Mehmet YAŞİN
Son Güncelleme:
Tatil rotasında Güneydoğu var
Eğer tatil programınızı henüz yapmadıysanız şanslısınız. Çünkü gelecek hafta piyasaya çıkacak olan ATLAS TATİL Dergisi size bir çok tatil önerisi sunuyor. Bu hafta Tevfik Taş'ın kaleminden Doğu'daki ilginç rotalara değineceğim.
Bu rotayı tercih ederseniz oldukça ilginç bir tatil yapacağınızıdan emin olabilirsiniz.
Güney Doğu rotasının ilk durağında Gaziantep var. Alışveriş ve eğlence yerleriyle modern Gaziantep bir anlamda eski kentle iç içe. Bu nedenle kentin eski hanlarını, çarşılarını, kalesini, konaklarını gezen kişi, aynı anda kentin yeni dokusunu da görmüş olur.
Kent merkezi, aynı zamanda civarındaki antik değerlere, köylere, yaylalara da günübirlik gidip gelebileceğiniz olanaklar sunar size. ‘Yesemek Taşocağı Ve Açık Hava Heykel Atölyesi’ni görmelisiniz. Mor menekşe bir evren var orada. Mor toprak, mor kayalar. Gezmelisiniz, geçmiş uygarlıkların mimarilerini, yaşamlarını estetize etmek için giriştikleri o çetin serüveni. Eğer bahar ve yazsa Hızır Yaylası'na da gitmeli insan.
FIRAT’IN ÖTE YANI: HALFETİ
Kelaynakların yurdudur Birecik, bir sükûnettir. Bazalt parke taşlı, daracık eski sokaklarında bağdadi tekniğiyle yapılan ‘kabaltı’ların (sokakların üstünde köprü gibi uzanan ev çıkmaları, ilginç balkonlar) altından geçerken, insan bugünden kopar.
Zeugma gibi çok çekici antik noktalara yakın olmasına karşın, Birecik turizme yakın bir altyapıdan yoksun. Bununla birlikte, bu kasaba henüz tam anlamıyla tanımlanmamış bir antik değer taşıyor. Romalıların ‘Ekamia’ dedikleri Halfeti buraya çok yakın. Zümrüdüanka için ‘küllerinden doğan kuş’ derler ya. Halfeti için bugün söylenebilecek tek söz, ‘Bu kasaba sularından yeniden doğdu’. Antik kentin girişinde bugün artık paslanmış bir levhada ‘Baraj İnşaatı’ yazıyor. Gövdesi dipteki caminin, suyu delen minaresine bakarak saptayabiliyoruz eski taş fırını, marangozu, berberi, demirci ve kebapçıyı. Üzüm ve fıstık bağları da eski yerinde.
GÜVERCİNİN TAKLASINDA: URFA
Mimarînin gerçekten az bulunur nitelikteki yapılarını tanımak için Urfa Kentsel SİT'ini eksen almak gerekir. Yani güneyde kale, doğuda Harran Kapısı, kuzeyde Karakoyun Deresi, batıda Kızılkoyun Mahallesi ve yine güneyde Halilürrahman Camii ile Aynızeliha Gölü. Eğer zaman bakımından sıkıntı varsa, Halilürrahman Camii ve Aynızeliha Gölü etrafında yoğunlaşmalı. Çünkü Urfa'nın zengin alışveriş kültürünün toplandığı çarşılar, kentin yaşama kültürünün bütün öğeleri burada.
Çardaklı kahvenin oraya bir sabah gittim ve o kadar saat nasıl geçip gitmiş anlayamadım. Boyunlarından ayak tırnaklarına kadar süslenmiş bunca kuş, dünyanın başka neresinde vardır, bilmiyorum. Ayaklarında altın ve gümüş halhallar, yüzükler, bilezikler; boyunlarında akik ve zümrütten takılarıyla bir anda yüzlerce, binlerce güvercin göğü kaplıyor.
AY TANRISI’NIN TOPRAKLARI: HARRAN
Mari belgelerinde, Harran'daki Sin Tapınağı'nda yapılan bir antlaşmadan söz edilir. Hitit Kralı Şuppiluliuma ile Mittani Kralı Mattizava sözleşmenin altına ‘Ay Tanrısı Sin ve Güneş Tanrısı Şamas şahittir’ diye yazmışlar. 1032 yılında Fatımilerce yıkılıncaya dek Sin Tapınağı, Ay'a ve yıldızlara tapanları konuk etmiş.
Harranlılar ellerinde olan en önemli şeyi sunar yolcuya, bu antik kokulu mekánları. Dışarıdan bakıldığında coğrafyanın doğasının bir zorunluluğudur bu evler. Doğru bu. Ama içlerine girildiğinde inanılmaz, hayalsi bir ışık, muazzam ferahlıkta mekánlar karşılar sizi. İbni Teymiye Mahallesi'nin muhtarı Matar Özyavuz bana evleri anlattıktan sonra, mekánların ışığıyla insan ilişkisini tarif etmek için şöyle diyor: ‘Burada yaşayanların işi gücü hayal olmuş. Bu ışık adama bunu yaptırıyor.’
Tektek Dağları'ndaki Şauyip Şehri'nden kuzeye doğru on yedi kilometre kadar gittiğinizde, başka bir dinsel noktayı, Sumatar'ı bulacaksınız. Burası Ay ve Güneş tanrılarına, yıldızlara ve Sabiizmin baştanrısı Marilah'a kurbanlar kesilen açık hava mabedidir. Roma devrine ait kaya mezarlarıyla, Süryanice duvar yazılarının yanı sıra Pagnon Mağarası'ndaki insan rölyefleri ve yakınındaki Güneş Tapınağı'nı görürsünüz. Ya da bu yol Mardin'e gider.
MEZOPOTAMYA’NIN EŞİĞİ: MARDİN
Mardin taş şehirdir. Beton icat edildikten sonra da çok bina taştan yapılmış. Ne var ki, şimdi beton girmiş araya, sızmış, sıvanmış. Ama bence daha çok pencere şehridir Mardin. Pencereler, bu diyarda yaşamış ve yaşayan bütün kültürlerin dilidir.
Mardin merkezindeki yapıları özetlemek gerekirse birçoğu Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerine ait. Ama burayı anlatanların en çok öne çıkardığı, doğal olarak Süryani manastır ve kiliseleri oluyor. Doğal olarak, diyorum çünkü Mardin 1932 yılına dek dünyadaki bütün Hıristiyan Süryanilerinin merkeziydi. Ama bence Deyru'z-Zafaran Manastırı, Süryani yapı geleneğini açıklamak bakımdan daha arı duruyor. Mardin merkezine beş kilometre uzaklıktaki 4. yüzyıl yapısı olan manastır, kayalara oyulmuş Meryem Ana Kilisesi ve kuzeydeki Mar Yakup Manastırı ile bir üçlü oluşturuyor. Çevrelerine koruma amaçlı üç kale yapılmış. Tarihî Midyat, yalnızca dinsel mimarî bakımından değil, bence bundan daha çok konut mimarîsi, kent bilimi bakımından bir tılsımdır. Midyat telkári işlemeleriyle ve gümüş kuyumculuğuyla ünlüdür.
USTA VE ÇIRAK: DİYARBAKIR
Karacadağ'dan Dicle'ye uzanan geniş bazalt yaylanın doğu ucuna, yüz metre yüksekliğe kurulmuş kalenin etrafındaki muhteşem duvarlar dört kapıyla komşularına açılır: Kuzeydeki Dağkapı (Harput Kapısı), güneydeki Mardinkapı (Tell Kapısı), doğudaki Yenikapı (Su ya da Dicle Kapısı) batıdaki Urfakapı (Rum Kapısı) adlarıyla söylenir. Her kapı görsel bir müzedir.
Yedi Kardeş Burcu, İskender Paşa'ya ait vakfiyede, ‘Şágirt Burcu’ diye kayıtlı. Gel gelelim, Yedi Kardeş ile Ulubeden (Evli Beden) burçlarına daha sonra Ben u Sen denmiş. Bunun dilden dile dolaşan bir de efsanesi var:
‘Zamanın hükümdarı bu bölgede, çok sağlam ve çok süslü iki burç yaptırmak istemiş. Bir yarışma açmış. Yedi Kardeş'i bir usta, Evli Beden'i de şágirdi (çırağı) yapmış. İş bitince, birinciliği şágirdinin yaptığı Evli Beden'e vermişler. Buna içerleyen usta, kendini yaptığı burçtan aşağı atmış. O günden beri buraya Ben u Sen (ben ve sen) denmiş. Bu surlarda seksen iki burç var ve kim bilir kaç efsane!..
Güney Doğu rotasının ilk durağında Gaziantep var. Alışveriş ve eğlence yerleriyle modern Gaziantep bir anlamda eski kentle iç içe. Bu nedenle kentin eski hanlarını, çarşılarını, kalesini, konaklarını gezen kişi, aynı anda kentin yeni dokusunu da görmüş olur.
Kent merkezi, aynı zamanda civarındaki antik değerlere, köylere, yaylalara da günübirlik gidip gelebileceğiniz olanaklar sunar size. ‘Yesemek Taşocağı Ve Açık Hava Heykel Atölyesi’ni görmelisiniz. Mor menekşe bir evren var orada. Mor toprak, mor kayalar. Gezmelisiniz, geçmiş uygarlıkların mimarilerini, yaşamlarını estetize etmek için giriştikleri o çetin serüveni. Eğer bahar ve yazsa Hızır Yaylası'na da gitmeli insan.
FIRAT’IN ÖTE YANI: HALFETİ
Kelaynakların yurdudur Birecik, bir sükûnettir. Bazalt parke taşlı, daracık eski sokaklarında bağdadi tekniğiyle yapılan ‘kabaltı’ların (sokakların üstünde köprü gibi uzanan ev çıkmaları, ilginç balkonlar) altından geçerken, insan bugünden kopar.
Zeugma gibi çok çekici antik noktalara yakın olmasına karşın, Birecik turizme yakın bir altyapıdan yoksun. Bununla birlikte, bu kasaba henüz tam anlamıyla tanımlanmamış bir antik değer taşıyor. Romalıların ‘Ekamia’ dedikleri Halfeti buraya çok yakın. Zümrüdüanka için ‘küllerinden doğan kuş’ derler ya. Halfeti için bugün söylenebilecek tek söz, ‘Bu kasaba sularından yeniden doğdu’. Antik kentin girişinde bugün artık paslanmış bir levhada ‘Baraj İnşaatı’ yazıyor. Gövdesi dipteki caminin, suyu delen minaresine bakarak saptayabiliyoruz eski taş fırını, marangozu, berberi, demirci ve kebapçıyı. Üzüm ve fıstık bağları da eski yerinde.
GÜVERCİNİN TAKLASINDA: URFA
Mimarînin gerçekten az bulunur nitelikteki yapılarını tanımak için Urfa Kentsel SİT'ini eksen almak gerekir. Yani güneyde kale, doğuda Harran Kapısı, kuzeyde Karakoyun Deresi, batıda Kızılkoyun Mahallesi ve yine güneyde Halilürrahman Camii ile Aynızeliha Gölü. Eğer zaman bakımından sıkıntı varsa, Halilürrahman Camii ve Aynızeliha Gölü etrafında yoğunlaşmalı. Çünkü Urfa'nın zengin alışveriş kültürünün toplandığı çarşılar, kentin yaşama kültürünün bütün öğeleri burada.
Çardaklı kahvenin oraya bir sabah gittim ve o kadar saat nasıl geçip gitmiş anlayamadım. Boyunlarından ayak tırnaklarına kadar süslenmiş bunca kuş, dünyanın başka neresinde vardır, bilmiyorum. Ayaklarında altın ve gümüş halhallar, yüzükler, bilezikler; boyunlarında akik ve zümrütten takılarıyla bir anda yüzlerce, binlerce güvercin göğü kaplıyor.
AY TANRISI’NIN TOPRAKLARI: HARRAN
Mari belgelerinde, Harran'daki Sin Tapınağı'nda yapılan bir antlaşmadan söz edilir. Hitit Kralı Şuppiluliuma ile Mittani Kralı Mattizava sözleşmenin altına ‘Ay Tanrısı Sin ve Güneş Tanrısı Şamas şahittir’ diye yazmışlar. 1032 yılında Fatımilerce yıkılıncaya dek Sin Tapınağı, Ay'a ve yıldızlara tapanları konuk etmiş.
Harranlılar ellerinde olan en önemli şeyi sunar yolcuya, bu antik kokulu mekánları. Dışarıdan bakıldığında coğrafyanın doğasının bir zorunluluğudur bu evler. Doğru bu. Ama içlerine girildiğinde inanılmaz, hayalsi bir ışık, muazzam ferahlıkta mekánlar karşılar sizi. İbni Teymiye Mahallesi'nin muhtarı Matar Özyavuz bana evleri anlattıktan sonra, mekánların ışığıyla insan ilişkisini tarif etmek için şöyle diyor: ‘Burada yaşayanların işi gücü hayal olmuş. Bu ışık adama bunu yaptırıyor.’
Tektek Dağları'ndaki Şauyip Şehri'nden kuzeye doğru on yedi kilometre kadar gittiğinizde, başka bir dinsel noktayı, Sumatar'ı bulacaksınız. Burası Ay ve Güneş tanrılarına, yıldızlara ve Sabiizmin baştanrısı Marilah'a kurbanlar kesilen açık hava mabedidir. Roma devrine ait kaya mezarlarıyla, Süryanice duvar yazılarının yanı sıra Pagnon Mağarası'ndaki insan rölyefleri ve yakınındaki Güneş Tapınağı'nı görürsünüz. Ya da bu yol Mardin'e gider.
MEZOPOTAMYA’NIN EŞİĞİ: MARDİN
Mardin taş şehirdir. Beton icat edildikten sonra da çok bina taştan yapılmış. Ne var ki, şimdi beton girmiş araya, sızmış, sıvanmış. Ama bence daha çok pencere şehridir Mardin. Pencereler, bu diyarda yaşamış ve yaşayan bütün kültürlerin dilidir.
Mardin merkezindeki yapıları özetlemek gerekirse birçoğu Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerine ait. Ama burayı anlatanların en çok öne çıkardığı, doğal olarak Süryani manastır ve kiliseleri oluyor. Doğal olarak, diyorum çünkü Mardin 1932 yılına dek dünyadaki bütün Hıristiyan Süryanilerinin merkeziydi. Ama bence Deyru'z-Zafaran Manastırı, Süryani yapı geleneğini açıklamak bakımdan daha arı duruyor. Mardin merkezine beş kilometre uzaklıktaki 4. yüzyıl yapısı olan manastır, kayalara oyulmuş Meryem Ana Kilisesi ve kuzeydeki Mar Yakup Manastırı ile bir üçlü oluşturuyor. Çevrelerine koruma amaçlı üç kale yapılmış. Tarihî Midyat, yalnızca dinsel mimarî bakımından değil, bence bundan daha çok konut mimarîsi, kent bilimi bakımından bir tılsımdır. Midyat telkári işlemeleriyle ve gümüş kuyumculuğuyla ünlüdür.
USTA VE ÇIRAK: DİYARBAKIR
Karacadağ'dan Dicle'ye uzanan geniş bazalt yaylanın doğu ucuna, yüz metre yüksekliğe kurulmuş kalenin etrafındaki muhteşem duvarlar dört kapıyla komşularına açılır: Kuzeydeki Dağkapı (Harput Kapısı), güneydeki Mardinkapı (Tell Kapısı), doğudaki Yenikapı (Su ya da Dicle Kapısı) batıdaki Urfakapı (Rum Kapısı) adlarıyla söylenir. Her kapı görsel bir müzedir.
Yedi Kardeş Burcu, İskender Paşa'ya ait vakfiyede, ‘Şágirt Burcu’ diye kayıtlı. Gel gelelim, Yedi Kardeş ile Ulubeden (Evli Beden) burçlarına daha sonra Ben u Sen denmiş. Bunun dilden dile dolaşan bir de efsanesi var:
‘Zamanın hükümdarı bu bölgede, çok sağlam ve çok süslü iki burç yaptırmak istemiş. Bir yarışma açmış. Yedi Kardeş'i bir usta, Evli Beden'i de şágirdi (çırağı) yapmış. İş bitince, birinciliği şágirdinin yaptığı Evli Beden'e vermişler. Buna içerleyen usta, kendini yaptığı burçtan aşağı atmış. O günden beri buraya Ben u Sen (ben ve sen) denmiş. Bu surlarda seksen iki burç var ve kim bilir kaç efsane!..