GeriSeyahat Valdesiler’in gizli tapınağında
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Valdesiler’in gizli tapınağında

Valdesiler’in gizli tapınağında

Torre Pellice, İtalya’nın kuzey batısında, Alp Dağları’nın eteklerinde küçük bir köy. Torino’ya 45 kilometre uzaklıkta. Adını yörede sıkça rastlanan gözetleme kulelerinden almış, bir de kar sularıyla çağlayıp coşan, ilkyazla birlikte dik yamaçlardan vadiye akan derelerden.

Dere deyip de geçmeyin. Burada her derenin ayrı adı, sıfatı, kendine özgü bir efsanesi var. Coğrafyaya biçim veren, taşlarla kayaları sabırla oyan, ulu ağaçları besleyen de onlar, verimli Po Ovası’nı sulayan da. Her zaman kurtlar inmez dağdan düze, sular da iner. Burada, bir zamanlar Fransa’ya kafa tutan, neredeyse tüm kuzey İtalya’yı egemenliği altına almış eski Savoie Krallığı’nın topraklarında da öyle olmuş. Ortaçağda Valdesi’lerin gelip yerleştikleri bu coğrafyayı bir bakıma derelere borçluyuz.

Valdesi ya da Fransızca adıyla Vaudois’lar da kim, diye sorarsanız, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkışan bir topluluk, derim. Bir başka deyimle Katolik İtalya’nın orta yerinde Vatikan’a isyan bayrağı açmıs Protestanlar. Kalvenizme bağlı, reform hareketinin Piemonte’deki uzantıları. Tapınakları, Sinod adını verdikleri toplantıları, Katolik Kilise’nin temel ilkelerini hiçe sayan inançları, çoluk çocuk sahibi papazları ve sakallı vaazcılarıyla dinde reformun öncüleri. İnanç özgürlüğünü 1848’de, Savoie kralı Carlo Alberto sayesinde elde edebilmişler. Ondan önce yüzyıllar boyunca baskı görmüşler, dışlanmışlar, sürülmüşler, katledilmişler. Ama vazgeçmemişler inançlarından. İçlerinden dağda koyun güden yoksul çobanlar da çıkmış, mürekkep yalamış, Tevrat ve İncil’in çağdaş yorumunu yapacak düzeyde aydınlar da. Bir kilise ya da tarikata bağlanmadan, yani laik bireyler olarak varolabilmişler. Ancak 16’ncı yüzyılda, Avrupa’yı kasıp kavuran din savaşları sırasında reform yanlısı Kalvenci görüşleri benimseyip Protestan olmuşlar.

YEMYEŞİL VADİNİN TERTEMİZ KÖYLERİ

Po Ovası’nı Milano-Torino güzergâhında katettikten sonra Alpler’e yaklaşırken yavaşlıyor tren, yeşilin neredeyse tüm tonlarının hakim olduğu manzara yerini mavi dağlara bırakıyor. Ve günün her saatinde beyaz, mor, külrengi bulutlar kümeleniyor dağların tepesinde. Üç bin metreyi aşan doruklardan ovaya doğru rüzgârda savruluyorlar. Mısır tarlalarının ince başakları da öyle, kavaklarla çamlar da. Kuzey İtalya’yı batıdan doğuya bölen otoyolların geçmediği, hızlı trenlerle bir zamanlar tümü Roma’ya çıkan yolların uğramadığı bir yer burası. Piemonte bölgesinde, Fransa sınırına yakın, İsviçre’yi anımsatan yemyeşil bir vadi. İtalya’nın pek tanımadığımız, merak da etmediğimiz bir bölgesi. Oysa balta girmemiş ormanlar kadar sık ve gür mısır tarlaları, bağları, bahçe içinde iki katlı evlerden oluşan zengin ve tertemiz köyleriyle görülmeye değer. Burada balkonlara asılı bayraklar, ulusal birliğinin 150’nci yılını kutlayan İtalya’ya bir sevgi ifadesi değil yalnızca, ayrılıkçı Kuzey Ligi Partisi’ne karşı duruşun da simgesi. İşçi hareketinin saniyeleşmeyle birlikte kök saldığı, Fiat fabrikalarının hâlâ tam gün çalıştığı, işsizliğe rağmen göç almaya devam eden bir bölgedeyim. İnanç özgürlüğünün simgesi olan Piemonte’de. Sayıları 30 bin’i bile bulmayan Valdesi’ler seslerini duyurabiliyorlar artık. Ulusal kimliğin temel taşı Katolik Kilise’ye karşı varolma mücadelesini de çoktan kazanmış gibi görünüyorlar. Yerleşim merkezlerinden uzak, dik yamaçlardaki ağıllarda, mağaralarda, derin vadilerin kuytularında gizlenmek zorunda değiller artık. Yoksul ve sahipsiz de değiller. Ama Yoksullar adını, eski günlerin mirası olarak benimsiyor, hatta bu tanımı haketmek için büyük çaba gösteriyorlar. Yoksulluğun, sadakayla özdeşleşen bir yaşam tarzının toplumsal tarihlerinde manevi yeri var çünkü. Adını hâlâ, bir aziz gibi değilse de bir kanaat önderi, bir cemaat lideri olarak andıkları, kutsallaştırmadan sevdikleri Valdesio’ya bağlılıklarını sürdürüyorlar.

KARANLIKTA BELİREN MESAJ

Vadinin derinliklerine doğru ilerledikçe yol daralıyor. Sağımda geçit vermez kayalıklar, solumda sık korunun içinden akan dere var. Zirvedeyse bulutlar. Tırmanmaya başlıyorum. Otomobil dik virajları almakta zorlanır gibi oluyor. Durup yola yaya devam ediyorum. Taş duvarlı, arduvaz çatılı eski bir evle bahçesindeki salıncağı ardımda bırakıyorum. Bir patika yamaca doğru ağaçların içinde gözden yitiyor. Sapınca bazı harfleri silinmiş tahta bir yol işareti çıkıyor karşıma. “Pra del Torno” yazısını güçlükle okuyabiliyorum. Altta küçük harflerle “Coulege” yazıyor. Demek ki tarih boyunca Protestanların hem gizli ibadet yeri hem okulu olmuş tapınağın yakınındayım. Ağaçlar giderek sıklaşıyor. Aşağıda, uçurumun dibinden akan Pellice’nin uğultusu duyuluyor. Dünyanın öbür ucundaymışım gibi hissediyorum kendimi. “Bundan öteye yol yok sana!” diye mırıldanırken taş duvarlı, alçak bir yapıyla karşılaşıyorum. Okul ya da tapınaktan çok terk edilmiş bir sığınağı ya da koyun ağılını andırıyor.
İçeriye girdiğimde karanlığa alışmaya çalışıyorum. Taş masanın üzerinde bir mum ve açık duran İncil var. Mumu yaktığımda şu satırlar beliriyor: “Dedi ki: nerede benim adıma bir araya gelmiş iki - üç kişi varsa onların arasındayım.” Burada, bu dağın tepesinde ibadet eden, İncil’i okuyup anladıktan sonra başkalarına da anlatmak için yollara düşen “Sakallılar”ın arasındaydı İsa. Onu yüreklerini dağlayan ama asla yakmayan bir ateş gibi içlerinde duyuyor, öğretisini yaymak üzere yollara düşüyorlardı.
O zamandan bu yana dünya değişti ama din ve inanç adına katlanılan zorluklar ya da yapılan savaşlar hâlâ sürüyor. Tanrı adına işlenen cinayetler de. Oysa insana huzur veren, tutkuları yatıştıran, akarsuyla ormanın, taşla toprağın halleşip kaynaştığı bir yer burası. Dünyadan uzak karanlık bir ormandayım. “Hayat yolunun ortasında / kendimi karanlık bir ormanda buldum / Doğru yol kaybolmuştu” diye yazmıştı Dante. “Cehennem”in girişinde yer alan bu dizeleri neden Resimli Dünya romanımın başına koyduğumu şimdi daha iyi anlıyorum.
Dönüşte, aşağıya yürürken doğru olmasa da beni dünyaya götüren tek yolun bu patika olduğunu düşünüyordum. Hayat yolunun ortasında değildim artık ve hiçbir şey, bu dağ başındaki gizli tapınak bile, şaşırtmıyordu beni.

ARADIĞINI KUDÜS’TE DEĞİL KENDİ İÇİNDE BULMUŞTU

Valdesio, 12’nci yüzyılda Lyon’da yaşayan varlıklı bir tüccardı. Hali vakti yerinde, dünya nimetlerine ve zevklerine düşkün biriydi. Henüz merkezi devletin oluşmadığı, feodal beylerle Katolik Kilise’nin egemenliğindeki ortaçag Fransa’sında gününü gün ediyor, “vur patlasın çal oynasın” bir hayat sürüyordu. Ne Papa umurundaydı ne de İsa. O bu dünyada arıyordu mutluluğu, kutsal kitapların vadettiği öbür dünyada değil. Günün birinde bir şatodan bir başka şatoya, bir kentten ötekine gidip türkü söyleyen, zengin sofralarında ağırlanan ozanlara rastladı. İçlerinden birinin anlattığı Alex’in öyküsü dikkatini çekti. Alex soylu bir aileden geliyordu. Genç ve varlıklı, üstelik yakışıklıydı. Yörenin en güzel kızıyla evlenmek üzereyken İsa peygamberin çağrısına kapılmış, düğün gecesi nişanlısını ve tüm zenginliğini terk ederek yollara düşmüş, kâh ağaç kovuklarında kâh manastırlarda geceleyerek Kutsal Topraklar’a doğru yola çıkmıştı. Kurda kuşa yem olabilir, amacına ulaşmadan bir kuytuda öldürülebilirdi. Ama İsa’dan aldığı ilhamla üstesinden geldi tüm güçlüklerin, tehliklere göğüs gerdi. Ve aradığını Kudüs’te değil kendi içinde, yüreğinin derinliklerinde buldu. Döndüğünde öylesine yoksul, öylesine acınacak durumdaydı ki, hiç kimse, en yakınları bile tanıyamadı onu.
Ozan, Alex’in kapıldığı, uğruna yollara düştüğü aşkın gücünü anlatırken yakmayan, teni değil kalbi dağlayan bir ateşten söz ediyordu. O an Valdesio da yüreğinde bir sıcaklık, bir erime hissetti. Ve İsa’nın çağrısını duydu. Bundan böyle yalnızca ekmekle değil Tanrı kelâmıyla da yaşayacağını söylüyordu. O da Alex gibi, varını yoğunu dağıttıktan sonra yollara düştü. Peşinden gelen, Katolik Kilise’ye yüz çevirip kendilerini Tevrat’ın halk diline çevrilmesine adayan yoldaşlarıyla yeni bir dinin, daha doğrusu Vatikan’ın gözünde “sapkın” bir mezhebin öncüsü oldu. Tevrat’ı halka ögretmek, kilise ve temsilcilerini bir yana bırakarak kutsal metinleri çözümlemek, İsa ve havarilerinin gerçek yaşam tarzını benimsemek üzere, yamalı giysileriyle yollara düştüler. Yüzlerce kilometre yol tepen ayaklarında sandallar vardı. Bu nedenle, önceleri Sandallılar dendi onlara, sonra Yoksullar. Daha sonra da Valdesi adıyla anılmaya başladılar.

False