklik Beşiktaş’ın savunma anlamında daha büyük risk almasına neden olmuştu. Ligdeki ortalama hızın üzerine çıkan ama son hareketleri yapamayan Dimitrov’un taşıdığı toplar milimetrik ofsaytlara takılıyor, Rüştü sürekli savunmasını uyarıyordu.
Sportif direktör şart
Guti ve Quaresma’sız çok kan kaybeden Beşiktaş bu iki futbolcu varken de bir türlü oyun üstünlüğünü ele alamadı, 2 puanlı Kasımpaşa’ya gol atamadı. Bu iki futbolcunun fiziki güçsüzlüğü açıkça gözüküyordu. Buradan ötesi çok önemli değil benim için. Beklenmedik anlarda gelen iki gol ve kaybedilen iki puan. Trabzon’daki maçtan sonra Sergen’i dinledim.
“Aurelio 2 metrede oynuyor, birçok oyuncu gereksiz milyon Euro’lar alıyor”  dedi. Hastalık belli, durum kritik. Mersin maçı, dünkü maç. Beşiktaş eski görüntüsüne kavuşmak için tek bir futbolcunun 4 kişilik oynamasını beklemekten kurtulmalı. Her şeyden önce saha içinde soğukkanlı olmalı.

BEĞENDİM

Sonuncu Kasımpaşa’nın kazanmak adına yaptıklarını.

Yazının Devamını Oku

Alex kazandırdı

7 Kasım 2010
BÜYÜK takımların en zor anları, ani git gellerin yaşandığı maçlardır. Herşey çok iyi giderken yediğiniz bir gol, yapılan bir penaltı, görülen bir kart bütün hesapları alt üst edebilir. O anda saha içinde ne kadar lider karakterli oyuncu varsa teknik adam o kadar geleceğe umutla bakar. Yoksa takım dağılıp gider.

Lugano lider karakterli, kırmızı kart gördü. Emre lider karakterli sakatlanıp çıktı. Niang lider karakterli zaten sakattı. Yobo lider karakterli, bir türlü Bilica’yla anlaşamadı. Geriye üç önemli isim kaldı. Semih, Gökhan ve Alex. Semih kritik dakikada attığı gollerle rakibin direncini kırdı. Gökhan golü ve asisti dışında inanılmaz bir enerjiyle oynadı. Şu anda pozisyonunda dünyada en iyi 10 arasına girer. Ve Alex... İki maçtır takımın en iyilerinden. İki ve dördüncü gollerde getirdiği toplar maçı Fenerbahçe’ye kazandırdı. Alex özellikle savunması zayıf ve kolay çözülen takımlara karşı rahat oynuyor, boş alan bulunca da Fenerbahçe için önemli bir güç haline geliyor.
Hiddink’in dikkatine
Dikkat edin, dün sahanın en iyilerini sayarken Semih ve Alex’ten bahsettik. Bu ikili mükemmel anlaşıyor. Ama ikisi de Niang, Dia, Stoch kadar hızlı değiller. Bu yüzden de Fenerbahçe ne kadar iyi pas yaparsa yapsın, öne geçtiği birçok maçta puan kaybedebilir. Geçen yılki Trabzon maçları, Bursa maçı, bu sezonki Beşiktaş ve Bursa maçlarında olduğu gibi. Çünkü Fenerbahçe, Alex ve Semih’le oynadığı zaman kontra yapan bir takım değil. Tarihin en güçlü kadrolarından birine sahip ama Emenike tarzı rakibi delip geçecek bir yedeği yok. Devre arasında bu açık kapatılır, tüm oyuncular sağlıklı hale gelirse Fenerbahçe daha da iyi hale gelir.
Bir parantez de Hiddink için. Sanırım Caner ve Mehmet Topuz’un form durumlarını takip ediyordur. Bu formlarıyla milli formayı hak ediyor iki oyuncu da.
Eskişehirspor tıpkı Ersen Martin’li Kasımpaşa gibi Batuhan’lı bir oyun sisteminin zorluklarını yaşıyor. Batuhan’la bu tür maçları kazanmak için mutlaka hızlı ikinci bir forvete gerek var. Ama bizim teknik adamlarımız oyuncu yapısı ne olursa olsun 4-2-3-1’in peşine takılıp gittikleri için bu tür esnekliklere de fazla rastlayamıyoruz.

BEĞENDiM

Alex’in takımın ihtiyacı olduğu andaki üst düzey performansını.

BEĞENMEDiM

Yazının Devamını Oku

O golü atmak

3 Kasım 2010
MORALİM bozulmuştu.. Konuşmak için yanına gittim.. “Son 3 sezonda 90’a yakın gol attım. Ama siz beni stopere çekme kararı aldınız.

Bunun nedenini öğrenebilir miyim?” dedim.. Bana, “Burada kararları ben veririm” ifadesini kullandı.. O an Toshack’a çok kızmıştım. Ama teknik direktörlüğe başlarken aldığım en büyük ders buydu aslında.. Bazen hocanızın kararları sizi mutlu etmiyor ama uymak zorundasınız. Profesyonelliğin anlamı da burada gizli..
Haziran ayın Bursaspor’un şampiyonluğu ile ilgili konuşmuştum Ertuğrul Sağlam’la.. Başarının ardında yatan disiplin faktörünü örneklemek için bu anektodu anlatmıştı Sağlam..
Rotasyon, artık çok kullandığımız bir kelime oldu.. Bazen rotasyonu yapanları göklere çıkartıyoruz, bazen takımı bozmayanları.. İşin aslı, topun çizgiyi geçip geçmemesinde saklı aslında.. Bakınız Sir Alex Ferguson’a.. Dünya futbolunda istikrarın simgesi.. 24 yıldır takımın başında.. O Manchester’la anlaştığında internet yoktu örneğin.. Ülkelerin çoğunun adı farklı, dünya dengeleri değişikti. Ama Ferguson için istikrar sadece formda futbolcular için kullanılan bir kelime.. C.Ronaldo’yu da yedek oturtmuştu, Tevez’i de.. Rooney ve Berbatov da rotasyona takılıyor.. Lig TV’den Can İpekçi’yle maçtan önce sistemler konusunda sohbet ediyorduk.. O söyledi.. Ferguson son 138 maçına farklı kadroyla çıkmış..
Son vuruş zaafı
İnanılmaz bir istikrasızlıktan çıkan inanılmaz istikrarlı bir yapı.. Tam bir futbol paradoksu. Bursa muhteşem bir futbol kenti.. Şampiyonlar Ligi’nde ilk galibiyet dün gelebilirdi.. Olmadı.. Fletcher’ın attığı golün çok daha kolayını Turgay atamadı.. Son vuruş zaafımız maalesef devam ediyor..
Ve ligler arası fark, futbol anlayışlarımız.. Türkiye’de teknik adamlar her futbolcusunun hem savunmada, hem hücumda sürekli koşuşturmasını istiyor. Çünkü büyük baskı altındalar. Modern futbolun bu olduğu düşüncesindeler.. Oysa Manchester gibi takımların ana hedefi topu koşturmak.. Herkesin bir alanı var ve alanını savunuyor.. Kapanan takımları açmak için sürekli ayağa pas yapıyorlar, asla gelişigüzel uzn top oynamıyorlar.  Çok gerekli olmadığı sürece savunma kanatlarının ikisi birden hücuma kalkmıyor.. Hücumcular topyekün savunmaya gelmiyor.. Rahatlık beyinlerde başlayıp çimlere iniyor.. Biz koşuştururken onlar oynuyor.. Biz sürekli, “Neden Avrupa’da yokuz” diye yakınıyoruz.. Onlar her hafta zaten Avrupa’da oynuyorlar..

BEĞENDİM

Taraftarın son 20 dakikada İngilizleri bile hayran bırakan muhteşem tribün şovunu.

Yazının Devamını Oku

Derslik maç

30 Ekim 2010
HER ligin bir karakteri var. Premier Lig’de yan topları etkili kullanmak önemlidir.

La Liga, Barça ve Real’in kadrosuna göre ofansif bir yapı ister.. İtalya’da, kazanmak için her yol mübahtır. Bundesliga, fizik gücü, tempo ve uzaktan şut üzerine kuruludur.. Hollanda 3 gol üstü ligidir. Brezilya ve Arjantin menajer cennetidir. Türkiye Ligi ise istikrarsızlığın sembolüdür.. Bir hafta iyi oynayan futbolcunun bir sonraki hafta ne yapacağını kestiremezsiniz. Her takım her takımı yenebilir.. Eksik, fazla fark etmez.. maçların çoğu rus ruleti şeklinde oynanır..
Alex iyi oynadı
Ertuğrul Sağlam iki yıldır bu görüntünün dışına taşma çabasındaydı. ama dün kendini tekzip eden bir onbir sürdü Fenerbahçe’nin karşısına.. Hazır olmayan Ali’yi formda Stoch’la, sakat Volkan’ı çabuk Gökhan’la eşleştirdi.. Aykut Kocaman derbiden çıkardığı dersle Bursa’ya güçlü bir orta sahayla gitti. Topa sahip olmak istedi.. Alex sezonun en iyi oyununu oynadı.
Dengeler değişti
İkinci yarıda dengeler değişti. Sürekli duran top kullanan Bursa, Lugano’suz rakibi karşısında istediği golü buldu.. Fenerbahçe bu kadar istekli başladığı, pozisyon bulduğu, öne geçtiği maçı kazanamayarak önemli bir avantaj kaybetti. Ama ligin en oturmuş takımı karşısında deplasmanda sergildiği futbolla umut verdi.

BEĞENDİM

Emre, Alex ve Sercan’ın etkili oyunlarını.

BEĞENMEDİM

Yazının Devamını Oku

Devrimci güvenilir ama tecrübesiz

29 Ekim 2010
Hem Avrupa Kupaları’nda, hem ligde önemli maçlarda galibiyet alamadı. Kendisi de, “Bizim işimiz kritik kararlar almak. Bu kararlarımızda hatalar da olabiliyor” diyerek özeleştiri yaptı.

FENERBAHÇE Yönetimi geçen yıl önemli bir karar aldı. Sportif direktörlüğe Aykut Kocaman getirildi. Takım iyi giderken ismi fazla öne çıkmayan Kocaman, kötü günlerde daha çok konuşuldu. Bu yüzden Daum’un ayrılışından sonra camia Kocaman konusunda bir tereddüt yaşadı. Zamanla bu tereddüt yerini güvene bırakmaya başladı. Aykut Kocaman hem Fenerbahçe camiasının çok sevdiği, hem de inandığı bir isim olarak göreve başladı. Kocaman bugüne kadar yaptığı önemli icraatlarla “devrimci” yanını ortaya koydu, F.Bahçe’nin yarınları adına taraftara önemli mesajlar verdi.
Takımda artık kronik sorun haline gelen Brezilyalılar’ın sayısını yavaş yavaş azalttı. Daha fazla mücadele eden bir takım oluşturmaya başladı. Uzun yıllar sonra alt yapıdan gelen isimlere A Takım yolunu açtı. Yobo, Niang, Dia, Stoch, Caner transferlerini bizzat kendisi istedi. Çok eleştirilmesine karşın takımın Alex’e bağlı kalmaması için çeşitli alternatifler üretmeye çalıştı. Takım 9 haftada 24 gol atarak son yılların en ofansif görüntüsünü sergiledi.

Gençlere şans tanıdı

Aykut Kocaman özellikle Konyaspor maçından sonra oynanan futbolla alkışlanan bir takım oluşturdu. Emre’nin daha ofansif oynaması, Mehmet’in yıldızlaşması, Stoch, Dia gibi oyuncuların kanattaki etkisi F.Bahçe’nin artılarıydı. Yobo savunmayı toparlarken Caner de yavaş yavaş form tutmaya başladı. Bazı maçlarda gençleri kadroya alan Kocaman, son üç karşılaşmada Kazım’a da şans tanıyarak adaletli olduğunu gösterdi. Baroni, Bilica gibi çok formsuz oyuncuları dinlendirdi.

Transferler geç yapıldı

Kocaman’ın en çok eleştirildiği nokta, hem Avrupa Kupaları’nda, hem ligde önemli maçlarda galibiyet alamaması. Avrupa’daki 4 maçın ardından ligde de bu tablonun devam etmesi Kocaman’ın tecrübesizlik nedeniyle bazı hatalar yaptığını gözler önüne serdi. Kendisi de, “Bizim işimiz kritik kararlar almak. Bu kararlarımızda hatalar da olabiliyor” diyerek özeleştiri yapıyordu. Kocaman’ın Avrupa Kupaları öncesi geç yapılan transferler ve sakatlıklar nedeniyle istediği takımı tam olarak hazırlayamaması da hanesine bir eksi yazılmasına neden oldu.
Özellikle ilk 6 haftada savunmanın oturmaması ve çok gol yenmesi de kaybedilen puanlarda önemli etken oldu. Kocaman’ın sezon öncesi Almanya’da oynanan G.Saray derbisinde 10 kişiyle aldığı galibiyet, gelecek için bir umut mesajı. Genç teknik adamın tüm  kredilerini iyi kullanıp bu sezon takımı şampiyonluğa ulaştırması bekleniyor. Hedef belli, rakipler zorlu, problemler büyük.. Bakalım sezon Fenerbahçe için bu kez mutlu sonla bitecek mi?

Psikolojik faktörler

Yazının Devamını Oku

Ben istifa ederim, ya sen!

29 Ekim 2010
ERMAN Abi dün köşende beni “köşeye” sıkıştırmışsın.. “Altan kardeşim bir yazı kaleme aldı. Arda’nın ağlayarak televizyon kameralarına verdiği o meşhur şerefli beyanattan hemen sonra. Çünkü Arda’nın bu konuşmasıyla birlikte pazar günü Telegol’e kadar herkes ateş etti. Sonra ne oldu? O ateş edenler silahlarını nerelerine koydular merak ediyorum. Herhalde tesadüftür, Altan kardeşimin yazısı da o günlere denk geldi. Yazının içeriğinde ben varım, Hıncal Uluç var, Ahmet Çakar var. Altan kardeşim, tamam her şey iyi güzel de sen bu yazıyı yazmadan sadece iki ya da üç ay önce bana bizzat telefon açıp, “Erman Abi, filanca televizyona gidip program yapacakmışsın. Beni de yanında götür” demedin mi? Ne o yazıyı yazacaksın, yazıyorsan da bana telefon etmeyecektin. Ya da telefon ettiğinde öyle bir yazı yazma hakkın olmayacaktı. Tamam mı Altan kardeşim. Gözlerinden öperim” demişsin..
İki şahit var
Erman Abi daha önce spor müdürlüğünü yaptığım bir kanalın üst düzey yöneticisiyle mayıs ayında buluştum. O kanal bana, “Hem Dünya Kupası için hem de daha sonrası için bir projemiz var. Erman Toroğlu ile çalışır mısın? Değişik bir ikili olursunuz” diye teklif yaptı. “Olur” dedim.. Seni tanıdığım için bazı konularda konuşmamı istediler. Ben de seni aradım, üç kez.. “Buluşalım” dedim. Ama sesin “sağlıklı” gelmediği için iki kez buluşmayı iptal ettim. Daha sonra kanal o projenin askıya alındığını söyledi. Onlarla tekrar buluştum. Bana eski görevime geri dönüp dönmeyeceğim konusundaki fikrimi sordular. Artık yöneticilik yapmak istediğimi söyledim. İlerleyen günlerde de spor programı konusunda adım atmadıkları için olay kapandı. Bu konuda da olayların tamamını yaşayan o kişiyi şahit gösterebilirim. Hatta seninle konuşmadan önce, bu konuları mesleğimdeki en saygın isimle de paylaşıp fikirlerini aldım. Daha sonra seninle yaptığın konuşmada, “Olsun Altan, 3-4 kanal daha var teklif yapan” dedin. Olay kapandı.
“Beni de götür” demedim
Teknoloji çok ilerledi. 5..41099.. nolu telefonumla yapılan tüm konuşmalara savcılık izniyle ulaşacağım. Sana asla ve asla “Beni de yanında götür” demedim. Bunu söyleyen şerefsizdir ve kanıtladığın an Hürriyet’ten istifa ederim. Peki ben bunun tersini kanıtladığım, konuşmaların tam metnini alıp tarihini verdiğim zaman, bana; daha senin haberin bile yokken o teklifi yapan kişiyi mahkemede şahit gösterdiğimde sen istifa edecek misin? Aynı kurumda çalıştığımız için sadece bu “yalan” ifadenle ilgili yazıyorum.. Allah yolunu açık etsin..
Yazının Devamını Oku