Altan Tanrıkulu

Hakkıyla

30 Kasım 2010
FERİBOTLAR çalışmıyor, arabalı vapur seferleri kısmen iptal, çatılar uçuyor, rüzgar maç başlamadan maçın önüne geçmiş durumda. Türkiye’nin en iyi zemininde ama top kontrolünün neredeyse imkansız olduğu bir ortamda oynanıyor maç. Ortalar auta gidiyor, paslar kısa kalıyor, şutlar kaleyi bulmuyor. Zaten skoru getiren oyuncuları sakat olan Kayserispor iyice içeri gömülüp tek puan için oynayınca maç da kilitleniyor. Svensson gibi kalitesi yüksek olmayan bir oyuncuyla 70 dakika kaybeden Bursaspor, Batalla’nın etkili oyununa karşın bir türlü gole gidemiyor. İlk golü bulduğu maçları genelde kazanan ve çok zor gol yiyen yeşil beyazlılar ligin en az gol yiyen rakiplerini bir türlü bozmadılar.

Önemli unsur gol

Selim Teber gibi çok zeki bir oyun kurucuyla oynayan Şota’nın öğrencileri 81. dakikada üç puanı getirecek fırsatı yakaladılar. Moritz’in yerine Cangele, Zaleyata gibi bitirici isimler olsa Bursaspor ummadığı bir yenilgi daha alabilirdi. Futbolda en önemli unsur gol. Golü atacak isimlere sahip olmak çok önemli. Insua futbol hayatı boyunca tam 20 milyon dolara yakın servet edinmiş. Hep önemli transferler yapmış. Bursa’daki Manchester maçının ilk yarısında çok etkiliydi. Dün de iki net fırsat kaçırmasına karşın çok şık bir gol vuruşu yaptı.

Sercan Yıldırım’ın aklı

74. dakikada oyuna girip tüm dengeleri alt üst eden Sercan bu ligin üstünde yeteneklere sahip. Ama futbolla yatıp futbolla uyanmıyor. Aklı futbolda olsa onu izlemeye dün geceki gibi Lille’in menajerleri değil, dünyanın en ünlü kulüplerinin scoutları gelirdi.

Insua ve Sercan attı golleri. Ama maçın yıldızı Batalla’ydı. Yanılmıyorsam yıllık 400 bin Euro civarında bir para alıyormuş. İstanbul’un geçen sezon neden teslim olduğunu, bu sezon neden bu kadar bocaladıklarını şimdi anlıyor musunuz? Futbolu para için oynayabilirsiniz. Hedefiniz büyük olabilir. Çok da yetenekli olabilirsiniz. Ama çalışmazsanız sizi ne top sever ne de direkler.

BEĞENDİM
Bursaspor’un ikinci yarıdaki müthiş temposunu.

BEĞENMEDİM
Svensson'un ilk onbirde oynamasını.

DİKKAT
Volkan hakemle arkadaşlarıyla çok fazla konuşuyor.
Yazının Devamını Oku

Lost

28 Kasım 2010
79. dakika... Niang topu ağlara gönderse Fenerbahçe 10 kişi kalan rakbi karşısında farka gidecek.

Yine 79. dakika... Fenerbahçe savunmasını bire bir yakalayan İbrahim, İskender’in önüne nefis bir pas atıyor. Bekir son anda yüzde yüz golü kurtarıyor. Sanki geride kalan haftaların bir özeti 79. dakika. İnişleri çıkışları bu kadar ani yaşayan bir ekibin kaçan penaltının ardından yiyeceği bir gol domino etkisi yaratabilirdi kuşkusuz. Ama sahadaki futbolcuların gerginlikleri dışında, İstanbul Belediye’nin o sahada Fenerbahçe’yi Zico’yla, Aragones’le, Daum’la üzdüğü unutulmamalı.. Rüzgarın, atmosferin, seyircinin sabırsızlığının yarattığı baskı eksik Belediye’nin direncini artırdı. Ama son vuruşlarda bu kez Fenerbahçe şanslı olunca çok önemli bir üç puan haneye yazılmış oldu..
Alex dün de kritik bir gole imza attı. Çıkıncaya kaar da iyi oynadı. O yorulduğunda takım öne gidemiyor. Ama Alex’le birlikte Stoch’un çıkması Fenerbahçe’nin, Dia’nın girer girmez yaptırdığı penaltı bütün şablonu değiştirdi. O anda penaytıyı atacaksın, takımı, taraftarı strese sokmayacaksın. Niang’ın maçın hemen başın bomboş pozisyonda yaptığı zayıf vuruş da şaırtıcıydı.
Belediye inanmamış
Bu karşılaşma sonrası Fenerbahçe kaybolmaya başladığını düşündüğü bazı şeyleri tekrar kazandı. Sanki “Lost” dizinin final bölümünün canlandırıldığı Kadıköy’deki Trabzon şoku sonrası takımın toparlanması çok uzun sürdü. Sakatlar kulübeye dönmeye başladı. Hep takıldığı rakibini yenerek şampiyonluk iddasını korudu. Alex’in golüyle kazanarak oyun şablonu açısından bir sıkıntı olmadığını gösterdi Kocaman. Onu oyundan alırken kazanmak adına risklere gireceğini de gösterdi. Alex de geçen haftaki küskünlüğünün çok dışındaydı. Çok hırslıydı. Golünde çok akıllı bir boş koşu yaptı. Oyundan alınırken taraftarı alkışladı, gitti kulübeye oturdu. Hafta içinde eş ve çocuklarıyle bayan voleybol takımının maçına gitmesi de çok iyi bir görüntüydü.
Avcı takımını bu maça iyi hazırlamış ama kazanacaklarına fazla inanmamışlardı. Son vuruşlarda çok kötüydüler, orta alan çok etkisiz kaldılar.

BEĞENDiM

Baroni’nin müthiş performansını ve goldeki katkısını.

BEĞENMEDİM

Yazının Devamını Oku

Alex yorulunca

23 Kasım 2010
SON 8 maçında sadece bir gol atabilmiş bir takım Bucaspor. İstikrarsız yapısıyla olması gereken yerden çok gerilerde kalan Fenerbahçe ise Kadıköy’de bu tür takımları gol yağmuruna tutmayı alışkanlık haline getirmiş. Önce maçı kazanmak, ardından 3000. gol, sonrasında farklı galbyetti hedef. 3000. golü atmak ve maça damgasını vurmak Alex’e kısmet oldu. Birbirinden güzel üç gol vuruşuyla hat-trick yaptı kaptan. Alex’e en büyük destek Niang ve Stoch’tan geldi. İki oyucu da asistleriyle göz doldurdu. Özellikle ilk gol hem hazırlanışı hem de atılışıyla sezonun en iyileri arasındaydı.Aykut Kocaman bu kez genç Gökay’a şans tanıdı. Gökay da Emre’nin yokluğunda hatasız oyunuyla hocasının takdirini topladı. Baroni’nin ısrarla takımda olması Fenerbahçe’nin temposunu düşüren önemli bir unsur. Mehmet Topuz o bölgeye kaydırılıp Dia sağ kanatta oynayabilirdi örneğin. Ancak Kocaman, Dia’da bir form düşüklüğü gÖrmüş olmalı ki böyle bir oyun düzenini tercih etti. İkinci yarılardaki düşüş bu maçta da açıkça gözlemlendi.

Olgunluk göstermeli

Kocaman ilk yarıda kötü oynayan ve etkisiz kalan Baroni’yi mutlaka değiştirmeli, kötü günündeki rakibi karşısında forvet sayısını artırmalıydı. Takımın en büyük kozu Alex’in yorulduğu bölümlerde bütün rakipler topa sahip olup golü buluyor. Taraftar bu gibi durumlarda Alex’in oyundan çıkmasını doğal karşılamalı. Kaptan da bu duruma olgunluk göstermeli.F.Bahçe bu sezonun en renkli takımı.. Maçları bol gollü geçiyor, ama her türlü sonuca açık.. Buca da bu gidişe aldandı. Antep’in yapmak istediğini denedi, ofansif bir dizilişle sahaya çaktı ama rakibinin kalitesine teslim oldu.

BEĞENDİM
Alex de Souza’nın 3000.golü atmasını

BEĞENMEDİM
Bucaspor’un maçın ilk yarısındaki ligin gerisinde kalan oyun anlayışını

DİKKAT
Andre Santos yine çok açık veriyor, Caner’den daha ağır kalıyor.
Yazının Devamını Oku

Bizim Manu

21 Kasım 2010
İZMİR’deki yerel basın büyükleri deplasmanda yenip küçüklere evinde yenilen Manisaspor için, “Tarzan değil Robin Hood” başlığını atmıştı.. Bir anlamda ligin üst tarafındaki dengeleri bozan, alt tarafını karıştıran bir takımdı Manisaspor..

Şampiyon karşısında nasıl bir oyun anlayışıyla sahaya çıkacakları, fiziki direnci üst düzeydeki rakipleri karşısında oyunu nasıl kontrol edecekleri maçın anahtarıydı.. Sercan, Volkan, Ali Tandoğan gibi üç önemli oyuncusu olmayan Bursaspor bu sezonun en rahat maçlarından birini çıkardı. Kalesinde hemen hiç pozisyon yoktu. İki gol buldu, final paslarındaki hatalar nedeniyle skoru artıramadı. Bir anlamda Manisa Şampiyonlar Ligi’ndeki Bursaspor, Bursaspor da eksikleri olmasına karşın herkesin görevini iyi yaptığı Manchester United gibiydi.. Robin Hood ormanı haraca bağlamış, zenginlerin korkulu rüyası olmuştu ama karşısındaki takım masallarda değil tarihteki yerini alan bir onbirdi..
Herkes görevini yapmalı
Amsterdam’da iyi oynayan ama bireysel hatayla kaybeden Milli Takım aslında ligde oynanan futbolun özetini sundu bizlere.. Savunmaların kendi kalesine attığı goller, ıskalar, yanlış geri paslar, duran toplardaki hatalı pozisyon almalar maçların kırılma anları oluyor.. Ve bu fırsatların çoğunu da Batalla örneğinde olduğu gibi yabancılar değerlendiriyor..
Ve gelelim Bursaspor’un neden Şampiyonlar Ligi’nde başarısız olduğuna ve ligde gerilediğine.. Nunez, Svensson, Steinert, Stepanov gibi yabancılardan verim alamadılar. Sercan ve Volkan’ın aklı fikri arabalarda, kızlarda, istanbul’da.. Gol noktalarında beceri sahibi futbolcu sayısı az.. Yine de kalan iki maçtan umutluyum. Çünkü Valencia düşüşte, Glasgow da Bursaspor’un yenebileceği düzeyde bir takım.. Yeter ki herkes üstüne düşeni yapmak için 15 gün çok ciddi olarak hazırlansın..

BEĞENDİM

Batalla’nın tempolu, hızlı ve akıllı oyununu.

BEĞENMEDİM

Geçen hafta Gaatasaray’ı yenen Manisaspor’un bitik görüntüsünü.

Yazının Devamını Oku

Niye gol atamıyoruz

19 Kasım 2010
“Ligdeki takımların çoğunda yabancı forvetler oynuyor. En iyi durumdaki Semih, Niang’ın yedeği. Lejyonerlerimiz istikrarsız. Sakatlıklar başımızı çok ağrıttı. Son vuruş konusunda baskı yaşıyoruz. Pivot santrforu takıma bir türlü monte edemedik.”

A Milli Futbol Takımımız, son Dünya Kupası’nın finalisti Hollanda ile oynadığı hazırlık maçında başarılı bir performans sergiledi. Yenilenmiş ve gençleştirilmiş kadrosuyla güçlü rakibi karşısında oyunun büyük bölümünü forse eden ve daha çok pozisyona giren ay yıldızlılar, sahadan 1-0 yenik ayrıldı. Koşuyoruz, mücadele ediyoruz ancak sonuca gidemiyoruz.  Peki A Milli Takımımız maçlarda neden gol atamıyor? Aslında sorunu kendi içimizde aramakta fayda var...

İŞTE 9 MADDEDE GOL SORUNUMUZ

Yabancı forvet istilası
- Ligdeki takımların çoğunda yabancı forvetler oynuyor. En iyi durumdaki Semih, Niang’ın yedeği. Umut son 5 hafta form tuttu. Batuhan özel yaşamı nedeniyle istenen düzeye gelemiyor. Kazım’ın yeri santrfor değil. Burak bu bölgeye kayabileceğini Hollanda maçında gösterdi.
Lejyonerler istikrarsız
- Lejyonerlerimiz istikrarsız. Tuncay, Mevlüt, Nuri, Hamit gibi oyuncularımız gol yollarında istenen istikrarı bir türlü sergileyemiyor. Nuri ve Hamit servis yapmada etkili olamadılar.
Sert futbolun etkisi

Yazının Devamını Oku

Hatalar oyunu

18 Kasım 2010
ARENA Stadı müthiş bir kompleksin içinde. 300 metre mesafede metro istasyonu var. Stadın içinden otoban geçiyor. Elektronik, spor, giyecek, yiyecek ne ararsanız bu kompleksin içinde satılıyor. Maç günleri fan parklar kuruluyor. Maça gelenler ailece çok güzel vakit geçiriyor. Penaltı atıyorlar, direği vurmaya çalışıyorlar, oyuncaklar, maç biletleri, şapkalar kazanıp stadın yolunu tutuyorlar..
Hollandalı her şeyi düşünmüş de günün birinde kendi evinde misafir olacağını aklına getirmemiş sanırım. Maç öncesi stadın önünnde az miktarda turuncu, çokça kırmızı-beyaz giysili taraftarla vardı. Stadın içinde de bizim taraftarımız daha çoktu. Milli marşların coşkusu, top rakipteyken ıslıklarla protesto gibi eylemlerde de uzak ara yaptık. Ama iş tribün fanatizmine gelince yine öne çıktık, meşale yakıp sahaya atmadan duramadık. Üstelik tam da takımımız topa daha çok hakimken yaptık bunları.

Artılarımız çoktu

Oyun konsantrasyonumuz dağıldı, rakip iki-üç fırsat yakaladı. İşin futbol kısmı bana Basel’deki Almanya maçını hatırlattı. Herkesin mutlak favorisi Almanya önüne 9 eksikle çıkmış ve finali son dakikada kaçırmıştık. Arena’da da oyuna çok iyi başladık. İyi pas yaptık, sahaya iyi yayıldık. Savunmamızın önündeki 6 adamın 5’i oyunun iki yönünü de iyi oynadı. Sadece Sabri çok çalışmasına karşın top kayıpları ile dikkat çekti. Sağbek dışında çok başarılı olamayan Sabri’nin yerine İbrahim Akın, Yekta olsa veya Hamit o bölgede oynasa ileri daha olumlu giden bir takım olurduk. Gökhan da fazla hücuma çıkmadı, “Yeni Robben” olarak kabul edilen Affelay’ı durdurmaya çalıştı.
Tribünlerdeki güzelliği bireysel hatalarla, yani meşale yakıp sahaya atmakla gölgeledik dün. İyi oyunumzu bozan da bireysel pas hataları oldu. O ana kadar iyi oynayan İsmail’in yaptığı hata artık üst düzey mücadelerde yapılmaması gereken cinstendi. Servet de kaçırmaması gereken adamı unutunca gol geldi. Futbol bu, hatalar oyunu diyebiliriz. Ama yıllardır bu bireysel hatalar yüzünden maç kaybediyoruz. Rakip en kötü gününde bile basit hata yapmamak için oynuyor. Yaptıklarında da değerlendiremiyoruz.
Artılarımız da çoktu dün. Sahanın en iyisi Burak Hollanda savunmasını allak bullak etti. Umut biraz daha dikkatli olsa iki gol atabilirdi. Son 20 dakikada önemli fırsatlar yakaladık, rakibimiz kendi sahasına kapandı. Ama bireysel becerimizi etkili alanda sergileyemedik. Hiddink’in finallere gitmek için mutlaka gol sorununu çözmesi gerek. Dünkü maçtan sonra finalllere gidecek bir takımı şöyle kurguladım.. Volkan - Gökhan, Serdar, Ersan (İbrahim), İsmail - Selçuk İnan, Emre, Hamit, Arda, Nuri (Tuncay) - Burak (Umut).

BEĞENDİM
Milli Takım’ın ilk yarıdaki sakin, pasa dayalı oyununu.

BEĞENMEDİM
Hiddink’in üst üste iki pozisyon bulan Umut’un yerine aylardır gol atamayan, sahada çok ciddi oynamayan Kazım’ı almasını.

DİKKAT
Son üç maçımızda gol atamadık.
Yazının Devamını Oku

Boşuna büyük değiller

16 Kasım 2010
F.Bahçe beşinci, Beşiktaş altıncı, G.Saray onuncu. Bu lig tarihinde ilk kez oluyor. Alışık olduğumuz bir tablo değil kısacası. Bütün bunlara karşın üç büyükler aniden atağa kalkabilir.

LİGDE 12 haftayı geride bıraktık. Fenerbahçe beşinci, Beşiktaş altıncı, Galatasaray onuncu. Bu lig tarihinde ilk kez oluyor. Alışık olduğumuz bir tablo değil kısacası. Hepimiz büyük takımların bu kadar önemli paralar harcayarak bu noktalara gelmesini hayretler içinde izliyoruz. Ama bir noktayı atlıyoruz.
Yapacağınız tek şey sabretmek
Bu 3 kulübümüze “büyük” denmesinin en önemli nedenlerinden biri bu tür kriz ortamlarının ardından çok daha kuvvetli olarak ayağa kalkabilmeleridir. Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray’ın tarihi bu tür olaylarla doludur.
Üç kulüp için de bu gidişatın sonu teknik adamların veya yönetimlerin değişmesi olmamalı. İşte birbirine çok yakın giderken teknik direktör değiştiren Galatasaray’ın durumu.. Kadroyu yenileyemiyor, kayıp puanları geri alamıyor, ciddi bir hazırlık devresi geçiremiyorsanız yapacağınız tek şey sabretmek.. En azından devre arasını görüp öncelikle teknik direktörün isteği doğrultusunda hareket etmek. Büyük takımlardaki en büyük problemlerden biri teknik direktörün herhangi bir nedenden dolayı oynatmak istediği futbolu oynatamamasıdır. Kimi transfer ister, listedeki son isim alınır veya liste dışı bir adam önüne getirilir.
Değişime karşı olan bir ülke
Kimi oyun düzenini değiştirmeye kalkar, puan kayıpları yüzünden büyük bir baskıyla karşılaşır. Kimi takımın tek bir oyuncuya bağlı oyun felsefesini yıkıp, herkesin koştuğu bir anlayışı yerleştirmeye çalışır eleştiri yağmuruna tutulur, gözü korkutulur.. Üç Büyükler’in temel sorunu, topun çizgiyi geçmesini sağlayacak ortamın teknik direktörlerin dışına fazlasıyla kaymış olması.. Bu ortamda Schuster’in de, Aykut Kocaman’ın da, Hagi’nin de işleri zor. Değişim çağında değişime karşı bir ülkede çalışıyor üçü de... Hızın, temponun, baskılı oyunun hüküm sürdüğü bir dünyada, kendi hantallığımızla boğuşmamızı; bazen birşey yapamamanın, bazen de faturanın kendilerine kesileceğini bilmenin çaresizliğiyle seyrediyorlar..

G.Saray’ın hedefi kupa olmalı

BÜTÜN bunlara karşın üç büyükler aniden atağa kalkabilir. Özellikle Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin kadroları, sakatlıklardan kurtulduğu ve takım içi rekabetin üst düzeye çıktığı an şampiyonluk yarışının içine girecek kalitede. Galatasaray ise devre arasına kadar sabretmeli. Kupayı hedef almalı. Ligdeki tüm maçları sakin oynamalı. Seyirci Yeniçeri usulü, teknik adam, futbolcu, yönetici asıp kesiyor.. Ya sorun bu zihniyetse! Ya suçlu dünyadaki futbolu görmezden gelmeye çalışanlarsa! Avrupa’da ondan gerilemişsek, Azerbaycan’a o yüzden yenilmişsek, Young Boys, PAOK Alex’i o yüzden kımıldatmamışsa.. Servet o yüzden Avrupa’da hata üstüne hata yapıyorsa.. Bobo o yüzden 3 maç var, 5 maç yoksa.. Büyükler sakin olmalı, boşuna büyük olmadıklarını herkese anlatmalı. En önemlisi asla ve asla saha içinde hiç kimseye “vazgeçilmez” apoleti asmamalı!

Yazının Devamını Oku

Fotokopi...

14 Kasım 2010
ÜÇ yıldır belli bir hastalığı var Fenerbahçe’nin. Bu sezon bu daha net gözleniyor. Öne geçilen bir çok karşılaşmada kötü oynanan ikinci yarılar yüzünden puanlar, kupalar, turlar kaybediliyor. Bursa’ya 2-0’dan verilen maç. Trabzon lig ve kupa maçları, Lille, Young Boys, PAOK maçları. Beşiktaş derbisi, Bursa deplasmanı, Ankaragücü hüsranı ve dün gece. Hastalık belli, tedavi yöntemi belli ama uygulama yok.
Aslında tedavisi çok kolay bir hastalık değil bu.. Modern futbolun gereklerini iyi anlamak ve riske girmek anlamına geliyor. Henry’yi, Ronaldinho’yu, Deco’yu yollayan Guardiola’nın yaptığını yapmaya cesaret etmek.
Alex büyük bir futbol ustası. Dün de olağanüstü güzel bir gol attı. Ama o oyundan düştüğü zaman Fenerbahçe duruyor. Alex-Semih ikilisi yerine son 30 dakika Dia-Niang olmalıydı. Fenerbahçe rakip ceza alanına çok sık gitmeliydi. Kontra yapamazsan rakip topa senden daha çok sahip olur, seni baskı altına alır ve hataya zorlar. Bir maç kazanırsın, iki maç kazanırsın, üçüncü maçta yenilirsin. Alex büyük bir yıldız, büyük bir oyuncu. Ama Milan’da Robinho yedek. Geçen yıl Ronaldinho yedekti. Futbol bu. Golünü atarsın, yorulursan, oyundan düşersen, alınırsın. Çıkarken de seyirciyi selamlar, hocanın elini sıkarsın.
Dünkü yenilginin faturasını asla ve asla Alex’e kesmek istemiyorum. Ben sadece genel hastalığın nedenini aylardır yazıyorum. İsteyen dinler, isteyen Jaja’ları seyretmeye devam eder. Aykut Kocaman. İlk yarıda indirdiği darbenin ardından maçın gidişini iyi gözlemlemeli, 55 civarında sahaya Dia ile Niang’ı sürmeliydi. Çünkü bu oyunun neye mal olacağını defalarca görmüş olması gerekirdi. Yapmadı çok büyük bir avantajı yitirdi.
Şu anda büyük bir açmazla karşı karşıya. Kağıt üzerinde takımın ayakta kalan tek ismi Alex. Kaptan ve taraftarın sevgilisi. Semih baskılı oyunda ülkenin en iyisi. Bu ikili zayıf rakipleri gole boğar. Ama kontratak yapamadığınız ve ileride top tutamadığınız için, hücum preste ülkenin en geride kalan takımlarından biri olduğunuz için puan cetvelinde gerilersiniz. Alex istatistiklerini ilerletir, Semih sizi beklentiye sokar ama bir türlü taraftarın yüzü gülmez.
Gaziantepspor’u tebrik etmek gerek. Yüzde yüz eminim, Tolunay Hoca devre arasında F.Bahçe’nin yorulacağını, kontra yapamayağını mutlaka gol atacaklarını söylemiştir oyuncularına. Anadolu İhtilali var mı yok mu derken, puan durumu çok ilginç hale geldi. Alex, Guti, Misimoviç tartışmaları yapılırken birileri Fırtına gibi esiyor Karadeniz’de.

BEĞENDİM
Kamerunlu Dany’nin mükemmel performansını.

BEĞENMEDİM
F.Bahçe’nin ikinci yarıda skoru korumaya yönelik oyununu.

DİKKAT
Tolga Özkalfa kartlarda önemli hatalar yaptı.
Yazının Devamını Oku