Geçen haftaki yazım, yani Mahmure Ailesindeki yirmi yedinci yazım, sizlerden binlerce mesaj ve yüzlerce mail almama neden oldu; şunu bir defa daha görmüş oldum ki; insan, kendi ruhunu tüm kapılarıyla araladığında, aynı frekanstaki dostlarla bir araya gelebiliyor. Muazzam derecede mutlu oldum, özellikle bazı okurlarımın “Ben de artık inatlaşmayı kesmeliyim çünkü bana hiçbir faydası olmuyor, sadece mutlu giden ilişkimi zedeliyorum” gibi mesajları, eğer gerçekten inatlaşmayı kesmeleri halinde, bu yazıların amacına ulaştığını gösterecektir. Her zaman şuna inandım, tek bir insanın hayatında olumlu yönde değişiklik yapabiliyorsanız, yaşadığınız hayata bir katma değer eklemiş oluyorsunuz.
Bu haftaki konumuz ise son derece janjanlı. Dikkat çekici. Zamanlama olarak da birçok insanın ihtiyacı olan bir konu; çünkü malum yeni yıla girdik ve yeni başlangıçların tam zamanı. Diyelim ki, sosyal medyadaki aplikasyonlardan bir adamla tanıştınız. Aslında henüz tanışmadınız! Sadece yazışıyorsunuz, ki bunu yapıyor olmanız söz konusu adamı tanıdığınız anlamına gelmez, onu tanımak için birtakım adımlar attığınız ve iletişimde olduğunuz anlamına gelir. Hepsi bu.
Tam da bu noktada şunu ifade etmeliyim ki, iletişimin en önemli kurallarından bir tanesi de 'insanı temastır'. Bu ne demek? Karşı karşıya oturmalı ve onun gözlerinin içine bakmalısınız. Onun beden dilini, gülümsemesini veya ona kritik sorular sorduğunuzda bakışlarını sizden kaçırdığı anları yakından görmelisiniz. İşte tam da bu sebeple, örneğin iş hayatında büyük holdingleri yöneten yetkililer, milyon dolarlık sözleşmeleri imzalamadan önce uçağa atlayıp karşı tarafla sadece bir kahve içebilmek için kıtaları aşan yolculuklar yaparak ertesi gün geri dönüyorlar.
Sadece iş ilişkisine girecekleri insanların gözlerinin içine bakabilmek için!
Sanmayın ki özel hayatta durum farklıdır. Kimi hayatınıza alacaksanız, onunla whatsapp ekranında yazışmak yerine, bir an önce söz konusu görüşmeyi ayarlamasını sağlayın. Görüşme sürecini ısrarla uzatan adama şöyle diyebilirsiniz: “Ben tarz olarak, yüz yüze görüşmeyi tercih ederim.” Bu kalıbı her fırsatta kullanabilirsiniz: “Ben tarz olarak bu tip filmleri seviyorum, ben tarz olarak blues müzik dinliyorum, ben tarz olarak şu rengi tercih ediyorum, vs…”
Her fırsatta bir tarzınız olduğu gerçeğini onun zihnine yerleştirin; çünkü erkekler bir tarzı olan veya olduğunu düşündükleri kadınlara bayılırlar.
Pekala, diyelim ki sosyal medyadan tanıştığınız bu adam görüşmeyi uzatmıyor; tam aksine bir an evvel görüşmek istiyor ve süreci hızlandırıyor. Bu durumda sizlere yardımcı olmaktan keyif alacağım; çünkü sizin için bazı tüyolarım var:
Bu dehşet veren olaya geçmeden önce, sizlere sormak istediğim naçizane bir soru var: “Sizce de tüm hayatımız bir pamuk ipliğine bağlı değil mi?”
Bireysel seanslar yaptığım binlerce insanla çalışırken, özellikle bizim ülkemize has bir özelliğin ilişkileri ve evlilikleri berbat ettiğine defalarca şahit oldum; gereksiz inatlaşma ve hırs. Çiftler arasında, çoğunlukla incir çekirdeğini doldurmayacak kadar ufak ve anlamsız konuların zaman içerisinde nasıl bir inatlaşmaya dönüştüğünü ve kimi zaman maalesef ilişkiyi veya evliliği bitirme noktasına kadar getirdiğine şahit oldum.
Bazen bu durumla karşılaşmak beni o kadar şaşırtmıştır ki, neden inatlaştıklarını partnerlere sorduğumda onların da aslında bunun sebebini tam olarak bilmediklerini şaşkınlıkla görmüşümdür. İnatlaşma, zaman içerisinde muazzam bir hırs yangınına dönüşerek ilişkiyi küle çevirir. Benim açımdan işin en garip yanı ise şudur: Bu garip inatlaşmanın, çiftler arasında yıllarca paylaşılan anılar, sevginin, saygının ve biriktirdikleri binlerce anının bile önüne geçmesidir. Nasıl olur da insanlar, saçma bir konuda inatlaşırken, bu olayı aralarındaki sevginin önüne koyabilirler?
Yaşadığımız hiçbir saniyenin garanti olmadığı bu dünyada, hayatın bu kadar kısa ve aynı zamanda kıymetli olduğunu bilmemize rağmen, kişisel hırsları ve inatları bize bahşedilen nadir duyguların ve aşkın önüne koyuyor olmamız, belki de insanlığın önündeki en büyük engeldir.
En ufak çaplı örneği vermem gerekirse: Bir kitapçıda karşılaşan iki genç insanın, dakikalarca bakışmalarına rağmen, birbirlerine “merhaba” diyemeden ve belki de hayatları boyunca bunun pişmanlığıyla yaşayarak oradan çıkıp gitmeleri oldukça gariptir. Burada şunu görürüz; insanın duygularına egemen olan güç, toplumsal tabular ve aile baskısıdır; “Ona merhaba dersem basit görünür müyüm? İlk adımı onun atması gerekmez mi?”
Bu satırları yazarken İtalya Torino’nun soğuk rüzgarlarını sırtımda hissetmeye başladım bile. Köpeğim Tarçın (Yorkshire terrier) bakışlarını bana dikmiş, “Neden bu saatte hala yatıp uyumuyorsun?” der gibi bakıyor; ancak ne uykum var ne de bu olayı size aktarmadan yatmak gibi bir niyetim, çünkü ben kıl payı kaçan aşklara şahit oldum ve işte bu durumu siz değerli okurlarımın da yaşamasını istemiyorum. Belki de tek derdim budur, bu yazıyı okuyan tek bir insanın hayatına dokunabilirsem benim için yeterli olacaktır. Hepimiz bu dünyaya çeşitli görevler için gönderiliyoruz, benim de hiç tanımadığım insanların hayatlarına dokunmak gibi bir misyonum var ve bunu sürdürmek istiyorum.
Sizleri 2006 senesinin mayıs ayına götürmenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum. İtalya’nın Piemonte Bölgesi’nin adeta başkenti niteliği taşıyan şehri Torino’da global bir kozmetik markasının genel merkezinde çalışıyordum. Çalışmakta olduğum departmanda yirmi iki kadın ve dört erkekten oluşan enteresan bir ekibimiz vardı; enteresan dememin sebebi şuydu ki, hani insanın hayatında nadiren olabilecek bir arkadaşlık ortamına sahiptik. İtalya’da on sene geçirdim, ancak kendimi yabancı bir ülkede asla bir yabancı gibi hissetmediğim yegane dönem bu dönemdir. Tamamen kendi yaşıtlarımdan oluşan ve deliler gibi çalışmanın yanı sıra iş saatleri dışında birlikte çok eğlendiğimiz bu ekip ile yaşadıklarımı hayatım boyunca asla unutamam. Özellikle bir olay var ki, bu satırlarda sizlerle paylaşmak istiyorum.
2006 senesinin mayıs ayında, her hafta sonu olduğu gibi yine bir hafta sonu ekip Torino dışında kırlarda dolaşma kararı aldı. Sekiz kişiden oluşan ekibimizde yakın arkadaşlarımdan Stefano ve kız arkadaşı Elena da bulunuyordu. Nasıl tarif etsem bilemiyorum? Hani bazı çiftler vardır, daha ilk bakışta bunlar birbirleri için yaratılmışlar dersiniz, o kadar uyumlu ve birbirine yakışan iki insanı daha sonra bir daha görmedim. Stefano, Floransa şehrindeki heykellere benzeyen, boylu poslu, kumral kıvırcık saçlı ve oldukça sempatik, sürekli espriler yapan ve etrafına neşe saçan bir adamdı. Şirkette edindiğim ilk arkadaşlardan biriydi ve daha sonra da dostluğumuz asla bozulmadı. Elena ise çok başkaydı; İtalyanların deyimiyle “Yüzüne gölge düşmeyen bir kadındı” adeta bir azize gibiydi, her zaman pozitif, hayat dolu, neşeli, asla ölçüsüz bir davranışını göremeyeceğiniz türden, azize gibi bir kadındı. O zamanlar Elena’nın yaşı 26 olmalıydı ancak ona baktığınızda en fazla 18 diyebilirdiniz, o kadar genç, zarif ve kibar bir kadındı.
Diyelim ki yeni yıla arkadaşlarınızın evinde düzenlenen bir yılbaşı partisinde girdiniz. Parti gayet güzel bir ortamda düzenlendi, müzikler harikaydı, atmosfer son derece sıcaktı ve siz yeni yıla tam da istediğiniz tarzda giriş yapmak üzereydiniz. Tam bu duygularla yeni yılı kucaklamak üzereyken, partiye katılan bir adamın bakışlarının sizin üzerinizde olduğunu fark ettiniz. Önce bir anlam vermek istemediniz ya da tesadüfen bakışlarınızın karşılaştığını düşündünüz ve bir süre adamın olduğu tarafa bakmadınız; fakat birkaç dakika sonra tekrar o yöne baktığınızda adamın yine size doğru bakmakta olduğunu gördünüz. Hatta bu sefer size bakarken garip bir şey yaptı ve bardağını size doğru kaldırıp sizi bakışlarıyla selamladı. Beklenmedik bir hareket. Şaşırdınız. O anda etrafınızdaki arkadaşlarınız sizin ruh halinizdeki değişimi fark edip “Hayırdır yanakların kızardı, iyi misin?” diye sordular. Bir anda durumu toparlamak için “Yoooo bir şeyim yok hayatım, nerden çıkardın?!” ve benzeri cevaplarla üzerinizdeki ani baskıyı savuşturmaya çalışıyorsunuz ancak merak içerisindesiniz “Acaba adam hala size bakıyor mu?” diye aklınızdan geçirirken adamın bakışları bu defa tamamen sizin üzerinizde ve gülümsüyor. Bir saniye, daha da fazlası var; adam size doğru geliyor ve yüzünde anlamsız bir gülümsemeyle adeta sizi tanıyor gibi davranıyor, son derece rahat ve kendine güvenli hareket ederek yaklaşıyor. Bakışlarında arkadaşça bir anlam yok, niyeti belli, sizinle yakınlaşmak istiyor, sizi tanımak istiyor ve eğer mümkünse uzun zamandır sağlam duvarlarla ördüğünüz yalnızlığınızı bölerek hayatınıza girmek istiyor. Yürüyüşünden bile belli, bu adamdan arkadaş olmaz; çünkü tavırlarında ve bakışlarında sizi cezbeden bir şeyler var. Belli ki kimyalarınız uyuşacak; hatta ten uyumu bile harika olabilir.
Kadın davranışları üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki; bir kadın yeni bir erkekle tanıştığı veya onu gördüğü ilk otuz saniye içerisinde onunla yaşayabileceği muhtemel bir ilişkideki ten uyumunu aşağı yukarı algılayabiliyor. Bunda temel etkenler, adamın yürüyüş şekli, vücut dili, omuzlar (gücü temsil eder; kadınlar omuzları geniş erkekleri daha çok tercih ederler) ve elbette bakışları. Bunlardan sonra gülüşü ve kullandığı koku yine kadınlar açısından belirleyici olan faktörler. Sıcak bir gülüş kadının içini ısıtıyor ve adamdan hoşlandığı zaman kadının göz bebekleri büyüyor, kısacası kadının duyguları vücut diline ve yüz ifadesine hemen yansıyor.
Bütün bunları bir kenara bırakıp, partideki sahneye dönelim mi? Adam size yaklaştı ve bu durumun farkına varan arkadaşlarınız hemen sizi yalnız bırakmak için uzaklaştılar. Adam söze girdi ve ağzından dökülen kelimeler tam anlamıyla sizin ruhunuza hitap ediyor. Belli ki artık yalnızlık bulvarından çıkmak üzeresiniz; aslında garip bir şekilde mutlu hissetmeye başladınız. Garip diyorum çünkü yalnızlık sizi mutlu ediyordu, yalnızken gayet iyiydiniz, peki o zaman şimdi neden uzun zamandır size huzur veren yalnızlığa bu kadar çabuk ihanet ediyorsunuz?
Yoksa ilk görüşte aşık mı oldunuz?
Adam hemen şakalar yapmaya başladı ancak ölçülü bir tavrı var, size mesafeli ve saygılı davranıyor. Belli ki onun ilgisini çekiyorsunuz, zaten bakışları size adeta kilitlenmişti, siz aklınızdan bunları geçirirken şunları fısıldıyor: “Sizinle bir kahve içmeyi çok isterim, tabi sizin için uygun olan bir tarihte, acaba numaranızı alabilir miyim?”
Son derece nazik bir ses tonuyla size yönelttiği soruyu duydunuz ve yanaklarınız organik domates gibi kızardı, adam bunu gördükçe gülümsedi ve sanki size doğru bir adım daha attı, fark ettirmeden yakınlaşıyor, alanınıza giriyor ve hayatınıza girmek üzere. Bakışlarınızdan, ondan hoşlandığınızı anladı, bu adam hiç de aptal değil durumu hemen kavrıyor ve yeni hamleler yapıyor; belli ki hızlı bir oyuncu. Yine de artık yalnız olmayacağınızı bilmek size iyi geldi, kendinizi onun kollarına bırakmak üzeresiniz ancak elbette buna asla izin vermezsiniz çünkü sağlam duvarlarınız var, onları yalnız geçirdiğiniz günlerde ve gecelerde ördünüz, kimsenin o duvarları aşması mümkün görünmüyordu ancak işte tam da yeni yıla girerken yeni bir aşk kapınızı çalıverdi. Neden olmasın? Mutluluk artık uzaklarda değil, belki bu ilişki evliliğe bile gidebilir. Hatta bu adam iyi bir baba olabilir gibi görünüyor (yapılan araştırmalar, bazı kadınların yeni tanıştıkları ve daha ilk görüşte hoşlandıkları bir erkek ile evlilik ihtimalini ve çocuk düşüncesini kısa bir süre zihinlerinden geçirdiklerini gösteriyor) ancak işte tam da bu anda, evet bu anda, her ne kadar sizi rahatsız etmek istemesem de araya girmek zorundayım ve size fısıldıyorum (beni duyup duymadığınızdan emin değilim) “Adamı boş ver, önce sen bana cevap ver; sen aşka hazır mısın?”
Öfkeli gözlerle bana bakıyorsunuz ve tekrar sorduğumda adama “bir saniye bekleteceğim papatyam” diyerek onun yanından uzaklaşıyorsunuz. Daha sadece beş dakikadır yeryüzündeki varlığından haberdar olduğunuz bir adam ile olan keyifli sohbetinizi böldüğüm için üzgün olduğumu söylüyor ve kızgın bakışlarınızdan ürkerek size beş sorum olduğunu fısıldıyorum.
Bu soruları size soruyorum ve sonra sessizce partideki bir başka köşeye doğru uzaklaşıyorum; neticede ben de yeni yıl partisindeyim ve eğlenmek istiyorum. Arkama dönüp baktığımda siz soruları detaylı olarak düşünüyorsunuz ve aslında doğru olanı yapıyorsunuz. Adam birkaç dakika daha bekleyebilir hatta bırakın beklesin. Oysa bunları düşünmeden yeni bir ilişkiye başlamak en kötü olanıdır ve kaybettiğiniz zamanı ve güveni, asla geri getiremezsiniz.
Bana bu yıl nasıl geçti diye sorduklarında tek kelimeyle “Sinerji” diye yanıtlıyorum. Bu yılın bende bıraktığı izin adı sinerji. Yüzbinlerce kadının hayatına ve ruhuna dokunma fırsatı bulduğum bir sene oldu ve bu sebeple, bana bu şans verildiği için her zaman şükrediyorum; tarifi olmayan bir mutluluk ve gurur.
Hiç tanımadığınız insanların yaşantısına sihirli dokunuşlar yapabilmek ve onlarla muazzam bir sinerji yakalamak, büyük bir topluluk olmak beni duygulandırıyor. Öte yandan sizlerden aldığım mesajlardan ve maillerden görüyorum ki çok sayıda insan kederli, yalnız ve mutluluk konusunda oldukça karamsar. Bu durum beni üzüyor. Hayatta karamsarlığa yer yoktur çünkü hayatın her anında mucizeler saklı, aslında her şey bakış açımızla ilgili; olaylara nasıl bakıyorsak öyle görüyoruz.
Yeni yıla girmenin hem ruhsal hem de simgesel olarak çok anlamı var; yepyeni başlangıçlar yapmak için bir fırsattır. Geçtiğimiz yılda yaşadığımız, bizi üzen veya yaralayan olayları, kötü deneyimleri ve ilişkileri arkamızda bırakıp yeni yılın beyaz sayfasına yeni maceraları yazmak için güzel bir başlangıçtır. Karamsar bir insan ise olaya buradan bakmaz ve “Bir sene daha yaşlanıyorum” veya “hayatımdan bir sene daha geçip gitti” gibi düşüncelere sürüklenebilir. Melankolik olmak isteyen herkes özgürdür, isteyen kederlenir isteyen umutlanır; yeni yıl kendine has şansları ve kısmetleri bana getirecek diye düşünebilir. Hayat, yaptığımız seçimlerden ibaret dolayısıyla bu noktada da yeni yıla girerken bir seçim yapmalısınız; “Hayatınızı gerçekten değiştirmek istiyor musunuz?”
Bu soruya açıkça “Evet” cevabı verenlere tekrar sorma gereği duyuyorum; “Bundan kesinlikle emin misin?”
Tekrar sormamın sebebi şu: “Bireysel çalışmalarda binlerce kadınla çalışma şansım oldu ve bu deneyimlerde gördüğüm kadarıyla birçok insan bunu açıkça beyan etse bile aslında hayatında yerleşmiş olan kurulu düzenden çıkıp yeni bir adım atma cesaretine sahip değildir; hele de biraz sonra anlatacağım “düşünce biçimini değiştirme” operasyonu onlar için pek ideal değildir. Bunu yaptıklarında kendilerini okyanusa açılmış gibi hissederler ve ürkerler; hayatlarında istediklerini düşündükleri değişim daha ilk adımda onları korkutur; bu değişimi yaparken var olan düzeni kaybetmek, alışık oldukları yaşam biçiminden vazgeçmek o kadar da kolay değildir.
Her şey düşüncede başlıyor. Düşünce bir tasarım. Düşünce bir felsefe. Düşünceleriniz, hayatınıza yön veren bir aplikasyon gibidir. Düşünce biçiminizi değiştirdiğiniz zaman, siz farkına varmadan ve aslında çok büyük ve beklenmedik bir hızla çevrenizde olup biten her şey değişmeye başlar. Bu çok gizemli bir olaydır ve aynı zamanda değildir, size nedenini birkaç örnekle açıklamak istiyorum.
Bundan yaklaşık iki ay kadar önce sürekli yemek yediğim bir lokantaya yeniden uğrama fırsatı buldum. Oraya yaklaşık iki haftadır gitmiyordum ancak işlerim fırsat bulup gittiğimde, lokantada servis yapan garsonun, daha ben sipariş vermeden, bana otomatik hareketlerle genelde (her zaman değil) tercih ettiğim yemekten getirdiğini gördüm. Şaşkın bakışlarımı genç garsona dikerek “Ben saha sipariş vermedim” dediğimde ise bana şöyle cevap verdi “Abi siz genelde bu yemekten söylüyorsunuz, yine bunu istersiniz sandım…”
Bu diyalog bir anda zihnimde binlerce ampulün yanmasına neden oldu çünkü benim için çevremde olan biten çok sayıda olayı açıklıyordu. Oldukça şaşırdım ve ona yemeği geri götürmesini çünkü o gün başka bir şeyler yemek istediğimi söyledim. Yapmam gereken buydu. Ezberi bozmak, rutini bozmak ve sistemin beni ele geçirmesine izin vermemek. Hangi sistemden bahsediyorum? Sizlere kısaca açıklamaya çalışacağım.
Yaptığım çalışmalarda gördüğüm kadarıyla bunun en büyük sebeplerinin başında evlilikte cinsel hayatın bitmesi veya rutinleşmesi geliyor. Günümüzde sosyal medyanın hayatımızı neredeyse tamamen ele geçirmesi nedeniyle, çok fazla alternatifim var veya olabilir yanılgısına düşen ve bu sebeple eşine yönelik cinsel arzusunu kaybeden çok sayıda insan var. İnsan beynini uyaran faktörlerin sayısı arttıkça insanın eşine yönelik ilgisi veya arzusu azalıyor; üstelik bazı kavramlar büyük yara almış durumda; sadakat gibi veya fedakarlık gibi kavramlar evlilikte eskisi kadar gündemde değil. Eskiden bu kavramlar evliliği ayakta tutardı; oysa artık modası geçmiş kavramlar gibi. Son derece üzücü bir durum çünkü toplumun temelinde aile vardır ve aileyi korumak demek toplumu korumak demektir.
Bir evlilikte eşler arasındaki cinselliği ve tutkuyu ayakta tutmak, evliliği ayakta tutmak anlamına geliyor. Evliliğin ilk yıllarında cinsellik son derece canlı olsa bile, yıllar geçtikçe bu tutku azalabilir; özellikle de bazı tartışmalarda eşler birbirlerine kırıcı sözler söyleyerek aralarındaki paylaşıma zarar verdiklerinde bunu tamir etmek tahmin edildiği kadar kolay olmayacaktır. Genelde kullanılan yöntem, bu kötü hislerin halının altına süpürülmesi olacaktır fakat yeni tartışmalarda bu halı kaldırılır ve eski kırgınlıklar yeniden evliliğin yüzeyine çıkar. Eğer cinsel hayatınızı korumak istiyorsanız, tartışmalarda söylediğiniz sözlere çok dikkat edin ve asla eşinizin şahsına yönelik kırıcı sözler söylemeyin.
Yeni yıla girerken evliliğinizde şömine ateşini yeniden yakmak için yapabileceğiniz sekiz maddeyi sizlerle paylaşıyorum:
1- “Eşim birkaç aydır benden uzak duruyor, bana asla dokunmuyor ve yatakta en ufak bir cinsellik yaşayamaz hale geldik” diyen kadınlara ilk önerim: Eşinizin bu süreçte yaşadığı psikolojik veya fiziksel bir rahatsızlık olabilir mi? İşte bunu tespit etmenizde fayda var. Bizim toplumumuzda erkekler iş hayatında veya arkadaşları ile yaşadıkları sorunları pek paylaşmazlar hele ki iş hayatındaki kayıplar, problem, gerginlik gibi konuları paylaşmak nedense bir zayıflık olarak görülür. Erkek, her zaman güçlü olmak zorundadır ve ailesi tarafından bu şekilde yetiştirilir; fakat bu sıkıntılar zamanla aile hayatına ve en başta da cinsel hayata yansımaya başlar. Erkek, bu durumu eşiyle paylaşmadıkça problemi büyütmekte olduğunu bilmez; zira karısının aklından bin türlü farklı senaryo geçmekte olduğunu ve bunların en başında da “başka bir kadın” yani “aldatılma” ihtimalinin geldiğini bilmez. Problemleriyle başa çıkmaya çalışırken evde ve özellikle yatakta başlayan huzursuzluğu görmezden gelir. sizin yapmanız gereken, öncelikle eşinizin psikolojik veya fiziksel bir rahatsızlığı olup olmadığını anlamaya çalışmaktır. Bunun çeşitli yolları vardır; mesela bazı kadınlar “ben check-up yaptıracağım, haydi sen de bana eşlik et sana da baktıralım” diyerek eşlerini detaylı bir kontrolden geçirirler. Bu şekilde eşlerinin bir tür on bin bakımına ihtiyacı olup olmadığını anlayabilirler!
2- Diyelim ki eşinizin hiçbir sıkıntısı yok, ne iş hayatında problemler var ne de fiziksel olarak bir rahatsızlığı bulunuyor; yani her şey yolunda! Bu ilk aşamadan emin olduğunuzda size önerim, birlikte spor yapın. Bakınız; her sabah veya akşam, ya da sadece hafta sonlarında eşiyle yürüyüşe çıkan, kardiyo çalışmaları veya egzersiz yapan insanların bir bildikleri var, birlikte terlemek eşler arasındaki cinsel çekimi arttırıyor. Bunu ben demiyorum; Michigan Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre, birlikte spor yapan ve “birlikte terleyen” eşlerin salgıladıkları endorfin hormonuna bağlı olarak karşılıklı arzuları tetikleniyor ve seks hayatları yüksek bir ritimde devam ediyor. Bu arada spor her durumda faydalıdır, birlikte yapıyorsanız daha da güzel.
3- Erkek beynini ateşlemek istiyorsanız, eşinize bir sürpriz yapın ve onun içini gıcıklayacak yeni iç çamaşırları alın. Her zaman işe yarar. Farklı renkler deneyin, daha önce sizde görmeye alışık olmadığı renklerle başlayın, özellikle dantelli iç çamaşırları eşiniz üzerinde etkili olabilir. Alışveriş merkezlerinde dolaşırken iç çamaşırı satan mağazaların boş olduğunu hiçbir zaman görmedim. Yurtdışında bile durum aynıdır, dünyanın neresine gitseniz, erkek beynini etkilemenin yolunu bilen kadınlar iç çamaşırı mağazalarında sürekli yeni modelleri satın alırlar. Bu durum değişmez, neden biliyor musunuz? Çünkü erkek beyni asla güncellenmiyor ve erkeklerin etkilendikleri konular üç aşağı beş yukarı hep aynıdır.
4-
Kimi zaman maddiyat konusunda binlerce soru geldi, kimi zaman aldatma konuları öne çıktı, kimi zaman ise üçüncü kişilerin etkisi veya yönlendirmesiyle boşanma vakaları ile ilgili çalışmalar yaptım. Genellikle Youtube kanalımdaki videolarımda değindiğim 'saplantılı ilişkiler' konusunun modası geçmedi ve elbette bununla bağlantılı olarak “eski sevgili” konusu hemen her zaman güncelliğini korudu.
“Adil Beycim, eski sevgiliden arkadaş olur mu?” diye soran dostların mailleri, mail kutumu doldurmuştur. Bu soruyu soranlar, tesadüfe yer bırakmayacak şekilde, her zaman kadınlardır.
Bir erkek asla bu soruyu sormaz. Peki sizce neden?
Erkek dünyasında bu sorunun cevabı gayet nettir. Erkekler, istisnalar kaideyi bozmayacak şekilde, duygu odaklı varlıklar değildirler. Erkek, sol beynini yani mantığı ön plana koyar ve ihtiyaçları tarafından güdülendiğini çok iyi bilir. Bir insanın davranışlarını şekillendiren ihtiyaçlarıdır ve erkekler de bu ihtiyaçlarının kendi hayatları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu bilirler. İşte bu temel düşünce farkı nedeniyle, bir erkek asla eski sevgilisi ile 'gerçekten arkadaş' olamayacağını bilir. Geçmişte cinsellik yaşadığı bir kadına 'sadece arkadaş' gözüyle bakabilmesi imkansızdır.
Bir erkek, herhangi bir sebeple eski kız arkadaşı ile aylar veya yıllar sonra aynı masaya oturduğunda, aklına gelen ilk soru şudur; “Acaba gecenin sonunda benim eve gider miyiz?” Bunun sebebi, görüşmenin öncesinde, zihninde geçmişe dair seks sahnelerini açmaya başlamış olmasıdır. Eğer bu eski sevgilisi ise geçmişte bir ilişki yaşamış ancak cinsellik yaşamamış ise, bu durumda zihninde sahne açamaz ve sahne açamayan bir erkek cinselliği aynı derecede umut etmez. Yani kadından bir beklentiye girmez. Erkek beyni işte böyle çalışır. Öte yandan, eğer geçmişte aralarında cinsellik olmuş ise; hele de bu cinsellik tutkulu olduysa erkek mutlaka bu ihtimali yeniden düşünecektir. Bu kaçınılmaz bir gerçekliktir. Açıkçası yıllarını erkek beynini analiz etmeye ve kadınlara erkek düşünce sistemini anlatmaya vermiş bir ilişki koçu olarak bu durumu tartışmaya bile gerek görmüyorum. Binlerce erkek ile işim gereği sürekli irtibatta olmak durumundayım; hemen her zaman şunu duymuşumdur: “Abi eski sevgilim bir konuyu danışmak için aradı, evi temizledim, kendimi hazırladım, şansımı sonuna kadar deneyeceğim!”
Bir erkeğin eski sevgilisiyle sohbet etmek üzere görüşmesine kanmayınız, aklının köşesinde; daha doğrusu şiddet ve seks kaynağı olan ilkel beyninde mutlaka şehvetli ihtimaller kumpanyası oynamaktadır. İşte bu sebeple, bir kadın uzun zaman ayrı kaldıktan sonra eski sevgilisine herhangi bir sebeple mesaj attığında; “görüşelim” dediğinde adamın beyninde yanan ampül ile kadının yakmak istediği ampül aynı olmayabilir! Çünkü kadın ve erkeğin düşünce sistemleri tamamen farklıdır…
Öte yandan, kadın düşünce sisteminde eski erkek arkadaşı ile sadece yeniden görüşmek ve arkadaş kalmak gibi durumlar söz konusu olabilir. Geride kalan on yıllık süreçte binlerce kadın ile çalıştığım için, kadınların “sadece görüşmek istediklerine” defalarca şahit oldum. İşin komik tarafı ise, bu kadınların, eski erkek arkadaşlarının sırtlan davranışları ile karşılaşıp bu duruma şaşırmaları idi. Buna şaşırmalarının sebebi, kadınların erkek beyninin ne kadar basit bir düşünceye sahip olduğunu bir türlü kabul etmek istememeleriydi. Oysa erkek, seks odaklı bir varlıktır. Erkek, eğer kendini yetiştirmediyse ve iradesine hakim bir adam değilse, tamamen ilkel beyni tarafından yönlendirilir. Bu durumda erkeğin önünde iki seçenek vardır: ya seks, ya da şiddet.
Değişim her alanda hissediliyor, sosyolojik olarak toplumların yapısı ve davranış biçimleri de değişiyor; elbette kadınlar ve erkekler de değişiyorlar.
Değişmeyen tek şey; değişim kendisi. Bu değişime ayak uyduramayanlar ise şu klasik tabiri kullanıyorlar: “Galiba ben bu devire ait bir ruh değilim; ben eski kafalı birisiyim.”
Belki de öyledir.
Öte yandan, kadın erkek ilişkilerinde alışılagelmiş tüm kurallar ve yazılı olmayan ancak genel kabul görmüş alışkanlıklar büyük bir hızla değişiyor. Eskiden erkekler kadınlara hesap ödetmezlerdi, bugün neredeyse erkekler hemen hiç hesap ödemez hale geldiler. Birebir seanslar yaptığım kadınlardan, erkekler ile ilgili son birkaç yıldır duyduğum eleştiri de budur: “Adil Beycim adamla tanıştım, hoş birisi, hatta varlıklı bir adam, ancak eli cebine asla gitmiyor; her şeyi ben ödüyorum!”
Eski dönemlerde böyle bir durum asla düşünülemezdi; çünkü erkekler hesap ödeme konusunda hızlı davranırlardı. Kadının toplumsal hayatta hızla yükselmesi ve çalışma hayatına katılarak kendi parasını kazanması bir ülkenin ekonomisini en hızlı yükselten faktör iken, bazı erkeklerin bu durumdan faydalanarak para harcamaz hale gelmeleri ve tüm masrafları kadının sırtına yüklemeleri tamamen fırsatçılık. Başka bir açıklaması olamaz. Tabi ki kadının da buna müsaade etmesi ve ilişkideki tüm maddi sorumluluğu alması bu duruma çanak tutuyor.
Bu yazımda, son dönemde para yiyen erkeklerin sayısının hızla artmasının sebeplerini size beş madde halinde ve detaylı olarak sunacağım. Bu konudan bahsederken, altında yatan sosyolojik sebeplerden bahsetmemek olmazdı; sizlere her zaman olduğu gibi farklı bir pencere açmak ve ilişkilerde maddiyat konusunu tüm yönleriyle analiz etmek istiyorum.
Bakalım bazı erkekler paralı kadınlara yanaşarak onların parasını nasıl yiyorlar?
1- Günümüzde boşanma oranları hızla artıyor.
Bana kalırsa insanlığın teknoloji denen mevhumu tam olarak algılayabilmesi ve bundan sağlayabileceği yararların farkına varabilmesi için daha uzun bir süreye ihtiyaç var. Öte yandan, bazı terimler de teknolojiyle birlikte hayatımıza girmeye başladı, örneğin: “algı yönetimi.” Psikoloji bilimi şunu açıkça ortaya koyuyor, insanın tüm seçimleri, hatta bazen etrafındaki herkesi hayret içerisinde bırakan, tamamen mantık dışı anormal seçimleri kısıtlı algısı tarafından belirleniyor.
Peki algımız neden kısıtlı?
Davranışlarımızı ve seçimlerimizi belirleyen algımız ise, bunu nasıl sınırsız hale getirebiliriz?
Algımızı sınırsız hale getirebilmemiz için beynimizi tam kapasite kullanabilmemiz gerekiyor ancak henüz bilim beynimizin tam olarak ne kadarlık bir kısmını kullanabildiğimizi ortaya koyamıyor; mutlaka duymuşsunuzdur bazı spekülasyonlar mevcut: kimi çalışmalar beynimizi sadece 7% oranında kullanabildiğimizi iddia ederken, bazı bilim adamları böyle bir bilimsel gerçeğin bulunmadığını ve beyin denen organın tam olarak çözülemediğini, bilim açısından hala büyük bir muamma olduğunu ifade ediyorlar.
Kesin bir gerçek var: insan davranışlarını ve seçimlerini yönlendiren algı ve bunu yönlendiren de ihtiyaçlarımız!
Çocukluktan gelen, temelinde özellikle 0-7 yaş döneminde oluşan travmaları bulunduran, bilinçaltında gizlenen ihtiyaçlar aslında hayat boyunca yapılan tüm seçimlerde belirleyici oluyor. Küçük yaşta kırmızı bir arabanın içerisinde ağır trafik kazası geçirmiş bir insan, hayatı boyunca kırmızı arabaya tekrar binmiyor, binemiyor, araba alırken galeride kırmızı arabaların farkına bile varmıyor. Araba satıcısı ona “kırmızı modelleri gördünüz mü efendim?” diye sorduğunda “farkına bile varmadım” diyebiliyor.
Neden?