Erkeklerin en sık görülen cinsel işlev bozukluğu olan "erken boşalma", partner ile birlikte yapılan ve benim "aşk oyunları" adını verdiğim çok özel egzersizlerle tedavi edilebilir. Aşağıdaki ipuçlarını ve tavsiyeleri cinsel hayatınıza hâkim kıldığınızda partnerinizle yaşayacağınız cinsel aktivite sırasında boşalma (ejakülasyon) kontrolünü sağlayabilirsiniz.
Boşalma denetimi için erkeğin bedeninde neler olup bittiğinin farkında olması ve "sarı ışık" olarak adlandırdığım durma noktasında durabilmesi gerekir. Boşalmayla ilgili ilk bedensel ve psikolojik duyumun erkek tarafından hissedildiği ilk an trafik lambalarındaki sarı ışığın yanması gibidir. Sarı ışık yandığında durabilen bir erkek boşalmasını da kontrol edebilir.
Seks yapmak için istek ve arzu duymak seksi güzelleştirir ama "görev" veya "zorunluluk" algısı seksin değerini azaltır. Bu nedenle eğer siz ya da partneriniz cinsel ilişkide bulunmak istemiyorsanız, seks yapmaktan kaçının ve kendinizi zorlamayın. Çünkü hem zorla güzellik olmaz hem de boşalma denetimi için yapılacak olan partnerli egzersizler, iki tarafın da isteği ile gelişen bir cinsellikte iyileştirici olur. İstekli ve şehvetli olduğunuz bir cinsel ilişki, boşalma denetimi için uygun koşulları yaratır. Sanılanın aksine, cinsel istek, cinsel heyecan, cinsel zevk ve şehvet arttıkça boşalma süresi uzar. Çünkü insanın doğası hazzı uzatma, elemden kaçma eğilimindedir. Ancak zevk ve korku bir arada olduğunda, korku tıpkı sudaki yağ gibi yüzeye, yani ön plana çıkar. Bunun sonucunda da boşalma süresi kısalır. Ayrıca, cinsel aktivite sırasında kendinizi rahat ve gevşemiş hissetmeniz çok önemlidir. Seks yapmak; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak ve performans hedeflemek yerine, hissederek, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır.
"Lady is first" yani önce kadınlar... Vajinaya girmeden önce partnerinizin seks yapmaya hazır olup olmadığından emin olmanız gerekir. Partnerinizin vajinasının ıslanması, klitorisinin kabarması ve cinsel heyecanı üst seviyede hissetmesi sekse hazır olduğunun ilk işaretleridir. Çünkü kadınlar seks yapmaktan ziyade sevişmekten ve arzulanmaktan çok hoşlanırlar. Genellikle erkeklerden daha geç boşalırlar çünkü cinsel uyarılma süreleri daha uzundur. Bu nedenle, partnerinizin cinsel duyumlarını erotik masajla, güzel sözlerle, oral seksle ya da el yoluyla arttırın. Vajinaya girmeden önce partnerinizi parmaklarınızı bir penis gibi kullanarak oral seks eşliğinde boşaltmaya çalışın. Bu şekilde yüksek uyarılma noktasına ulaşan ve boşalan bir kadın, vajinal ilişki sırasında bir o kadar kolay boşalır ve bunu sizden önce başarır. Çünkü kadınlar, aynı cinsel siklus içinde birden fazla kez boşalma becerisine sahiptir.
Günümüzde teknolojinin ulaşmadığı bir yaşam alanı kalmamış durumda; seks de buna dahil. Artık uzaktan kumandayla boşalmak veya orgazm olmak mümkün… Evet yanlış duymadınız, "orgasmatron" adı verilen teknolojik bir cihaz sayesinde çoğu kadının belki de hayatı boyunca hiç yaşamadığı boşalma veya orgazm artık bir düğmeye basılarak gerçekleşebiliyor.
Orgasmatron, 15 yıl önce Amerikalı anestezi uzmanı Dr. Stuart Meloy’un ağrı tedavisi ile ilgili çalışmaları sırasında tesadüfen keşfedilmiş bir cihaz. Kadınlarda omuriliğe yerleştirilen elektrotlar aracılığıyla sinir hücrelerine gönderilen sinyallerin cinsel uyarılmayı, boşalmayı veya orgazmı tetiklemesini sağlıyor.
Dr. Meloy, kronik ağrıların giderilmesi için hastanın omuriliğine yerleştirdiği elektrotlarla çalışıyordu. Bu elektrotlar aracılığıyla beyne gönderilen sinyaller, kronik ağrıların azalmasını ya da tamamen ortadan kalkmasını sağlıyordu. Bu çalışmaları sırasında bir kadın hastasında gerçekleştirdiği implant uygulamasından sonra, hastanın kronik ağrılarının geçmesinin yanı sıra, beklenmedik bir yan etki ortaya çıktı. Elektrotlar yoğun bir şekilde beyne hastanın haz almasını sağlayacak sinyaller göndermiş ve kadın kendiliğinden boşalmıştı. İşte o anda Dr. Meloy elindeki bu çok özel ve güçlü teknolojinin farkına vardı. Orgasmatron ile ilgili ilk klinik çalışmalarına 2003 yılında Amerika Gıda ve İlaç İdaresi’nin (FDA) onayını alarak başlayan Dr. Meloy, cihazın prototipi ile, kadınların büyük çoğunluğunun önemli bir sorunu olan boşalma ve orgazm olamama konusunda aldığı başarılı sonuçların ardından "cinsel işlev bozukluğu" tedavisi için orgasmatronun patentini aldı.
Hayatında hiç boşalma veya orgazm deneyimi yaşamamış 11 kadında test edilen orgasmatron ile elde edilen sonuçlar çok çarpıcı… Kadınların “Cihaz açılır açılmaz, tahrik oldum,” "Gerçekten mükemmel bir ön sevişme gibi” ifadelerle nitelendirdikleri orgasmatronun uygulandığı kadınlardan biri, cihazı dokuz gün boyunca kullandığını ve kocası ile yedi kez cinsel ilişki kurduğunu, her seferinde de boşaldıklarını söylüyor. Hayatlarında hiç boşalamamış kadınların, bu cihaz sayesinde yaşadıkları çoklu boşalma deneyimi orgasmatronun etkinliğinin göstergesi olarak kabul ediliyor.
Orgazm olmak ve boşalmak aynı şey gibi düşünülür ama ikisi birbirinden farklıdır. Orgazm, çeşitli fiziksel ve psikolojik cinsel uyaranlar sonucu beynin harekete geçmesi ve bazı hormon mekanizmalarının etkisiyle, hem bedensel hem de ruhsal olarak algılanan, "geçici şuur bulanıklığı", "kontrol kaybı duygusu", “zamandan kopuş” ve tüm bedende güçlü kasılmaların yaşandığı "yoğun bir boşalma" olarak tanımlanabilir. Boşalma ise cinsel ilişkilerin sonlarına doğru yaşanan ve 10–15 saniye süren kasılmalarla kendini gösteren fiziksel ve bedensel rahatlama olarak tarif edilebilir. Yaklaşık olarak, boşalma 5 ile 10 saniye, orgazm ise 10 ile 15 saniye arası sürer. Bu nedenle orgasmatron ile bir kadının boşalması mümkünüdür ama orgazm olması mümkün değildir. Çünkü kadının orgazm olabilmesi için bir ötekinin dokunuşlarına ihtiyacı vardır. Erkeğin partnerinin orgazm olabilmesini sağlayabilmesinin birçok yolu vardır ama bunların en iyisi olan beş yol şöyledir: (1) aşkla dokunmak, (2) ilgiyle dinlemek, (3) birlikte kaliteli vakit geçirmek, (4) onu biricik kılmaktır, (5) romantizm sunmak... Bu beş yolu izleyen bir erkek, kadının orgazm olabilmesi için uygun koşulları yaratmış olur.
Cinsel şiddet ve tecavüz, kime yönelik olursa olsun kabul edilemeyecek, özrü ya da hafifletici nedeni olmayan bir suçtur; bir de savunmasız küçücük çocuklara yönelik olduğunda bir tür vahşettir. Son zamanlarda Türkiye’de bu vahşetin yaşandığı pek çok olayın haberini sıklıkla alır ama her yeni olayda bir öncekini unutur olduk. Toplum kadına tecavüzü adeta kanıksamışken, çocuğa tecavüze de duyarsızlaşmaya mı başlıyor?
Çocuklara yönelik cinsel istismar ya da tecavüz yasalarda,15 yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilen hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş çocuklara karşı ve diğer çocuklara karşı sadece cebir tehdit, hile veya cebir veya iradeyi etkileyen başka bir nedenle gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış olarak karşılığını buluyor.
Çocukların cinsel istismarı, genel anlamıyla psikososyal gelişimini tamamlamamış küçük bir çocuğun bir yetişkin tarafından cinsel doyum için kullanılması olarak tanımlanır. Cinsel istismar, faillerinin durumu da pedofili (sübyancı cinsel sapkın) olarak adlandırılır ve bunlar çoğunlukla erkektir.
Pedofili, yetişkin bir kimsenin çocukları cinsel açıdan çekici bulması ve cinsel eğiliminin çocuklara yönelik olmasına neden olan psikoseksüel rahatsızlıktır. Pedofiller tipik olarak yetişkin cinsel ilişkiden zevk almakta güçlük çekerler, öz güvenleri eksik olabilir ve çocuklarla ilişkiyi yetişkinlere nazaran daha az tehdit edici bulurlar. Pedofilin eğilimi karşıt cinse veya kendi cinsine olabilir. Pedofililer, genellikle zor kullanmadan dokunma, cinsel içerikli konuşmalar yapma, resimler ya da filmler gösterme gibi yollara başvurduktan sonra, tecavüz suçunu işlerler. Yetişkinlere tecavüzden farklı olarak, çocuklara tecavüzde faillerinin, eylemlerini anlık bir cinsel dürtü sonucunda değil, genellikle önceden planlayarak ve hazırlanarak gerçekleştirmeleri söz konusudur. Bu kişilerin çoğunlukla kendileri de çocukken cinsel istismara ya da tecavüze uğramış olmaları çarpıcı bir gerçektir. Üstelik bunlar, çevreleriyle uyum içinde yaşayan ve şüphe uyandırmayan meslek ve statü sahibi olan ve ne yazık ki öğretmenler, akrabalar, komşular gibi çocuğun tanıdığı ve güvendiği kişilerdir.
Ölümlerin olduğu bir ülkede yaşamanın dayanılmaz ağırlığı altında eziliyoruz. Bu topraklarda yaşamanın bir bedeli olarak gözyaşlarımızı döküyoruz. Ama her kışın yüreğinde titreyen bir baharın olduğunu, her gecenin peçesinin ardında tebessümle bekleyen bir şafağın olduğunu, en karanlık gecenin sona erip güneşin tekrar doğacağını, hayatın zaman zaman darlaşsa da umudun hep bize geniş zamanla vaat ettiğini olduğunu biliyoruz ve buna inanıyoruz.
Yaşamda umutsuzluk yoktur, umutsuzluğun pençesine düşen insanlar vardır… Bu topraklarda yaşayan bizler her acıya rağmen umudumuzu korumayı öğrendik. Çünkü bütün yıldızlar sönse ve her şey kararsa bile bizim ruhumuzda tek bir yıldız parlamaya hep devam eder, bu da umudun yıldızıdır; ay yıldızımızdır. Korkular bizi mahkum eder ama umudumuz bizi özgür bırakır. Terör eylemleri gülüşümüzü bombalarla patlasa da, umudumuza işleyemez; geçmişimiz kayıplarla, geleceğimiz umutlarla doludur bizim, yaşanan an KARA olsa da yarınımız AYDINLIK bizim...
Birbirimize bağımlılığımız her geçen gün artarken, öte yandan da birbirimizle daha fazla çatışmaya giriyoruz. Neden bizi birbirimize bağlayan bağları ve ortak yanlarımızı görmeden birbirimize karşı tavır alıyoruz? Dostoyevski’nin ünlü sözündeki gibi “Herkesi öldürüyoruz sevgili dostum! Kimini kurşunlarla, kimini sözlerle, kimini yaptıklarımızla ve kimini de yapmadıklarımızla...” Ama niye? Çünkü bize çatışmayı, kavgayı kendi hedeflerimizmiş gibi dayatan, böylece bizi sevgi ve yakınlık gibi temel ihtiyaçlarımızdan uzaklaştıran, farklılıklarımızı hoş görmeyi, birbirimizi affetmeyi unutturan güçler var.
Sevgi, yakınlık ve affetme duygularımızın yıkıcı bir öfkeyle içimizden sökülmesi bize insanlığımızı unutturuyor. Topluma güvensizlik ve huzursuzluk tohumları ekiyor. Yaşanan karmaşada insanlar kendilerini tehdit altında hissediyor ve korunma yolu olarak şiddeti seçiyorlar. Yaşamları sevgisizlik ve umutsuzlukla yoğrulmuş insanlar acılarını başkalarının acılarıyla bastırmaya, kavgaya, şiddete, nefrete ve öldürmeye yöneltiliyor. Otoriteyle özdeşleşme yoluyla güçlü bir biçimde pekiştirilen saldırganlık ve şiddet farklı ideolojik renkler taşısa da bu şiddetin ardındaki nefretin kökleri her zaman kişinin kendine olan nefretinde ve inkâr etmeye çalıştığı aslında kendisinin de kurban olmasına duyduğu nefrette yatıyor. Böylece insanların kendilerini algılayış biçimleri, şiddete dayalı bir toplumsal sistemin sürekliliğini sağlamaya hizmet eder hale gelerek bir kısırdöngü yaşanıyor; nefret nefreti, şiddet şiddeti doğuruyor.
Şiddeti görmezden gelmekle onu desteklemiş, onaylamış oluyoruz. Şiddet ve acı karşısında kayıtsız kalmak, acıyı giderek daha az algılamamıza yol açıyor. Çünkü algıladığımızda bir şey yapmamız gerekir ama bu sorumluluğu almak korku vericidir, bu nedenle biz de kayıtsız kalmayı tercih ediyoruz. Acıyla bağımızı yitirdiğimiz için duygudaşlığımızı da yitiriyor ve kayıtsız insanlardan oluşan bir toplum haline geliyoruz. Bunun nedeni, korku ve empatinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olmasıdır. Benzer şekilde, acının inkârı da, sevgisizliği sevgi olarak gösteren bir dünyanın terörü altında hepimizin ezilmesi anlamına gelir. Oysa Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi “Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama; ikisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız SEVMEYİ BAŞARSAK, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak, nefrete, hasede ve KİNE BULAŞSAK, tepetaklak cehenneme düşüveririz...”
Dünyada cehennemi yaşamamanın yolu; kin, nefret ve şiddetten uzaklaşarak sevgi ve empati içinde yaşamak; farklılıkları aykırılık değil, zenginlik olarak görmek; affetmeyi ve hoşgörüyü zayıflık olarak değil, erdem olarak görmektir; dağıtarak, parçalayarak değil, toplayarak, birleştirerek var olmak, birlikten kuvvet doğurmaktır.
Dünya Kadınlar Günü, diğer özel günlerin pek çoğunun aksine kutlama ya da eğlenme amacı değil, farkındalık yaratma ve dikkat çekme amacı taşır. 8 Mart 1857 tarihinde New York’ta bir tekstil fabrikasında kırk bin işçinin daha iyi çalışma koşulları için yaptığı grevde polisin işçileri fabrikaya kilitlemesinden sonra çıkan yangında ölen 129 kadın işçinin anısına ithaf edilen ve kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olma savaşını temsil eden Dünya Kadınlar Günü, her geçen gün daha fazla kadının cinsel taciz, tecavüz, şiddet ve cinayet kurbanı olduğu ülkemiz için ayrıca önem taşıyor. Kadınların cinsel taciz, tecavüz, şiddet ve cinayet hedefi olmaktan kurtarılması için elbette tek bir gün yeterli değildir, bunun için topyekûn bir toplumsal mücadele gereklidir. Dünya Kadınlar Günü de bu anlamda ülkemizde kadınların sorunlarına yönelik eylem planlarının hazırlanması ve harekete geçilmesi için bir başlangıç noktası ve bir tetikleyici olması açısından önemlidir.
Ülkemizde kadınların psikolojik, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel sorunları saymakla bitmez ancak en öncelikli ve en acil çözülmesi gereken sorunları fiziksel ve cinsel şiddettir. Çünkü çok sayıda kadın, genellikle ya ayrıldıkları eşleri ya da istemedikleri halde evliliklerini sürdürmek zorunda oldukları eşleri tarafından fiziksel ve cinsel şiddete maruz bırakılıyor ya da şiddet türlerinin en vahşi biçimini görerek öldürülüyor ya da intihara sürükleniyor. Bu türden vahim haberlerin duyulmadığı tek bir gün geçmiyor. Kadınların maruz bırakıldığı şiddet sadece fiziksel ve cinsel şiddet şiddetle sınırlı kalmıyor; şiddetin hemen her türlüsüyle karşı karşıya kalıyorlar. Kız çocuklarının okutulmamasından, kadınların toplumsal alanda ikincileştirilmesine, istenmeyen evliliklerden, çocuk yaşta evlendirilme gibi zorlamalara kadar kadının bireysel seçim ve yaşam haklarını ortadan kaldıran şiddet türlerinden birini ya da birkaçını ülkemizde on kadından birinin yaşıyor olması durumun vahametini gözler önüne seriyor. Kadınların bedensel ve ruhsal bütünlüğünü tehdit eden her türlü şiddet kesinlikle kabul edilemez bir durumdur. Toplumsal yaşamın her alanında; evde, işte, okulda, sokakta kadınlara uygulanan şiddetten daha da kabul edilemez olanı, bu durumu normal görmeye başlayan toplumsal algıdır. Oysa, bu konu en çok duyarlı olunması gereken, en fazla tepki gösterilmesi ve mücadele edilmesi gereken toplumsal sorunlardan biridir ve yapılması gereken çok şey vardır.
Öncelikle kadınları cinsel nesneye indirgeyen anlayışın toplumsal hafızadan tamamen kazınabilmesine yönelik farkındalık ve bilinçlendirme çalışmalarının yürütülmesi, yeni nesillerin bu anlayıştan tamamen uzak yetiştirilmesi amacıyla eğitim sisteminin düzenlenmesi ve okullarda formel cinsel eğitimin verilmesi şarttır. Kız çocuklarına tecavüzden korunmayı öğretmek yerine, erkek çocuklara tecavüz etmemeyi öğretmek gereklidir. Kadınlara yönelik suçların giderek artması bu konudaki mevcut yasa ve yaptırımların yetersizliğinin göstergesidir. Toplumun kalbinde kanayan bu büyük yaranın kapanabilmesi için, kadın haklarının hem erkekler hem kadınlar tarafından iyice anlaşılması ve uygulanmasını sağlayacak eğitim ve yasal düzenleme çalışmaları yapılmalı, kadın haklarının ihlali ile ilgili cezalar arttırılmalıdır. Ayrıca tüm sivil toplum kuruluşları tarafından da kadın sorunlarına yönelik sosyal projeler ve bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmelidir. Bu konuda herkes elini taşın altına koymak zorundadır. Aksi halde sadece kadınları değil, onlarla birlikte onların yetiştirdikleri çocukları ve dolayısıyla aileleri, sonuçta da toplumu daha kötü bir gelecek bekliyor olacaktır.
Orgazm, fiziksel ve psikolojik cinsel uyaranlar sonucu beynin harekete geçmesi ve bazı hormon mekanizmalarının etkisiyle, hem bedensel hem de ruhsal açıdan algılanan, "geçici şuur bulanıklığı", "kontrol kaybı duygusu", "zamandan kopuş" ve tüm bedende güçlü kasılmaların yaşandığı "yoğun bir boşalma"dır. Boşalma ise cinsel ilişkinin sonlarına doğru yaşanan ve on-on beş saniye süren kasılmalarla kendini gösteren fiziksel ve bedensel rahatlamadır.
Orgazmın hem fiziksel hem de psikolojik birçok yararı vardır. İşte orgazmın bilimsel olarak kanıtlanan 10 faydası…
Orgazm, kan akışını hızlandırarak kanın vücutta dolaşımını artırır. Dolayısıyla beyne giden kan miktarında da atış olur ve bu sayede kanın taşıdığı oksijen beyin hücrelerine daha fazla miktarda ulaşır. Beynin kullandığı önemli bir yakıt olan oksijen miktarının fazla olması, hafıza, anlama ve düşünme gibi bilişsel becerilerde artışın yanı sıra, başta stres olmak üzere ruhsal sorunların azalmasına da etki eder.
Orgazm, immünoglobin A gibi, vücudumuzun mikroplarla savaşmak için kullandığı antikorların daha fazla salgılanmasını sağlayarak bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur.
Orgazm, kalbin de dostudur. Azlığı ya da çokluğu kalp krizi riski oluşturan östrojen ve testosteron hormonlarının düzeylerinin dengede tutulmasına yardımcı olarak kalp sağlığına da katkıda bulunur.
Orgazmla kan dolaşımının hızlanması, kan basıncının düşmesini sağlayarak, yüksek tansiyonu önler ve böylece felç riskinin azalmasına yardım eder.
Orgazm sırasında salgılanan oksitosin ağrıların azalmasına yardımcı olur.
Fiziksel yararlarının yanı sıra psikolojik açıdan da pek çok yararı vardır. Orgazmla yüksek miktarda salgılanan ve mutluluk hormonu olarak adlandırılan endorfin sayesinde libidoda artış olur. Libidonun yükselmesi, cinsel isteksizlik sorununun giderilmesinde de önemli bir rol oynar. Orgazmın vücut kimyasallarında yaptığı değişim sonucunda stres ve gerginlik azalır, mutluluk, rahatlama ve kendine güven duygusunda artış olur.
Orgazmın aynı zamanda cilt sağlığı, yaşlanma etkilerini azaltması, cinsel organlardaki bazı sorunları önlemesi, regl dönemini düzenlemesi, uyku düzenini sağlaması, hamile kalmayı kolaylaştırması gibi faydaları da vardır.
Orgazm, fiziksel ve psikolojik cinsel uyaranlar sonucu beynin harekete geçmesi ve bazı hormon mekanizmalarının etkisiyle, hem bedensel hem de ruhsal açıdan algılanan, "geçici şuur bulanıklığı", "kontrol kaybı duygusu", "zamandan kopuş" ve tüm bedende güçlü kasılmaların yaşandığı "yoğun bir boşalma"dır. Boşalma ise cinsel ilişkinin sonlarına doğru yaşanan ve on-on beş saniye süren kasılmalarla kendini gösteren fiziksel ve bedensel rahatlamadır.
Orgazmın hem fiziksel hem de psikolojik birçok yararı vardır. İşte orgazmın bilimsel olarak kanıtlanan 10 faydası…
Orgazm, kan akışını hızlandırarak kanın vücutta dolaşımını artırır. Dolayısıyla beyne giden kan miktarında da atış olur ve bu sayede kanın taşıdığı oksijen beyin hücrelerine daha fazla miktarda ulaşır. Beynin kullandığı önemli bir yakıt olan oksijen miktarının fazla olması, hafıza, anlama ve düşünme gibi bilişsel becerilerde artışın yanı sıra, başta stres olmak üzere ruhsal sorunların azalmasına da etki eder.
Orgazm, immünoglobin A gibi, vücudumuzun mikroplarla savaşmak için kullandığı antikorların daha fazla salgılanmasını sağlayarak bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur.
İnsanlığın en kara suçlarından biri olan tecavüz, mağdurlar açısından belki de cinayetle eşdeğerdir. Mağdurların genellikle kadın, faillerin de erkek olduğu tecavüzün yarattığı hasar, mağdurun fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne karşı işlenmiş ağır bir insanlık suçudur.
Cinsel şiddet ve tecavüz ülkemizde de giderek yaygınlaşıyor. Ve ne yazık ki gördüklerimiz, duyduklarımız buzdağının görünen kısmı… Kadına yönelik cinsel şiddet ve sonucunda yaşanan ölümlerin sayısı her geçen gün artıyor. En son Kayseri’de yaşanan olayda, öğretmeninin tecavüzüne uğrayan ve intihar eden Cansel hepimizi derinden sarstı. Bir öğretmenin öğrencisine tecavüz ettiğini tüylerimiz ürpererek öğrendik…
Cinsel saldırı bir kişinin kendi rızası dışında cinsel bir eyleme hedef olmasıdır. Mağdur, kimi zaman faili hiç tanımaz ama çoğu zaman da tanıdığı hatta aile içinden ya da yakın çevresinden olabilir. Cinsel saldırı ve tecavüz herkes için yıkıcı etkileri olan ve psikolojik travmaya yol açan bir durumdur. Ancak mağdur olan çocuklar ve ergenler olduğunda travmanın şiddeti çok daha fazla olur. Cinsel saldırı sonrasında oluşan travma, mağdurun şiddetli bir şekilde utanç ve aşağılık duygusu, çaresizlik ve korku, suçluluk ve günahkarlık hissetmesine yol açar. Bu nedenle bu tür bir travmaya maruz kalan kişi ruhsal bütünlüğünü koruyamaz hale gelir ve çeşitli psikolojik reaksiyonlar verir.
Bu reaksiyonlar, mağdurun yaşına, gelişim düzeyine, fail ile arasındaki ilişkinin yakınlığına, zorlamanın ve fiziksel travmanın derecesine, güç ve saldırganlığın kullanılmasına göre farklılıklar gösterir. Kayseri’de yaşanan olaydakine benzer şekilde, olay açığa çıktıktan sonra mağdur destek görmez, yalnız bırakılır, hatta kendisi suçlanırsa travmanın etkileri daha da büyüyerek ölümle sonuçlanır.
Toplumumuzda giderek artış gösteren suç eğilimleri arasında cinsel suçların ilk sıralarda yer aldığını yaşanan her dehşet verici olayda bir kez daha görüyoruz. Üstelik bir de bu "kadınların suçuymuş" gibi bir toplumsal algının oluşmaya başlaması durumu daha da vahim hale getirerek, adeta suça teşvik edici bir etki yaratıyor. Tecavüz kadının suçu değildir, erkeklerin erkekliklerini kontrol edememesi sorunudur ama toplumda bunun tersi bir mekanizma işliyor ve mağdur, sırf kadın olduğu için cinsel saldırıya ve tecavüze hedef olarak görülüyor. Bu tür olayların çocuklara, gençlere örnek olmasın diye üstü kapatılarak örtülmeye çalışılması ise, tam tersine ahlaksızlıkların önünü açıyor.
Sözde başka mağdurları önlemeye çalışan bu örtbas edici tutum, çok yanlış bir şekilde işlenen suçun onaylanması, normalleştirilmesi anlamına geliyor. Cinsel saldırı ve tecavüz suçlarının önüne geçilmesi için ilk elden acil olarak yaptırımların ve cezaların ağırlaştırılması gerekiyor. Tecavüzün, asla işlenmemesi gereken ağır bir suç olduğunun dört bir yandan duyurulması ve faillerin ifşa edilmesi şart; hem de bu öyle bir ifşa olmalı ki, ödeyecekleri bedel, alacakları ceza potansiyel faillerin tecavüz düşüncesini bile akıllarına getirmemelerini sağlamalı. Sonra da yapılması gereken her vakanın tüm açılardan irdelenmesi ve değerlendirilmesi, bu suçların altında yatan nedenlerin ortaya çıkarılması, çözüm yollarının araştırılması olmalıdır. Diğer taraftan da mağdurların bir an önce tedavi edilmesi önem taşıyan bir konu... Bunun için de mağdurların ve ailelerinin kolayca ulaşarak psikolojik acil yardım alabilecekleri psikoterapistlerin bulunduğu destek birimlerinin oluşturulmasına ve yaygınlaştırılmasına ihtiyaç var.
Efsaneye göre, yüz binlerce yıl önce kadın ve erkek, iki kafası birbirine sevgiyle bakan dört kollu, dört bacaklı tek bir vücutta yaşıyordu. Kadın ve erkek bir bütünken sahip oldukları büyük güçle tanrılara bile meydan okuyorlardı. Bir gün tanrıların tanrısı Zeus’u öylesine öfkelendirdiler ki Zeus onları ikiye ayırdı. Apollon onlara acıdı ve onları bugünkü halimize dönüştürdü. İşte kadın ve erkek o günden beri kaybettiği diğer yarısını arıyor. Antik Yunan mitolojisinde anlatılan bu arayış aşktan başka bir şey değildir çünkü aşkın seks kadın ve erkeği bir araya getirip bir bütün yapan güçtür.
Kişilik, geçmiş yaşamlar ve deneyimler, içinde bulunulan kültür, ortam ve zaman aşkı büyük ölçüde etkiler. Evrimsel psikolojiye göre aşk ve seks insanların başarılı üremelerini sağlayan bir uyum mekanizmasıdır. Freud da seksin köklerinin bebekliğe uzandığını ve seksin bebeğin annesinin memesinde tattığı cinsel tatminin uzantısı ve yeniden keşfi olduğunu; aşkın ise cinselliğin yüceltilmesi olduğunu söyler.
Psikolog Philip Shaver’a göre bebeğin ebeveynleri ile arasındaki sevgi bağıyla yetişkinlikteki aşk duygusu arasında bir ilişki vardır. Kernberg, aşkın birine yöneltilmiş sevgi ilişkisi ve cinsel bir arzuya dönüştürülmüş olan uyarılma ve agresif enerjilerden ibaret olduğunu ve varoluşsal boyutta benlik sınırlarının terk edilmesi olduğunu vurgular.
Aşk, romantizm, erotizm ve seks insan doğasının ayrılmaz parçalarıdır. İnsanın evrimi boyunca cinselliği de çeşitli evrelerden geçerek evrimleşti. Cinsellikle birlikte aşk, romantizm ve erotizm de kaçınılmaz bir evrimin içine girdi. Seksin evrim sürecinde en çarpıcı gelişme erotizmin doğuşu olmuştur. Erotizm doğrudan cinsel birleşmeden ayrılarak, cinsel birleşmeye varlık nedenini kazandıran duygu, düşünce ve davranışlara dönüşmüştür. Erotizm düşüncede doğar ve hayal gücüyle beslenir; seksten önce başlar ve seksin ötesine uzanır.
EROTİZM AŞKIN BİR UZANTISIDIR, sadece bedeni değil, ruhu da besler. Başka bir insanın bedenine duyulan şehvetten ve cinsel haz ihtiyacından öte olması onu pornografiden farklı bir yere yerleştirir. “Seks yapmak” ise, rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır ve sekste cinsel uyum çok önemlidir. Çünkü cinsel uyum en yüksek hazzı alabilmenin garantisidir.
Kadın ve erkeğin ruhunun ve bedenin, şehvet ve tutku ateşinde eriyip tek bir beden oluştururcasına bir araya gelmesidir. Cinsel uyumun olmadığı seks, sadece fiziksel bir cinsel etkinlik olmaktan öteye geçemez. Kadın ve erkeğin, onları birbirlerine çeken gizemli ve karşı konulmaz cinsel çekim ile bir araya gelip cinsel uyumla taçlandırdıkları seks, sevişme ile başlar. Cinsel birleşmeden önceki bu süre ne kadar yoğun ve uzun olursa, arzu ve şehvet, haz ve zevk de o kadar fazla olur.
Erkek ve kadının cinselliği farklı yaşar. Erkeğin fizyolojisi onu boşalmanın hazzını yaşama hedefli, penise odaklı, doğrusal, dolaysız seks yapmaya ve “cinsel boşalma”ya yönlendirir.
Kadın ise romantizmi ve ardından gelen erotizmi tüm bedenine dağılmış olarak yaşar ve “manevi boşalma” ile tatmin olur. Erkek için herhangi bir cinsel uyaranın varlığı cinsel boşalması için yeterli olabilir ama kadın duygusal ve fiziksel yapısı gereği sekse yavaş yavaş hazırlanır, yataktan ve seksten önce manevi olarak tatmin olmayı ister. Bu nedenle cinsel uyumun yakalanması erkeğin kadını önce manevi olarak boşaltmasıyla mümkündür. Kadının cinsel isteği ve yoğunluğu, cinsel boşalma ve orgazm süresi ve şiddeti manevi boşalmasına bağlıdır. Erkeğin partnerinin manevi boşalmasını sağlayabilmesinin birçok yolu vardır ama bunların en iyisi olan beş yol şöyledir:
Bu beş yolu izleyen bir erkek, kadını manevi olarak boşaltmış yani tatmin etmiş olur.
Kadın da erkeğe manevi boşalmanın bir karşılığı olarak, aşkla ve gönülden bir armağan olarak erotizmle birlikte ruhunu ve bedenini sunar. Erkek almaya hak kazandığı bu armağanı, aşkla, tutkuyla ve şehvetle kabul eder. Erkekleri mutlu etmenin birçok yolu vardır ama en iyi beş yolu;
Bu manevi ve cinsel tatmin olma sürecinin sonucunda da çift müthiş bir cinsel uyum içine girer, daha derin hazlara ulaşır. Erkeğin aşkının nesnesi olan kadın, aşkı ruhunda ve bedeninde hisseden kadın, erkek için vazgeçilmez olduğunu ve erkeğin kendisi için yanıp tutuştuğunu hisseden kadın, manevi boşalmasının üstüne bir nevi bonus olarak “cinsel boşalma” da yaşayabilir.
Her iki tarafın da haz aldığı bir seks deneyimi için, manevi boşalmasını sağlamış olan erkek, kadını cinsel olarak tatmin etmeye çalışmak yerine, bencilce, aşkla, içgüdüleriyle sadece kendi cinsel tatmine odaklanarak zamandan kopmalıdır. Seksi partnerini tatmin etmesi gereken bir görev gibi yapmadığında, manevi olarak boşalmasının ardından zaten hazır olan partnerine aşkı, tutkuyu, şehveti hissettirerek onun da zamandan kopmasını sağlayacaktır. Kadın, erkek için vazgeçilmez olduğunu, onda dayanılmaz bir arzu uyandırdığını fark edince cinsel boşalma yaşayacaktır. Yani erkeğin kendi tatminine odaklanarak aldığı haz, kadının boşalmasını ateşleyen güç olacaktır.
Hayatın sırrına vakıf olan çiftler zamanla bedenlerinin sesini daha da açarlar, hissettiklerini bedenleriyle dışa vururlar ve gürültülü sevişmeye başlarlar. Hafif, tırmalama, inleme, çığlık atma gibi bedenden ses çıkartma eylemleri merakla keşfi arttırır, beyni kapatmayı, beş duyu ile sevişmeyi sağlar. Acı ve şehvet bir paranın iki yüzü gibidir, sekste acı hissedilmesi; baharat gibidir, azı karar çoğu zarardır. Baharatlı bir seks artık sevginin aşkla paylaşılması ve çoğaltılması olan sevişmeye dönüşür.
Efsaneye göre, yüz binlerce yıl önce kadın ve erkek, iki kafası birbirine sevgiyle bakan dört kollu, dört bacaklı tek bir vücutta yaşıyordu. Kadın ve erkek bir bütünken sahip oldukları büyük güçle tanrılara bile meydan okuyorlardı. Bir gün tanrıların tanrısı Zeus’u öylesine öfkelendirdiler ki Zeus onları ikiye ayırdı. Apollon onlara acıdı ve onları bugünkü halimize dönüştürdü. İşte kadın ve erkek o günden beri kaybettiği diğer yarısını arıyor. Antik Yunan mitolojisinde anlatılan bu arayış aşktan başka bir şey değildir çünkü aşkın seks kadın ve erkeği bir araya getirip bir bütün yapan güçtür.
Kişilik, geçmiş yaşamlar ve deneyimler, içinde bulunulan kültür, ortam ve zaman aşkı büyük ölçüde etkiler. Evrimsel psikolojiye göre aşk ve seks insanların başarılı üremelerini sağlayan bir uyum mekanizmasıdır. Freud da seksin köklerinin bebekliğe uzandığını ve seksin bebeğin annesinin memesinde tattığı cinsel tatminin uzantısı ve yeniden keşfi olduğunu; aşkın ise cinselliğin yüceltilmesi olduğunu söyler.
Psikolog Philip Shaver’a göre bebeğin ebeveynleri ile arasındaki sevgi bağıyla yetişkinlikteki aşk duygusu arasında bir ilişki vardır. Kernberg, aşkın birine yöneltilmiş sevgi ilişkisi ve cinsel bir arzuya dönüştürülmüş olan uyarılma ve agresif enerjilerden ibaret olduğunu ve varoluşsal boyutta benlik sınırlarının terk edilmesi olduğunu vurgular.
Aşk, romantizm, erotizm ve seks insan doğasının ayrılmaz parçalarıdır. İnsanın evrimi boyunca cinselliği de çeşitli evrelerden geçerek evrimleşti. Cinsellikle birlikte aşk, romantizm ve erotizm de kaçınılmaz bir evrimin içine girdi. Seksin evrim sürecinde en çarpıcı gelişme erotizmin doğuşu olmuştur. Erotizm doğrudan cinsel birleşmeden ayrılarak, cinsel birleşmeye varlık nedenini kazandıran duygu, düşünce ve davranışlara dönüşmüştür. Erotizm düşüncede doğar ve hayal gücüyle beslenir; seksten önce başlar ve seksin ötesine uzanır.
EROTİZM AŞKIN BİR UZANTISIDIR, sadece bedeni değil, ruhu da besler. Başka bir insanın bedenine duyulan şehvetten ve cinsel haz ihtiyacından öte olması onu pornografiden farklı bir yere yerleştirir. “Seks yapmak” ise, rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır ve sekste cinsel uyum çok önemlidir. Çünkü cinsel uyum en yüksek hazzı alabilmenin garantisidir.
Kadın ve erkeğin ruhunun ve bedenin, şehvet ve tutku ateşinde eriyip tek bir beden oluştururcasına bir araya gelmesidir. Cinsel uyumun olmadığı seks, sadece fiziksel bir cinsel etkinlik olmaktan öteye geçemez. Kadın ve erkeğin, onları birbirlerine çeken gizemli ve karşı konulmaz cinsel çekim ile bir araya gelip cinsel uyumla taçlandırdıkları seks, sevişme ile başlar. Cinsel birleşmeden önceki bu süre ne kadar yoğun ve uzun olursa, arzu ve şehvet, haz ve zevk de o kadar fazla olur.