Türkiye’nin en güzel müze evleri
Türkiye’nin farklı köşelerinde, İstanbul’un eski semtlerinde gezerken sivil mimarinin güzel örneklerinin yavaş yavaş kaybolduğunu üzülerek görüyoruz. Özellikle ahşap yapılar son günlerini yaşıyor. 10 yıl sonra çoğu yerinde olmayacak, betonun önlenemeyen yükselişine kurban gidecek.
Batı ülkelerinde tarihi değere sahip ya da geçmişte önemli kişilerin yaşadığı pek çok ev özenle korunuyor, ziyarete açık tutuluyor. Örneğin İngiltere’de tarihi mekanları koruyan National Trust’ın evleri birbirinden güzel. Bu evler sivil mimarinin yanı sıra geçmişin hayat tarzını da yansıtıyor. Türkiye’de ise ne yazık ki talandan kurtarılmış evlerin çok azı halka açık; örneğin İstanbul’da Boğaziçi’nin iki kıyısına sıralanan yalılardan neredeyse hiçbirini gezemiyoruz. Ülkemizde, çeşitli yörelere dağılmış ve uzak yola gidip görmeye değecek güzellikte birçok ev var.
ÇAKIROĞLU KONAĞI (Birgi, Ödemiş)
Ağa, İzmirli ve İstanbullu hanımları hasret çekmesin diye iki şehrin resmini yaptırdı
Çakıroğlu Konağı’na yolunuzun düşmesini beklemeyin, yolunuzu düşürün. İzmir’e yaklaşık 120 kilometre mesafede, Bozdağ’ın eteklerindeki Birgi, 15’inci yüzyıl başlarında Osmanlıların eline geçmiş. Özellikle 15 ve 16’ncı yüzyıllarda Anadolu’daki önemli kültür, sanat merkezlerinden biri olmuş. 16’ncı yüzyıldan itibaren önemini yitirmeye başlamışsa da, sahip olduğu kültür mirasının büyük kısmını korumayı başarmış. Bu şirin kasabada Aydınoğulları ve Osmanlı dönemini günümüzde yaşatan çok sayıda güzel tarihi bina bulunuyor. Bugüne ulaşabilmiş en önemli eserlerden biri Çakıroğlu Konağı. Üç katlı bina 1761’de Şerif Ali Ağa tarafından yaptırılmış ancak konağın renkli ve zengin süslemelerine bakanlar 19’uncu yüzyılda elden geçtiğini hemen anlıyor. Ahşap malzemenin kullanıldığı yapının her katındaki biri düz, biri kemerli ve vitraylı iki sıra pencere ile konağın dış yüzeyini kaplayan boyalı bezekler görenlerin ilk dikkatini çeken detaylar. Gezerken, duvarlar ve tavanları süsleyen kalem işlerine ilgi göstermeyi unutmayın, ait oldukları sanatın zarif örnekleri arasında sayılıyorlar. Konak, döneminin tüm özelliklerini yansıtan bir sivil mimari örneği. Geniş bir iç bahçesi var ve zemin kat taşlık, mutfak, hizmetçi odaları, misafir bekleme odası ile ahır ve samanlık için ayrılmış. İkinci kat kışlık olarak kullanıldığı için alçak tavanlı, bu yüzden ara kat olarak da tanımlanıyor. Burada bütün odaların açıldığı geniş bir salon karşılıyor sizi. Kışın ısıtma için şömine yapılmış. Bir iç merdivenle çıkılan daha yüksek tavanlı üst kat yazlık olarak kullanılıyormuş. Tavan ve duvarları süsleyen bitki ve meyve motiflerine dikkat edin, o dönem sanatının tüm zarafetini taşıyorlar. Bu katta misafirleri karşılayan iki panonun ilginç bir hikayesi var; konağın sahibi biri İstanbullu diğeri İzmirli iki hanımla evlenmiş. Eşlerinin hasret çekmesini önlemek için de her iki şehrin resmini yaptırmış. Konağı gezdirenlere bu düşünceli beyefendinin o zamanlar geçerli olan “dört hak” anlayışıyla iki hanımla aynı zamanda mı evli olduğunu, yoksa birini kaybettikten sonra mı diğeriyle evlendiğini sorduk ama ne yazık ki cevap üzerinde kimse ortak bir fikre varamadı. Ev 1950 senesine kadar konut olarak kullanılmış. Daha sonra Kültür Bakanlığı binayı devralmış. Aslına sadık kalınarak elden geçirilen konak, 1995 yılında ziyarete açıldı, geçen yıl restore edildi.
SİPAHİOĞLU KONAĞI (Yörük Köyü / Karabük)
300 yıl önce merkezi sistemle ısıtılıyordu
UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Safranbolu, özellikle muhteşem Osmanlı evleriyle tanınıyor, bunlardan çoğu ziyarete açık. En güzel yapılardan bazıları günümüzde otel olarak hizmet veriyor. Bu imkan nostalji yaşamak isteyenlerin hoşuna gitse de kimi yapılardaki orijinal yerleşim planını anlamanızı bir hayli güçleştiriyor. Safranbolu’daki ziyarete açık konakların en ilginç olanı kentin merkezinde değil, 11 kilometre kadar doğusundaki Yörük Köyü’nde. Yerel yönetim, dünyada da örneklerine rastlanan çok doğru bir karar almış, 93 tescilli eseri olan bu müze köye, tarihi dokuyu korumak için büyük araçların girmesini yasaklamış. Eğer turla geldiyseniz otobüsünüzden inip Sipahioğlu Konağı’na kadar yürümek zorundasınız. Artık 300 yaşında bir konaktasınız. Aynı ailenin yedinci nesli konağın ilk katında yaşamlarını sürdürüyor. İkinci ve üçüncü kat müze haline getirilerek ziyarete açılmış. Zemin kat kalın taş duvarları sayesinde her zaman serin olduğundan eskiden evin kileriymiş. Evi temiz tutmak amacıyla mutfağın bahçede yapılması konağı gezen kadınların çok hoşuna gidiyor. Günümüzde bu mutfakta ziyaretçilere gözleme ve ayran ikram ediliyor. İkinci kata çıktığınızda ahşap dolapların kapaklarını mutlaka açıp bakın. Dışarıdan dolap gibi görünseler de bunların diğer işlevleri misafir banyosu olarak hizmet vermek. Ocakta ısıtılan banyo suyu kullanıldıktan sonra kurşun bir boruyla evin dışına atılıyormuş. Konağın en üst katına çıktığınızda ise rahat minderlerle döşenmiş bir oda göreceksiniz. Burası ağanın bütün köyü izlediği “baş oda.” “Ağanın başı üstüne baş olmaz” misali bu oda evin en yüksek yeri. Sipahioğlu Konağı dikkat çeken pek çok özelliği bir arada barındırıyor. Ahşap oymalara dikkat edin, bunlar sadece süsleme sanatı örnekleri değil, dikkatli ve deneyimli gözler farklı şekiller arasına nakşedilmiş bazı tarihleri ayırt ediyor. Konakta İstanbul’u anlatan resimler, çalışma odası ve bir de kütüphane göreceksiniz. Tüm bunlar Yörük Köyü sakinlerinin sanata ve okumaya verdiği önemin kanıtları. Hepsi bu kadar değil elbette, Sipahioğlu Konağı’nda ziyaretçiler gerçek bir zeka ürünü olan merkezi ısıtma sistemini, çardağı ve ev sahibinin Bektaşi geleneğinden geldiğinin bir belirtisi olan 12 karanfil tasvirli kalem işini inceleme fırsatını da yakalıyor.
BEYPAZARI MÜZESİ (Ankara)
Osmanlı hamamı dolaplara saklı
Aslında Ankara’nın Beypazarı İlçesi başlıbaşına bir açık hava müzesi. Tamamı restore edilmiş Osmanlı evleriyle adeta ikinci Safranbolu olmuş. Bu evlerden biri, sahiplerince Kültür Bakanlığı’na hibe edilmiş. Aslına uygun restore edildikten sonra, 1997’de ziyarete açılmış. Zemin katı taş, üzerine çıkılan iki katı da ahşap malzeme kullanılarak yapılmış geleneksel bir ev burası. Tüm döşemelerin üzeri halıyla kaplanmış, ahşap oymalar döneminin inceliklerini yansıtıyor. Yöredeki 19’uncu yüzyıl yaşamının çeşitli canlandırmalarla anlatılması ise hem yabancı hem de yerli turistlerin ilgisini çekiyor. Burada bir sürprize hazır olun; içeriyi gezerken göreceğiniz ve de ilk bakışta dolaba benzeteceğiniz yerler aslında geleneksel Osmanlı hamamları. İçerideki kimi kapaklar kapandığında yüklük olarak da kullanılıyorlar. Müzede sadece Osmanlı değil Bizans ve Roma dönemi eserleri de sergileniyor.
LATİFOĞLU KONAĞI (Tokat)
Tavan ve duvarlardaki ahşap işçiliği oya gibi
Bu harika Osmanlı evi Anadolu’daki konakların hemen hepsinden en güzel özellikleri bünyesinde toplamış. 19’uncu yüzyıla ait olan L planlı iki katlı yapı, o tarihlerde zenginlerce yaptırılan konakların tipik örneği. Son derece zarif ahşap işçiliği ve alaturka kiremitli çatısı binaya yaklaşırken ilk dikkati çeken özellikler. Geniş ve özenle düzenlenmiş avlusunda bir de havuzu var. Aşağı katta tüm donanımıyla birlikte, bu tür evlerin karakteristiği olan mutfağı görebilirsiniz. Henüz yukarı çıkmamışken, aynı kattaki hamama da bir göz atın. Soğuk, ılık ve sıcak bölümlerinden oluşan hamam evin en ilginç bölümlerinden biri. Bu katı beğendiyseniz bir de üst katı deneyin çünkü evin en güzel kısımları sizi orada bekliyor. İkinci kat, haremlik, selamlık ve yatak odalarına ayrılmış. Kalem işleri ve çeşitli motiflerle süslenen bu kat ev sakinlerinin hayatını şenlendirirken, sanki gelen misafirleri de eve hayran bırakmak üzere tasarlanmış. Kapılar ve dolap kapaklarındaki ince ahşap oymalarla duvarlar ve tavanlardaki işçilik Anadolu kadınının göz nuru akıtarak yaptığı oyalar ile yarışacak nitelikte. Havuz başı odası ise kendi konseptine yaraşır şekilde çiçek motifleriyle donatılmış. İstanbul’u tasvir eden panolar yöre zengininin büyük şehre olan özlemini anlatıyor gibi. Bu kattaki bir oda ise “evin mücevheri” unvanını fazlasıyla hak ediyor. Paşa Odası ailenin erkek üyelerinin bir araya toplandığı ve misafirlerin kabul edildiği yer. Odanın etrafı açılınca yatak olan sedirlerle çevrilmiş, o dönemlerde keten çarşaflar yüklüklerde saklanırmış. Paşa Odası’nı süslemede kullanılan barok detaylar, çeşitli bezemeler, vitraylar ve tepe pencereleri gözünüzden kaçmayacak. Tepe pencerelerinde göreceğiniz motifler ise o dönem süsleme sanatında sıkça kullanılan Mühr-ü Süleyman motifleri. Davut Yıldızı’nı anımsatan Mühr-ü Süleyman akla bir atasözünü getiriyor: “Mühür kimdeyse Süleyman odur.” 1990 yılında ziyarete açılan müze evde, geçmişte yörede halkın günlük yaşamda kullandığı bazı aletler de sergileniyor.
TRABZON MÜZESİ
Rum banker malzemelerini İtalya’dan getirtmişti
20’nci yüzyılın ilk yıllarında zengin bir Rum banker kendisine ev olarak yaptırmış bu binayı. Mimarları hakkında kesin bir bilgi yok. Banker evin çoğu malzemesini İtalya’dan getirtmiş. En alt kat hariç tüm duvarlarını kalem işleriyle süsletmiş. “Ev” sözcüğünün tanımlamakta hafif kaldığı bu muhteşem yapının keyfini çok da uzun sürememiş banker, işleri bozulup iflas edince evini Trabzon’un ileri gelen ailelerinden birine satmış. Evin bahçesi tabloları kıskandıracak güzellikte. Yaklaşık 1500 metrekarelik kullanım alanı olan bina, bir beyaz kuğu edasıyla karşılıyor misafirlerini. Konağın süslemeleri yapıldığı tarihlerde Avrupa’da hüküm süren barok - rokoko tarzını yansıtıyor ve bu tarzın istendiği takdirde ne kadar zarif ve göz yormayan bir şekilde kullanılacağını da kanıtlıyor. Kurtuluş Savaşı sırasında karargah olarak kullanılan yapıda 1924 yılında Trabzon’u ziyaretleri sırasında Mustafa Kemal Atatürk ile Latife Hanım konaklamıştı. Konak, Cumhuriyet kurulduktan sonra 50 yıl boyunca lise olarak vatana hizmet etmiş. Geçirdiği başarılı restorasyonun ardından 2001’de müze olarak açılmış. Binanın bodrum katı antik eserlere, birinci katı da etnografik eserlere ayrılmış. En üst kat ise idari işlerin yürütülmesinde kullanılıyor. Müzenin sadece binası göz kamaştırıyor dersek haksızlık etmiş oluruz. İçeride, meraklıların hayranlıkla incelediği, ilk çağlardan, Roma, Bizans ve Osmanlı eserlerine kadar çok geniş bir yelpazede birbirinden güzel ve önemli eserler sergileniyor. Eğer vaktiniz varsa mutlaka Atatürk Köşkü’nü de ziyaret edin. Köşke, beyaza boyanmış çok güzel bir ahşap bina ev sahipliği yapıyor. Bina, Türkiye’den ziyade, daha çok Kırım’da rastlanan yapıların özelliklerini taşıyor.
MEMİŞ AĞA KONAĞI (Sürmene, Trabzon)
Ağa odasının tavanı rüzgarda dönüyor
Trabzon’dan Rize’ye doğru giderken ana yolun yanında devasa bir kayalığın üzerinde göreceksiniz bu etkileyici evi. Sürmene ilçesinin Kastel köyünde bulunan yapı, zaman içinde köyle özdeşleşip halk arasında “Kastel” olarak adlandırılmış. Kimi vakur duruşundan ötürü kimi de kullanılan taş malzemenin yaptığı çağrışımdan olacak, görenlerin çoğu bu konağı kaleye benzetiyor. Eve yaklaşırken saçaklarının dışarıya normalden fazla uzandığını fark edeceksiniz. Bu saçakların görevi, evi bölgenin aşırı yağmurlarından korumak. Taş ve aralıklı iksa ile inşa edilen konağın zemin katındaki zindan o dönem suçlularının korkulu rüyasıymış. Zemin kat ayrıca mutfağa ve kilere de ev sahipliği yapıyor. Mutfağın her iki yanında göreceğiniz odalar ise burada çalışanlara ayrılmış. Hane halkının asıl yaşam alanı üzeri süsle kaplanmış bir merdivenle çıkacağınız birinci kat. Haremlik ve selamlığa ait odalar bu katta bulunuyor. Binaya halk arasında “Döner Tavanlı Konak” adının verilme sebebini de bu kattaki odalardan birinde göreceksiniz. Odanın tavanına bir milin etrafında dönen bir parça yerleştirilmiş. Çatının dışına çıkan milin esen rüzgarla dönmesi ve bir pervane gibi odayı serinletmesi sağlanıyormuş. Tavandaki bu parça odanın dekorasyonuyla uyumlu olacak şekilde aynı süslemelerle bezenmiş. Hemen bütün Anadolu konaklarında olduğu gibi burada da bir “Baş Oda” var elbette. Taş oymalı şömine ve dolapla duvarlardaki renkli süslemeler ve tavandaki ahşap kabartmalar evin reisinin önemi ve gücünü de yansıtıyor. Süslemelerin nispeten daha sade olduğu odanın ise evin hanımlarına ayrıldığı düşünülüyor. Ahşap bezeme sanatı cömertçe kullanılmış konakta, kapı kolları, pencere parmaklıkları bile bu sanatın tüm inceliklerinden nasibini almış. Konağın dekorasyonunda görev alan çiçek ve meyve freskleri de göz kamaştırıyor. Binadaki özel hamam sisteminin bir görevi de merkezi ısıtmayı sağlamakmış. Konağı gezebilmek için görevliyi bulmanız gerektiğini unutmayın.
GÜPGÜPOĞLU KONAĞI (Kayseri)
Bursalı ustalar süslemelerinde Memlük sanatından esinlenmişti
Eski Kayseri’nin yüksek bazalt duvarlar arkasındaki tarihi evlerinde mermer ve ahşap gibi malzemelerin nasıl dantel gibi işlenebileceğini görmeye hazır olun. Tarihi 15’inci yüzyıl başlarına kadar uzanan bu muhteşem konak, şair, bestekar ve hükümet görevlisi Ahmet Mithat Güpgüpoğlu’na ev sahipliği yapmış. Yapıldığı dönemde Mısır’da hüküm süren Memlüklerin sanatından izler taşıyan konak, 19’uncu yüzyıl aile hayatına da ışık tutuyor. Binada kullanılan kesme taşlardaki üslup bizi Bursalı ustalara götürüyor, konağı yapan ustanın Bursalı olduğunu yazan kayıtlar da bu bilgiyi doğruluyor. Haremlik ve selamlık bölümlerinden oluşan konak sedef kakmalar, yerden tavana kadar yükselen ahşap oymalar ve renkli bezemelerle misafirlerini kendine hayran bırakıyor. Güzelliğiyle günümüz Kayseri mimarisinden dağlar kadar uzakta olan yapı restore edildikten sonra 1995 yılında müze olarak halka açılmış. Müzede eskiden günlük hayatta kullanılan eşyaların yanı sıra yöresel kadın ve erkek kıyafetleri de sergileniyor. Odalardan birinde Osmanlı dönemi sikkeleri, halıları ve el yazmaları, bahçede ise mezar taşları koleksiyonu görülebilir.
KOYUNOĞLU EVİ (Konya)
Demiryolu müfettişinin hayal müzesi
Modern Konya caddelerinde ne yazık ki artık sadece birkaç eski ev kalmış. Öte yandan, Mevlana Türbesi’nin güneyinde gözlerden ırak bir ev ziyarete açık. Bu yapı bir zamanlar İzzet Koyunoğlu (1900-1974) adındaki bir demiryolları müfettişine aitmiş. İflah olmaz bir antika süs eşyaları koleksiyoncusu olan Koyunoğlu, tren yolculukları sırasında topladığı objeleri baba evinde sergilemiş ve evini müze olarak halka açmış. Klasik Türk sivil mimarisinin tipik bir örneği bu konak. Mermer bir havuzun da bulunduğu avludan geçildiğinde oymalarla süslenmiş ahşap bir kapı karşılıyor misafirleri. Ahşap çerçeveli ve parmaklıklı pencereler evin gülümseyen kocaman gözleri sanki. İki katlı ve cumbalı olan bu kagir yapıya girdiğinizde 19’uncu yüzyıla adımınızı atıp o günlerin Konya’sında bir zenginin hayatını görmek için ender bulunan şanslardan birini de ele geçirmiş oluyorsunuz. Saray ve konaklarda haremlik ve selamlık bölümlerini ayıran ya da birbirine geçişi sağlayan mabeynlik burada da var.
HASAN SÜZER ETNOGRAFYA MÜZESİ (Gaziantep)
Hayat bahçesindeki taş işçiliğine hayran kalacaksınız
Eski Antep’in dar sokaklarında yürürken, taş duvarların arasında birbirinden güzel bir çok tarihi taş eve rastlarsınız. Bu evlerin en dikkat çekici özellikleri çizgili tuğla işlemeleri ve iki renkli avluları. Aralarından biri, harap bir haldeyken İstanbul’daki Pera Palas Oteli’nin eski işletmecilerinden Hasan Süzer tarafından satın alınmış. Mümkün olduğunca aslına uygun kalınarak restore edildikten sonra Hasan Süzer Etnoğrafya Müzesi olarak Kültür Bakanlığı’na bağışlanmış. Bina ilginç bir mimariye sahip; kaya içine oyulan bir mahzen üzerine üç kat çıkılarak yapılmış. Üç kapısı var evin, ana kapıdan girdiğinizde karşılaşacağınız bahçeye “hayat” adı verilmesi çok şey anlatıyor. Zarif taş işçiliğinin ne anlama geldiğini gösteren bahçede konağın hizmetkarlarına ait iki katlı bir bina daha var. Kayanın içine oyulan mahzen kısmı birbirlerine geçişin olduğu iki ana mekandan oluşuyor. Bunlardan biri, bir zamanlar ev sahibinin deve ahırıymış. Üst katlarda yer alan müzede Osmanlı’nın son dönemlerindeki hayat mankenlerle canlandırılmış; İş Odası’nda gergef işleyen ve çıkrık çeviren kadınlar anlatılırken, unutulmaya yüz tutmuş el işleri de sergileniyor. Odada göreceğiniz 1913 model motosikletin ünlü casus Lawrence’a ait olduğu rivayet ediliyor. Bir diğer bölüm Tandır Odası olarak düzenlenmiş ve ailenin bir arada sohbet etmesi canlandırılmış. Ziyaretçiler, geçmişte ev halkının ayaklarını sıcak tutmak için mangalların etrafına sarıp ısıttığı örtülere bayılıyor. Odalardan biri kahvaltı hazırlıklarıyla uğraşan aile bireylerine ev sahipliği yapıyor. Evin hamamı geleneksel Türk hamamının tüm özelliklerine sahip. Burada bir dönem kullanılan hamam tasları, şimşir taraklar sergileniyor. Hamamın bir işlevi de buharın tabandan geçmesini sağlayarak evin ısıtılmasına katkı vermek. Şehrin savunması sırasında adını tarihe yazdırmış kahramanların bazılarının resimlerini, silahlarını da müzede görebilirsiniz.
HACI ABDULLAH BEY KONAĞI (Savur, Mardin)
Savur’un şahin yuvası
Savur çoğu zaman ziyaretçilerin gözünden kaçan küçük ve şirin bir ilçe. Sırtını dağa yaslayan yerleşim bir kültür beşiği, tarihi Hititlere kadar uzanıyor. Üzüm, kiraz ve fındık da dahil olmak üzere hemen her türlü ürünün yetişebildiği bir ilçe olan Savur’un bir sürprizi daha var: Mardin’dekilere benzeyen birçok büyük taş konak. Kasabanın tam tepesinde muhteşem bir manzaraya hakim, Hacı Abdullah Ağa Konağı, soyları Hz. Muhammed’e dayanan bir aileye ait. 200 yaşında ve yöreye özgü taş işçiliğinin doruk noktası olarak niteliyor. Yapıyı görenler bir kaleye benzetiyor. 22 odası, taş fırını ve hamamı olan konak, sahiplerinin bir zamanlar burada nasıl yaşadığını, yemek pişirdiğini ve banyo yaptığını gösterecek şekilde büyük bir titizlikle restore edilmiş. Eğer istiyorsanız konakta gecelemeniz bile mümkün. Gece kalmasanız bile yörenin ünlü yemeklerinden olan bumbarı bir de burada tatmanızı tavsiye ederiz.