Tarihin içinden süzülüp gelen şehir
Saffet Emre Tonguç
“Onlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimde kurdular” diye tarif etmiş Herodot, asırlar önce İzmir’in güzelliğini. Şaheserler yazan kalem Victor Hugo,“boynunda kolyesiyle bir prenses”e benzetmiş onu. Tarih akıp gitmiş İzmir’in üzerinden, değiştirmiş ne varsa… Değişmeyen tek şey olarak güzelliğini ve vazgeçilmezliğini bırakmış.
Geçtiğimiz günlerde Hürriyet’in keşfet projesi ile bir kez daha döküldük yollara. Rotamızı bu kez “güzel İzmir”e çevirdik ve şehrin bilmediğimiz, nasıl olduysa şimdiye dek es geçtiğimiz yanlarını deneyimledik. Beni en çok etkileyen, M.Ö. 4. yüzyıldan günümüze ulaşan agorası ve şehrin sakladığı tarih hazinesi oldu. O yüzden okuyacaklarınızı alternatif bir İzmir yazısı gibi düşünmeniz gerektiğini en baştan söyleyeyim. Karşıyaka’yı, Kordon’u, boyozu değil tarihin içinden süzülüp gelen İzmir’i yazıyorum size.
İzmirlilerin hala kullanmayı çok sevdiği, şehrin farklı noktalarında karşınıza çıkan bir ismi var; Smyrna. Okuduğunuzda kulağa bugünkü adından çok da uzak gelmeyecek zira İzmir kelimesi bu kökten evrilmiş.
Ana tanrıça, kutsal ana anlamlarına gelen Symrna isminin kentin ilk kurulduğu yer olan Bayraklı civarındaki kutsal bir mekandan kaynaklandığı ve Hitit kökenli olduğu düşünülüyor.
İzmir’in kuruluş tarihi ve yeri konusunda “tamam, budur” diye üzerinde uzlaşılmış bilgi yok. Kimi araştırmacılara göre şehri ilk kuranlar amazonlar. Eldeki bulgularla söylenebilecek en net şey ise yerleşimin Bayraklı ve Tepekule civarında başladığı... Burada yapılan kazılar, şehrin kuruluş tarihini M.Ö. 3000’li yıllara kadar götürüyor. Fakat bu ilk İzmir Pers istilaları ile yok olmuş.
Yeni İzmir ise bugünkü Kadifekale’nin yani o dönemdeki adıyla Pagos’un kuzey yamacına kurulmuş. Konumu sayesinde de liman ekonomisi ile gelişen, refah seviyesi yüksek bir yer olmuş tarih boyunca. Helen, Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına ev sahipliği yapmış. Antik çağlarda, etrafı kamu binalarıyla çevrili olan kentin en önemli sosyal yaşam alanı agoralar; bir nevi toplanma ve alışveriş noktası. İzmir Agorası da M.Ö. 4. Yüzyılda Kadifekale yamaçlarına kurulmuş. Fakat bugün agorada gördüğünüz kalıntıların büyük bölümü; M.S. 178’de yaşanan büyük deprem sonrasında İmparator Marcus Aurelius’un sunduğu kaynak sayesinde inşa edilen Roma Dönemi agorasına ait. Çok etkileyici bir alan. Misafirlerini gürül gürül sesiyle karşılayan bir Roma çeşmesi var. Tam 2 bin yıldır kesintisiz akıyor.
Bir yanda sokak sanatı olarak görülen bir yanda yüzbinlerce dolara satılan işlerle grafiti, dünyanın hala nerede tutacağına tam karar veremediği bir dal. Yeryüzündeki en eski örneklerini görebileceğiniz yerlerden biri ise İzmir Agorası. Roma dönemine ait bu duvar resimleri, tasvir niteliği açısından dünyanın en kapsamlı grafiti koleksiyonu olma özelliğini taşıyor. Günlük yaşamın akışını duvarları takip ederek anlayabiliyorsunuz. Biraz kendinizi kaptırırsanız, başka bir zaman dilimine ışınlandığınızı hissetmeniz işten bile değil. Bir kısmı kazınarak bir kısmı da meşe kökünden yapılan mürekkeple çizilen grafitilerde; gladyatör savaşları, cinsellik, aşk oyunları, deniz yolculukları gibi birçok farklı içerik var. Hatta sevgili adlarının da kazındığını öğrenince insan ister istemez bugün aynı refleksi gösterip binlerce yıllık tarihi miraslara zarar verenleri düşünmüyor değil! Aradaki farkı yazmama gerek var mı?
Bu arada agoranın duvarlarına yazılanlar arasında bilmeceler de varmış. Tabii tüm bunları okuyarak anlamak mümkün değil, araştırmacıların ulaştığı bilgiler. Çünkü dünyada bu yazıları çözümleyebilen uzman sayısı birkaç kişiyi geçmiyor. İzmir Agorası’ndaki grafitilerin dünyadaki tek rakibi Pompei. Fakat oradakiler Latince, İzmir’dekiler ise Yunanca. Bir diğer dikkat çekici özellik ise antik çağ araştırmalarında bulunan yazılı kaynaklar genellikle resmi ve dini nitelik taşırken, İzmir Agorası’ndaki grafitiler ile halkın sosyal yaşamına ve gündelik hayatına dair ipuçlarının yakalanabilmiş olması. Agora’nın bazilikasında göreceğiniz duvar resimleri ise Hristiyanlığın ilk zamanlarıyla ilgili önemli ipuçları sunuyor. Bazilikanın özellikle bodrum katının görkemi, Roma mimarisine bir kez daha hayranlık duyma sebebi.
İzmir’de bir tarih keşfine çıktıysanız, görmeden dönmemeniz gereken yerlerden biri de Efes Antik kenti ve Efes Müzesi. Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Efes, antik dönemden günümüze ulaşan en önemli merkezlerden biri. Tarih öncesi dönemden başlayarak Helenistik, Roma, Doğu Roma, Beylikler ve Osmanlı dönemleri boyunca yaklaşık 9 bin yıl süren kesintisiz bir yerleşimin ev sahibi olmuş. Hem çok önemli bir liman kenti ve ticaret merkezi hem de bir kültür alanıymış. Efes antik kentindeki kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin hepsi Efes Müzesi’nde değil, bir kısmı İstanbul’a götürülmüş. Viyana ve Londra müzelerine de götürülenler ise zaten ayrı bir yazı konusu…
Bulunan parçalar ilk olarak, Selçuk’ta 1929 yılında yapılan depoda saklanmaya başlanmış. 1964’te müzenin bugün güney bölümü olan kısım inşa edilmiş; eser sayısının yüksekliği nedeniyle 1976’da da kuzey bölümü yapılarak genişletilmiş. Arkeoloji ve Etnografya olmak üzere iki ana bölümden oluşan müzede sergilenen eser sayısı 60 binden fazla. Görecekleriniz arasında; Efes Artemis heykeli, yunuslu Eros, tavşanlı Eros, Eros başı, Priapos heykeli, mermer Artemis heykeli, Mısırlı rahip heykeli, İsis heykeli, Sokrates başı gibi çok dikkat çeken parçalar var. Antik Çağ’dan Osmanlı’ya uzanan zengin bir sikke ve takı koleksiyonuna da sahip.
BONUS 5’Lİ
- Kemeraltı çarşısını gezin.
- Karaosmanoğlu Han’da kahve molası verin.
- Kızlarağası Han’da bir tur atın ve Arya Kamalı’nın dükkanındaki mozaikleri görün.
- Balçova’dan teleferiğe binip muhteşem İzmir manzarasını kucaklayın.
Alın gevreğinizi, İnciraltı Kent Ormanı’na kahvaltıya gidip yeşilin tadını çıkarın.