Herkese merhabalar, sizlerden gelen talepler, evlilik konularına çok daha fazla değinmem yönünde olduğu için, bu haftaki yazımda sizlere boşanma oranları konusunda farklı bir pencere açmak istiyorum.
Haberin Devamı
Yazılarımı ve videolarımı yakından takip edenlerin bildiği üzere benim misyonum, ilişkiler ve evlilikler konusunda sizlere farklı bir pencere açarak, daha önce aklınıza gelmeyen veya dikkatinizi çekmeyen açıları sizlere sunmaktır. Şöyle düşünüyorum, hayatta bizlere sunulan farklı her bakış açısı bizler için bir şanstır; kimilerine yeniden hayata tutunmak için bir umut ve yaşam sevinci bile verebilir.
Bilindiği üzere boşanma oranları büyük bir hızla artıyor. Bu konuda lider ülke Amerika; çünkü orada 52% boşanma oranı, evli çiftlerin yarıdan fazlasının boşanma yoluna gittiklerini gösteriyor. Aslına bakılırsa tüm dünyada boşanma oranları gittikçe büyük bir hızla artıyor ve bizim ülkemizde bu durumdan payına düşeni alıyor. Sizlere beş madde halinde boşanma oranlarını arttıran sebepleri aktaracağım.
Haberin Devamı
Evlilik kurumu hala net olarak bilinmiyor; şaka değil, evliliğin ne olduğu, ne amaçla yapıldığı veya yapılması gerektiği konusunda evlenmeyi düşünen insanlara hiçbir eğitim verilmiyor. Bu nokta son derece enteresan çünkü toplumun temeli ailedir ve ailelerin yeterince sağlam olmadığı toplumda çatırdama başlar, bu anlamda aile kurumunun koruyup kollanması gerekir. Bunun yolu ise “aile kurumu” hakkında insanlara çok detaylı bilgiler vermek ve bunun bir parçası olmak isteyenlere görev ve sorumluluklarını öğretmektir. Bu sadece nikah esnasında “iyi günde kötü günde” klişesi ile başlayan yeminler etmek değildir; aynı zamanda bunun özünü, yani aile oluşturmanın felsefesini insanlara aktarmaktır. Örneğin bir heves ile evlenen insanlar var, “aşık oldum evlendim” diyenlerin verdikleri şimşek hızındaki karar maalesef onları genelde pek mutlu etmiyor; çünkü bir heves ile evlenen, fevri bir tartışma sonucunda boşanabilir. Anlık kararlar kimseye mutluluk getirmez; dolayısıyla evliliğin en büyük düşmanı gerek kuruluş aşamasında gerekse bitiminde fevriliktir. İnsanlara araba kullanmak için ehliyet veriliyor, üniversiteye girmek için sınav yapılıyor; fakat evlenmeleri için göstermeleri gereken hiçbir yeterlilik bulunmuyor. Toplumun temeli olan aileyi oluştururken, buna yeterli olup olmadıklarını ortaya koyan hiçbir gösterge olmaması boşanmaları arttıran en büyük sebeplerin başında geliyor, yani her şey daha başlangıç aşamasında olup bitiyor. Temelsiz ve bilinçsiz başlayan bir sürecin, sonrasında sağlam bir sürece dönüşmesi neredeyse imkansız; hani derler ya “nasıl başlarsa öyle gider” işte o hesap. Örneğin yirmili yaşlarında gencecik bir çift, ailelerine bile danışmadan, habersizce evleniyorlar çünkü gençliğin verdiği heyecanla deli gibi aşık olmuşlar. Bu aşamada evlilik kurumu hakkında hiçbir bilgileri yok ve acemi aşıklar kendilerini bekleyen zorlu süreci kestiremiyorlar. Onlara göre evlilik aşk ile ayakta kalabilecek bir sevda oyunu, deliler gibi sevdiklerine göre karşılarına ne çeşit sorunlar çıkabilir ki? Bunun adı heves, heyecan ve adrenalin, oysa bunlar yetmez çünkü mantık faktörü tamamen devre dışı kalmış. Bu genç insanlara evlilik üzerine eğitim verilmesi iyi olacaktır.
Aile baskısı ülkemizde ikinci faktör. Batı ülkelerinde ailelerin evli çiftlere karıştıklarına pek şahit olmayız çünkü bu toplumlarda bireysellik kavramı tam olarak yerleşmiştir. On sekiz yaşına gelen bir genç, kendi ayakları üzerinde durmak ve hayatı ile ilgili kararların sorumluluğunu almak zorundadır. İlk başlarda hayat ile başa çıkma konusunda bocalar ve ayakta kalmaya çalışır ancak zamanla bu duruma alışır ve toplumda kendi rolünü keşfetmeye başlar, bu sürecin adına bireyselleşme süreci diyoruz. Bizim ülkemizde ve genel olarak Ortadoğu toplumlarında süreç bu şekilde işlemiyor. Kırk yaşında hala ailesi ile yaşayan ve asla bunun aksini düşünmeyen insanlar var, elbette olabilir insanın ailesine duyduğu sevgi ve saygının eşi benzeri olamaz. Öte yandan, bir erkeğe kırk yaşında halen ailesinin bakıyor olması ve arkasında aile desteği olmadan bu adamın kendi hayatı ile ilgili hiçbir kararı alamıyor oluşu büyük bir trajedi olacaktır. Onun kendi hayatı diye bir şey yoktur, ailesinin onayladığı bir yaşantısı vardır, hepsi bu. Erkek veya kadın, aile baskısı ile evlilik yoluna girmesi her insan için büyük bir hatadır; çünkü öncelik partneri ile anlaşması değildir, öncelik bir an önce evlenerek bu baskıyı sona erdirmektir ve size şunu açıkça söylemeliyim ki on senedir yaptığım koçluk mesleğimde bu tip vakalar ile defalarca karşılaştım. Kötü giden bir evlilik için bana başvurduğunda danışana sorarım: “Peki siz bu evliliği neden yapmıştınız, en baştaki evlilik motivasyonunuz neydi?” Cevaben şunu duyduğum zamanlar çoktur: “Tamamen aile baskısı ile evlendim, aslında anlaşabileceğim bir insan olmadığını en başından görmüştüm ancak ses çıkarmadım.”
Yaşım geldi, zamanı geldi, haydi yapalım şu işi. Bazı insanlar evliliğin bir zamanı olduğuna inanırlar, toplumsal inanışlar da onları yönlendirir. Oysa evliliğim zamanı olamaz, evliliğin doğru insanı olur. Bu doğru insanın ne zaman karşınıza çıkacağını asla bilemezsiniz. Yani evlenmek için doğru yaş yirmi beş yaşıdır diyemezsiniz, belki de size hayat arkadaşlığı yapacak insan sizin karşınıza otuz iki yaşında çıkar, kim bilir? İşte bu noktada, “Kızım senin yaşın geldi sen evlen, bu adamla bir şekilde anlaşırsınız” benzeri dogmalar devreye giriyor ve bu gençler artık eskisi gibi anlaşamıyorlar. Eskiden insanlar sessiz kalıp yıllarını aslında hiç sevmedikleri bir insan ile geçirebiliyorlardı ancak artık insanlar hayatı yaşamak ve mutlu bir şekilde yaşamak istiyorlar, devir değişti, zamanın ruhu değişti ve evlilik kurumu henüz buna ayak uyduramadı. İtalya’da şöyle bir söz vardır: “Rüzgar, yağmura göre esermiş” evlilik de dönemin ihtiyaçlarına göre oluşturulmalı. “Kızım sen bir şekilde bu adamla anlaşırsın” dogması yerine “Kızım sen mutlu olacağın bir adam bulduğunda onunla evlenmelisin” anlayışı bu döneme daha uygun olacaktır.
Bazı kavramlar tamamen rafa kalktı, örneğin: fedakarlık, anlayış, alttan almak. Tüketim toplumu bunları ortadan kaldırdı, tüm dünyada tüketim öyle bir çılgınlık seviyesine ulaştı ki insanlar aslında ihtiyaçları olmayan eşyaları veya duyguları bile satın alıyorlar ya da şöyle ifade edelim, bir çeşit bombardımana maruz kalıyorlar. Bütün bunlar insanların dikkatini dağıtıyor ve eskiden evliliği ayakta tutan kavramlar artık kimse için bir şey ifade etmiyor. “Ben anlayış gösteremem o göstersin, bir kez de o beni alttan alsın” ve benzeri tepkiler veren insanlar, evliliğin aslında bir ortak ürün olduğunu ve onu koruyarak kendi hayatlarındaki huzur ve düzeni korumuş olacaklarını gözden kaçırıyorlar. Bir şirkette ortakların uzun süreli çalışmasını sağlayan faktör ortaklar arasındaki saygı ve sorumluluk duygusudur, aynı şekilde bir evlilikte saygı ortadan kalktığı zaman taraflar anlayış ve uyumu bir kenara bıraktıklarında evlilik sona erer. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Boşanma oranlarını arttıran en büyük sebep; sosyal medya bağımlılığı. Öyle bir neden ki, yukarıda belirttiğim dört sebepten önce geliyor. Sosyal medya insanların hayatlarında haddinden fazla yer işgal ediyor, günde dört beş saatini instagram veya facebook da geçiren insanlar var, bu sürede dikkatlerinin farklı insanlara dağılmaması neredeyse imkansız çünkü çok çeşitli uyaranlar var. Hiç tanımadığı bir erkek aniden evli bir kadına mesaj atabiliyor, kadın ne kadar onu engellese de aklında “Farklı erkeklerin ilgisi” yer edecektir. Aynı durum erkekler için de geçerli, onlar da gün içerisinde tanımadıkları kadınlardan mesaj alabiliyorlar, dolayısıyla bu durum cinsiyetle hiçbir ilgisi bulunmuyor. İnsan zihninde “alternatifleri olduğu” yönündeki algı genişlediği sürece evliliğine bağlılığı azalır. Evlilikleri sağlamlaştıran bir faktör, o insanla yakaladığı duyguyu bir başkası ile bulamayacağı yönündeki inançtır, eğer bu ortadan kalkar ise işte o zaman insan alternatif olarak gördüğü her unsura doğru yönelmeye başlar. Özellikle de evlilik içerisindeki şiddetli tartışmalar, saygısızca edilen sözler, çiftin arasındaki tüm bağı ortadan kaldırabilir ve onları “B Planı” yapmaya itebilir. Eğer bir B Planı var ise, artık evlilik diye bir şey yoktur.
Bir kez daha yinelemek isterim ki, evlilik konusunda genç yaşlardaki insanlara ne kadar yoğun eğitim verilirse, ilerde yapacakları hataların önüne geçmek aynı oranda mümkün olacaktır. Evlenip çocuk yapan ve topluma yeni bireyler kazandıran insanların, bunun sorumluluğu konusunda çok ciddi eğitimler almaları ve daha bilinçli hale gelmeleri toplumun yararına olur.