Venedik de neresi?
Amsterdam'a neresinden bakarsanız bakın, ilk ve hep şunları göreceksiniz: Kanallar, köprüler, bisikletler...
ÇOCUKLARA KENT MAKETİ
Amsterdam'ı kendiniz yayan olarak keşfetmeyi seçmez de bir tura katılırsanız, mutlaka götürüleceğiniz yerlerden biri, Madurodam. Amsterdam'ın tamamının maketi. Tüm binaları, sokakları, parkları ve kanalları kuşbakışı görebilirsiniz. İlginç ama çocuklar için daha ilginç. Bu nedenle, onun yerine pekala Anne Frank'ın sığınağını, elmas mağazası yerine Van Gogh'un resimlerini, Kraliçe'nin sarayı yerine Seks Müzesi'ni tercih edenlere katılabilirsiniz.
KANALLAR ŞEHRİ
13. Yüzyıl'da küçük bir balıkçı köyü olarak kurulan Amsterdam, 90'a yakın adadan oluşuyor. Adalar birbirine kanallar ve 600 civarında köprüyle bağlı. Amstel ırmağı kenti ikiye bölüyor. Bugün sadece merkezinde 1200 kadar irili ufaklı kanal var. Her saat başı kanal turları düzenleniyor. Dilerseniz büyük bir motora atlayıp rehber eşliğinde tüm kanalları gezebilirsiniz, dilerseniz pedallı küçük botlarla kendi işinizi kendiniz görebilirsiniz. Sudan hoşlanmıyorsanız, bir bisiklet kiralayın, su yollarını karadan keşfedin (Sağda). Siz de bizim gibi Amsterdam'da olduğunuz üç günlük zaman diliminde sadece dört yılda bir yapılıp birkaç saat süren Çiçek Festivali'nin (Üstte) içine düşseydiniz kendinizi çok şanslı sayardınız. Rastlamasanız bile sakın lale soğanı getirmeyi unutmayın.
PARLAMENTOYA İHTİYAÇ YOK
Dam Square, eski kentin üç ana meydanından biri. Zaten yürüyerek bir günde bitirebileceğiniz büyüklükte olan kentin alışveriş ve eğlence mekanları bu meydanın etrafında sıralanıyor. Kentte, 13. yüzyıldan bu yana korunan binalar bile var. Amsterdam Hollanda'nın resmi başkenti ama hükümet merkezi değil. Parlamento Lahey'de. Ama kraliçe Amsterdam'da, Rembrandt'ın mezarı ve evi, Van Gogh müzesi, Nazi işgali sırasında Anne Frank adlı küçük kızın ailesiyle birlikte yıllarca saklandığı ve anılarını kaleme aldığı ev orada... Daha iyi değil mi?
BİSİKLETLERDEN UZAK DURUN
Ne saadet ki geniş caddelere, iki yanından sıra sıra otomobillerin aktığı bulvarlara sahip değil Amsterdam. Dolayısıyla çok ciddi bir park problemi var ama olsun, otomobiller kahrolsun; siz de sakin, sağlıklı kalın, çünkü yürürseniz yetişemeyeceğiniz yer yok. Biraz geniş caddeler ise üçe bölünmüş; otomobiller, hızlı tramvaylar ve bisikletler için. Unutmayın, Amsterdam'da en çok kullanılan ve otomobilden de tramvaydan da daha tehlikeli olan tek araç var: Bisiklet. Dünyanın en fazla bisiklet kazası Amsterdam'da meydana geliyor. Tecrübeyle sabittir! Bu kendi halinde ama bir o kadar da şaşırtıcı kentten bir saadet görüntüsü daha: Kanal-ev'ler (Üstte). Yüzlerce insan binbir çeşidi olan bu evlerde yaşıyor.
Yüzlerce köprü, binlerce kanal ve yüzbinlerce bisiklet... Amsterdam'a neresinden bakarsanız bakın, ilk ve hep gördüğünüz şeyler bunlar olacak. Eğer fotoğraf çekiyorsanız, her kareye mutlaka bir kanal, bir köprü, birkaç bisiklet girecek. Görmeniz gereken daha çok şey var ama bunlara rastlamadan tek anınız geçmeyecek. ‘‘Kanallar şehri’’ diye Kuzey'in Venedik'i adını takmışlar ona ama bal gibi de haksızlık etmişler. Amsterdam Venedik'e ya da başka bir şehre değil, tüm güzel şehirler gibi sadece kendine benziyor: Romantizm, erotizm, şehvet... Sukunet, huzur, emeklilik günleri... Sanat, spor, doğayla dostluk... Eğlence, çılgınlık, light drug partileri... Hangisini isterseniz onu yaşayabilirsiniz Amsterdam'da. Ya da hepsini birden!
13. Yüzyıl'da önemli bir ticaret merkezi olan Amsterdam, 17. Yüzyıl'da da dünyanın finans merkeziymiş. Taa o zamanlardan kalma binalar kullanılıyor bugün. Kıskanmamak mümkün değil... Bizim gibi deniz (Ya da herhangi bir su) manzaralı ev derdi yok, çoğu birkaç yüzyıllık evlerde yaşayan Amsterdamlılar'ın. Hemen tüm evler su görüyor nasıl olsa. Hatta kimi evler bizzat suyun içinde: Arka kapıdan çıkarsa bisikletine ya da otomobiline, ön kapıdan çıkarsa kayığına ya da kanosuna ulaşıyor. Geçerken verandadaki çiçekleri de sulamayı ihmal etmiyordur herhalde.
Amsterdam'ın nüfusu, kenti her yıl ziyaret eden ortalama turist sayısı (1,5 milyon) kadar bile değil. Kendisi elmas madenine sahip olmasa da yüzyıllardır elmas işleyerek ciddi bir sanayi kuran Amsterdam, turistlerin bir kısmını (Tabii küçük ve en zengin kısmını) elmas turizmi sayesinde çekiyor. Nazi işgali sırasında iki bin kadar Yahudi elmas ustası katledilmiş ve sanayi darbe yemiş ama hala dünyada üretilen sanayi elmaslarının büyük bölümü Amsterdam'daki fabrikalarda işleniyor, Diamond Factory mağazalarında satışa sunuluyor.
Bununla ilgilenmeyenler, pekala müzelere yönelebilirler. Devlet Müzesi'nde Rembrandt, Frans Hals, Jan Steen gibi 17. Yüzyıl sanatçılarının başyapıtlarını (Tam yedi milyon eser var), Belediye Müzesi'nde Picasso, Chagall, Matisse gibi çeşitli uluslardan sanatçıların eserlerini, Van Gogh müzesinde ise hem Vincent Varn Gogh'un hem de Gauguin, Henri de Toulouse-Lautrec gibi onunla aynı dönemde yaşamış ünlü ressamların eserlerini yakından görme imkanınız var. Bu da insana çok iyi geliyor.
Yetmiyorsa ve başka ‘‘değişiklik’’ler arıyorsanız, alışverişe çıkın. Birkaç geleneksel tahta ayakkabı, çini filan satın alın. Bir kanal kenarı kafede bira için ve akşam olmasını bekleyin. Akşam olunca ‘‘Kırmızı Işıklar’’ tek tek yanmaya başlayacak. Red Line District'teki vitrinlerde çeşitli davetkar bakışlar meraklısına yönelecek. Amsterdam, kanal turu, müzeler, elmas alışverişi gibi aktivitelerle memnun olmayan turisti için seksi de bir alternatif olarak sunuyor. İster seyredin, ister partiye bizzat katılın. Artık daha ne olsun...