Türkiye’ye duyulan hayranlık artacak, saygı azalacak
Wallpaper* ve Monocle gibi dünya markası dergileri çıkararak medyanın geleceğine yön veren yayıncı/reklamcı/trend gurusu Tyler Brûlé’un İstanbul’u ziyaret sebebi Beymen Nişantaşı’nın içindeki geçici Monocle mağazası açılışından ibaret gibi gözükebilir. Fakat Brûlé’nin İstanbul’a ve Türkiye’ye dair planları da fikirleri de çok başka.
Yıllar sonra tekrar İstanbul’dasınız. Nasıl buldunuz sokakları, caddeleri?
- İstanbul’un gelişiminin hem iyi hem kötü etkileri var. Belli bir karizmaya sahip kült kafelerin, mağazaların, restoranların tek tek kapanması şehrin ömründen yiyor. Yerlerine açılan lüks mağazalar görkem ve şaşaayı beraberinde getirse de şehri sıradanlaştırıyor, sokakları tek tip yapıyor.
Şehrin en çok neye ihtiyacı var?
- İstanbul’da eksikliğini en çok hissettiğim şey turistik kokmayan, sofistike, son derece güzel, el yapımı ürünler satan ufak dükkânlar. Havlu da satabilir, kalem de tişört de kitap da... Rıfat Özbek’in mağazası Yastık, buna iyi bir örnek mesela. Benzer kişilikli dükkânlardan fazla olmalı. Ama maalesef yok. Baktık yok, geçici süreliğine de olsa böyle bir mağaza açmaya karar verdik!
Otelinizden çıktınız, şehri keşfe koyuldunuz. İlk durak neresiydi? Galata? Karaköy?
- Hayır, önce bir toplantı için İstinyePark’daydım.
Lokal tatların peşinde koşan biri olarak ilk gördüğünüz yerin alışveriş merkezi olması talihsiz olmuş...
- Bugün nereye kafamı çevirsem bir alışveriş merkeziyle kaşılaştım. Kaç tane alışveriş merkeziniz var?
100’e yakın...
- Vay! Rekor sizde olmalı!
Sayısı artan alışveriş merkezleri kent kültürünü nasıl şekillendiriyor?
- Alışveriş merkezlerinin kenti domine etmesi sadece İstanbul değil pek çok metropol için ciddi bir tartışma konusu. Geçenlerde İtalya’nın Bolzano kentindeydim. Eski, tarih kokan, ufak, şirin bu İtalyan şehrinin ruhunu kaybetmemesi için alışveriş merkezlerinin inşaatını yasaklamışlar. İstanbul’un da böyle ciddi kararlar alması gerekiyor. Yatırımcılar, yetkililer asıl sokaktan yükselen gücün farkına varmalı. Şehrin siluetini değiştirecek enerji, klimalı alışveriş merkezlerinden değil ufak butiklerin olduğu dar sokaklarda yaratılıyor.
Bugün sokakta yürürken o enerjiyi hissettiniz mi?
- Galata’daki dönüşümü hissetmek mümkün. Ufak atölyeler, kişilikli kafeler, lokal tatlar kusursuz bir bütünlük sağlıyor. Ama Galata’daki bu değişim diğer muhitlere yayılmazsa İstanbul, Sao Paulo’ya dönüşebilir. Sokak hayatı, karakteristik mağazaları olmayan, lüks markaların kardeşliğine yenilmiş, havalı fakat yapay bir şehir.
Bir önceki derginiz Wallpaper, İskandinavya pazarını domine etmişti. Monocle’daysa uzun yıllar Japon pazarına yönelik sayılar çıkardınız, projeler ürettiniz. Pazar fethetme sırasında şimdi Türkiye mi var?
- Her sene yıllık toplantımızda ülke ekonomilerini, kültürel gelişimlerini inceleyip stratejik kararlar alıyoruz. Bu yılki toplantıdan üç ülkelik bir liste çıktı: Tayland, Endonezya ve Türkiye. Yatırım yapmak istediğimiz ülkelerde önce pop-up dükkân ya da mağaza içinde mağaza açarak nabzını yokluyoruz. Nişantaşı Beymen’in içinde açtığımız geçici mağaza da bu stratejinin bir parçası. Talebe göre mağazayı kalıcı kılabiliriz. İstanbul’a dair uzun vadede planlarımız var. Editoryal ekibimizden iki kişi birkaç ay içinde İstanbul’a yerleşiyor. Bir yandan da ufak bir ofis arayışındayız. Emlak danışmanlarına, Monocleseverlere duyrulur.
Monocle mağazaları, kafeleri açmak baştan beri ajandanızda var mıydı?
- Hayır, hiç yoktu. Sadece dergiye odaklanmıştık. Zamanla gelişti her şey. Biraz da her güzel uygulama gibi ihtiyaçtan... “Neden sevdiğimiz tüm özel üretim ürünleri tek bir mağazada bulamıyoruz?, Neden mahallemizde sade, hakiki bir kafe yok?” diyerek bu günlere gelindi.
Blackberry ve Apple arasındaki rekabette baştan sona Blackberry’nin tarafında oldunuz...
- Çünkü Kanadalıyım!
Monocle’un iPad versiyonunun olmaması da bu yüzden mi?
- iPod, iPhone, iPad... Başında ‘i’ olan ürünlerden hazzetmiyorum. Yeni düzen insanları tek tipleştirmeye itiyor: iPhone kullan, tweet at, Facebook’a fotoğraf yükle vs. Herkes kendini bu protipe uyarlama çabası içinde. Herkes çok iddialı, her şey çok gösterişli. Monocle dünyası daha sakin, daha olgun, daha stabil. Kelimenin, analogun, el işçiliğinin gücüne inanan bir dünya. Bu tüketim çılgınlığında insanların böyle bir alternatife ihtiyacı var. En iyi, en havalı sokakta olmak gibi bir derdimiz yok.
SOSYAL MEDYA UMRUNDA DEĞİL
Sosyal medyaya karşı son derece mesafelisiniz. Hiçbir sitede hesabınız yok. Keza, Monocle’un da... Neden bu tepki ve daha ne kadar sürecek?
- Monocle bir aile şirketi ve sandığınız kadar zengin değiliz. Attığımız her adımda, harcayacağımız her kuruşta birden çok kez düşünmemiz gerekiyor. Gündemimizde sadece para kazandıracak açılımlar var. Evet, Monocle’un iPad versiyonu yok, olmayacak da. Çünkü tablet dergicilik, altyapı modeli ve reklamcılık bakışı olarak para kazandıracak bir mecra değil.
Sebebi sadece para olmamalı...
- Yüz yüze sohbetin gücüne inanan bir ekibiz. Böylesi daha samimi, daha gerçek. Hayatımızı 140 karakterle sınırlandırılmış sloganlar değil, bir yemekte yakınlarımızdan duyduğumuz fikirler değiştirecek. Yeni olan her mecraya ‘İlk giren biz olalım, en önden yer tutalım’ mantığıyla hareket eden markaların kendine güveni yok. Elinizdeki ürünün kalitesine inanıyorsanız bu kadar agresif davranmanıza, her taşın altından çıkmanıza gerek yok.
Geleneksel medya dijital devrimden nasıl sağ çıkabilir?
- Batan gazetelerin, dergilerin en büyük sorunu reklam geliri değil, alınan yanlış kararlar. En büyük hata içeriği internet üzerinden bedava sunmak. İnsanlar internetin bedava olması için uğraşacağına yemeğin herkes için bedava olacağı bir sistem üzerine kafa yormalı. Çiftçiler mamüllerini bedava satmazken gazeteciler neden haberlerini ücretsiz sunsun ki? Habere erişim ne kadar ucuz olursa, içeriğinizin de o kadar ucuz olduğunu belirtmiş olursunuz.
Dergi, bir Hermès fuları kadar kıymetli bir aksesuar
Her yayın kendine alternatif gelir modeli yaratmak zorunda. Çoğu bu modeli yaratırkan bir şeyi atlıyor: Seni sokakta elinde iPhone’un, kolunun altında iPad’inle görsem senin hakkında tek fikrim “iPhone kullanan çocuk” olur. Elinde bir Monocle, GQ, Hürriyet ya da Zaman olmasıysa kişiliğin, karakterin hakkında bir fikir verir. Dergiler, gazeteler entelektüel dünyanın en kıymetli aksesuarı. Bir Hermès fuları, çantası kadar değerli ve anlamlı bir obje. Birçok medya markası bunun farkında değil. Kendilerini bir tabletin içine tıkarak ruhlarını öldürüyor.
Türkiye’nin sonu Çin’e benzeyebilir
‘Basın Özgürlüğü Düşmanları’ raporunu protesto amaçlı gösteride seneye daha fazla liderin posterini görebiliriz.İnsanlar Çin’e hayran fakat uyguladığı baskıcı politika ve sansür nedeniyle saygı duymuyor. Türkiye de benzer bir tehlikeyle karşı karşıya: Hayran olunan ama saygı duyulmayan bir ülke. Sansür devam ederse ekonomi güçlense de içinde Türkiye geçen her cümlede bir ‘ama’, bir soru işareti olacak.
Medyanın modern dâhisi: Brûlé
* Gazeteciliğe BBC’de başladı. The Guardian’a, Vanity Fair’e muhim makaleler yazdı.
* Afganistan Savaşı’nda bir pusu nişancısı tarafından vurulduktan sonra savaş muhabirliğini bıraktı, stil/tasarım dergisi Wallpaper*’ı kurdu.
* 2001’de İngiliz Toplumu Dergi Yayıncıları tarafından Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne layık görülen en genç isim oldu.
* 90’larda kurduğu reklam ajansı Winkcreative ile aynı zamanda reklamcılık ve pazarlama dünyasının en güçlü ve etkin kişilerinden.
* 7 yıldır yayımlanan aylık aktüel dergi Monocle, bugün radyosu, kafeleri ve mağazalarıyla bir yaşam biçimi markası.