Son Güncelleme:
Volkanik adada 20 günlük bisiklet turu
Temmuzda Akdeniz kıyıları sıcaktan kavrulurken Kuzey Kutup Dairesi’nin yanıbaşındaki İzlanda adası baharı yaşıyor.
Buzlar çözüldüğünde uçsuz bucaksız ovalar çimlerle kaplanıyor, termal bölgelerde beyaz köpükler saçarak gökyüzüne fışkıran gayzerler ve buz mavisi volkanik göller etkileyici görüntüler sergiliyor, güneş neredeyse hiç batmadığı için günler 24 saat yaşanıyor. İzmirli bilgisayar programcısı Pınar Pinzuti geçen yıl ağustos ayında İtalyan eşi Paolo Pinzuti’yle 20 günde bisikletle İzlanda adasını keşfetti, izlenimlerini yazdı.
Yaz tatilimizi İzlanda’da geçirmeye karar verip uçak biletlerimizi aldığımızda henüz Eyjafjallajöküll patlamamış, hava trafiğini felç ederek Avrupa’nın en popüler dağına dönüşmemişti.
Ağustosun ilk günü, Reykjavik’e çok uzak olmayan Keflavik Havaalanı’na indik. Bisikletlerimizi monte edip, çantalarımızı yerleştirdikten sonra yola çıktık. Lavla örtülü ovada rüzgara karşı pedal çevirmeye başladığımızda Blue Lagoon’un buharı çok uzaklarda belli belirsiz görülüyordu. İlk molamızı bu kaplıcada verip kendimizi mavi, sıcacık sulara bıraktık. Üç haftalık tur boyunca sık sık kaplıcalara uğrayıp mineral zengini doğal havuzlarda ısındık.
FENER GEREKMİYOR
Hava kararmayınca sanki gün hiç bitmiyor gibiydi. El fenerini kullanmadan yemek yapmak, bulaşıkları yıkamak ve günlüklerimizi yazdıktan sonra aydınlıkta uykuya dalmak çok hoşumuza gitti. İzlanda’yı gezmek için en uygun dönem temmuz ve ağustos; hava sıcaklığı gündüz 10-15 derece, geceleri ise 0 - 5 derece arasında.
21 günlük turumuz sırasında sadece 3 güneşli gün yaşadık. Diğer günler yağmur altında veya bulutların içinde hareket ettik. Turun ikinci günü o kadar çok yağmur yağdı ki, su geçirmez çanta, mont ve pantalonlarımız bile su almaya başladı. Neyse ki adada her küçük yerleşim yerinde küçük de olsa bir çadır kurma alanı bulmak mümkün. Kamp yerlerinin kapalı mutfakları, tuvaletleri kaloriferli, ıslak kıyafetleri kurutmak için çamaşır odaları var.
Gullfuss Şelalesi’ni geride bıraktık ve dağlık araziye girmeden önceki son köyden üç günlük su ve yiyecek alışverişimizi yaptık. İzlanda’ya gelmeden önce hayat pahalılığı konusunda bilgilendirilmiştik. Ancak, anakaradan çok uzak bir ada olduğunu, hiçbir şeyin üretilemediğini ve tüm tüketim mallarının ithal edildiğini hesaba kattığımızda, aslında fiyatların normal olduğunu kabul etmek kolaylaşıyor.
PERİLİ KULÜBEDE ÜRPERTEN AKŞAM
200 kilometrelik Kjölur iki buzul arasında yılın sadece birkaç ayı açık olan bir yol. Kuzey ve güney arasında kestirme olarak görünen bu yolda eskiden çok ölen olmuş. Bizi görenler endişeli gözlerle bakıp, rotamızı değiştirmemiz konusunda ikna etmeye çalıştı. Bir süre sonra yanımızdan hızla geçen tek tük turist cipinin dışında yapayalnızdık. Yolun sağ ve solunda görmeye alıştığımız üçlü koyun grupları (bir anne, iki yavru) bile bir anda yok oldu. Normalde kar altında olduğu için bakımı yapılmayan toprak yolda koca koca taşların üstünde hoplaya zıplaya ilerledik. Bir de yağmur başladı. Yokuş aşağıya giderken Paolo birden bisikletinin kontrolünü kaybedip düştü. Omuzundan ve dizinden yaralandığı için yola devam etmek yerine haritada işaretli ilk sığınma kulubesine doğru ilerledik. Suyu ve elektriği olmayan bu kulübede bir gece geçirdik. Dışarıda yağmur hiç dinmedi. Rehber kitabımızda bu kulübenin perili olduğuna inanıldığını okumak uykumuzu kaçırdı. İzlanda’da halk arasında en çok konuşulan konu ruhlar, periler, cinler, gizli görünmez insanlar, cüceler... Her birinin yaşamında mutlaka bunlardan birini gördüğüne dair bir öykü var. O kadar ki turistlere ücretsiz dağıttıkları haritalarda bile “görünmez insanlar”ın nerelerde karşılarına çıkabileceklerini gösteriliyorlar.
KUŞLARIN RAHATI İÇİN ADADA KEDİ, KÖPEK YASAK
Kjölür yolunu 3 günde aşıp bırakıp adanın kuzey kıyısındaki Dalvik’e vardık. İkinci güneşli günümüzde bisikletlerimizi bırakıp gemiyle kasabanın kuzeyindeki Grimsey Adası’na geçtik. Deniz papağanlarını yakından görecektik. Ayrıca Kuzey Kutup Dairesi bu adanın üstünden geçiyordu. Grimsey’de 89 kişi, 20 at, 80 koyun ve yarım milyon kuş yaşıyor. Kuşların rahatı bozulmasın diye adada kedi ve köpek yasak.
Adaya dönüşümüzde Kravla Yanardağı’nın yakınındaki Myvatn Gölü’ne gittik. Bu sığ göl, yeraltı sularının sağladığı farklı iklim sayesinde bir çok kuş ve bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Avrupa’nın en güçlü şelalesi Detifoss da bu muhteşem coğrafyadaydı. Buzul sularının beslediği nehir 100 metre genişliğinde, 45 metre yükseklikten bir şelale oluşturmuştu. Manzara ağzımızı açık bırakacak kadar görkemliydi.
Askja ve yakınlarındaki arazi volkanik yapısı, kumları ve dayanıksız toprağıyla ay yüzeyine benziyordu. Bu nedenle astronot Neil Armstrong aya iniş provasını burada yapmıştı.
Doğu fiyordlarını kuzeyden güneye doğru gezerken bulutların arasında gizli Fransız balıkçı köylerini, adanın ana geçim kaynağı balık işleme ve paketleme tesislerini, balık kokan sokakları geride bırakıp güneydeki Höfn’e vardık.
UNUTULMAZ GÜZELLİK JOKULSARSON GÖLÜ
Jökulsarlon (buzul gölü), hayatımda gördüğüm en güzel yerler listesinin ilk sırasına yerleşti. Avrupa’nın en büyük buzulu Vatnajökul’dan kopan kütleler denize dökülmeden önce doğal bir lagünda toplanıyor.
Devasa buz kütlelerinin dansını seyrettikten sonra turun son durağına ulaştık: Reyjavik, dünyanın en kuzeydeki başkenti. İzlanda’nın 300 bin kişilik nüfusunun yaklaşık yarısı başkentte yaşıyor. 8’inci yüzyılda Vikingler adayı keşfettiklerinde, uzaktan yeryüzünden tüten dumanları görürler ve buraya Reykjavik yani “Buharlı Körfez” adını verirler. Şehir enerjisini jeotermal kaynaklardan sağlıyor, bu kaynaklarla ısınıyor. Alternatif dükkanları, etnik lokantaları, müzeleri ve kafeyi andıran kitapçıları şehrin gündüz hayatını zenginleştirirken, restoran, bar ve klüpleri de gece hayatını rengarenk kılıyor.
ÇUKURA SABUN, DETERJAN DÖKÜP GAYZERİN PATLAMASINI BEKLEDİLER
İzlanda’nın en çok ziyaretçi çeken yerlerinden Geysir, Reykjavik’e 100 kilometre mesafede. İlk güneşli günümüzde, yeraltından 60 metre yüksekliğe sıcak su ve buhar püskürten Geysir’i izleme fırsatımız oldu. 1920’li yılların başında sıcak su ve buhar püskürtmemeye başlayınca, halk endişelenmiş. Yoğun turist akımına uğrayan ve yerli halk için gelir kaynağı olan Geysir’i tekrar aktif hale getirmek için bu derin çukurun içine sabun ve deterjan dökmüş, kimyasal bir reaksiyon olmasını ummuşlar. 70 yıl aradan sonra 2000 yılında yaşanan depremin ardından Geysir kendiliğinden tekrar faaliyete geçmiş.
LATİN AMERİKA TURUNA ÇIKTILAR
Son üç yılda Almanya, İtalya, Fas, İspanya, Fransa, Ürdün’de bisiklet turlarına çıkan Pınar, Paolo Pinzuti çifti mart ayında işlerinden ayrılıp, Latin Amerika’da 5 bin kilometrelik bisiklet turuna çıktı. Şili’nin Santiago kentinden başlayan gezileri, Peru’nun Lima kentinde sona erecek. Gezgin çift şu anda Bolivya’da. Güncelerini internetten okuyabilirsiniz. (www.piciclisti.com)
Yaz tatilimizi İzlanda’da geçirmeye karar verip uçak biletlerimizi aldığımızda henüz Eyjafjallajöküll patlamamış, hava trafiğini felç ederek Avrupa’nın en popüler dağına dönüşmemişti.
Ağustosun ilk günü, Reykjavik’e çok uzak olmayan Keflavik Havaalanı’na indik. Bisikletlerimizi monte edip, çantalarımızı yerleştirdikten sonra yola çıktık. Lavla örtülü ovada rüzgara karşı pedal çevirmeye başladığımızda Blue Lagoon’un buharı çok uzaklarda belli belirsiz görülüyordu. İlk molamızı bu kaplıcada verip kendimizi mavi, sıcacık sulara bıraktık. Üç haftalık tur boyunca sık sık kaplıcalara uğrayıp mineral zengini doğal havuzlarda ısındık.
FENER GEREKMİYOR
Hava kararmayınca sanki gün hiç bitmiyor gibiydi. El fenerini kullanmadan yemek yapmak, bulaşıkları yıkamak ve günlüklerimizi yazdıktan sonra aydınlıkta uykuya dalmak çok hoşumuza gitti. İzlanda’yı gezmek için en uygun dönem temmuz ve ağustos; hava sıcaklığı gündüz 10-15 derece, geceleri ise 0 - 5 derece arasında.
21 günlük turumuz sırasında sadece 3 güneşli gün yaşadık. Diğer günler yağmur altında veya bulutların içinde hareket ettik. Turun ikinci günü o kadar çok yağmur yağdı ki, su geçirmez çanta, mont ve pantalonlarımız bile su almaya başladı. Neyse ki adada her küçük yerleşim yerinde küçük de olsa bir çadır kurma alanı bulmak mümkün. Kamp yerlerinin kapalı mutfakları, tuvaletleri kaloriferli, ıslak kıyafetleri kurutmak için çamaşır odaları var.
Gullfuss Şelalesi’ni geride bıraktık ve dağlık araziye girmeden önceki son köyden üç günlük su ve yiyecek alışverişimizi yaptık. İzlanda’ya gelmeden önce hayat pahalılığı konusunda bilgilendirilmiştik. Ancak, anakaradan çok uzak bir ada olduğunu, hiçbir şeyin üretilemediğini ve tüm tüketim mallarının ithal edildiğini hesaba kattığımızda, aslında fiyatların normal olduğunu kabul etmek kolaylaşıyor.
PERİLİ KULÜBEDE ÜRPERTEN AKŞAM
200 kilometrelik Kjölur iki buzul arasında yılın sadece birkaç ayı açık olan bir yol. Kuzey ve güney arasında kestirme olarak görünen bu yolda eskiden çok ölen olmuş. Bizi görenler endişeli gözlerle bakıp, rotamızı değiştirmemiz konusunda ikna etmeye çalıştı. Bir süre sonra yanımızdan hızla geçen tek tük turist cipinin dışında yapayalnızdık. Yolun sağ ve solunda görmeye alıştığımız üçlü koyun grupları (bir anne, iki yavru) bile bir anda yok oldu. Normalde kar altında olduğu için bakımı yapılmayan toprak yolda koca koca taşların üstünde hoplaya zıplaya ilerledik. Bir de yağmur başladı. Yokuş aşağıya giderken Paolo birden bisikletinin kontrolünü kaybedip düştü. Omuzundan ve dizinden yaralandığı için yola devam etmek yerine haritada işaretli ilk sığınma kulubesine doğru ilerledik. Suyu ve elektriği olmayan bu kulübede bir gece geçirdik. Dışarıda yağmur hiç dinmedi. Rehber kitabımızda bu kulübenin perili olduğuna inanıldığını okumak uykumuzu kaçırdı. İzlanda’da halk arasında en çok konuşulan konu ruhlar, periler, cinler, gizli görünmez insanlar, cüceler... Her birinin yaşamında mutlaka bunlardan birini gördüğüne dair bir öykü var. O kadar ki turistlere ücretsiz dağıttıkları haritalarda bile “görünmez insanlar”ın nerelerde karşılarına çıkabileceklerini gösteriliyorlar.
KUŞLARIN RAHATI İÇİN ADADA KEDİ, KÖPEK YASAK
Kjölür yolunu 3 günde aşıp bırakıp adanın kuzey kıyısındaki Dalvik’e vardık. İkinci güneşli günümüzde bisikletlerimizi bırakıp gemiyle kasabanın kuzeyindeki Grimsey Adası’na geçtik. Deniz papağanlarını yakından görecektik. Ayrıca Kuzey Kutup Dairesi bu adanın üstünden geçiyordu. Grimsey’de 89 kişi, 20 at, 80 koyun ve yarım milyon kuş yaşıyor. Kuşların rahatı bozulmasın diye adada kedi ve köpek yasak.
Adaya dönüşümüzde Kravla Yanardağı’nın yakınındaki Myvatn Gölü’ne gittik. Bu sığ göl, yeraltı sularının sağladığı farklı iklim sayesinde bir çok kuş ve bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Avrupa’nın en güçlü şelalesi Detifoss da bu muhteşem coğrafyadaydı. Buzul sularının beslediği nehir 100 metre genişliğinde, 45 metre yükseklikten bir şelale oluşturmuştu. Manzara ağzımızı açık bırakacak kadar görkemliydi.
Askja ve yakınlarındaki arazi volkanik yapısı, kumları ve dayanıksız toprağıyla ay yüzeyine benziyordu. Bu nedenle astronot Neil Armstrong aya iniş provasını burada yapmıştı.
Doğu fiyordlarını kuzeyden güneye doğru gezerken bulutların arasında gizli Fransız balıkçı köylerini, adanın ana geçim kaynağı balık işleme ve paketleme tesislerini, balık kokan sokakları geride bırakıp güneydeki Höfn’e vardık.
UNUTULMAZ GÜZELLİK JOKULSARSON GÖLÜ
Jökulsarlon (buzul gölü), hayatımda gördüğüm en güzel yerler listesinin ilk sırasına yerleşti. Avrupa’nın en büyük buzulu Vatnajökul’dan kopan kütleler denize dökülmeden önce doğal bir lagünda toplanıyor.
Devasa buz kütlelerinin dansını seyrettikten sonra turun son durağına ulaştık: Reyjavik, dünyanın en kuzeydeki başkenti. İzlanda’nın 300 bin kişilik nüfusunun yaklaşık yarısı başkentte yaşıyor. 8’inci yüzyılda Vikingler adayı keşfettiklerinde, uzaktan yeryüzünden tüten dumanları görürler ve buraya Reykjavik yani “Buharlı Körfez” adını verirler. Şehir enerjisini jeotermal kaynaklardan sağlıyor, bu kaynaklarla ısınıyor. Alternatif dükkanları, etnik lokantaları, müzeleri ve kafeyi andıran kitapçıları şehrin gündüz hayatını zenginleştirirken, restoran, bar ve klüpleri de gece hayatını rengarenk kılıyor.
ÇUKURA SABUN, DETERJAN DÖKÜP GAYZERİN PATLAMASINI BEKLEDİLER
İzlanda’nın en çok ziyaretçi çeken yerlerinden Geysir, Reykjavik’e 100 kilometre mesafede. İlk güneşli günümüzde, yeraltından 60 metre yüksekliğe sıcak su ve buhar püskürten Geysir’i izleme fırsatımız oldu. 1920’li yılların başında sıcak su ve buhar püskürtmemeye başlayınca, halk endişelenmiş. Yoğun turist akımına uğrayan ve yerli halk için gelir kaynağı olan Geysir’i tekrar aktif hale getirmek için bu derin çukurun içine sabun ve deterjan dökmüş, kimyasal bir reaksiyon olmasını ummuşlar. 70 yıl aradan sonra 2000 yılında yaşanan depremin ardından Geysir kendiliğinden tekrar faaliyete geçmiş.
LATİN AMERİKA TURUNA ÇIKTILAR
Son üç yılda Almanya, İtalya, Fas, İspanya, Fransa, Ürdün’de bisiklet turlarına çıkan Pınar, Paolo Pinzuti çifti mart ayında işlerinden ayrılıp, Latin Amerika’da 5 bin kilometrelik bisiklet turuna çıktı. Şili’nin Santiago kentinden başlayan gezileri, Peru’nun Lima kentinde sona erecek. Gezgin çift şu anda Bolivya’da. Güncelerini internetten okuyabilirsiniz. (www.piciclisti.com)