Sosyal medyada şuraya gittim buraya gittim paylaşımları bir kenara kaldırıldı, herkes şaşkın ve şok içerisinde. İşin en dehşet yanı ise, gözlemlediğim kadarıyla, bu salgının yerel bir vaka olmanın ötesinde global çapta ve çok hızlı şekilde ilerlemesiydi, işte bunu kimse beklemiyordu. Önceki yıllarda Çin’de veya dünyanın çeşitli köşelerinde bir virüs tespit edildiği ve belli bir bölgede yayıldığı haberleri gelirdi, kulağımızın kenarıyla dinler ve sonra unuturduk; oysa bu virüs öyle bir hızla ilerledi ve dünyanın tek gündemi haline geldi ki algı sınırlarımızın ötesinde bir gelişme olduğu için algılamakta ve kabullenmekte zorlanıyoruz. Yabancı kanallar dahil hangi kanalı açsak başka bir haber yok, adeta tüm dünyada sürekli bu haberler veriliyor ve kötü haberlerle insanların psikolojisi gittikçe bozuluyor.
İşte tam da böyle bir süreçte eve kapanmış yeni kitabımı yazarken aldığım bir mail beni etkiledi ve sizlerle paylaşmak istedim; elbette gönderenin bilgilerini paylaşmıyorum. Buna bir mektup dersek, bu mektupta öncelikle beni etkileyen İtalya’dan gönderilmiş olmasıydı, üstelik Rönesans’ın merkezi Floransa’da kim bilir hangi meydana bakan bir balkonda yazılmıştı. Mektubu okudum ve birkaç dakika sessizce oturdum, Floransa sokaklarında geçirdiğim gündüzleri ve geceleri düşündüm. İlk gittiğimde yanımda çok aşık olduğum bir kadın vardı, sene 2005…Yaşım 23… İnsan o yaşlarda çok aşık oluyor, kendini kaybediyor…Öyle bir haldeydim ki kızın elini tek bir saniye olsun bırakamıyordum, şimdi hatırlayınca gülüyorum ancak o zamanlar ciddiydim…Şehrin tüm sokaklarını birlikte gezmiştik, sabah otelden çıkıyor gecenin bir yarısına kadar tüm meydanları yürüyorduk, Ponte Vecchio’dan şehrin karşı yakasına geçerken fotoğraflar çekiyor ve kahkahalar atıyorduk. Acıktığımızda elimizde dilim pizzalar, gömleğime domates sosunu döktüğümde günlerce benimle dalga geçen bir kadına aşık olmuştum. Aşk acımasızdı, kadın da öyle acımasız ve amansız bir kadındı ve ben gençtim…İşin en kötü tarafı da buydu; onu delice sevdiğimi anlamıştı. Bunu saklayamamıştım, ama insan aşkı nereye saklayabilir ki?
Bir an film şeridi gibi geçti yaşadıklarım gözlerimin önünden; bir aşkı anlatıyordu yazan kadın, bana başka bir kadını anımsatırken… Dünyanın her yerinde, her an, her saniye benzer acıları ve mutlulukları yaşıyoruz, acaba insanlık bunun ne zaman farkına varacak?
Sizleri mektupla baş başa bırakırken, kısa bir not ve ricam olacak; Floransa Şehri’ni gezme imkanı olanlar lütfen satırları okurken sahneleri zihninizde açın ve gezdiğiniz sokakları meydanları hayal edin, yaşananları adeta izleyerek okuyacaksınız. Floransa’ya gitme imkanı olmamış olanlardan ricam ise Google’dan Floransa resimlerini inceleyin mektubu okurken; çünkü insan bu satırları zihninde yaşamalı ve hayal etmeli… Üstelik İtalya’nın Rönesans merkezinde, Leonardo Da Vinci’nin şehrinde, aşk sahneye çıktığında, hayal etmelisiniz…
“Adil Bey,
Size bu satırları yazarken Floransa’da evimin balkonunda kimsenin dolaşmadığı bir meydana bakıyorum. Açıkçası bu satırları neden yazdığımı bile bilmiyorum, daha önce kimseye böyle bir yazı yazmadım ama derler ya hayatta her şeyin bir ilki vardır hani, işte bu da benim için bir ilk olacak. Belki sizi hiç tanımadığım için size içimi dökmek istiyorum. Benim başımdan son dönemde geçenler artık içime sığmıyor ve birisiyle paylaşmam gerek, anneme anlatmıyorum çünkü bana üzülmesini istemiyorum üstelik hemen panik yapar onu biliyorum. İnsanlar size aşk konusunda yazıyordur sanırım ama ben size çaresizlik konusunda yazmak istiyorum; şimdi siz diyeceksiniz ki aşkın içinde zaten çaresizlik vardır ama ben de size sormak zorunda kalacağım, neden böyle olmak zorunda? Bana bunun cevabını vermelisiniz çünkü benim bunu sorabileceğim başka kimse yok, üstelik şu yaşadığımız günlerde aşktan meşkten bahsetme derler bana haklı olarak, herkes hayatının korkusuna düşmüş kimse normal hayatına devam edemiyor ve ben bütün bunların en yüksek seviyede yaşandığı bir yerdeyim. Karantinadayım. Günlerdir evden çıkamıyorum, sokağa çıkma yasağını çiğnemenin hapis cezası var burada önlemler en üst seviyeye çıkartılmış durumda. Ben kendimi o kadar çaresiz hissediyorum ki bu durumdan nasıl kurtulacağımı bilemiyorum. Korkarım artık sağlıklı düşünemiyorum.
Bundan iki ay önce, ocak ayının ortalarında bir arkadaşımın evindeki doğum günü partisinde bir çocukla tanıştım, o da benim gibi 25 yaşında. Burada yaşadığınız için İtalyanları bilirsiniz, hani şu ev partilerinde tüm kızlara yaklaşıp hepsinin numarasını almaya çalışan İtalyanlardan değil, yani siz kahkaha atarak “sırtlaaaaan” diyorsunuz ya; işte öyle bir erkek değil. İlk bakışta dikkatimi çekmişti, kendi halinde, etrafa pek bakmayan, efendi tarzı olan bir çocuk. Hemen ev sahibi arkadaşıma sordum çocuk mühendismiş bir firmada, çok sakin biridir dedi. Ben aslan burcuyum sakin ve sessiz erkekleri seviyorum, bu çocuk acaba ne zaman bana yaklaşıp konuşacak falan derken birkaç defa partide göz göze geldik sonra ben hafif gülümsedim (videolarınızdaki taktikleri birebir denedim) ben gülümseyince bu birkaç dakika bekledi sonra bana yaklaştı konuşmaya başladık. Baktım ki içine kapalı sandığım çocuk bülbül gibi ötüyor, beni etkilemek için espriler yapıyor sempatik ama yine yanımdayken başka taraflara bakmıyor tamamen dikkati bende tabi bu durum benim aşırı hoşuma gitti. Ben bu devirde dikkati hemen dağılan başka tarafa yönelen erkeklerden nefret ediyorum ve hayatımda iki senedir kimse olmadı. Hani bir duygu vardır, daha ilk görüşte ısınırsınız ben de bu çocuğu önce gördüğümde ve sonra konuşurken ona hemen ısındım, güven verdi bana hareketleriyle, tamam dedim bu çocukla anlaşabilirim. Sonra numaramı istedi ben vermedim instagram hesabımı verdim sadece. Baktım partiden birkaç gün sonra hikayelerime falan bir şeyler yazıyor ama hep ciddi, düzgün yazıyor. Numaramı da istemedi bir daha, “sen bana güvenmiyorsun” dedi bir daha da numaranı sormam dedi, çocuksu hareketleri çok güldürdü beni böyle sanki bana alınmış gibi, neyse sonra ben onun numarasını aldım aradım konuştuk. Ama çizgisi hep aynı, sakin, cinsellik konusu hiç açılmıyor, baktım ki bu çocuk kesinlikle sırtlan erkek değil kendi halinde bir çocuk. Dışarda buluştuk beni çok güzel bir mekana götürdü, yemek yedik, yine harika sohbet ettik, bana o akşam dedi ki “Uzun zaman sonra birisine bir şeyler hissediyorum, bana bu duyguyu yaşattığın için teşekkürler” dedi, bu lafı adeta benim içime saplandı. Tanıştığımda gecelik ilişki peşinde koşan adamlardan o kadar yoruldum ki, bana ilaç gibi geldi bu adamın tarzı. Gerçekten çok mutlu birkaç hafta geçirdik, fakat sonra bildiğiniz gibi burada salgın iyice büyüdü ve aramızda girdi. İlk başlarda telefonla iletişimiz yine çok yoğundu ve her gün mesajlaşıyor ve görüşüyorduk. Bana karşı gittikçe daha ilgili davranıyordu, onu görmek için izinli olarak bakkala gidiyor ve sırada onunla karşılaşıyor konuşuyordum, açıkçası onu görmek için her şeyi yapmaya hazırdım, yasaklar falan umurumda değildi. Sonra aniden birkaç gün ondan ses kesildi, haber alamadım. Çıldıracak gibiydim, uzun zaman sonra aşkı buldum, beni sessiz anlarımda bile anlayan ve bana değer veren bir erkekle tanışmıştım ve hayatımdaki bu fırsatı kaçırmak istemiyordum. Size onun ismini vermek istiyorum; Leonardo. Sizin kitaplarınızı okudum, Leonardo Da Vinci’ye olan hayranlığınızı biliyorum, bakın benim sevgilimin adı da Leonardo. Ben onu deliler gibi aramaya başladım, bir gün bir kadın telefonu açtı, sesi kötü geliyordu, “Leonardo nerede?” diye sordum, bana “Salgına yakalandı, hastanede yoğun bakımda yatıyor” dedi, hastanenin adını sordum ve söylediği anda giyinip evden çıktım. Sokaklarda koşuyordum, Duomo Meydanında polisler vardı, umursamadan hastaneye doğru koşmaya devam ettim. Polislerin arkamdan bağırışları sanki yankı gibiydi anlamadım zaten ben sadece koştum. Birkaç sokaktan geçtim ve hastaneye ulaştım acil kapısına gittim beni içeri almadılar. Hastanede çalışan bir kız sigara içmek için dışarı çıktı ona yalvardım tamam sen bekle dedi, içeri girdi ve sonra çıktığında “Yoğun bakımda yatıyor, iyileşir merak etme” dedi. Onun telefonunu aldım eve dönerken polisler beni durdurdular ben ağlıyordum, hastaneye gittiğimi ve durumu anlattım. Neyse ki uzatmadılar beni arabayla evime bıraktılar. Polisler de aşkı anlıyorlar Adil Bey, bana kızmadılar. Ben her gün hastanedeki o kızla mesajlaşıyorum durumu iyiye gidiyor diyor bana bilgi veriyor ama ben kendimi çok çaresiz hissediyorum. Hayatımda ilk defa gerçekten ruh eşim olduğunu hissettiğim bir çocukla tanıştım, onu kaybetmek beni öldürür. Kız bu sabah benim notumu iletmiş, seni seviyorum yazıp bir kağıda vermesini istemiştim. O da kağıdı alıp “Ben de…” diye yazmış. Lütfen Adil Bey, bana şans dileyin, sizden tek isteğim bu, siz samimi birisiniz, bana şans dileyin ben bu aşkı kaybetmek istemiyorum…”
Sizi sevdiğimi tek bir an olsun unutmayın.
İtalya’da geçirdiğim on senenin ardından bu durum bana enteresan geldi çünkü sadece İtalya’da değil genel olarak Avrupa’da hatta batı kültürlerinde diyelim, kadınlar ilk adımı atma konusunda tereddüt etmezler. Bizim ülkemizde bu konunun sıkıntılı olmasının en büyük sebebi “Eğer adamın bana karşı duyguları yoksa ilk adımı attığımda onun gözünde basit görünür müyüm?” şeklinde kısaca özetleyebileceğimiz endişelerdir.
Aslına bakarsanız bir kadının erkek gözünde basit görünmesi diye kalıplaştırılan durum pek de öyle adım atmakla falan ilgili değildir. Ciddi ilişki arayan erkeklerin tedbirli oldukları ve kendilerini uzak tutmaya çalıştıkları kadınlar genel olarak; her konuda polemik yapanlar, laf sokanlar, aynı anda birçok erkekle iletişimde olduğu hissini verenler ve birçok erkeğin ifadesiyle 'sabah akşam trip atan' kadınlardır. Görüldüğü üzere bu maddelerin hiçbirisi ilk adımı atmakla ilgili değil dolayısıyla bir erkekle iletişim kurarken kendinizi kasmayın; bilakis sağlıklı bir iletişimle başlayan ilişki uzun süreli oluyor.
Pekala, ben yine de sizlere bu yazıda, sizinle ilgilendiğinden emin olmanızı sağlayacak beş davranışı aktarıyorum; eğer bu davranışları söz konusu adamda görüyorsanız belki de o sizden bir sinyal veya adım bekliyordur. Öyle demeyin, erkekler bugün ilk adımın kadından gelmesinde hiçbir sakınca görmüyorlar, yeter ki ölçülü ve abartısız bir sinyal olsun.
Hazır yeri gelmişken birkaç örnek verelim; “Arkadaşlarla konsere gidiyoruz, sen de gelmek ister misin?” ya da “Sanatla ilgileniyor musun bilmiyorum ama bir sergiye gideceğim, ilgini çekerse bana eşlik edebilirsin…” Bu örnekler son derece masumane ve aynı zamanda ilgi alanlarını içeren teklifler; seninle ilgilenen bir erkek asla bu fırsatları kaçırmaz. Öte yandan ilgili bir erkek şunu da yapabilir; “Bak seninle vakit geçirmek istiyorum ancak sergiyi boş ver, gel seni akşam yemeğine götüreyim, baş başa yemek yiyelim…” Siz bir adım atarsınız, gerisini ona bırakırsanız. Tekliflerinize “hayır” diyorsa ısrar etmeye hiç gerek yoktur.
Sizinle ilgilendiğini gösteren beş madde:
1. Kasılır. Sizinle konuşurken pek de rahat değildir çünkü erkeklerin en büyük korkusu olan “reddedilme korkusu” zihninde bir yerlerde onu rahat bırakmaz; “Ya bana hayır derse!” Bunu aklından geçirdikçe kasılır ve hatta kimi zaman saçmalar. Öyle şeyler anlatır ki “Bu adam bana bunları neden anlatıyor?!” dersiniz. Anlamsızca konuşur. Erkekler reddedilme konusunu neden büyütürler bilmiyorum, güçlü görünmeye çalışmak ya da mutlak başarı hırsı olabilir ancak bir kadının reddetmesinin arkasında binlerce sebep olabilir ve bunların bazıları adamla ilgili bile değildir.
Örneğin hayatında kimseyi istemiyordur, sadece kariyer odaklıdır, son ilişkisi çok kötü bitmiştir ve halen etkisinden çıkamamıştır, erkeklere karşı genel olarak bir miktar tepkilidir ve kimseye güvenmeye niyeti yoktur; liste bu şekilde uzar gider, fakat erkeklerin ilkel beyninde yer alan ve belki de hayattaki en büyük başarısızlık anlamına gelen reddedilme korkusu her zaman önemini korumaya devam eder.
Bu ne anlama geliyor? Kadınlar sürekli gelişiyor, ilerliyor ve hayata farklı açılardan bakmayı öğreniyorlar ancak erkeklerin kendilerini geliştirme anlamında çabalarını aynı oranda göremiyoruz. Problemin temeli işte burada yatıyor. Daha önce katıldığım çeşitli TV programlarında birkaç defa dile getirmiştim; erkeklere orta okul çağlarında yetenekli veya yatkın oldukları sanat dallarında zorunlu eğitim verilmesi, onların da kadınlar kadar olmasa da yine de belirli ölçülerde yaratıcı beyinlerini yani sağ beyni kullanmalarına yardımcı olacaktır. Sağ beynini kullanmaya başlayan bir erkek kadını anlamaya ve onunla empati yapmaya başlar, bunun en etkili yolu sanatla ve estetikle ilişki halinde olmaktır.
On yıldır İlişki Koçu olarak bireysel seanslar veriyorum ve karşılaştığım vakalarda erkeklerin genelde benzer hataları yaptıklarını ve işin en kötü yanı bu hataların farkında bile olmadıklarını görüyorum. Bu yazıda on madde halinde hataları size ileteceğim, yazıyı okuyan erkeklere sesleniyorum: bu konularda kendini geliştiren ALFA ERKEK olma yolunda önemli adımlar atacaktır. Erkeklerin en büyük hatası olan “Hata bende değil, sen kendine bak” inatlaşmasından uzak durun, bu şekilde asla gelişemezsiniz. Biz erkekler basit düşünme ve pratik çözümler üretme konusunda özellikle iş hayatında avantajlıyız, çünkü karmaşık ve detaylı düşünce sisteminin bilhassa iş hayatında çok da iyi bir yol olduğunu söyleyemeyiz; fakat karşı cinsle ilişkilerde kadının düşünce yapısını anlamak ve bu anlayışla hareket etmek sorunları büyük ölçüde çözecektir.
Tüm papatyalara sevgiler.
Görüşmek üzere.
Adil Yıldırım
Size şu kadını söyleyebilirim ki erkek son derece basit düşünür ve basit yaşar; özellikle de kadınlarla yakın temasta çalışan erkekler kendi aralarında şöyle konuşurlar: “Ne kadar komplike düşünüyorlar!” Bunun en büyük sebebi, erkeğin hiçbir konuda kadın kadar detaycı bir varlık olmamasıdır. Erkek günlük yaşamdaki detayları görmeyi ve her birini analiz etmeyi bilmez, bunu beceremez ve basit düşünmenin dayanılmaz hafifliği içerisinde kendini akışa bırakabilir. Elbette sanatçılar hariç; çünkü onlar sağ beyin yani yaratıcı beyinlerini de kullandıkları için standart bir erkeğin yaşam biçiminden tamamen ayrılırlar, daha karmaşık düşünürler çünkü yaratıcıdırlar, işte kadın da öyledir, bir yandan muazzam ölçüde yaratıcıdır ancak basit konularda bile detaylarda boğulduğu için büyük resmi kaçırabilir. Bu yazıda sizlere, beş madde halinde, erkek beynine sübliminal mesajlar vermenin yollarını aktaracağım.
Jung şöyle der: “İnsanı harekete geçiren dürtülerin kaynağı ihtiyaçlarıdır. İhtiyacı hangi yönde olursa o yönde davranışlar sergiler.”
Peki erkeğin en büyük ihtiyaçları nelerdir? Muhtemelen ilk cevap cinsellik olacaktır ancak ben aynı fikirde değilim çünkü Columbia Üniversitesi’nde 2012 senesinde çeşitli yaş gruplarından üç yüz erkek denek üzerinde yapılan bir araştırma bizlere ilk sırada farklı bir ihtiyacı ortaya koyuyor: “Güçlü olduğunu göstermek.” Bu çalışmada yer alan erkek deneklerin 53% oranında verdikleri cevap “Bana güçlü olduğumu hissettiren kadını bırakmayı düşünmem.” Bu yönde cevap vermelerinin en büyük sebebi erkekler arasında dur durak bilmeyen rekabettir, erkek avcı toplayıcı olmasının yanı sıra “diğer hemcinslerinden daha iyi olmak” gibi kutsal bir amaç ile yaşamaktadır. Bu amaç daha ilkokul yıllarından itibaren, bazen de oğlunu dünyanın merkezinde gören erkek annelerinin yoğun manipülasyonu ile, erkeğin hayatına yön verir. İşte erkeği buradan yakalayan ve onun diğer erkekler ile kıyaslanmasının bile mümkün olmadığını ona hissettiren bir kadın erkeği kolaylıkla etkileyebilir. Enteresan olan bu yöntemin evli erkeklerde bile işe yarıyor olmasıdır; örneğin evli ancak çok da mutlu olmayan bir erkek ile iletişime geçip ona kibar bir ses tonuyla “Karın gerçekten çok şanslı, umarım bu devirde senin gibi bir erkek bulmanın ne kadar zor olduğunu biliyordur” diyen bir kadın o adamın dikkatini yaklaşık üç saniye içerisinde çekebilir.
Aynı şekilde “senin yanında kendimi güvende hissediyorum” diyen bir kadın erkeğin beynini nasıl ele geçireceğini bilen bir kadındır. Aynı kadın adama şunu dese etkili olmaz: “Sen çok yakışıklı bir adamsın.” Şaka değil, hiçbir etkisi olmaz, çünkü klasik erkek kafası yakışıklı olmak gibi bir hedefe sahip değildir. Erkeğin amacı diğerlerinden daha güçlü olmak, daha başarılı olmak, daha nüfus sahibi olmak ya da daha etkili olmaktır. Erkek, bunu ortaya koyabilmek için birkaç yola başvurur: çok para kazanmak, çok yüksek bir statü elde etmek, şöhret olmak ya da tamamen fiziksel güce yüklenip sabah akşam spor salonunda kas yapmak. Bu saydığımız dört temel güç gösterisi, hangisini başarabiliyorsa, erkek için son derece önemlidir. Peki amaç nedir? Kadınlar tarafından beğenilmek ve güçlü görülmek. Başka hiçbir amaç yoktur. İşte bu sebeple ilk romanım Gecede Saklı Yalnız Aşklar da geçen şu cümle okurlarım tarafından sürekli paylaşılıyor: “Dünya, erkeklerin izlediği ve kadınların sergilediği bir oyundur; çünkü günün sonunda her şey kadınlarla ilgilidir.”
Erkek düşünce sistemiyle ilgili temel bilgilerin ardından, bu yazıyı okumakta olan kıymetli papatyalara yönelik beş sübliminal mesajı sizlerle paylaşabilirim:
Sübliminal mesajları verdin ve sonucu aldın. Erkek beynini ele geçirdin. Eğer şöyle diyorsan “Ben ne yapsam bu adam benimle ilgilenmiyor” bu durumda iki ihtimal var: “Cinsellik dışında hiçbir amacı olmayan duygusuz bir adamla birliktesin ya da bir sebeple senden uzaklaşan bir adamla birliktesin.”
Seviliyorsunuz,
İşte bu sorular uzun zamandır yanıtlanması gerekenler listemde en başta yer alıyor ve sanıyorum ki zamanı geldi. Alfa erkek tabiri bizim ülkemizde birbirinden çok farklı durumlarda kullanılıyor ve henüz standartları oluşmuş değil ancak global ölçekte yazılı olmayan davranış biçimleri ile alfa erkekler bir adım öne çıkarlar. Aralarında sanki sessizce yapılmış bir anlaşma varmış gibi benzer olaylar karşısında benzer davranışları sergileyerek dışarıdan bu durumları izleyen bir insanın onları hemen tanımasına neden olurlar.
Alfa erkek olgusunu bana kalırsa bizim ülkemizde en iyi tanımlayan yerel tabir 'eski toprak' olacaktır. "Neden?" derseniz yanlış çeviri ile 'maço erkek' tanımı kesinlikle alfa erkek ile örtüşmez; bunun sebebi alfanın maço hareketler yapmaya gerek duymaması ve onun yerine zekasını büyük bir güç olarak kullanmasıdır.
Maço erkek tabiri ülkemizde kimi zaman mafyavari anlamda kullanıldığı için gerçek manada alfa erkek tanımına uymaz. Alfa erkek, her şart ve durumda nasıl davranılacağını bilen çünkü hayat deneyimi ile pişmiş ve kendini yetiştirmiş adamdır. İlişkilerde ve evlilikte bu çağın kuralları yerine eskiden iş yapan ve bir zamanların yazılı olmayan yerleşmiş kurallarını benimser. Kendini bu çağa göre güncellemek zorunda hissetmez çünkü doğası gereği neyse odur ve bu halinden de oldukça memnundur.
Alfa erkeği iş hayatında veya sosyal yaşamda hemen tanımak ve diğer erkeklerden ayırt etmek oldukça kolaydır; ben size bu yazımda beş madde halinde özetle öne çıkan özelliklerini aktarıyorum:
1- Bireysellik
Bizim ülkemizde bireyselleşme süreci çağın gerisinde seyrediyor. Batı toplumlarını genelde bu konuda eleştiririz ve çok bireysel olduklarını dolayısıyla oralarda insanların çok yalnız ve anti sosyal yaşadıklarını söyleriz. Oysa bu bakış açısı pek gerçekçi sayılmaz çünkü batı toplumlarında insanlar toplumsal yaşama alışabilmek ve en önemlisi kendi ayakları üzerinde durmak için genç yaşta yani on sekiz yaşlarında üniversite öncesi evi terk ederler ve kendi paralarını kazanmak zorunda kalırlar.
Bu durum, onların ailelerinin duyarsız veya acımasız olmasından kaynaklanmaz, aynen National Geographic belgesellerinde olduğu gibi, dünyaya gelen yavru leopar yürümeyi öğrenmesi için annesi tarafından doğaya bırakılır çünkü kendisi yaşayarak ve deneyimleyerek var olma mücadelesini vermek zorundadır. Ben bu durumu şuna benzetiyorum, yüzmeyi öğrenmesi için suya bırakılan ve bir süre çırpınıp hayatta kalmak için su üstünde kalmayı öğrenen çocukları düşünelim, suyun üstünde kalmak dışında bir çaresi yoktur. Bu örneklerin ardından şu bilgiyi vermeliyim; hayatımda tonla alfa erkek tanıdım ancak bunların arasında ana kuzusu veya hımbıl diye tarif ettiğimiz ailesinin lafından çıkamayan tek bir alfa tanımadım.
Yıllar içerisinde bugünü özellikle bekleyen, bu tarihe hazırlanan ve hakkını vererek geçirmek isteyen bir erkek ile karşılaşmadım; anladım ki erkeklerin özel günlere ilgisi her zaman için sınırlı, bu durum İtalya’da da pek farklı sayılmaz; bu tip özel tarihlere kadınlar kadar dikkatle yaklaşmıyorlar. Bu durum, erkeklerin yapısal olarak özel günlere karşı kayıtsız ve ilgisiz olmalarıyla açıklanabilir. Öte yandan, bundan yaklaşık on beş sene evvel öncesine dönerek, yalnız geçirdiğim bir Sevgililer Günü'nü sizlere aktarmak istiyorum, bu şekilde bir erkeğin psikolojisinde nasıl yansımalar yarattığını gözler önüne sermek mümkün olacaktır.
2006 senesi 14 Şubatı’nı İtalya Milano’da yapayalnız geçirdim; fakat aslında birkaç gün daha ilişkimizi sürdürebilseydik o zamanki İtalyan kız arkadaşımla birlikte geçirebilirdik. Sevgililer Günü'nden birkaç gün önce bir senelik ilişkimizi sonlandırdık, bunun en büyük sebebi aramızda bitmek bilmeyen tartışmalardı. Özellikle yirmili yaşlarda insanlar bir tartışmada 'haklı olmayı' 'ilişkiyi ayakta tutmaya' tercih ederler ve sürekli “ben haklıyım” psikolojisine girerek gereksiz bir inatla olaylara yaklaşırlar. Sanırım biz de yirmili yaşların başında ufak konularda bile ego tartışmalarına giriyor ve aslında ilişkinin enerjisini yukarıda tutmaya çalışmıyorduk.
Bir tarafıyla bu oldukça hüzünlüydü çünkü aramızdaki uyum aslında mükemmeldi, öte yandan bu tavrımız ilişkinin pozitif yanlarını ortadan kaldırıyordu. Kimi zaman birkaç gün sessizlikle çözülebilecek olayları da, ısrarla üstüne giderek ve bitmek bilmeyen atışmalarla köpürtüyor ve ufacık konuları büyük problemler haline getiriyorduk. İşte böyle bir ruh hali içerisinde Sevgililer Gününe beş on gün kala, birbirimizi daha fazla yıpratmamak adına ayrılık kararı aldık; büyük bir üzüntü içerisinde girdiğimi hatırlıyorum çünkü birlikte geçirdiğimiz bir sene zarfında yurt dışına ve yalnız olmanın psikolojisi ile ona iyice bağlanmıştım, aynı şekilde o da bir Romalı olarak Milano’da yalnızdı ve bir seneyi hemen her gün birlikte geçirdiğimiz için bana bağlılığı yüksekti. Hani böyle yoğun ilişkilerin bitmesiyle insan kendisini büyük bir boşlukta hisseder ve boşluk duygusuyla nasıl başa çıkacağını bilemez; işte bu duygu içimde tarif edilemez bir üzüntüye dönüştü ve etrafımda olup biten olayları en kötümser haliyle görmeye başladım.
O yıllarda Milano’da iki yakın Türk arkadaşım vardı ve ikisinin de çok uyumlu görünen ilişkileri vardı. Normalde o sene Sevgililer Gününde onlarla birlikte üç çift bir restoranda yemek yiyecektik, zaten onlarla sıklıkla bir araya geliyorduk ancak biz birkaç gün kala ayrılınca bu plan bizim açımızdan suya düştü ve ben yalnız başıma evimde girmek zorunda kaldım. Yalnızlık üstüme geliyordu ve neden başaramadığımızı düşünüyordum, öte yandan başkalarının çok mutlu olduklarını dolayısıyla ilişki konularında daha başarılı ve adeta bizde olmayan özelliklere sahip olduklarını düşünmeye başlamıştım.
Aslında bu durum sevgililer gününe yalnız giren bazı insanların yaptıkları bir hatadır, kötümser ruh haline yenik düşerler ve kendi durumlarını, dışarıdan bakıldığında detaylarını bilmedikleri başka ilişkiler ile kıyaslamaya başlarlar. Bu durum elbette sağlıklı değildir çünkü biliyoruz ki dışarıdan görünenler bir ilişkinin gerçekte ne durumda olduğunu, içeride tam olarak neler yaşandığını bütünüyle yansıtmaz. İnsan, yalnız olduğunda diğer tüm insanların ne kadar mutlu ve ilişkiler konusunda becerikli olduğunu düşünmeye başlar ve kendisine karşı adeta acımasızlaşır, olayları objektif bir şekilde değerlendiremez.
Kendini başkalarıyla kıyaslamak belki büyük bir hatadır ancak en az onun kadar büyük bir diğer hata ise kendini izole etmektir. Sevgililer gününü yalnız geçirmek dünyanın sonu değil ancak bunu kafasında büyütmek ve adeta kendini cezalandırır gibi eve kapanmak, dışarıda mutlu çiftleri görmemek adına dışarı çıkmamak ve keyifsiz bir akşam ile mücadele etmek son derece anlamsızdır. Peki yalnızlar ne yapmalıdır? Özellikle önerim şudur: Mutlaka kendinize bir hediye alın, kendinizi ödüllendirin çünkü en büyük sevgiyi kendinize karşı beslemelisiniz.
Kendini sevmeyen bir insan, bir başka insanın ona yönelttiği sevgiyi algılayamaz ve bunun değerini bilemez; ilk ve en değerli ilişkimiz kendimizledir kendiyle barışık olmak tabiri çok yerindedir. Kendiyle savaş içerisinde olan bir insanın sevginin kıymetini bilmesi ve bir ilişkide bu duyguyu hissettiğinde bunu pozitif enerjiye dönüştürebilmesi neredeyse imkansızdır; dolayısıyla bu satırları okurken bir ilişkiniz yok ise kendinizi mutlaka ödüllendirin ve bulunduğunuz durumun hiç de garip falan olmadığını sadece momentumun yani doğru zamanın henüz gelmediğini kendinize hatırlatın. Bu hediye; çok sevdiğiniz restoranda bir akşam yemeği ya da uzun zamandır satın almayı düşündüğünüz bir elbise de olabilir; kendinizi şımartın, bunu fazlasıyla hak ediyorsunuz.
2006 senesinde Sevgililer Günü'nü yapayalnız geçirirken iki yakın arkadaşımın ilişkilerinde çok mutlu olmaları da garip bir şekilde benim üzüntümü ve yalnızlığımı derinleştirmişti; oysa sadece birkaç hafta sonra onlarla bir araya geldiğimde ikisinin de farklı sebeplerle kız arkadaşlarından ayrıldıklarını öğrendim. Buna çok şaşırdım ve adeta inanamadım çünkü onları dışarıdan baktığımda o kadar mutlu ve ilişki konularında başarılı görüyordum ki ilişkilerini neredeyse “mükemmel” olarak konumladığımı fark ettim oysa hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve mutluluk kavramı da diğer pek çok kavram gibi görecelidir; tamamen nereden baktığınızda ilgilidir. Başkalarını yüceltirken kendinizi iyice dibe doğru sürüklemek insanın yaptığı belki de en büyük algı hatası olabilir.
Hatta gizemli bir sessizliğe bürünüyor ve ortadan kayboluyor. Burada bir gariplik olduğunu düşünüyorsunuz haklı olarak çünkü ilk tanışma bundan daha iyi olamazdı, birlikte çok iyi vakit geçirdiniz güldünüz eğlendiniz, sonradan üç saattir yemekte olduğunuzu fark ettiniz ve bu da size yetmedi, farklı bir mekana geçip gecenin ilerleyen saatlerine birlikte devam ettiniz. Ardından sizi evinize bıraktı ve arabada sizi yolcu ederken hafif bir yakınlaşma yaşandı, belki bir öpüşme, kısa süreli bir bakışma. Hani şu bir çok duyguyu barındıran, arabanın karanlığında onun göz bebeklerine kilitlendiğiniz bakışmalardan.
Yine de, işler beklediğiniz gibi gelişmedi ve bu adam ortadan kayboldu. Kadınlarla on beş senedir çalışan bir adam olarak bu tip durumlarda kadınların sordukları ilk ve yegane soruyu biliyorum: “Nerede hata yapmış olabilirim? Bu sefer neyi beceremedim acaba?”
Öncelikle, beş maddelik detaylı analize geçmeden önce size söylemem gereken bir şey var; bu kadar kötümser olmanızın hiçbir anlamı yok, işte bunu bilmeniz gerekiyor. Kadınlar çok hızlı sonuç bekledikleri için genelde kötümser davranırlar ve kendilerini suçlamaya başlarlar: “Ben nerede hata yaptım?”
Erkekler o kadar kötümser değildirler. Bunun sebebi bizim düşünce sistemimizin tamamen farklı olmasıdır, buna göre bir erkek kadın duyarsız davrandığında bile ilgi göstermeye devam eder ve baktı ki karşı taraftan olumlu sinyal alamıyor olayı kafasında büyütmez: “Sanırım kızın aklında başka birisi var abi!” der ve konuyu kapatır. Uzatmaz. Buna gerek görmez. Dikkat ederseniz, erkek bakış açısında, “Bu kız galiba benden hoşlanmadı” ya da “Ben sanırım onun tipi değilim” benzeri tespitler yok çünkü kendisine toz kondurmaz. Ben yıllardır bu işlerde çalışıyorum, bir at hırsızının bile kendisine toz kondurduğunu görmedim; kendini Brad Pitt sanar mübarek!
Kadınlar kötümser bakarlar olaya ve hemen kendilerinde bir hata ararlar. Oysa aşağıda okuyacağınız üzere, harika bir akşam yemeğinin ardından bu terbiyesiz adamın ortadan kaybolmasının beş sebebi olabilir ve kesinlikle bunlardan biridir, başka bir ihtimal yok.
Eksik olan, kıza karşı hiçbir arzu hissetmemesi zaten bu sebeple durumu şöyle özetledi: “Arkadaş olabiliriz ancak ilişki olmaz…” Peki neden kızı cinsel anlamda arzulamadı? Üstelik hemen cinsellik arayan bir adam değil ancak ilk görüşmede kızı cinsel manada çekici bulmamış olması onun eksik bir şeyler var demesinin nedeniydi. Neler konuştuklarını sorduğumda verdiği bilgilerden kızın nerede hata yaptığını anladım: Kız erkeksi bir üsluba sahipti, bizim arkadaşla futbol muhabbeti yapmıştı ve konuşurken ellerini kullanma biçimi, abartılı jest ve mimikleri arkadaşıma sanki bir erkekle konuşuyormuş hissi veriyordu, daha da ötesi, kız dışarıdan çok zarif ve nazik görünmesine rağmen konuşurken sürekli argo tabirler kullanıyordu. İşte bu sebeplerle arkadaşım onu zihninde “bir çeşit kanka” olarak konumlamıştı. Birçok erkek böyle yapacaktır.
Gördüğünüz gibi farklı sebepler var. Kötümser olmayın ve kendinizi suçlamayı bırakın. Mutlaka doğru adam karşınıza çıkar, yeter ki sabırlı olun ve kendinizi geliştirmeye, yalnızlıktan keyif almaya devam edin. Yalnızlıktan kaçarken yanlış ilişkilere tutulmayın.
Seviliyorsunuz,
Yazılarımı ve videolarımı yakından takip edenlerin bildiği üzere benim misyonum, ilişkiler ve evlilikler konusunda sizlere farklı bir pencere açarak, daha önce aklınıza gelmeyen veya dikkatinizi çekmeyen açıları sizlere sunmaktır. Şöyle düşünüyorum, hayatta bizlere sunulan farklı her bakış açısı bizler için bir şanstır; kimilerine yeniden hayata tutunmak için bir umut ve yaşam sevinci bile verebilir.
Bilindiği üzere boşanma oranları büyük bir hızla artıyor. Bu konuda lider ülke Amerika; çünkü orada 52% boşanma oranı, evli çiftlerin yarıdan fazlasının boşanma yoluna gittiklerini gösteriyor. Aslına bakılırsa tüm dünyada boşanma oranları gittikçe büyük bir hızla artıyor ve bizim ülkemizde bu durumdan payına düşeni alıyor. Sizlere beş madde halinde boşanma oranlarını arttıran sebepleri aktaracağım.
Bir kez daha yinelemek isterim ki, evlilik konusunda genç yaşlardaki insanlara ne kadar yoğun eğitim verilirse, ilerde yapacakları hataların önüne geçmek aynı oranda mümkün olacaktır. Evlenip çocuk yapan ve topluma yeni bireyler kazandıran insanların, bunun sorumluluğu konusunda çok ciddi eğitimler almaları ve daha bilinçli hale gelmeleri toplumun yararına olur.
Görüşmek üzere,
Sevgiyle kalın…