Yanlış Yapma Hakkı
Hiç tanımadığınız birisi, size karşı hiç beklemediğiniz bir yanlışı yaparsa ne olur? Kızarsınız değil mi? Sizin kim olduğunuzu biliyor mu? Kim oluyor da, size bunu yapabiliyor? Ne hakkı var? Bunu nasıl yapabiliyor? Vs. vs. sonuçta kızıyor, bağırıyor, üzülüyor ve geriliyoruz. Çünkü o, kendisine yanlış yapma hakkı tanımadığımız birisi.
Peki aynı yanlışı bir can dostumuz yaptığında?
İsterseniz biraz somutlaştıralım.
Mesela kırmızı ışıkta beklerken, arkadaki araç daha yeşil ışık yanmadan kornaya abanıyor. Daaaattt! Zıkkımın dibi. Zıvanadan çıkıyorsunuz. Deli oluyorsunuz. Sinirle arabadan inip şu haddini bilmeze hayatının en önemli insanlık (!) dersini vermek istiyorsunuz. Tamam da ne oldu ki? Cenab-ı Hak aleminin ( şu koca dünyada sadece ve sadece ) biz Türk kullarına bahşettiği kırmızı ışık yanarken, birkaç salise sonra yeşil ışığın yanacağını anlama sensörü sayesinde, arkanızdaki sürücü kornaya abandı. Daaattt! Eskiler kara kara derrrttt! derlerdi. Aynen öyle. Bin bir sinir ve küfürle, tam insaniyet dersi bölüm 1, kısım 1’e başlayacakken, birden içinizi dürten bir his, derse başlamadan arkadaki magandanın kimliğini anlamanız gerektiğini fısıldıyor, kulağınıza usulca. Şöyle bir arkanıza bakıyorsunuz. Aman Allahım! O da ne! Arkadaki korna magandası, çocukluk aşkınız değil mi? Birden yüzünüzde gülümsemenin bini bin para. Ağzınız kulaklarınızda. Biraz sırıtarak, biraz yılışarak: Çal çal diyorsunuz. Bana melodi gibi geldi.
Aslında burada olana biraz yakından bakınca olun şudur: Birisi, hiç beklemediğiniz bir anda, hiç de hak etmediğiniz bir davranışta bulundu. Trafik ışıkları daha kırmızıda. Korna çalmanın ne alemi var. Sonra hem biz kör müyüz? Biraz sabır yahu. Çatladın mı? Zaten araba da, 1. viteste gideceğiz işte. Yok olmaz. Arkadaki maganda, kornaya basarak, aslında sizi dürtmüştür.
Dürtü. Biz insanlar, birisi bizi dürtünce doğal olarak, buna bir tepki ile cevap veririz. Vermesek ne olur? İçimizde kalır. Unsuluk oluruz. Kahrımızdan gebeririz.
Ve korna dürtüsüne, onu bin pişman edecek levyeli bir dayak faslı ile tepki verecekken, arkadaki korna magandasının, çocukluk aşkımız çıkması, bizi resmen yumuşatır. Ve ilk başta vermeyi planladığımız tepki vermeyiz.
Verdiğim örnekteki korna magandasını, sevgiliniz, eşiniz, patronunuz, nişanlınız ve babası (dikkat, 10 yıllık kayınpeder ve kayınvalideniz değil), başbakanımız veya cumhurbaşkanımız olarak düşünebilirsiniz. Kornayı onlar çaldığında, iş değişir.
Halbuki ilk başta beyinde kodladığınız senaryo şöyledir; yeşil ışık yanmadan çalan bir korna. Eşittir haddini bildirmek. Dürtü. Tepki. Dürtü. Tepki. Hem de öyle bir tepki ki. Emdiği sütü burnundan getirmezsen, yuh! O kornayı çaldığına da çalacağına da bin pişman etmesen, yazık!
Madem öyle, niye aynı kornayı çalan ve o akşam gidip kızını isteyeceğiniz kayınpeder adayına kızamıyorsunuz. Allah vere kızın,adam kızı vermez sonra. İyisi mi, kornanın zart’lamasını sineye çekip, ona şöyle güzel bir anlam vermek gerek. Ohhh. Ne güzel! Çal güzelim çal! Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası gibi geldi…
Yaşam dürtülerle tepkileri ayarlayabilme sanatıdır. Yaşam bir uzlaşabilen sanatıdır. Ve en iyi uzlaşanlar; dürtülerle tepkileri uzlaştırabilen kişilerdir.
Korna aynı korna. Sevgiline kızmıyon da, zavallı minibüs şoförünün günahı ne?
Aynı örneği alın, günlük hayatınızdaki sizi sinir eden bütün olaylara uyarlayın dostlarım. Bitmesini beklediğiniz rapor 10 gün sonra hala masanızda değilse, zaten gıcık olduğunuz elemanın maaşına zam işine son. Ama o hayran hayran baktığınız elmas parıltısını andıran kıymetli mücevherat elemanınız aynı raporu 1 ay geciktirse bile, bir bildiği vardır. Daha fazla veri topluyordur. Daha kesin deliller üzerinde çalışıyordur. Piyasanın nabzını tutuyordur. Raporun gelmemesinin sizi dürtmesine rağmen, tepkiniz eşit olmaz. Bunu en kıymetli elemanınıza, en büyük müşterinize, en stratejik tedarikçinize deuyarlayın. Göreceksiniz. Her dürtüye aynı tepkiyi vermiyoruz. Dürtenleri her zaman aynı şekilde dürtmüyoruz.
Yaşamı bir mezar taşına benzetirsek, üzerinde doğum ve ölüm tarihleriniz olan rakamlar vardır. Ama yaşamın o koca anlamı o iki tarih arasındaki o küçücük tiredir (-). O küçücük tire, o kocaman yaşamın anlamıdır. Dürtülere tepki vermeden önce, dürtü ile tepki arasına işte o küçücük tireden bir adet koymamız gerekir. Biraz soluklanmamız. Azıcık düşünmemiz. Bir la havle çekmemiz. Depeceğimiz o zavallının, yarın istemeye gideceğimiz sevgilimiz olduğunuz düşlememiz gerekir.
Doktorlar her isteyene rapor vermez. Hak etsen de, bazen rapor almak, üstelik o hasta halinle ölümden beterdir. Ama tanıdıksan. Mesela nişanlın doktorsa, istediğin bilumum raporlar evinde odana teslim yazılır ve dahi teslim edilir.
Sevmediğin elemanın istediği izinle, zamla; sevdiğin elemanın istediği izin ve zam aynı olmaz.
40 sene önceyi bir düşünün. Daha çocuk bezi filan sadece alamancı ailelerden gördüğümüz en kıdemli bir lüks. Anne isen, zalim damat torun için hazır çocuk bezi almaz da kızın o bitli patiskaları ile el çitileye çitileye yıkarsı, canın yanar. Beddua bile edersin. Ona verilen para gözünde küçüldükçe küçülür. Ve kıyamadığın güzel kızına kıyan damata, bin kahır edersin. Damatın hazır bezi, alamanyalardan getirmemesi seni dürter. Ve öyle akıl almaz tepkiler verirsin ki, dehşet!
Halbuki, yine annesin. Ama o aslan oğlunun parasını çar çur edecek yeni yeni yollar arayan, hain gelin, yaramaz torun için, taaaaa alamanyalardan hazır çocuk bezi getirtiyor. Yandı gülüm keten helvası. Eski köye yeni adet. Biz anamızdan bunları görmedik bacım. Moderenlik hastası bunlar. Oğlancağızın kesesine incir ağacı diktiler. El kadar bez. Şöyle elince çitilesen ölür müsün? Bizim zamanımızda, biz komşuların bezlerini de yıkardık. Yok yok. Bu gelin fena…
Efendim? Bütün bunlar size bir yerlerden tanıdık mı geliyor? Biliyorum. Ben de onun için yazıyorum zaten. Her dürtüye aynı tepkiyi vermiyoruz.
Stephan R. Covey ormanda sizi sokan yılana haddini bildirmek için, peşi sıra koşmanızı, zehrin bütün vücuda daha hızlı yayılması için bir kolaylık olarak görür. Yani yılanın peşinde koştuğunuz her an, ölüme daha fazla davetiye çıkarttığınızın resmidir. Olması gereken, sizi sokanları bir tarafa bırakıp, vücuda giren zehri bir an evvel çıkartmak ve zehrin panzehirini bulmak için çabalamaktır. Bir yılana karşı bir insan canı. Bence pek adil değil. Bir cahile karşı bir bilge. Bir zorbaya karşı bir masum. Bir çirkefe karşı bir güzel. Bence bunlar da pek adil değil. Daha adil olan bir çözüm üretmemiz şart.
Tepkileri ayarlayabilmek. Tepkileri uzlaştırabilmek. Gecenin bir yarısı telefonunuzu çaldırıp (telefon sapıkları hariç) sonra da özür dilerim efendim yanlış numara aramışım diyen, bir başbakan olunca, yüreğimizin yağı eriyiveriyor. Yahu ne oldu? Hani gecenin bir yarısı çalan telefon sinirlerinize kezzap suyu dökerdi? Yok. Kazın ayağı öyle değil.
Yaşam uzlaşı kültürü olduğuna göre, gelin dostlarım uzlaşalım. Uzlaştıralım.
Mesela bedeni ruhla. Duyguyu düşünce ile. Maddeyi mana ile. Aklı kalple. Bilgiyi zihinle uzlaştıralım. Elleri beyinle uzlaştıralım. Beyin sırf kendi habis istekleri uğruna elleri kullanıp, sigara içirtemesin bize. Bir mazluma vurduramasın. Açtırıp ağzımızı, gözümüzü yumduramasın. Kimseleri küstüremesin. Kimseleri üzdüremesin.
Hem dost demek ne demek bir kez daha düşünsenize. Dost. Yani kendisine yanlış yapma hakkı verdiğimiz kişi. Biz, bizden üst makamlardaki kişiler, bize karşı yanlış yapma hakkını taa’ galu beladan tanımışız. Amirler, beyler, paşalar, zenginler yaparsa, ba’şımınan gözüm üstüne. Memurlar, işçiler, fakirler yaparsa, uygun adım marş. Haydi had bildirmeye.
Ne olur ki? Çevremize bize karşı yanlış yapma hakkı versek? Bunu bütün insanlık için yapmanızı önereceğim ama, ilk önce kolayından başlayıp, dostlarımızın bize karşı yanlış yapma hakkını bolca kullanmalarına izin versek?
Dost bu. Adı üstünde dost. Ne olur yani? Bir yanlış yaptı diye, Taksim Meydanı’nda sallandırmaktan vazgeçsek? Tolere etsek? Affetsek? Yaptığını hazmetsek?
İnanın; dostun yanlış “Yanlış Yapma Hakkını” kullanmasına izin vermek yaşamı daha keyifli yapacaktır. Dost bu. Dile kolay. Dost. Ama kazanması hiçte öyle kolay molay değil.
Öyle ise, haydi dostlarım. İlk önce benden başlayın. Yanlış yapın, bana karşı. Size, bana karşı yanlış yapma hakkı veriyorum. Çünkü siz dostumdunuz. Ve yaptığınız her yanlış sonrası hala dostumsunuz.
Münir Arıkan
Düşünce Koçu
Not: Geçen hafta menfur bir unutma sonucu, benimle olan birlikteliğine son vererek, hain bir taksi şoförü ile kaçan sevgili can dostum Toshiba Notebook’um. Seni çok ama çok özledim. Ama canın sağolsun. Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan.