5 Ekim 2005
<B> NEREDESİN MERZİFONLU:</B> <br><br>Böyle mi olacaktı? AB’nin en ‘baba’ ülkeleri halim selim bir tutum takınırken, ‘arıza’yı 8 milyonluk <B>Avusturya</B> mı çıkaracaktı? Avusturya’nın inatçılığı karşısında şaşkınlığımız o kadar büyüdü ki, bir ara İkinci Viyana Kuşatması’nı gerçekleştiren Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı bile hayırla yad etmek durumunda kaldık.
ÖNE ÇIKAN YORUMCULAR:
Uzun gecede bizlere yol arkadaşlığı yapan yorumculardan söz etmeden olmaz. Anlaşılması en zor teknik metinleri, ekranda hafiften bir elektriklenme yaratarak yorumlayan emekli büyükelçi Yalım Eralp, ‘Bu iş kötüye gidiyor’ havasının dalga dalga yayıldığı anlarda bile umudu koruyan Hasan Cemal, en kritik anlarda bile gerçekçi değerlendirmelerle havayı yumuşatan İlter Türkmen, muarızlar için argüman üretmeyi her koşulda sürdüren Cengiz Aktar ve çalışkan öğrenci havasıyla öğretici açıklamalar yapan Altan Öymen... Bu isimler öne çıkanlar arasındaydı.
İNGİLİZ BAKANI SEVDİK:
Uzun gecenin tartışmasız yıldızı İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw, ‘mutlu son’un ardından yaptığı açıklamayla Türkiye’nin gönlünü fethetti. Özellikle, ‘Türkiye NATO’ya alınırken Müslüman kimliği sorun olmamıştı, AB’ye girerken neden sorun olsun?’ cümlesi, yaşanan gerginlik nedeniyle incinen Türk kamuoyunu yumuşatacak nitelikteydi. Tabii İngiliz Bakan’ın İstanbul’dan ‘Hep gündemimizdeki Avrupa kenti’ diye söz etmesini de atlamamamız gerekir.
EN İSABETLİ SAPTAMA:
Uzun gecenin en müthiş açıklamasını Portekiz Dışişleri Bakanı Diogo Freitas Do Amaral yaptı. Bakan, ‘Türkiye’nin AB ile müzakerelere başlaması en çok Usame bin Ladin’i üzmüştür’ dedi.
GAZA NİYE GELMEDİN:
Gerginliğin hat safhaya ulaştığı bir anda Ankara’yı ‘Koy postanı, gör restini’ havası sardı. En aklı başında isimler bile posta koyma özlemiyle yanıp tutuşarak Başbakan Erdoğan’ı etkilemeye çalıştı. Ancak Erdoğan gaza gelmedi ve yaşanan sinir harbinin galibi oldu.
HAZMETME KAPASİTESİ:
Uzun gecenin en matrak tabiri bu oldu. Farklı çağrışımlara ve ironik yaklaşımlara kapı aralayan ‘hazmetme kapasitesi’ lafı, özellikle olup bitenler karşısında heyecan duymayanların ağızlarına sakız oldu. Bilhassa Emre Kongar Hoca, bu tabirden yola çıkarak epey kafa buldu.
İslamcılık için dönüm noktası
İSLAMCILIK, Batı karşısında yıllardır yenik düşmenin oluşturduğu psikolojiyle beslenen bir ideolojiydi.
Ancak bu ideoloji, doğru dürüst bir çıkış noktası bulamadı ve Batılı değerlere karşı alternatif üretemedi.
Yoksulluk nasıl yenilecek? Sömürü nasıl son bulacak? Baskıcı rejimlerden kurtuluş nasıl gerçekleşecek? Şeffaflık nasıl sağlanacak?
Bu soruların gerçekçi yanıtları verilemedi.
Ve çözümsüzlükten iki şey çıktı:
Batı nefreti ve bu nefretin doğurduğu nihilist terör.
Dün ortaya çıkan tarihi karar, işte bu gidişatı sarsacak niteliktedir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle bütünleşmesi yolunda atılan adım ‘Batı İslam’dan korkar / İslam Batı’dan nefret eder’ denklemini darmadağın edecektir. Yani demem o ki:
Batı nefretinden beslenir hale gelen İslamcılık ideolojisi, bu yeni durum karşısında bambaşka bir biçim alacaktır.
‘Bu karardan en çok Usame bin Ladin üzülmüştür’ tespitinin anlamı budur.
CNN Türk’e bravo
KOMPLEKSE kapılmaya gerek yok, hak edenin hakkını vermek gerekir.
O halde şöyle canı gönülden CNN Türk’e ‘Bravo’ diyebiliriz. Özellikle Lüksemburg’daki CNN Türk ekibine...
Olup bitenleri anlaşılır kılarak aktaran Mithat Bereket’i, kimsenin görmediği ayrıntılarla yayını zenginleştiren Şirin Payzın’ı, ataklığıyla hep bir adım önde olan Barçın Yinanç’ı ve gelişmeleri yorumlayan CNN Türk Dış Haberler Müdürü Gökhan Güvenç’i kutluyorum.
Tabii saatler süren canlı yayını hiç pes etmeden sürdüren İstanbul merkezdekiler ile Ankara’nın nabzını fevkalade başarıyla tutan eski çalışma arkadaşım Osman Sert’i de unutmuyorum.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2005
<B>WASHINGTON </B>Times’ta yazan Frank J. Gaffney ne demişti:<br><br><B>‘Türkiye hızla İslami faşizme gidiyor.’</B> İnanılmaz iddiaların yer aldığı makalede Türkiye’de yaşayan Yahudilerin tehdit altında olduğu belirtilmiş, ‘Sıradaki hedef Türk Yahudileridir’ mesajı verilmişti.
Peki Türk Yahudileri bu iddiayla ilgili olarak ne diyor?
Dün, Türk Musevi Cemaati Onursal Başkanı Bensiyon Pinto ile bir görüşme yaptım.
Pinto’nun verdiği mesajlar son derece önemliydi.
‘Bu yazı Türk-Amerikan ilişkilerini bozmak için tezgahlanmış bir yazıdır’ diyen Bensiyon Pinto, şu çarpıcı açıklamaları yaptı:
‘Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Ben bugüne değin bize bu kadar içtenlikle yaklaşan başka bir hükümet görmedim. Bugünkü hükümet, bize en büyük desteği veriyor. Vatandaşlık muamelesi görmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Dini azınlıklara bu kadar değer veren başka bir hükümet gelmedi.’
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Yahudi düşmanlığına karşı sağlam bir duruşu olduğunu söyleyen Pinto, ‘Erdoğan her fırsatta Yahudi düşmanlığının yanlışlığına dikkat çekiyor’ dedi.
***
Pinto, Washington Times’ta çıkan yazı nedeniyle yapılan çalışmaları da anlattı.
Cemaat adına gazeteye bir açıklama gönderilmiş ve Gaffney’in yazısının gerçekleri yansıtmadığı, maksatlı olduğu vurgulanmış.
Türk Musevi Cemaati Onursal Başkanı sıfatıyla Pinto da Washington Times’a bir mektup göndermiş.
Ayrıca Türk Musevi Cemaati’nin yazıdan duyduğu rahatsızlık, Amerikan Yahudi cemaatlerine de yansıtılmış.
Bensiyon Pinto bu konuda aynen şunu söyledi:
‘Amerikan Yahudi cemaatlerine ‘Bu rezaletleri durdurun’ diye tepki gösterdik.’
Sonuç şudur:
Yahudi asıllı yazar Gaffney’in provokasyonu geri tepmiştir. Hem de Türk Musevi cemaati eliyle.
Durun yapmayın
FACİA BİR: Türk sinemasının yüz akı ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ adlı film, tiyatro sahnesine uyarlanıyormuş.
FACİA İKİ: Filmde Türkan Şoray’ın canlandırdığı Asya rolünü tiyatro oyununda İpek Tuzcuoğlu üstlenecekmiş.
FACİA ÜÇ: Filmde Kadir İnanır’ın üstlendiği rolü, oyunda Kerem Alışık canlandıracakmış.
Bilmiyorum, bu üç faciayı önlemek için hálá vaktimiz var mı?
Eğer varsa, ilgililere sesleniyorum:
Ne olur yapmayın!
Hayal dünyamıza bir tatlı hayal bırakmış güzelim ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filmine kıymayın.
Ne olur elinizi kana bulamayın.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2005
WASHINGTON Times’ta yazan Frank J. Gaffney ne demişti:‘Türkiye hızla İslami faşizme gidiyor.’
Yazının Devamını Oku 2 Ekim 2005
<B>- Saat: 12.00<br><br></B>Haberturk’te <B>Ali Saydam </B>ile <B>Özlem Gürses’</B>in hazırlayıp sunduğu <B>‘Bildiğin Gibi Değil’</B> adlı programa katılmak için zar zor Sefaköy’e ulaşmış durumdayım. - Saat 14.00.
Program bitti; çekim tamamlandı.
Ali Saydam’la birlikte yola çıkıyoruz.
Hedefimiz: En geç 20 dakikada en azından Taksim civarına ulaşmak.
Çünkü ikimiz de yarınki yazımızı yetiştireceğiz.
- Saat 14.20
Ve her ikimiz de ‘İstanbul’un trafiği hiç bu kadar çıldırmadı’ olayıyla tanışmış bulunmaktayız.
Milim kıpırdamayan trafik içinde durum değerlendirmesi yapıyoruz:
- TEM’den gidelim.
- Hayır, orası kapalı. En iyisi E-5.
- Deli misin, hiç E-5’e girilir mi?
- Peki Sahil Yolu’na ne dersin?
- Saat 14.30
Tecrübesine güvendiğimiz şoförün ‘Sahilden kaçalım’ şeklindeki aşırı sportif önerisine balıklama atlayarak diğer alternatiflerin üzerini çiziyoruz.
- Saat 15.10
Sahilden kaçma kararını vereli 40 dakika oldu ama irademizi gösterecek herhangi bir atraksiyon yapamadık. Çünkü trafik, milim milim gidiyor.
- Saat 15.20
Çok geçmeden vaziyeti umumiye anlaşılıyor: E-5: Kasırga geçirmiş Amerikan yolu gibi... TEM: Bir deprem sonrası kargaşasında... Sahil Yolu: Girmek mümkün değil.
- Saat 15.30
Yeni bir durum değerlendirmesi ve yeni karar: ‘Yahu Sahil Yolu daha da kalabalık gibi görünüyor. En iyisi geri dönelim, TEM’e girelim.’
Canhıraş biçimde atılıyorum: O zaman beni de Hürriyet’e bırakın.
- Saat 16.15
E-5’te duran arabadan inip Hürriyet binasının kapısına doğru tırmanış.
NOT: Lütfen, bu 2 saat 15 dakikalık maceranın, normal bir trafikte sadece 5-6 dakikalık bir zaman alacağını göz önünde bulundurun.
Polat Alemdar için tumturaklı laf önerisi
‘KURTLAR Vadisi’nden Unutulmaz Diyaloglar’ adlı kitabı incelediğimde Polat Alemdar stili laf söylemenin sırrını inceden kaptım.
Şöyle ağır, okkalı, kolay hazmedilmeyecek, duyanda hafiften kendini toparlama ihtiyacı hissettirecek sözler bunlar.
Örnek:
‘İki kişinin bildiği sır değildir.’
Aslında bu tür cümleler kurmak öyle zor değil.
Formül aşağı yukarı şöyle bir şey:
İçinde bol bol ‘Sırtından vurmak’, ‘Ölümden korkmak’, ‘Gününü saymak’ geçen cümleler kuracaksınız.
Sırtlan, kaplan ve aslan gibi hayvanların özelliklerini, çatışmacı dünyanıza taşıyacaksınız.
Namus ve kahpelik gibi kelimelere özel önem vereceksiniz.
Biraz da geleneğe yaslanacaksınız.
Ve artık sizi kimse tutamaz.
Polat Alemdar stili tumturaklı laflar edebilirsiniz.
Madem formülü kaptık, o halde yeni dönemde Polat Alemdar’ın kullanımı için, çok bilinen ve çok yakışır bir replik önerisinde bulunalım:
‘Ölümden korkup da sonunu sayan / Ölür gider yár koynuna giremez.’ İmza: Karacaoğlan.
MHP karar vermeli: Karşı mı değil mi
MHP’liler bugün Ankara’da Tandoğan Meydanı’nda mitingde buluşuyor.
Miting için 2 Ekim tarihinin seçilmesinin arka planında şu var:
‘3 Ekim’ için güçlü bir ‘hayır’ sesi vermek.
Zaten mitinge ‘Başkent Ankara’ adının verilmesi de ‘Başkent Brüksel olamaz’a bir gönderme yapma amacı taşıyor.
Peki bu durumda MHP için ‘AB karşıtı bir parti’ değerlendirmesini yapmamız caiz değil midir? Tabii ki caizdir.
Ama işte tam bu noktada bir ‘arıza’ çıkıyor.
Çünkü MHP yetkilileri, AB konusunda net bir tavır koymaktan kaçınıyorlar.
Ne açıkça ‘karşıyız’ diyorlar, ne de açıkça ‘yanayız’.
Oysa aylardır aşırı tahrik edilen MHP tabanı, AB konusunda MHP yönetiminden daha net bir tavır bekliyor.
Bence MHP mesajını netleştirmeli.
Çünkü eğer ‘mesaj’ netleştirilmezse, 3 Ekim’de çıkacak karardan memnun olmayanların adresinin MHP olması zorlaşır.
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2005
<B>TAM </B>da Fenerbahçe’nin büyük zaferinden sonra <B>Aziz Yıldırım’</B>a karşı <B>‘çıkıntılık’</B> yapmanın, köşe yazarlığı stratejisi açısından pek de akıllıca bir iş olmadığının farkındayım. Ama madem olayların üzerine ‘bodoslama’ gitmek gibi bir zaafımız vardır, o halde kalemimizi tutmayalım:
Efendim, bu ‘girizgáh’ı yapmamın nedeni şudur:
Fenerbahçe Kulübü’nün resmi internet sitesinde gezinirken (Ne arıyorsam?) ‘Sayın Erman Toroğlu’ başlıklı bir yazıya rastladım.
FB Başkanı Aziz Yıldırım’ın, Erman Toroğlu’nun bir yazısına verdiği yanıttı bu. Yıldırım, Erman Toroğlu’nun kendisine yönelik sataşmalarına ‘usta bir polemikçi’ edasıyla yanıtlar veriyor ve böylece Toroğlu’na yeni polemik mevzuları bahşediyordu.
Hemen söyleyeyim:
Benim ilgimi bu tartışmanın içeriğinden ziyade Aziz Yıldırım’ın yanıtındaki iki nokta çekti.
Birinci nokta şudur:
Aziz Yıldırım, yazısının bir yerinde Erman Toroğlu’na şöyle sesleniyor:
‘Siz rakı ve meze masalarında Fenerbahçe’yi mi konuştunuz?’
Vallaha benim bildiğim bu ülkede her platformda olduğu gibi, ‘rakı-meze masaları’nda da futbol konuşulur, Galatasaray konuşulur, Beşiktaş konuşulur...
Ve tabii Fenerbahçe ile Aziz Yıldırım da konuşulur. Ne yani?
Fenerbahçe kutsal bir yapı mıdır ki, ‘rakı-meze masaları’nda konuşulması zinhar yasak olsun?
* * *
Takıldığım ikinci nokta ise şudur:
Aziz Yıldırım, Erman Toroğlu’na verdiği yanıtı şu cümleyle bitiyor:
‘Sizi yalanlarınızla beraber Fenerbahçe’nin büyük taraftarlarına havale ediyorum.’
Aziz Yıldırım’a sormak isterim: ‘Taraftara havale etmek’ ne demektir?
Fenerbahçe taraftarları, başkanları tarafından kendilerine havale edilen Erman Toroğlu için nasıl bir iyilik düşünmelidir?
Ve bu cümlede açıktan bir ‘hedef gösterme’ havası yok mudur?
Futbol fanatizminin azdığı, statlarda bıçaklama olaylarının yaşandığı, holiganizmle mücadele yollarının araştırıldığı bir dönemde, Türkiye’nin en önemli futbol kulüplerinden birinin başkanının, bir spor yorumcusunu hedef göstermesini normal mi karşılayacağız?
Tabii ki normal karşılamayacağız ve Yıldırım’a şöyle sesleneceğiz:
Aziz Bey, lütfen!
Barlas’a yanıt
TÜRK tipi belgesellerin nasıl da belli şablonlar üzerine oturtulduğunu vurguladığım yazıma Mehmet Barlas’tan itiraz geldi.
Türkiye’de televizyon kanallarının belgesellere ayırdıkları bütçenin azlığından şikayet eden Barlas, ‘Televizyonlar bizim belgeselcilere para mı veriyor? Para olsa harikalar yaratacaklar ama para yok’ demeye getiriyor.
Bir yönüyle haklı tabii.
Ama Barlas, sorunu sadece ‘bütçe sorunları’na indirgememeliydi.
Çünkü bizde ‘az emek, sıfır yaratıcılık, şablonlara yaslanma ve kolaycılık’ ilkeleri üzerine oturtulan belgesel çekme anlayışı, neredeyse tek geçerli yöntem olmaya başladı.
Bir de şu var:
Batı’daki başarılı belgesellerin hepsi büyük bütçelerle çekilmiyor ki.
İşte Türkiye’de de yakından tanınan ünlü belgeselci Michael Moore...
Barlas’a soruyorum: ‘Benim Cici Silahım’ adlı belgeseli çekmek için ‘yüksek bütçe’ mi yoksa ‘biraz yaratıcılık’ mı gerekli?
Ya da...
Geçen yıl Türk sinemalarında da gösterilen ‘Super Size Me’ adlı, fast food türü rastoranların kıyasıya eleştirildiği belgeseli çekmek için paraya mı ihtiyaç var, yoksa zekice bir kalkış noktasına mı?
Görüntüleri peş peşe bağlayıp içli metinler okuyarak oluşturulan ‘Türk tipi belgeseller’, bundan 20-25 yıl önce ilginçti. Ama artık değil.
Türk televizyonculuğu gelişiyor, Türk futbolu gelişiyor, Türk romanı gelişiyor ama ‘Türk tipi belgeselcilik’ alanında milim kıpırdama yok.
Benim şikayetim bundandır.
Başbakan da İsmet Özelci çıktı
BAŞBAKAN Erdoğan, geçen gün ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında şöyle dedi: ‘Şairin dediği gibi uzun yola hüküm giydik.’ Hatırlayalım: Erkan Mumcu da AKP’yi bıraktığı gün ‘Uzun yola çıkmaya hüküm giydim’ demişti. Yani İsmet Özel’in, ‘Mataramda Tuzlu Su’ şiirinin dizeleri, politik alanda malzeme olarak kullanılmaya devam ediyor. Durumdan müşteki olan Ahmet Tulgar’ın kulakları çınlasın.
Yazının Devamını Oku 29 Eylül 2005
<B>BUNDAN </B>böyle her kim Türk basınındaki makale kalitesi ile Amerikan basınındaki makale kalitesi arasında kıyaslama yapıp, <B>‘Bir onlara bakın, bir de bizimkilere. Amerikan matbuatı çok kaliteli azizim’</B> diye ağzını doldura doldura konuşursa, bilsin ki karşısında beni bulur. Çünkü elimde, ‘İlle de Amerikan matbuatı’ diye tutturanları mahcup edecek türden bir makale var.
Washington Times Gazetesi’nde çıkan Frank J. Gaffney Jr. imzalı makaleden söz ediyorum.
***
Bu makaleye göre, bakın yaşadığımız ülkede neler oluyormuş:
Türkiye hızla İslami faşizme doğru gidiyormuş.
Başbakan Erdoğan, ülkeyi Avrupa değerlerinden uzaklaştırmak için sistematik çaba içindeymiş.
11 Eylül’den sonra ABD’den kaçan ‘yeşil sermaye’ hızla Türkiye’ye kayıyormuş.
Türkiye’nin laik eğitim sistemi, medrese benzeri imam hatiplerle kuşatılmış.
İmam hatiplerde yalnızca Kuran ve onun ‘İslamcı faşist yorumu’ okutuluyormuş.
İmam hatiplere giden öğrencilerin yaşı 12’den 4’e kadar düşürülmüş.
On binlerce ‘şeriat yanlısı partili’, laik bürokratların yerini almış.
Aleviler ‘dönme’ ve ‘münafık’ olarak suçlanıyormuş.
Türkiye’de yaşayan Yahudiler sıradaki hedefmiş.
Hükümete muhalif banka sahipleri ve muhalif işadamları baskı altındaymış.
Ve bunlara benzer daha birçok palavra.
Nasıl?
‘Oha falan oldunuz’ değil mi?
***
Açık konuşalım.
Bu palavralar, Türkiye’deki en muhalif yayın organlarında bile yayınlanmaz.
Ne ‘Her taşın arkasında laiklik karşıtı yapılanma arayan’ CHP sözcüleri böyle şeyler söyler, ne de ‘irtica’nın en büyük tehlike olduğunu düşünen yazarlar, bu tür iddiaları dile getirirler.
Hatta Doğu Perinçek bile mesela ‘İmam hatiplere giden öğrencilerin yaşı 12’den 4’e düştü’ türünden sansasyonel bir yalana tamah etmez.
Çünkü...
Bizdeki muhalifler, hükümeti yıpratmak için canlarını dişlerine taksalar da, en azından ‘gülünç duruma düşmemek’ gibi bir kaygıyı her zaman taşırlar.
Oysa...
Washington Times yazarının bu tür bir kaygısı yok.
Onu motive eden tek unsur, ‘uydur uydur yaz’ parolasından başka bir şey değil.
***
Peki neden uydurup uydurup yazıyor?
Bu sorunun yanıtını bulmak için, ‘makaleyi yayınlayan gazete’ ile ‘makale yazarı’nın kimliğini kurcalamak gerekiyor:
Makaleyi yayınlayan Washington Times Gazetesi’nin tirajı az, etkisi sınırlıdır.
Fakat bu gazete, Bush’u yeryüzünün en antipatik lideri haline getiren ‘Yeni Sağ’ anlayışının en iflah olmaz ve en azgın temsilcisidir.
Makale yazarı Frank Gaffney Jr. ise Reagan döneminde Savunma Bakan Yardımcılığı yapmıştır. 1983-87 arasında Savunma Bakanlığı’nda ‘Karanlıklar Prensi’ Perle’ün yardımcılığı görevini üstlenmiştir. 11 Eylül sonrasında, Bush’a yazılan ‘Yeni Bir Amerikan Yüzyılı’ bildirisinin imzacılarındandır. Koyu bir ‘İsrail sağı’ yanlısıdır. Şu sıralarda Washington Times’ta yazılar yazıyor.
Yani büyük bir pervasızlık içinde üretilen ‘büyük palavra’nın arkasında işte bu ideolojik kimlik vardır.
***
Türkiye-ABD ilişkileri, en azından dört-beş ay öncesine göre önemli ölçüde düzelmedi mi?
Düzeldi...
İsrail ile gerilim en aza inmedi mi?
İndi.
Peki böyle bir dönemde Frank Gaffney Jr., attığı palavralarla neyi hedefliyor?
Bu sorunun yanıtını şöyle verirsek mesele anlaşılır:
Frank Gaffney Jr., Bush yönetimini azdırmak istiyor.
Çünkü onun için ‘azgının da azgını’ denilse yeridir.
Yazının Devamını Oku