Cinsel terapistlerin "istemsiz ve denetimsiz boşalma" adını verdiği "erken boşalma" erkeklerin yaşadığı en yaygın cinsel işlev sorunudur. Erkek ergenlerin ve genç yetişkinlerin büyük çoğunluğu cinsel hayatlarına erken boşalarak başlarlar, bu doğal ve olağan bir durumdur. Çünkü erkeklerin çoğu, deneyim kazandıkça boşalma kontrolü geliştirmeyi öğrenirler. Cinsel duygular kabardıktan ve penis tahrik edildikten sonra, boşalma doğal bir olaydır. Bir yandan penisin uyarılmasına devam ederken, bir yandan da boşalmayı geciktirmek kolay değildir; bu öğrenilmesi gereken bir beceridir. İşte bu yüzden, erken boşalmayı bir cinsel işlev bozukluğu olarak adlandırmakta tereddüt ediyoruz. Bir müzik âleti çalmayı öğrenmemiş bir kimseye müziksel fonksiyonu bozuk denir mi? Ancak, buna rağmen cinsel hayatı aktif olan her on erkekten yedisi hayatının bir döneminde erken boşalma sorunu ile karşılaşıp bunun üstesinden gelirken, yaklaşık 10 yetişkin erkeğin 3'ü de sürekli olarak erken boşalmaya devam ediyor.
Erken boşalmayla ilgili en iyi haber, çözümsüz bir sorun olmaması ve kolayca baş edilebilecek olmasıdır. Erken boşalmanın nasıl gerçekleştiğini anlayarak durumu değiştirmeniz mümkün. Kendinizin ve partnerinizin cinsel tatminini boşalmanızı kontrol etmeyi öğrenerek arttırabilirsiniz. Yapılması gereken, ilk önce erken boşalmanın ne olduğunu, karmaşık ve çok sayıda nedeni olabileceğini anlamak, çok yönlü bir sorun olduğunu kabul etmek ve boşalma kontrolünü öğrenerek seksten daha fazla zevk almayı keşfetmektir.
"Erken boşalma nedir?" Bunun cevaplaması çok kolay bir soru olduğunu düşünebilirsiniz, ancak bu sorunun cevabı, kime, ne zaman, hangi koşullarda sorduğunuza bağlıdır. Modern cinsel terapinin kurucuları arasında yer alan Masters ve Johnson’a göre, eğer bir erkek cinsel ilişkilerinin yaklaşık olarak yüzde 50'si ve daha fazlasında kadın boşalmadan boşalıyorsa, erken boşalma sorunu vardır. Erken boşalma bazen penisin vajinaya girişi ve boşalma arasındaki "normal" süreyi tamamlayamama olarak tanımlanır. Bazı çalışmalar ise erken boşalmayı her biri farklı nedenlere dayanarak bir, iki, üç, dört, beş ya da on dakikadan az olmak üzere, belirli bir cinsel ilişki zamanı ile tanımlarlar. Hatta bazıları erken boşalmayı penisin vajina içindeki sekiz gidiş-geliş, on beş gidiş-geliş gibi, gidiş-geliş sayısına göre tanımlamışlardır.
Modern cinsel terapistler ise erken boşalmayı, eşli cinsel etkinlik sırasında, sürekli ya da yineleyici olarak, vajinaya girdikten sonra yaklaşık bir dakika içinde ve kişinin isteğinden önce boşalma örüntüsü olarak tanımlar. Bu tanının vajinayı kapsamayan cinsel etkinliklerde bulunan kişilere de konabileceğini ama bu tür etkinlikler için özgül süre ölçütü belirlenmemesi gerektiğini savunurlar. Bu tanının konabilmesi için istemsiz ve denetimsiz boşalmanın en az, yaklaşık altı aydır sürüyor olması ve her cinsel etkinlikte ya da cinsel etkinliklerin yaklaşık yüzde 75'inde veya yüzde 100'ünde yaşanması gerekir. Ayrıca kişide, partnerinde ve partner ilişkisinde ruhsal açıdan belirgin bir sıkıntıya neden olması, erken boşalmanın cinsel kökenli olmayan bir ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaması ya da ağır bir ilişki bozukluğundan ya da gerginlik yaratıcı önemli başka etkenlerden kaynaklanmaması ve bir maddeye veya ilaca ya da başka bir sağlık durumuna bağlanamaması gerekir. Anlaşılacağı üzere cinsel ilişkilerinin çoğunda erkeğin ne zaman boşalacağı üzerinde gönüllü, bilinçli, istemli, denetimli kontrolünün olmaması erken boşalma tanısının konmasında esas kriterdir. Çünkü "bilinçli kontrol" ifadesi, çiftler arasındaki ilişkiyi, işbirliğini ve mahremiyeti birtakım mekanik ve sayısal tanımlardan daha iyi yansıtmaktadır.
Erken boşalmanın en sık görülen nedeni performans anksiyetesi olarak bilinen başaramama korkusudur. Başarısızlık korkusu çok ciddi bir sorundur, çünkü cinsel hayatınızdaki her güzel şeye yani haz alıp haz vermeye, anın tadını çıkartmaya zarar verebilir. Üretkenliğinizi mahveder, hayallerinizi yok eder ve inşa etmeye çalıştığınız sağlıklı ve mutlu cinsel yaşam hayalinizi engeller. Başaramama korkusu, seksin verdiği keyfi elinizden alır. Çünkü çağdaş popüler kültür erkeğin kadını tatmin etmesini, seksten maksimum düzeyde zevk almasını ve vermesini, bir erkeğin an az bir saat cinsel ilişkiyi sürdürebilmesini emretmektedir. Cinsel performansla ilgili bu tarz cinsel mitler (hurafeler), erkek ve çift cinselliğini olumsuz etkileyen en önemli faktörlerin başında gelir. Başarı doyumsuz bir duygudur. Hele başarının önüne "çok" gelirse çok daha doyumsuz bir duygu olur. Başarı isteği tatminsiz bir canavara benzer. Eğer ona aşırı önem verirseniz sürekli onun için çalışmaya başlarsınız. Fiziksel açıdan aşırı zorlanma yaşayabilirsiniz, başarı peşinde koştururken kendi kimliğinizi kaybedebilirsiniz ve mutsuz olursunuz.
Erkek her alanda başarılı olmak zorunda değildir. Her şeyden önce, erkek kendi sınırlarını bilmelidir. Bedensel ve zihinsel açıdan cinsel yaşamını etkileyecek düzeyde başarıya ve tatmin etmeye odaklanmamalıdır. Çünkü zevk almayan zevk veremez, tatmin olmayan tatmin edemez. Bazı durumlarda erken boşalmanın da her erkeğe has bir durum olduğu ve bir cinsel birlikteliğin erken boşalma ile sonuçlanmasının, sevişmede ve anın tadını çıkartmada da başarısız olunacağı anlamına gelmeyeceğinin bilincinde olmak gerekir. Ayrıca bazı durumlarda erken boşalma hayatın bir parçasıdır. Hatta gelişmek için erken boşalmaya ihtiyacımız vardır. Burada önemli olan; seksin bir başarı ve başarısızlık olmadığı, her cinsel deneyimden ne öğrendiğinizdir, sevişmeye, haz alıp haz vermeye devam etmeniz ve zamandan koparak beş duyu ile sevişmeye odaklanabilmenizdir. Çünkü seks yapmak; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır…
Kadın ve erkek hem fiziksel hem de ruhsal olarak birbirinden faklıdır. Bu farklılık, zıt kutupların çekimi yasasına uygun olarak kadın ve erkeğin arasında çok gizemli bir etkileşim oluşturur ve aşkı doğurur. Evlenmeden önce ya da evliliğin ilk zamanlarında aşk tıpkı bir maskeli balo gibidir. Balodayken en güzel kıyafetler içinde yüzlerde maskelerle keyifli ortama uygun davranışlar sergilenir. Ama eve dönüp maskeler ve kostümler çıkarıldıktan sonra işler değişir. Artık o balodaki şık, kibar beyefendi ve zarif, çekici hanımefendi gider; yerine en doğal ve rahat haliyle davranan, kızan, sinirlenen, ortalığı dağıtan, küsen, kırılan, dır dır eden ve bunun gibi tüm insan hallerini sergileyen iki kişi gelir.
Zaman içinde çift birbirlerini tüm yönleriyle görmeye, kişiliklerini tüm ayrıntılarıyla öğrenmeye başlar. En doğal hallerini ve farklı koşullardaki duygu ve davranışlarını gördüklerinde birbirlerinin değiştiğini düşünürler. Aslında bu bir değişim değil, tanımadıkları yönlerinin ortaya çıkışıdır. Eşlerinin yeni tanıştıkları tavır ve davranışlarına başlangıçta tepki vermeseler de bir süre sonra tahammül edememeye başlarlar ve “evlenince değişti”, “eskiden daha anlayışlıydı, şimdi hemen sinirleniyor” , “önceleri kibar ve duygusaldı, artık kaba ve duygusuz”, “artık onunla konuşamıyorum, beni anlamıyor” gibi şikâyetlerin ardı arkası kesilmez. Kavgalar, tartışmalar başlar. Evliliklerin başlangıcında hem kadın erkek farklılıklarından kaynaklanan hem de eşlerin birbirlerinin tanımadıkları özelliklerini keşfetmeleri sonucunda ortaya çıkan çatışmalara bir de zaman içinde geçirdikleri doğal değişim sürecine uyum sağlayamamaları eklenir. Sonuç uyumsuz ve mutsuz bir evliliktir. Hatta çoğu durumda uyumsuzluk giderek artarak evliliğin tansiyonunu yükseltir ve bir süre sonra damarlarını tıkayarak sonunda büyük bir krize neden olur. Üstelik işler hiç bu aşamaya gelmeden “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyebilmek gibi bir alternatif varken… Ben bu alternatifi “Evlilikte Üç Maymun Tekniği” olarak adlandırıyorum. Üç maymunu oynamak eşler arasındaki çatışmaları ortadan kaldırarak, evliliğe anlayışı, mutluluğu ve huzur getirir. Yapılması gereken tek şey eşin yaptığı her hatayı görüp yüzüne vurmamak, söylediği her kötü sözü duyup karşılık vermemek ve kötü konuşmamaktır. Aksi takdirde bir satranç oyunundaymış gibi eşlerin birbirlerinin her hamlesine bir hamleyle karşılık vermesi sonucunda şah-mat olan evliliktir, bunu unutmamak gerekir.
Evlilik, saygı, sadakat, sorumluluk, olgun sevgi, sabır, eşlerin birbirine dikkat, özen, kabul, takdir, şehvet sunması ve kendileri olmakta özgürlük tanımasını gerekli kılan uzun bir yolculuktur. Bu yolculukta virajlar, inişler, çıkışlar, uçurumlar ve engebelerle karşılaşılabilir. Evlilik yolculuğunda zorlukları aşarak düzlüğe kavuşmak ancak uyum ve denge ile mümkün olur. Evlilikte uyumun ve dengenin altın anahtarı ise üç maymun tekniğidir:
Sadakatsizlik ve aldatma aynı şey değildir. Sözlük anlamlarına bakacak olursak; Türkçe sözlükte sadakatsizlik “dostluğu ve bağlılığı içten olmamak, doğru ve gerçek olmamak”; aldatma “birine verilen sözü tutmamak” ifadeleriyle açıklanıyor. Kadın-erkek ilişkilerinde ise bu iki sözcük daha derin ve daha belirgin iki kavramı ifade eder. "Bir gizli eylem ve seçim" olan sadakatsizlik, duygusal ve cinsel olarak sadece birbirine özel olma sözünün ihlal edilmesi, bilinçli bir şekilde eşi kandırmaya yönelik eylemlerin gizlice ve partnerin bilgisi dışında sürdürülmesidir, "kişisel" bir durumdur. Ortaya çıkan bir eylem ve bir sonuç olan aldatma ise; sadakatsizliğin partner tarafından öğrenilmesi, bilinmesi durumudur, "ilişkisel" bir meseledir.
Sadakatsizlik, tıpkı yalan söylemek gibi gayri ahlaki bir seçimdir. Bu seçim kişiden kişiye değişir. Bazıları ne koşulda olursa olsun yalan söylemez, bazıları ihtiyaç duyduğu koşullarda yalan söyleyebilir, bazıları da her koşulda yalan söyler. Sadakatsizlik de böyledir… Bazıları eşine verdiği söze sonuna kadar sadık kalır, ahde vefalıdır, bazıları koşullar elverdiğinde sözünden dönebilir, bazıları da sözü verirken bile samimi olmadığı için, verdiği sözün hükmü yoktur. Sadakatsizliğin zehirli oku şehvetin yayından fırlar ama okun eşin kalbine saplanıp saplanmaması yayı tutanın elindedir, sorumluluğundadır. Oscar Wilde’ın dizelerindeki gibi: “Herkes öldürür sevdiğini… Bu böylece biline… Kimi bunu yüklü bakışlarıyla yapar kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür. Korkak, bir öpücükle… Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür..."
Kimse mükemmel değildir. Hiç kimse için “şunu” asla yapmaz diyemeyiz. Belirli koşullar altında herkesten her şeyi yapmasını bekleyebiliriz, çünkü insan zaafları olan bir varlıktır. Sadakatsizlik de insani zaaflardan kaynaklı tehlikeli bir seçimdir. İnsanın zaaflarını, istekleri, beklentileri ve ihtiyaçları ortaya çıkarır. Örneğin, kişinin kendini fark ettirme beklentisi, beğenilme, takdir görme, onaylanma ihtiyacı ya da yeni bir heyecan isteği, zaaf doğurarak sadakatsizliği yaratan koşulları hazırlayabilir. Sadakatsizlik kişinin ahlakı ve vicdanı ile ilgili bir meseledir ve sorumluluk gerektirir.
Sadakatsizlik birliktelik akdinin, ahde vefanın ihlal edilip edilmemesi konusunda yapılan bir seçimdir. Sadakatsizliğinin sorumluluğunu alan kişi bu ihlali gizlemeli ve aldatmaya dönüştürmeden yaşamalıdır. Sadakatsizliğinin sorumluluğunu almayan kişi ise, yakalanır, sadakatsizliğini aldatmaya dönüştürür ve aldatmanın ağır bedelini hem kendine hem partnerine hem de çevresine ödemek zorunda kalır. Bu nedenle evlilik ve ilişki terapistleri olarak hem sadakatsizliği hem de aldatmayı çiftlere tavsiye etmiyoruz ve her iki durumun da evlilik birliğini derinden sarsacağını söylüyoruz.
Orgazm olmak ve boşalmak aynı şey gibi düşünülür ama ikisi birbirinden farklıdır. Orgazm, çeşitli fiziksel ve psikolojik cinsel uyaranlar sonucu beynin harekete geçmesi ve bazı hormon mekanizmalarının etkisiyle, hem bedensel hem de ruhsal olarak algılanan, "geçici şuur bulanıklığı", "kontrol kaybı duygusu", “zamandan kopuş” ve tüm bedende güçlü kasılmaların yaşandığı "yoğun bir boşalma" olarak tanımlanabilir. Boşalma ise cinsel ilişkilerin sonlarına doğru yaşanan ve 10–15 saniye süren kasılmalarla kendini gösteren fiziksel ve bedensel rahatlama olarak tarif edilebilir. Yaklaşık olarak, boşalma 5 ile 10 saniye, orgazm ise 10 ile 15 saniye arası sürer.
Kamuoyunda “çoklu orgazm”, diye bilinen “çoklu boşalma” kadının partneri ile cinsel ilişkisi ya da mastürbasyon sırasında birden fazla kez boşalmasıdır. Çünkü çoklu orgazm olmaz ama çoklu boşalma olabilir. Çoklu boşalma, art arda olabileceği gibi uyarılmanın devam etmesi durumunda belli aralıklarla da olabilir. Çoklu boşalma yalnızca kadınların yaşayabildiği bir deneyimdir çünkü erkeklerin biyolojik yapısı çoklu boşalmaya uygun değildir. Bunda cinsel ilişkinin evrelerindeki cinsiyet farklılıkları ve hormonlarının etkisi büyüktür. Erkeklerin cinsellik hormonları uyarılma sırasında hızla en yüksek seviyeye çıkar ve boşalma veya orgazm gerçekleşir gerçekleşmez aynı hızla en düşük seviyeye inerek cinsel uyarılmayı sonlandırır. Kadınların cinsel uyarılma sürecinde ise, hormonları daha yavaş ve uzun sürede en yüksek seviyeye ulaşır ve boşalma veya orgazma ulaştıktan sonra da etkilerini göstermeye devam eder. Bu sayede bir kadın art arda birden çok kez boşalabilir ama bir erkeğin boşaldıktan veya orgazm olduktan sonra bir daha boşalabilmesi için “refrakter dönem” adı verilen bir dinlenme süresi gerekir.
Çoklu boşalma istisnai bir durum gibi görünse de, biyolojik olarak bütün kadınların yaşayabileceği bir deneyimdir ancak onlar genellikle tek bir boşalmayla yetinirler. İşte çoklu boşalma yeteneğinizi ortaya çıkarmak için sizin ve partnerinizin uygulayabileceği tavsiyeler:
Cinselliği ayıp, yasak, günah ya da tabu olarak görmeyin. Cinsellikten ve vücudunuzdan utanmayın. Cinsellik sağlıklı yaşamın doğal bir parçasıdır, öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir davranıştır, tıpkı araba kullanmayı öğrenmek gibi... Cinsellikten zevk alabilmek için cinselliği her yönüyle öğrenin ve önce kendi vücudunuzu, sonra da partnerinizin vücudunu tanıyarak nelerden zevk aldığınızı keşfedin.
Mastürbasyon, cinsel uyarılma, haz alma, boşalma veya orgazm açısından kendinizi keşfetmenizi sağlar. Bu keşif sayesinde partnerinizle cinsel ilişkide daha yoğun haz alarak çoklu boşalma deneyimleri yaşayabilirsiniz.
Çok uzaklarda bir otel odası… Gecenin karanlığına açılan pencerenin önünde Nazım Hikmet…“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama…” dizeleri dökülüyor kaleminden… Kim bilir? Belki vatan hasreti, belki mutluluk özleminden… Usta şair Nazım Hikmet dizelerinde ünlü ressam Abidin Dino’ya bu soruyu sorarken aslında Dino’nun bir resim yapmasını beklemiyordu belki de… Çünkü o da biliyordu mutluluğun resminin herkes için farklı olacağını ve tuvallere sığmayacağını… Öyle de oldu zaten… Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı… Çünkü o da biliyordu mutluluğun resminin ancak yaşanabilir olduğunu...
İnsan çalışır, didinir kendine bir hayat kurar. Mutlu bir hayat ister, bunun için uğraşır. Gün gelir evlenir, bir eşi olur… Adı üstünde hayat eşini bulmuştur, artık tam olmuştur. Her şey güzel başlar, herkes mutludur. Eşler birlikte bir hayat kurmanın heyecanı ile doludur. Kendilerine ait bir evleri, kendilerine ait bir hayatları olmuştur. En önemlisi, bu hayatı iyi günde ve kötü günde sevdikleri kişi ile birlikte geçireceklerdir. En büyük mutluluk da budur.
Evliliğin büyüsü zamanla azalır ve gün gelir tükenir. En sevdiğiniz, size herkesten yakın olan eşiniz artık en uzağınızdaki kişi olur. Ne hayaller, ne umutlarla başlayan evliliğiniz sizi hüsrana uğratmıştır… Ama bu bir anda olmamıştır. Geçen zaman içinde yaşanan değişimler, farkında olarak ya da olmadan yapılan hatalar, söylenen sözler ya da yapılması ve söylenmesi beklendiği halde yapılmayanlar ve söylenmeyenler sizi birbirinizden uzaklaştırmıştır. Oysa mutluluk hâlâ avuçlarınızın içindedir ama siz oraya bakmadığınız için onu göremiyorsunuzdur.
Mutlu başlayan ama mutsuzluğa doğru sürüklendiğini sandığınız evliliğinizi eski mutlu günlerine döndürmek bir adım uzağınızda ama siz farkında olmayabilirsiniz. Bunu anlamak ve evliliğinizi tekrar mutlu günlerine döndürmek için benim “Mutluluğun Resmi Tekniği” adını verdiğim çok özel bir tekniği kullanabilirsiniz. Üstelik bu tekniğin uygulanması çok kolay, çok keyifli ve çok mutlu edici… İhtiyacınız olan tek şey bir kâğıt ve kalem… Bu tekniğin temel amacı, var olan ama artık görüş alanınızdan çıkmış olan mutluluğu görmenizi sağlamaktır.
Mutlu başlayan bir evlilik yolunda, mutlu bir şekilde ilerleyemiyorsanız, bir şeyler değişmiş demektir. Şimdi nelerin değiştiğini görme zamanı…
Astığınız listeleri her gün okuyun. Geçmişte eşinizin sizi mutlu eden ve sizin de eşinizin mutlu olmasını sağlayan yönlerinizin altını çizerek bunları bugünkü yaşamınıza uyarlamak için neler yapabileceğinizi düşünün. Listeyi mevcut durumunuza göre güncelleyerek bugün sizi mutlu edecek olan şeyleri yazın. Sonra da yeni listeleri eşinizle birlikte okuyarak bu listeler doğrultusunda birbirinizden istek ve beklentilerinize ilişkin bir yol haritası belirleyin ve o andan itibaren buna göre davranmaya maksimum özen ve dikkati gösterin. Bu tekniğin başarıyla uygulanabilmesi için gerekli olan şey, eşlerin gerçekten “Mutluluğun Resmi”ni yaşamak istemeleridir. Ancak bu sayede eşlerini ve kendilerini mutlu edecek davranış değişikliklerini hayata geçirebilirler. Çünkü bir şeyi çok istemek onu başarmanın yarısıdır.
İnsan sürekli bir değişim içindedir, kimse bir önceki günküyle aynı kişi olarak uyanmaz ertesi güne… Yaşadığımız her gün, bize bir şeyler katar ya da bir şeyler götürür bizden. Tıpkı fiziksel yapımızdaki değişiklikler gibi, ruhsal ve zihinsel yapımızdaki değişiklikler de doğumdan ölüme kadar devam eder. Her gün yaşadığımız bu değişimi fark edemeyiz ama birikimi yıllar içinde kendini açık bir şekilde gösterir. Duygularımız, düşüncelerimiz, zevklerimiz değişir, sevindiğimiz, hüzünlendiğimiz şeyler farklılaşır. Artık bir yıl önceki ya da beş yıl önceki gibi hissetmeyiz kendimizi… Evlilikler de bu değişimden kaçınılmaz bir şekilde etkilenir; bir de buna yaşam koşulları ve sorumluluklardaki değişiklikler eklenince, hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Ancak evliliğimize tüm bu değişimlerin bilincinde olmadan bakarsak, duygu ve düşüncelerimizi yeni koşullara göre güncellemediğimiz için mutsuz oluruz. İşte “Mutluluğun Resmi Tekniği” bu değişimleri fark ederek duygu, düşünce ve davranışlarımızı günün şartlarına uygun olarak güncelleyerek geçmişte yaşadığımız mutlulukları bugün de yaşamamıza yardımcı olur. Unutmayın mutluluk yaşadığımız andadır. Ama yaşanan kötü hatıraları unutmak da mümkün değildir, yeni ve daha güzel hatıralar yaşadığınızda, aklınıza kötü hatıralar gelmeyecektir…
Çok uzaklarda bir otel odası… Gecenin karanlığına açılan pencerenin önünde Nazım Hikmet…“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? İşin kolayına kaçmadan ama…” dizeleri dökülüyor kaleminden… Kim bilir? Belki vatan hasreti, belki mutluluk özleminden… Usta şair Nazım Hikmet dizelerinde ünlü ressam Abidin Dino’ya bu soruyu sorarken aslında Dino’nun bir resim yapmasını beklemiyordu belki de… Çünkü o da biliyordu mutluluğun resminin herkes için farklı olacağını ve tuvallere sığmayacağını… Öyle de oldu zaten… Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı… Çünkü o da biliyordu mutluluğun resminin ancak yaşanabilir olduğunu...
İnsan çalışır, didinir kendine bir hayat kurar. Mutlu bir hayat ister, bunun için uğraşır. Gün gelir evlenir, bir eşi olur… Adı üstünde hayat eşini bulmuştur, artık tam olmuştur. Her şey güzel başlar, herkes mutludur. Eşler birlikte bir hayat kurmanın heyecanı ile doludur. Kendilerine ait bir evleri, kendilerine ait bir hayatları olmuştur. En önemlisi, bu hayatı iyi günde ve kötü günde sevdikleri kişi ile birlikte geçireceklerdir. En büyük mutluluk da budur.
Evliliğin büyüsü zamanla azalır ve gün gelir tükenir. En sevdiğiniz, size herkesten yakın olan eşiniz artık en uzağınızdaki kişi olur. Ne hayaller, ne umutlarla başlayan evliliğiniz sizi hüsrana uğratmıştır… Ama bu bir anda olmamıştır. Geçen zaman içinde yaşanan değişimler, farkında olarak ya da olmadan yapılan hatalar, söylenen sözler ya da yapılması ve söylenmesi beklendiği halde yapılmayanlar ve söylenmeyenler sizi birbirinizden uzaklaştırmıştır. Oysa mutluluk hâlâ avuçlarınızın içindedir ama siz oraya bakmadığınız için onu göremiyorsunuzdur.
Mutlu başlayan ama mutsuzluğa doğru sürüklendiğini sandığınız evliliğinizi eski mutlu günlerine döndürmek bir adım uzağınızda ama siz farkında olmayabilirsiniz. Bunu anlamak ve evliliğinizi tekrar mutlu günlerine döndürmek için benim “Mutluluğun Resmi Tekniği” adını verdiğim çok özel bir tekniği kullanabilirsiniz. Üstelik bu tekniğin uygulanması çok kolay, çok keyifli ve çok mutlu edici… İhtiyacınız olan tek şey bir kâğıt ve kalem… Bu tekniğin temel amacı, var olan ama artık görüş alanınızdan çıkmış olan mutluluğu görmenizi sağlamaktır.
Mutlu başlayan bir evlilik yolunda, mutlu bir şekilde ilerleyemiyorsanız, bir şeyler değişmiş demektir. Şimdi nelerin değiştiğini görme zamanı…
Astığınız listeleri her gün okuyun. Geçmişte eşinizin sizi mutlu eden ve sizin de eşinizin mutlu olmasını sağlayan yönlerinizin altını çizerek bunları bugünkü yaşamınıza uyarlamak için neler yapabileceğinizi düşünün. Listeyi mevcut durumunuza göre güncelleyerek bugün sizi mutlu edecek olan şeyleri yazın. Sonra da yeni listeleri eşinizle birlikte okuyarak bu listeler doğrultusunda birbirinizden istek ve beklentilerinize ilişkin bir yol haritası belirleyin ve o andan itibaren buna göre davranmaya maksimum özen ve dikkati gösterin. Bu tekniğin başarıyla uygulanabilmesi için gerekli olan şey, eşlerin gerçekten “Mutluluğun Resmi”ni yaşamak istemeleridir. Ancak bu sayede eşlerini ve kendilerini mutlu edecek davranış değişikliklerini hayata geçirebilirler. Çünkü bir şeyi çok istemek onu başarmanın yarısıdır.
İnsan sürekli bir değişim içindedir, kimse bir önceki günküyle aynı kişi olarak uyanmaz ertesi güne… Yaşadığımız her gün, bize bir şeyler katar ya da bir şeyler götürür bizden. Tıpkı fiziksel yapımızdaki değişiklikler gibi, ruhsal ve zihinsel yapımızdaki değişiklikler de doğumdan ölüme kadar devam eder. Her gün yaşadığımız bu değişimi fark edemeyiz ama birikimi yıllar içinde kendini açık bir şekilde gösterir. Duygularımız, düşüncelerimiz, zevklerimiz değişir, sevindiğimiz, hüzünlendiğimiz şeyler farklılaşır. Artık bir yıl önceki ya da beş yıl önceki gibi hissetmeyiz kendimizi… Evlilikler de bu değişimden kaçınılmaz bir şekilde etkilenir; bir de buna yaşam koşulları ve sorumluluklardaki değişiklikler eklenince, hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Ancak evliliğimize tüm bu değişimlerin bilincinde olmadan bakarsak, duygu ve düşüncelerimizi yeni koşullara göre güncellemediğimiz için mutsuz oluruz. İşte
Cinsellik, yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır ve tüm yaşam boyunca her yaşta çeşitli şekillerde yaşanır. İnsanların doğuştan gelen cinsellikleri yaşam evrelerine göre değişiklikler geçirir. Kadının cinselliği de yaşam döngüsü içinde kendine has bir seyir izler. Genç kızlıktan yaşlılığa kadar kadın cinselliği birçok değişimin olduğu, kumru, koala, panter, panda ve kaplumbağa olmak üzere çeşitli evrelerden geçer.
20’li yaşlarda kadın romantik bir kumru gibidir; “haylindeki erkeği bekler.” Ergenlik döneminden başlayarak östrojen artışıyla göğüsleri büyür, vücut kıvrımları belirginleşir, genital bölgesinde tüylenme olur ve her ay yumurtalıkları yumurta hücresi üretmeye yani regl olmaya başlar. Tüm bu değişimlerle filizlenen cinselliğini fark eder. Çocukluğundan beri ayıp, yasak ve günah olarak öğrendiği cinsellikten korkup uzak durmaya çalışsa da bir taraftan da içini kemiren, engel olamadığı bir merakla cinselliği ve cinsel organını kendinden bile utanarak keşfetmeye başlar. Klitorisinin sürtünme ya da basınçla uyarıldığını, çoğunlukla tesadüfen keşfederek ilk cinsel doyumunu yaşar. Tomurcuklanmaya başlayan cinselliği onun için beyaz atlı prensinin geleceği güne kadar saklı tutacağı gizemli bir hazinedir. Ne yazık ki beyaz atlı prensini bulmak için kurbağaları öpmek zorunda kalabilir.
30’lu yaşlarda kadın anaç bir koala gibidir; “yavrusu olana kadar eşine sarılır.” Vücudunu ve cinselliğini her ayrıntısına kadar tanır, cinsellik konusunda ne isteyip ne istemediğini bilir. Biyolojik saati de cinselliği en doyurucu şekilde yaşayacağı yükselme devrini gösterdiğinden cinselliği doyasıya yaşar; ta ki hamilelik ile birlikte başlayan duraklama devrine kadar... Hamilelik ve doğum sonrası oluşan hormonsal değişiklikler cinsel isteğini azaltır. Bunun üstüne bir de annelik ve eş rollerinin çatışmasının eklenmesi cinselliğe soğuk duş etkisi yapar. Neyse ki bir süre sonra, hormonları normale döndüğünde cinselliği tekrar yükselişe geçer.
40’lı yaşlarda kadın yırtıcı bir panter gibidir; “tuttuğunu koparır.” Yaşamda ulaştığı olgunluk ve deneyimleri cinselliği açısından da kazanmıştır. Cinsel deneyimlerinin ve doyumlarının zirvesine çıkar. Cinsellik onun sarayı, o da sarayın kraliçesidir. Cazibesini kullanarak partnerini nasıl baştan çıkaracağını bilmenin keyfini çıkarır. Artık olgunlaşmış şarap gibidir, cinsel yaşamındaki yasakları kaldırır, fanteziler kurar ve cinselliğin tadına varır. Orgazm taklidi yapma ihtiyacı duymaz çünkü zaten boşalır ve gerçek orgazmı yaşar.
Giden canların ardından ne “söylesek tesiri yok, sussak gönül razı değil” Fuzuli’nin dediği gibi… TERÖR saldırıları ülkemizin canını yakmaya devam ediyor. Masum insanlar bir kere ölüyor, geride kalan aileleri her gün… Ülke için, vatan için, barış için, huzur için TERÖR değil, HOŞGÖRÜ gerek bize… SAVAŞ değil, BARIŞ gerek bize… Kanla beslenen TERÖR canavarını lanetliyoruz… Şehitlerimize rahmet, ailelerine ve ülkemize başsağlığı ve sabır diliyoruz…
Ağlasak sesimizi duyar mısınız gözyaşlarımızda. Dokunabilir misiniz kan ağlayan yüreğimize, kan damlayan gözlerimize? Bilirdik acıların bu denli derin, kelimelerinse kifayetsiz olduğunu, teröre bulanmış güzel yurdum sevgiyi ve hoşgörüyü yitirmeden çok önce. Geçmişin tekrar ettiği şu günlerde, her şeyi söylemek mümkün; öfkeliyiz, acıyı saklıyor kalbimiz, yeterince anlatamıyoruz, yaşıyoruz, hep yastayız, herkes biliyor, çaresizlik yaşıyor. Olumlu bir çözüme sahip olmama duygusu olan ÇARESİZLİK, mevcut koşullar karşısında çözümsüzlük hissidir, çıkış yolu bulamama, aciz kalma, yetkin olamama durumudur, umutsuzluk benzeri bir histir. Umut beklentilerle, kendine güvenle ve gelecekle ilgiliyken, çaresizlik geçmişle, bıkkınlık ve vazgeçmişlikle ilgilidir. Ancak her sorunun bir çaresi olduğu gibi, bir sorunun farklı çareleri ve farklı çarelerin de benzer uygulama alanları vardır.
YAS'ı bitmez güzel yurdumun. Oysa Mevlana ne güzel söylemiş: “Beri gel, daha beri, daha beri. Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? BU HIR GÜR, BU SAVAŞ NEREYE DEK? Sen bensin işte, ben senim işte. Ne diye bu direnme böyle, ne diye? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye? Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye? İkisi de senin elin, ikisi de, peki, kutlu ne, kutsuz ne? Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. Başımız da tek, aklımız da tek. Ne diye iki görür olup kalmışız iki büklüm gök kubbenin altında, ne diye? Sen habire gevele dur bakalım, habire 'usul boylu birlik çam ağacı' de, sonu nereye varır bunun, nereye? Şu beş duyudan, altı yönden varını yoğunu birliğe çek, birliğe. KENDİNE GEL, BENLİKTEN ÇIK, UZAK DUR, İNSANLARA SARIL, İNSANLARA, İNSANLARLA BİR OL. İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane. Erkek aslan dilediğini yapar, dilediğini. Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini. Tertemiz can canlığını işler, canlığını. Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini. Ama SEN CANI DA BİR BİL, BEDENİ DE, yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, hani bademler gibi, bademler gibi. Ama hepsindeki yağ bir. Dünyada nice diller var, nice diller, ama hepsinde anlam bir. Sen kapları, testileri hele bir kır, sular nasıl bir yol tutar, gider. HELE BİRLİĞE ULAŞ, HIR GÜRÜ, SAVAŞI BIRAK, CAN NASIL KOŞAR, BUNU CANLARA İLETİR...”
Ötekileştirme, ayırma, aşağılama, terör, toplumsal bunalımılar, kardeş kavgaları ve öfkeli tartışma ortamı, iliğimizi kemiğimizi sömüren ve bizi içten içe yiyen zararlı otlardır. Bu otların yeşermesinin sebepleri; SEVGİ EKSİKLİĞİ, KİNDARLIK, CAHİLLİK, hoşgörüsüzlük, akılla öğrenmek yerine acıyla bile öğrenememe beceriksizliği, sorgulamak yerine suçlamak ve başını kuma gömmektir. Gönül bahçemizi istila eden ve tohumları yıllar önce ekilen bu tür zararlı otlardan kurtulmanın en doğru yolu ise; temiz eller hareketiyle adaleti sağlamak, sevgiyi aramak, sevgiyi yaşamak, sevgiyi uygulamaktır. Eğer bunları milletçe yapamıyorsak gerisi eşekliktir...
Yas, değerli olan bir şeyin kaybedilmesinin ardından şiddetli ruhsal acı, keder ve elem hissederek yaşanan bir süreçtir. Yas sözcüğünün çağrıştırdığı ilk şey ölümdür. Aslında yas en genel anlamda kaybedilen her şeyin ardından yaşanır. Ancak yasın şiddeti ve süresi kaybedilen şeye göre değişir. Bir ilişkinin bitmesi, boşanma, iflas, işten ayrılma, kaza ya da ameliyat sonucunda bir uzvun ya da organın alınması birer kayıptır. Yas kişi için değerli ve önemli olan büyük bir kaybın ardından gelir. Freud’a göre sağlıklı yas sürecinde kişi kaybettiği kişi, durum ya da nesnenin artık var olmadığını kabul eder ve duygusal enerjisini, kaybedilen kişi, durum ya da nesneden çeker. Ancak başlangıçta buna karşı büyük bir direnç gösterir ve yası sonlandırmayı istemez.
Freud’un sözünde olduğu gibi “Yitirilmiş sevgi nesnesinin gölgesi benliğin üzerine düşer”. Bu nedenle yas, kişi için önemli olan bir kayıp nedeniyle yaşanan büyük üzüntüye bağlı olarak bir süre boyunca kesintisiz şekilde verilen duygusal, zihinsel ve fiziksel tepkilerdir. Yas, yaşanan büyük ruhsal karmaşadan sonra yeniden dengeye ulaşması için gerekli olan bir süreçtir. Yas süreci, inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme olarak 5 evrede yaşanır. Bu evrelerin süreleri, kişinin kaybettiği şeye yüklediği anlama bağlı olsa da er ya da geç gerçekliğe uyum sağlanır ve yas sona erer. Kaybı kabullenmek unutmak demek değildir! Sadece kayıpla birlikte yaşamayı öğrenmek; tekrar hayatla birlikte akabilecek gücü ve cesareti toplayabilmek demektir...
Kızılderililerin dediği gibi; “Gözde gözyaşı olursa, ruhta gökkuşağı açarmış…” Kayıpla baş etmek için;
Geçmiş kayıplarla, gelecek umutlarla doludur! En karanlık gece bile sona erer ve güneş tekrar doğar. İnsanoğlunun en uzun yolculuğu, beyninizden yüreğinize yaptığı yolculuktur... Sağlıklı yas tutmak ve umuda tutunmak bu yolculuğun en kestirme yollarından biridir. Hamlet'in dediği gibi, “Kendi çölüne yollandığında, kim kurtulabilir kırbaçlanmaktan?” Ama her şeye rağmen "Yaşanan gün nasıl olursa olsun, beklenen gün her zaman daha güzeldir" düşüncesiyle umudumuzu korumalı, güzel günler göreceğimize inanmalı ve dimdik durmalıyız hayatta. Çünkü korku bizi mahkum eder, umudumuz bizi özgür bırakır.
Kadın ya da erkek, kişilerin cinsel doyuma ulaşabilmek için kendi kendilerini uyararak yaptıkları eyleme mastürbasyon deniyor. Aşırıya kaçılmadığı ve normal bir cinsel ilişkiye tercih edilmeği sürece mastürbasyon zararlı bir şey değildir.
Çok küçük yaşlarda keşfedilen ve kadının en duyarlı cinsel organlarından biri olan klitorisin uyarımı için, genellikle dokunma ya da sürtünme yolu tercih ediliyor. Özelikle hiç cinsel birliktelik yaşamamış bakire bir kadın, kızlık zarına zarar vermemek için klitorisiyle oynayabiliyor, küçük dudakların üst birleşim köşesinde bulunan ve dokunulduğu zaman ele gelen klitorise dokunarak mastürbasyon yapabiliyor. Kadınlar bunu üç şekilde başarıyor, ya klitorisleriyle ritmik bir şekilde oynayarak, ona hafif baskı yaparak ya yastık, yatak gibi herhangi bir şeye sürtünerek ya da banyoda basınçlı su tutarak mastürbasyon yapıyorlar. Bu üç eylem kızlık zarına zarar vermiyor.
Kadınların çoğu, cinsel ilişkiye oranla mastürbasyon yaparken çok daha rahat ve kolay boşalıyor. Çünkü mastürbasyon kişinin kendi bedenini tanımasıyla ilgili bir durum.Mastürbasyon sırasında kadın, bedenindeki algıları, ruhsal durumuyla birleştirerek daha yoğun bir keyif alıyor. Bir cinsel ilişkide kadının orgazm olabilmesi için, öncelikle kendi bedenini tanıması ve kendi duygularına yabancı olmaması gerekiyor. Bunun yolu da mastürbasyonla kendi bedenini tanımaktan ve keşfetmekten geçiyor. Kadınların mastürbasyonla aldıkları keyfi cinsel ilişkiden beklememeleri gerekiyor. Çünkü her ikisi farklı eylemlerdir.
Kadınlar cinsel birliktelik yaşarken daha çok ruhsal doyuma önem veriyorlar. Bu nedenle kadınların bir erkeği algılamaları, onlarla bedenlerini ve ruhlarını birleştirmeleri ayrı bir konu, kendi bedenlerine, klitorislerine dokunarak zevk almaları, boşalmaları ve orgazm olmaları ayrı bir olgu... Bunun ikisini birbiriyle mukayese etmek doğru değil... Çünkü birisi bireysel bir eylem, diğeri iki kişiyle yaşanan çok özel bir deneyim... Kadınların yaklaşık olarak %75’i boşalabilmek için klitoral uyarılmaya ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle kadınların cinsel ilişki sırasında da klitoral olarak uyarılmaları gerekiyor. Bu elle ya da klitoral uyarım gerçekleşebilecek bir pozisyonla olabiliyor.
Boşalma bedensel bir rahatlamayken orgazm ise bu bedensel rahatlamaya ruhun eşlik ettiği çok yüksek haz veren bir durumdur.Kadın eğer fantezi kuruyorsa ve bedeninden almış uyarıları fantezileri ile birleştirebiliyorsa, doğru ve ritmik klitoris uyarılarında bulunuyorsa çok rahat bir şekilde her mastürbasyonda boşalabiliyor. Ama mastürbasyonda orgazm olmak şart değil. Burada önemli olan, bedenin keşfi ve bedenin belli bir noktaya geldikten sonra rahatlamasıdır. Bu nedenle, her mastürbasyon boşalmayla bitebiliyor ama orgazmla bitmek zorunda değildir.
Bakirelerin sert bir cisimle mastürbasyon yapmaları çoğu zaman vajinalarına zarar vermez ama kızlık zarlarına zarar verebilir. Bu nedenle bakire kadınların sert bir cisim yerine kendi parmaklarını kullanmaları veya sürtünme yolunu seçmeleri gerekiyor. Evli kadınların ise vajinalarının içine sert bir cisim yerleştirme gibi bir sorunları olmaz. Bununla birlikte kadınların zevk almalarına yardımcı olan şey vajinalarına giren cisimlerden ziyade klitorislerinin doğru ve ritmik bir şekilde uyarılmasıdır. Ayrıca kadınların cinsel organları çok hassas olur, bu yüzden vajinaya zarar verecek nitelikteki cisimlerin mastürbasyon sırasında kullanılmaması önem taşıyor. Bu yüzden parmak en iyi bir tercihdir.
Kadınların mastürbasyon yaparken aldıkları zevki arttırmalarının yolu klitoristen geçiyor. Klitoris her kadında farklı büyüklükte olabiliyor. Ayrıca her kadının klitorisinden aldığı zevk farklı bir şekilde hissedilebiliyor ve klitoral uyarılma biçimleri farklı olabiliyor. Bu nedenle kadınların mastürbasyon yaparken aldıkları zevki artırmaları, klitorislerini uyarım şekillerine göre değişiklik gösterebiliyor. Bazıları baskı yaparak, bazıları sürtünerek, bazıları ritmik bir titreme hareketiyle, bazıları da sadece dokunarak boşalabiliyor. Klitorisini keşfeden ve klitorisini nasıl uyaracağını bilen her kadın boşalma ve orgazm yolunda önemli bir adım atmış oluyor. Kadınlar kendi parmaklarıyla, bebek yağı veya başka bir kayganlaştırıcı kullanarak klitorislerini uyarırlarsa daha kolay boşalabiliyor ve orgazm olabiliyor. Böylece kadınlar mastürbasyondan almış oldukları keyfi arttırabiliyorlar. Bebe yağı zararlı olmadığı için kadın sıklıkla kullanabiliyor.