Ahmet Hakan

Yetenekli Bay Sarıgül

6 Ocak 2005
<B>DEĞİL </B>mi ki İstanbul’un bir ilçesinin belediye başkanı sıfatıyla <B>Mustafa Sarıgül,</B> tamamı <B>Baykal </B>tarafından seçilmiş 15 kişilik bir kurulun infazından, 8-7 gibi kritik bir sonuçla da olsa kurtulmayı başarmıştır... Değil mi ki İstanbul’un bir ilçesinin belediye başkanı sıfatıyla Sarıgül, bütün muhalif unsurların onca bastırmasına karşın milim geri adım atmayan Baykal’a ‘seçimli genel kurul’ kararı aldırmayı başarmıştır...

Bana artık pes etmek düşer.

Evet, pes ediyorum!

Dindar kitleyi kafalamak için yapılan atraksiyonlar, sağ diskura yaslanmalar, sahte tebessümler, sahte plakalar, rüşvet iddiaları...

Bunların ne yazık ki artık bir anlamı kalmamıştır.

Çünkü Sarıgül o, ‘sonucu baştan belli’ oylamadan, oylamaya katılanları bile şaşırtacak bir sonuçla çıkmayı başarmıştır.

Çünkü Sarıgül, ‘kolay lokma’ olmadığını, ‘magazin’ denilerek geçiştirilemeyeceğini, en azından Baykal’a kabul ettirmeyi başarmıştır.

Zafer açıktır. Yetenek bellidir.

Mustafa Sarıgül gelmektedir.

İster sevinelim, ister üzülelim, olgu budur.

***

Sarıgül, Patricia Highsmith’in ünlü roman kahramanı ‘Yetenekli Bay Ripley’ gibi adım adım ilerlemektedir.

Ve bizler, nasıl yükselme hırsıyla yanıp tutuşan Ripley’in, başkalarının hayatını yaşamak için ahlaki kaygıları bir tarafa bırakarak yapıp ettiklerine karşı, tuhaf bir biçimde bağışlayıcı olabiliyorsak, Sarıgül’e de aynı bağışlayıcılık içinde yaklaşmaya çalışacağız.

Bütün güçlüklerin üstesinden gelebilecek kapasiteye duyduğumuz o karanlık hayranlık duygusu mu, yoksa bütün yetersizliklerine rağmen imkánsızı isteyen adamın yarattığı tuhaf ve büyülü çekicilik mi?

Bilmiyorum ama Mustafa Sarıgül, şu ana kadar olduğu gibi, bundan sonra da bizlerden hak ettiğinden çok fazla ilgi görecek.

Ve bu ilgi, bu zamana kadar hep bize şaka gibi gelen ‘Başbakan Sarıgül’ sloganının, bir gün gerçekleşmesine neden olacak.

Gerçi ‘yeteneği’nin yanı sıra ‘şansı’nın da ne kadar yüksek olduğunu gördüğümüz Tayyip Erdoğan’ın mevcudiyeti, Sarıgül’ün tabii ki en esaslı sorunu olacaktır ve Mustafa Sarıgül, Baykal’ın karşısında sergilediği rahatlığı Tayyip Erdoğan’ın karşısında tabii ki sergileyemeyecektir; ama yine de bir gün gelecek, bu kapışma mukadder olacaktır.

Bugün ortaya çıkan durum, bu kehaneti iddialı bir şekilde kayda geçirmeyi zorunlu kılıyor.

***

Üzülelim mi, sevinelim mi?

Bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var; Sarıgül’ün çıkışından üzülenler Sarıgül’e değil Baykal’a kızmalılar.

Çünkü sosyal bilim doçenti Baykal, Türkiye’nin son birkaç yıldır yaşadığı müthiş değişimi fark edip gerekli değişimi gerçekleştirmek yerine, partisini ‘bir grup emekli öğretmenin nostaljik duyarlılıkları’na teslim etmeyi tercih etmiştir.

Buna mukabil, kitap okuyup okumadığı konusunda ciddi kuşkular duyduğumuz Mustafa Sarıgül, vatandaş ile siyasi lider arasında oluşması gereken ‘büyülü’ ilişkiyi el yordamıyla da olsa bulabilmiştir.
Yazının Devamını Oku

Aksi tesadüf

5 Ocak 2005
Önce olası yanlış anlamaların ve istismarların önüne geçmek için açık seçik belirteyim:<br><br>Benim yeniden yazı yazmaya başlamam ile Rahşan Ecevit’in, ‘<B>Din elden gidiyor</B>’ demeci arasında hiçbir bağlantı yoktur. Zamanlama hatası denilebilir, aksi tesadüften söz edilebilir ama asla bilinçli bir tercihten söz edilemez!

Yani bendeniz, ‘Madem din elden gidiyor, o halde bir mücahit bulalım ve dinin bahtı kara maderini kurtaralım’ şeklinde özetlenebilecek bir arayışın ürünü değilim.

Olamam da.

Çünkü Müslümanlık tezahürlerinin sonuna kadar serbest olmasını savunan bendeniz, ‘İncil yasaklansın, misyonerler tutuklansın’ diyecek, bu sakil teze sırtını dayayacak kadar idrak ve izan yoksunu değilim.

Ayrıca ben hiçbir veriye dayanmayan o abartılı, ‘Türkler Hıristiyan olmaya başladı, misyonerler aldı başını gidiyor’ haykırışının bizatihi kendisinin Hıristiyanlık propagandası olduğunu düşünüyorum.

***

Ve yine belirtmeliyim ki:

Benim yeniden yazı yazmaya başlamam ile anlı şanlı ateistlerin, ‘Galiba Tanrı var!’ demeye başlamaları arasında da herhangi bir bağ yoktur.

Bazıları benim, ‘Ateistlerin bile Tanrı’yı bulmaya başladıkları’ günlerin ve gündemin ortaya çıkardığı ‘vaatkár zemine’ iyi denk düşeceğim ya da yakışacağım umuduyla yeniden yazı yazmaya başladığımı düşünebilir.

Bunun çok yanıltıcı olduğunu söylemeliyim.

Çünkü ben hayatım boyunca herhangi bir ateiste, ‘Bak kardeşim, güneş doğuyor, güneş batıyor, bunun bir hareket ettiricisi var, hiç düşünmüyor musun?’ tarzı bir çıkış yapmadım.

Ne doğa olaylarıyla Tanrı’nın varlığını açıklamaya çalıştım, ne de, ‘Gelin size Tanrı’nın varlığını matematiksel olarak kanıtlayayım’ diye iddialı bir çıkış yaptım.

19 mucizesi, Kur’an’daki matematik diziliş gibi tezlere de kafam hiç basmadı.

Yani benim yeniden yazı yazmaya başlamam ile ateizmin görece iflası arasında herhangi bir bağ kurulmamalı ve benden bir Cevat Babuna ya da bir Ömer Çelakıl gayreti beklenmemeli.

***

Son olarak yine bir ‘erken uyarı’ olarak belirtmeliyim ki:

Benim yazı yazmaya başlamam ile AB rüzgárı, YTL’ye başarılı geçiş, enflasyonda elde edilen başarı, iş dünyasından gelen olumlu açıklamalarla rüzgárları dolan hükümetin daha birkaç dönem iş başında kalma ihtimali arasında da bir bağlantı yoktur.

Bu da bir aksi tesadüftür.

Yani Tayyip Erdoğan masayı terketseydi, Avrupa Birliği serüveni fiyaskoyla sonuçlansaydı, borsa çökseydi, yazarınız yine şu soğuk ve ıslak günde oturmuş yazı yazıyor olacaktı.

***

Talihsizliğimi kabul ediyorum.

Eğer denk düşseydi ve mevzu bayatlamasaydı, şöyle ağır ve oturaklı bir ‘Kaynana Semra Hanım’ çeşitlemesi ya da o efsunkár sinema yangınıyla işe başlamayı tabii ki ben de isterdim.

Ama işte kaderimize ‘din elden gidiyor’ feryadı, Ahu Tuğba’nın gece namazları ve ateistlerin Tanrı’yı keşfi düştü.

Ne yapalım? Başa gelen çekilir.

Talihsiz bir başlangıç ve kötü bir zamanlamayla işe başladım, dilerim hep böyle gitmez.
Yazının Devamını Oku