Yazla güzelleÅŸen Amasya
Türkiye’nin bağrında saklı hazineler arasında en kıymetli mücevherlerden biridir Amasya.
Allah özene bezene yaratmış bu şehri, üstelik gönüllere taht kurması için her nimeti bahşetmiş: salınarak akan Yeşilırmak, gözalıcı manzara, tablo gibi kral mezarları, asırlık konaklar, Selçuklu ve Osmanlı’yı hatırlatan muhteşem cami ve medreseler, zarif butik oteller. Amasya adeta Türkiye’nin Floransası, ortasından akan Yeşilırmak da Arno Nehri’nin topraklarımızdaki kardeşi.
Freskteki rivayet
Bugün kentte turistlerin en fazla ilgi gösterdiği yerlerin başında kral kaya mezarları geliyor. Ulaşmak için nehrin kuzey kıyısındaki Hatuniye Mahallesi’nden yukarı çıkmanız gerek. Yol boyunca hissedeceğiniz yorgunluğu unutturma görevi ise şehrin en albenili kısmı olan otel, restoran ve bara dönüştürülen ahşap evlere verilmiş. Dalyan’daki kral mezarları kadar gösterişli olmamakla beraber, bu 18 mezarın sadece kralların gömüldüğü yerler olarak değil, aynı zamanda tapınak olarak da kullanıldığına inanılıyor. Hemen yanındaki Kızlar Sarayı’nın romantik ismine kanmayın sakın, burası geçmişin hükümdarlarının yaşadığı yermiş.
İflah olmaz antik mezar meraklılarındansanız, Samsun yolundaki Aynalı Mağara’da sizi bir sürpriz bekliyor. Günümüze ulaşan en iyi anıt mezarlardan biri olan mağara Helenistik dönemde yapılmış. İçinde, Hz. İsa, Hz. Meryem, Aziz Yahya ve 12 Havari’nin tasvir edildiği farklı Bizans dönemi freskleri bulunuyor. 12 havariden birinin Hıristiyanlığı bu mağaradan yaydığı rivayetini kuvvetlendiren freskler şehirde inanç turizminin de artmasına yol açmış.
Mağara, ismini yöre halkının anlatmaktan çok hoşlandığı bir efsaneden, Güzelce Kız’dan almış. Hikâye bu ya; kralın dünyalar güzeli kızı görenlerin aşkından hemen düşüp ölmesinden ötürü peçeyle gezermiş hep. Sevdiği çoban peçesini açtığında oluşan elektrikten ikisi de yanıp kül olunca, iki âşık kaya mezarın içine gömülmüş. Derler ki, mağara kızın güzel yüzü gibi parlamaya başlamış ve o gün bugündür halk arasında ‘Aynalı Mağara’ olarak anılır olmuş. Kaya mezarların akşamları ışıklandırılmasıyla oluşan görüntü ise seyri doyumsuz bir tablo.
Kaya mezarların tepesinde bulunan Pontus döneminden kalma kalenin yıkıntılarını da görebilirsiniz. Kale, son yapılan restorasyonla biraz daha güzelleşmiş, manzarası nefes kesici. Gelişiniz bir de ezan vaktine denk düşerse eğer, aşağıdaki vadide yankılanan sesler içinizi huşuyla dolduracak.
Åžehzadelerin eÄŸitim yeriydi
Osmanlı döneminde padişahlar, şehzadelerin çekirdekten yetişmesini ister, bu amaçla onları Amasya’ya eğitime gönderirmiş. İslami eğitim açısından da önemli merkezlerden biri kabul edilen şehir, bir seferde 2 bin ilahiyat öğrencisine iaşe dağıtabilecek zenginlikteymiş. Ama aceleci davranıp buradaki tarihin Osmanlı ile başladığını düşünmeyin. Şehir, Sultan İkinci Mehmed’in at binip Bizans’a yürüdüğü 1453’te dahi binlerce yıllık bir tarih saklıyormuş arkasında. Coğrafyanın babası sayılan Amasya doğumlu Strabo, belki biraz da mitolojik hikâyelerin etkisinde kalarak, şehrin kuruluşunu Amazonların kraliçesi Amasis’e atfetmiş; arkeologlar ise şehirdeki yerleşimin MÖ 5500’den beri kesintisiz devam ettiğine inanmakla birlikte, başlangıç olarak Hitit yerleşimini tercih ediyor. Gerçek ne olursa olsun herkes Büyük İskender’in MÖ 4’üncü yüzyılda buraya geldiği ve Pontus Krallığı’nın onun ardından geliştiği konusunda hemfikir. Krallık doruk noktasına Kral İkinci Mithridates zamanında ulaşmış. Yeşilırmak’ ın kıyısında dağların eteklerine oyulmuş kral kaya mezarları da güçlü Pontus kralları için yapılmış.
19’uncu yüzyıl zengini böyle yaşıyordu
Hatuniye Mahallesi’nde Osmanlı evlerinin en güzel örneklerinden birini, Hazeranlar Konağı’nı ziyaret edin. Konak, misafirlerine 19’uncu yüzyıl zenginlerinin nasıl yaşadığına dair önemli ipuçları sunuyor. Zemin kat çeşitli sanat, fotoğraf ve el sanatları sergileri için kullanılıyor.
Hatuniye Mahallesi’nden batıya doÄŸru devam ettiÄŸinizde yol sizi Ä°stasyon Köprüsü’ne ulaÅŸtırıyor. Ä°lerlemeye devam edip nehrin güney yakasına geçenlerin alacağı bir ödül var: OrtaçaÄŸdan kalan pek çok eseri bir arada görebilme ÅŸansı. En batıdaki Gök Medrese Camii, Selçukluların bölgede egemen olmaya baÅŸladığı dönemde, 1267’de inÅŸa edilmiÅŸ. Caminin en dikkat çekici özelliÄŸi Ä°ran tarzında yapılmış giriÅŸ üzerindeki eyvan.Â
Şehrin doğusuna doğru yürümeye başladığınızda Amasya’da karşılaşabileceğiniz en güzel ahşap evler birbir kadrajınıza giriyor. Zaten hepsi de nehrin kenarına sıralanmış, fotoğraflarını çekmenizi bekliyor gibi. Yürümeye devam ederseniz varacağınız küçük müze,
kentteki Gök Medrese Camii’nden korunmak üzere alınan ahşap kapılara da ev sahipliği yapıyor. Amasya Müzesi kesinlikle görülmeyi hak ediyor. Kalkolitik Çağ’dan başlayıp Osmanlı dönemine kadar tam 12 farklı medeniyete ait yaklaşık 23 bin 500 eser barındırıyor. En ilgi çeken bölüm ise bahçedeki Selçuklu mezarı. Mezar, Burmalı Minare Camii’nin altında bulunan mumyaları barındırıyor. Tarihleri Moğolların Anadolu’ya akın edip Selçuklu saltanatına son verdikleri döneme dayanıyor. Arkalarında birçok küçük devlet bırakmış Moğollar. Mumyaların sahibi olan İlhanlı Beyliği, Moğolların ardından ortaya çıkmış bu küçük devletlerden biri ve Osmanlılar tarafından tarihten silinene kadar Amasya’da hâkimiyetini sürdürmüş.
Sultan İkinci Beyazıt’ın armağanları
Sultan II. Beyazıt Camii, mis kokulu şimşir çitlerin çevirdiği olağanüstü güzelliğe sahip. Eğer gerçek bir külliye görmediyseniz doğru yerdesiniz; burası medrese, kütüphane, imaret ve çeşme gibi birbirinden farklı hizmetler sunan birçok binanın bir cami etrafında yer almasıyla oluşan külliyelerin en güzel örneklerinden. Bahçede gölgesinde soluklandığınız bazı ağaçların 400-500 yaşında olduklarını, tarihe tanıklık ettiklerini unutmayın.
Doğuya doğru yürüdüğünüzde iki önemli eserle karşılaşıyorsunuz: Birçok kez yeniden inşa edilmiş Gümüşlü Camii ile Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı’nın temellerini attığı 12 Haziran 1919 tarihli Amasya Kongresi anısına yapılan dev Atatürk heykeli. Aynı istikamette yürüyüşünüzü sürdürdüğünüzde ise Amasya’da rastlayacağınız en ilginç yapılardan Bimarhane’nin önünden geçiyorsunuz. Bina, 1309’da İlhanlılar tarafından darüşşifa yani akıl hastanesi olarak yapılmış. Giriş kapısının çevresindeki oyma işçiliği kesinlikle sanatının en iyileri arasında. Kafanızı içeri uzatıp avluya göz atmadan ayrılmayın. Bina günümüzde belediye konservatuvarı.
Biraz ileride yer alan küçük, sevimli Mehmet Paşa Camii’nin yapım tarihi 1468, Sultan İkinci Beyazıt’ın oğlunun lalası için yapılmış. Küçük bir mola vermek isteyenlere caminin zarif bahçesini öneririm. Hemen yanında 15’inci yüzyıla ait Mustafa Bey Hamamı var. Bahçede soluklanmak yorgunluğunuzu atmaya yetmediyse kendinize bir hamam keyfi ve masaj için zaman ayırın. Kazandığınız enerjiyle Künç Köprüsü’nü geçip nehrin kuzeyine yürüdüğünüzde boşa zaman harcamadığınızı göreceksiniz. Burada sizi 1488’de Sultan İkinci Beyazıt’ın Kapıağası Hüseyin Ağa için inşa edilen, sekizgen plan şemalı, sıra dışı Büyük Ağa Medresesi bekliyor. Bina günümüzde de din eğitimi vermek için kullanıldığından sadece dıştan görmeniz mümkün.
Ferhat, Helenistik dönemde mi yaşamıştı
Tüm Anadolu insanı gibi, Amasyalı da efsaneleri seviyor, belki de bu yüzden geç Helenistik-Erken Roma döneminde var olan antik kentin su ihtiyacını karşılamak amacıyla kayalar oyularak yapılan su kanalına ‘Ferhat ve Şirin Efsanesi’ni yakıştırıp ‘Ferhat Su Kanalı’ adını vermişler. Dolayısıyla Ferhat’ın dağları kazması için yüzlerce yıl önce yaşaması gerekiyor!
Yalıboyu’nun güzelleri
Çoğunluğu 19’uncu yüzyıla ait, koruma altındaki evler bağdadi ve hımış tekniklerinin en güzel örnekleri. Yalıboyu Evleri konut mimarisi tarzındaki Amasya Evleri, türünün özelliği olarak bitişik nizamda Yeşilırmak Nehri kenarında tarihi sur duvarları üzerinde. Geleneksel Osmanlı evlerinin bütün özelliklerini taşıyorlar. Bodrum üzeri çıkılmış tek ya da iki kat, harem selamlık bir düzen, avlunun ya da bahçenin genellikle ortada yer almasıyla dışa kapalı bir görünüm, dışa taşkın ikinci kat uygulamaları, cumbalar, içerinin görünmesini önleyen pencere kafesleri bu özellikler arasında bulunuyor.
Misket elması tarih olacak
İlk bakıldığında küçücük, bir yarısı kırmızı diğer yarısı sarı ya da yeşil. Kısaca pek de dikkat çekici değil, zaten adı da ‘Amasya Elması’ değil. Asıl adı ‘Misket Elması’ ama yetişmek için en sevdiği toprak Amasya. Belki de bu sevda yüzünden şehir ona adını vermiş. Yıllar içinde değişti elmaların görüntüsü, tadı, kokusu. Ne yazık ki tezgâhlarda daha az görür olduk bu aşina lezzeti. Bunun nedeni de çiftçilerin artık elma yerine şeftali yetiştirmeyi tercih etmeleri.
Amasya, köklü tarihi nedeniyle çok çeşit barındıran bir mutfağa sahip. Özellikle şehzadelerin hayatlarının bir döneminde burada yaşaması nedeniyle Osmanlı şehre önem vermiş ve mutfak kültürü çok gelişmiş. Amasya’nın kendine özgü yemekleri var, bazı yemekler ise Anadolu’nun bilinen tatları olmakla birlikte malzeme ve pişirme yöntemi farklılık gösteriyor.
Nerede kalınır?
Amasya’da kalacak birbirinden güzel pek çok yer var, bunlardan biri de İlk Pansiyon. Türkiye’deki en otantik Osmanlı evlerinden biri restore edilerek eski evlere meraklı olanların kullanımına açılmış (Tel: 0358 218 16 89). Hatuniye Mahallesi’nin tam ortasındaki Eylül Buğusu ise konum itibariyle İlk’e göre daha avantajlı. Eski evlerden dönüştürülmüş otel ya da pansiyonlar, ev atmosferini yaşatırken konforları sınırlı. Çünkü yapılarda sınırlı değişiklik yapılabiliyor (Tel: 0358 212 14 05). Eğer dört yıldız lüksü daha cazip geliyorsa muhteşem manzaralı Apple Palace Otel’i deneyebilirsiniz. Tek sorun dekorasyonunun sıradanlığı (Tel: 0358 219 00 19) Bir başka alternatif de Emin Efendi Konakları (Tel: 0358 213 00 33).
Nasıl gidilir?
Amasya’da havaalanı yok ancak, Merzifon Havaalanı şehre sadece bir saat, Tokat Havaalanı 1,5 saat uzaklıkta. Ankara’dan beş saatlik bir otobüs yolculuğuyla da Amasya’ya ulaşabiliyorsunuz. Tokat’a düzenli otobüs seferleri var.