Varanasi kıyısında bedenler yakılır, ruhlar sonsuza uğurlanır
Kuzeybatı Hindistan’daki Varanasi, Hinduların kutsal merkezi. Hacılar Ganj kıyısında kutsal suyla yıkanmak için kente geliyor. Yaşlılar ve hastalar ise ölümü beklemek, burada yakılmak için. Külleri nehre atıldığında ruhlarının özgürlüğe kavuşacağına inanıyorlar. Okurumuz İsmail Ragıp Geçmen, Holly Festivali’nin son gününde kentteydi. Ölümle neşenin buluşmasını izledi, gözlemlerini yazdı.
Yağmurla giriyoruz Varanasi tren istasyonuna. Tanrı Şiva’nın kenti, Hindistan’ın en eski, en kutsal yerleşimi. Ülkenin her yerinden Hindu hacılar günahlarından arınmaya geliyor. Hintlerin Ganga dedikleri Ganj Nehri’nin kıyısında anıtsal binalar bulunuyor. Kentin en ilgi çeken yerleri, ghatlar, yani seviyesi sürekli değişen nehre inen merdivenler. Burada Hindular kutsal suyla yıkanıyor. 100 kadar ghat yan yana sıralanmış. Merkezi ghatlarda sabah ve akşam binlerce kişinin katıldığı Ganj’ı kutsama töreni (Ganga Aarti) yapılıyor.
Varanasi, dünyanın en hüzünlü turistlerini ağırlıyor aynı zamanda: Hayatın sonuna yaklaştığını hisseden Hindular ülkenin her yanından ölmek, yakılıp Ganj’a karışmak üzere buraya geliyor. Diğer kentlerde ölenler de, imkanları uygunsa, buraya getirilip yakılıyor, külleri nehre atılıyor. Varanasi’de ölen, yakılan, külü Ganj’a atılan Hindu’nun bu yolla dünyaya dönmekten kurtulacağına, moksha’ya ulaşacağına inanılıyor.
BOYA SAVAŞINDAN NASİBİMİZİ ALDIK
Hava puslu. Yağmur ve is kokusu şehre kader gibi çökmüş. Sokakta, Ghat’ta ölümü bekleyenler dua ediyor. Bugün hüzne sevinç karışmış, çünkü Holi bayramının son günü. Yani çılgın eğlence ve boya günü!
İstasyondan bindiğimiz bisikletli rikşalar bizi en büyük ghat “Dasaswamedh”a götürecek. Bunun iyi fikir olmadığını çabuk anlıyoruz. Yolculuğumuz hüsrana dönüşüyor: Yol boyu gözleri hariç, tüm bedenleri bin bir renge boyananlar, birbirlerine avuç dolusu boya atıyor. Genç-yaşlı, zengin-fakir herkes haylaz çocuklar gibi...
Dükkanlar kapalı, araçlar işlemiyor. Ana caddelerde bile büyük kütükler yığılarak kocaman ateşler yakılmış. Herkes etrafında dans ederek birbirine boya atıyor. Adına ister çılgın parti de, isterse toplumsal histeri, burada “Tanrılar çıldırmış olmalı”. Boyayla bitmiyor, hemen herkes ayakta duramayacak kadar sarhoş. Alkol yerine marihuana kullanılıyor. Çevre deli gibi dans edenlerle dolu. Bizi de boya yağmuruna tutuyorlar.
Saat 12.15’te ortalık aniden hareketleniyor. Sessizce gelişmeleri izleyen polis o anda uzun tahta sopalarıyla sarhoş kalabalığa dalıp insafsızca vurmaya başlıyor. Vücutları gökkuşağına dönmüş festivalciler düşe yuvarlana kaçışıyor.
ATEŞİ YAKMAK OĞULUN GÖREVİ
Sandal kiralayıp Ganj’a açılıyoruz. İşte binlerce yıldır, milyarlarca kişinin taptığı, insanlığın ve bereketin içinden doğduğuna inanılan Ganj’dayım! Kıyı kalabalık. Su bulanık, çamur gibi. Nasıl olmasın ki, Ganj kıyıları yıkanan, yüzenlerle dolu. Mandalarını, çamaşırlarını yıkayanlar, diş fırçalayanlar, üstünü temizleyenler...
Asıl şaşırtıcı görüntü yakma ghat’ındaki manzara. Sandaldan inip töreni izlemeye geçiyoruz. 4-5 ceset ardı ardına yakılıyor. Birinin hazırlıklarını izliyoruz. Dev kütükler çapraz, arada açıklık kalacak şekilde yerleştirilmiş. Üstüne, yanına odun, kuru dallar konuyor. Kırmızı - sarı ipeğe sarılı ceset, sedyeyle getirilip kalasların üstüne bırakılıyor. Üstüne bolca sandal tozu serpiliyor. Bu sayede yanarken hiç koku yayılmıyor çevreye. İpek örtü rüzgarla bir an açıldığında genç kızın yüzünü görüyoruz. Zavallı. Ağzımızı bıçak açmıyor. Şaşkınlıktan dona kalmışım, dokunsalar ağlayacağım.
Az ilerdeki odunlar nerdeyse köze dönmüş. Ateş azaldıkça görevliler korları karıştırıyor, özel bir toz atıp ateşi canlandırıyor. Bedenden geriye yanmamış parça kalmamalı. Ölü yakıcılar bir kastın üyeleri. Onlardan öğrendiğimize göre, kadınların bel ve kalça, erkeklerin göğüs kemikleri zor yanıyormuş. Çoğunlukla odunlar bittiğinde geriye parçalar kalıyor, bunlar da Ganj’a atılıyormuş.
Cenaze ateşini tutuşturmak büyük oğulun görevi. Yoksa, başka bir yakın üstleniyor. Yakıcı saçını kazıtıyor, beyazlar giyiyor. Cesedin çevresinde 3 kez dönüp kutsal tapınaktan aldığı ateşle otları alt taraftan tutuşturuyor. Sonra kenara çekilip izliyor. Kadınların cenazeye yaklaşması iyi görülmüyor. Uzaktan izleyebiliyorlar.
ÖLÜM VE ÇOCUK
Bir insanın yanışını izlemek dehşet verici. Hayatın anlamını, hiçliği düşündürüyor. Her şey anlamsızlaşıyor birdenbire. Anlatması çok zor. Çok etkileyici. İnsan kendisini çok yalnız, ufak, çaresiz hissediyor. Uzunca bir süre kalıyoruz orda. Sus pus, dehşet içinde, bu gerçeküstü töreni izliyoruz. Hindular için her şey çok olağan, duygulardan arınmış. Bizim için şaşırtıcı, çarpıcı.
Töreni fotoğraflamak çok ayıp, günah, dolayısıyla yasak. Herkes Holi Festivali’nde bugün. Sahil çok tenha. Çevremizdekiler de bizi fark edemeyecek kadar sarhoş. Riski göze alıp, makinemi gözüme götürmeden, tahmini kadrajla, gizlice fotoğraf çekiyorum. Birkaç dakika sonra ufacık, esmer bir kız gelip tam önümde dikiliyor. 5-6 yaşlarında, kısacık saçlı, gözleri kömür karası. Durmadan, ağız dolusu gülüyor. Başka yere geçiyorum, peşimden geliyor. Gülüyorum olmuyor, kızıyorum olmuyor; oyun oynuyor benle. Sağa yanaşsam sağa yanaşıyor, sola gitsem hop o da sola. Ne yapsam çekilmiyor önümden.
Öyle garip bir manzara ki... Arkada bir insan yakılırken, önde bir çocuk gülüyor. Dayanamayıp makineyi gözüme dayayıp, bu kareyi kaydediyorum. Üç saat sonra yakma işi bitiyor, geriye yarım kova kül kalıyor, bunu da görevliler Ganj’a süpürüyor. Böylece bir ruh daha bedeninden bağını kopartıp ruhlar aleminde bağımsız kalıyor...
Nice sonra, itiraf etmek gerikirse, oldukça zor ayrılıyoruz nehir kıyısından. Hep derdim kendime, insan ancak bir su damlasıdır şu evrende, yolunu bulup akıp gitmeli o derede. Yoksa bir hayal gibi buharlaşıp yok olursun. Bir büyük boşluk var gelip de içime oturan, adlandıramıyorum...
ŞALIN ALTINDA GİZLENEN BATILI SARIŞIN GENÇ KIZ
Ghatlardaki ölü yakma törenlerine bakan merdivenler üzerinde, bir insanın eğilerek zorlukla sığabileceği tek tarafı açık dua yerleri bulunuyor. Bir tür inziva odaları. Bunlardan birinde bir kadın kendinden geçmiş, olduğu yerde sallanarak dua ediyor. Üstü başı perişan. Pis bir şalın örttüğü yüzü görünmüyor. Bir çocuk, kadının o halini fotoğrafladığımı görünce, tüm fırlamalığıyla kadına sokuluyor ve üstündeki şalı indirip kaçıyor. İşte o anda fotoğraf makinem elimden kayıyor. Şaşkınlık içinde bakakalıyorum. Yüzünü ve saçlarını gizleyen pis örtü indirildiğinde ortaya sarışın, hafif çilli, deniz mavisi gözleriyle çok hoş bir Batılı kız çıkıveriyor! Öylesine genç ve güzel ki… Ancak gözlerinde, anlaşılmaz bir korku, endişe ve kaybolmuşluk var. Anlaşılan ruhsal bir travma sonucu çıldırmış ve burada, Varanasi’de kaybolup gitmiş. Kim bilir ne zamandır bu bir metrekarelik yerde Şiva’nın Lingam’ı önünde dua ederek yaşayıp gidiyor.
Hindistan’da, Tanrı Şiva’nın erkeklik organı Lingam’a tapınmak oldukça yaygın. Son derece olağan karşılanıyor, birçok yerde Lingam’ı sembolize eden tapınak bulunuyor. Belki günlerdir bir şey yememiş olan bu kızcağız da sadece önündeki sembolize Lingam’la yaşıyor. Saçları pislikten kütük gibi, haftalardır yıkanmamış olmalı. Çoluk çocuğun maskarası olmuş. Yitip gitmişlik mi, yoksa benliği ve evreni keşfetmişlik mi? Kaybolmuş mu, keşfetmiş mi?
Böyle çok Batılı göze çarpıyor çevrede. Aylarca, yıllarca aç bilaç buralarda kalan. Batı’daki doyumsuzluk, insani ilişkilerin zayıflığı, maddi dünyaya verilen aşırı önem, hayatı sorgulayan bazı gençleri buralara atıyor. Eğer aranızdan birinin yolu Varanasi’ye düşerse, mutlaka Dasaswamedh Ghat’taki o dua odasında yaşayıp giden bu kadını bulsun isterim. Tabii hâlâ yaşıyorsa…