Paylaş
Her şeyden önce bir deniz memleketi.
Böyle olunca deniz mahsulleri restoranları da çok sayıda.
Kent merkezinde, özellikle de Kordon'da sıra sıra restoranların büyük çoğunluğu balık ve türevleri üzerinden servis veriyorlar.
Yanı sıra tatil beldelerinde de aynı yaklaşım geçerli.
Bahse konu mekânlar, nedense birbirlerinin karbon kopyası gibi.
Tabiatın getirdiği imkânlarla taze deniz ürünleri, Ege otları ve rakıya çerçevelenmiş bir menü anlayışı hâkim.
Çok az restoran rutini zorluyor.
Bu tutum, hani sürprize kapalı bir İzmir standardı olarak iyi karşılanabilirse de esasında yaratıcılığı önemsemeyen bir tembel mutfağı.
Bahse konu monoton çemberi kırmaya çalışanlar da var, hiç şüphesiz...
Bu çerçevede Urla’da uluslararası seviyedeki fine dining restoranları hep biliyor ve takdir ediyoruz.
Zaten Michelin, İncili ve Gault gibi kurumsal rehberler onlara haklarını teslim ediyor...
Öte yandan, konumuz olmasa da esnaf lokantası kültürümüz bizleri hep mutlu ediyor.
Tencere yemekleri, köfteciler, pideciler derken, tüm Ege kasabaları, her biri kendi içinde, lezzetleri itibariyle fenomen mekanlar barındırıyor.
Ancak, işaret etmek istediğimiz bu yerler değil.
Sorun, dünya mutfağının örneklerinin sunulduğu restoran sayımızın çok sınırlı oluşu.
Vazgeçtik Arjantin restoranları, Anadolu'nun öz mutfağı olan Ermeni, Süryani restoranlarına bile sahip değiliz.
Oysa söz konusu mutfaklar komşumuz Atina'da bile onlarca örneğiyle temsil ediliyor.
Ancak her şeye rağmen “cesur yürek” gastronomik mekânlarımız da hiç yok değil.
Bunlardan biri de “Omizu” adlı Japon restoranı.
Omizu, Kordon’da adeta meydan okurcasına, komşu balık restoranlarına silkinme ve dünya mutfağına yönelmeleri çağrısı yapıyor.
Omizu’nun işleticisi İzmir'de çok popüler bir insan olan İbrahim Görücüoğlu...
“Grande” lakaplı İbrahim Bey 24 yıl İtalya'da yaşamış.
Restorancılığın yanı sıra eğlence sektörünün de duayenlerinden.
Ahmet şefle birlikte bu özel mekânı açtıklarında, modern Asya mutfağını İzmir'e kazandırmayı hedeflemişler.
Neticede ortaya Japon mutfağını da aşan şaşırtıcı bir zenginlik oluşmuş.
Bu arada Omizu “saf su” demekmiş.
Bizler kentimize toz kondurmak istemeyiz.
Her yönüyle eksiksiz ve özel olması için çaba sarf ederiz.
Tahrip ettiklerimizi geri kazanmanın bilincine vardık.
Eskiden olduğu gibi metropol bir kentin evrensel nüanslarına sahip olmamızın farkındalığı çok önemli.
Pek tabii bahse konu kaliteler hayatın her alanıyla ilgili.
İzmirliler öncelikli olarak “huzur” beldesi olmayı ister.
Koşuşturan, yoran bir kent hayalimiz, Tanrı korusun yoktur, hiç olmadı.
Ama çok kültürlü geçmişimize uyumlu bir çekim merkezi haline gelmeyi arzu ederiz.
Bunun bir yolu da mevzu restoranlarımız olunca, bu renkliliği sağlayacak girişimcilerin risk almasından geçiyor.
Bu anlamıyla “Grande İbo” gibilerini kutluyoruz.
Diğer Uzak Doğu restoranlarını da anmadan geçmeyelim.
Sushico, Hai Hai, Red Dragon…
Böylesi özel yerleri yaşatmanın, imkânı olanlarımızın vecibesi olduğunu hatırlatırız.
Paylaş