Tanrı'nın ülkesi Marakeş
Fas saltanatının ilk başkenti, çölün kıyısında bir vaha... Verimli toprakları, renkli yaşamı, gürültüsü ve sakinliğiyle Afrika'nın büyülü şehri Marakeş...
Marakeş’teyim. Dünyanın en güzel otellerinden La Mamounia’daki ilk dakikalarımda odamdan bahçeyi seyrediyorum. Gün batımının kızıllığı palmiye ağaçlarının yapraklarından süzülüyor... Sessizlik, kuş sesleriyle taçlanıyor ama uzaklardan bir uğultu şehrin canlılığını sesleniyor bana, heyecanlanıyorum.
Ertesi gün yol yorgunluğunu atıp güneşin kavuruculuğundan kurtulmak için akşamüstünü bekliyorum. Marakeş eski şehir olarak bilinen “Medina” ve yeni şehir “Ville Nouvelle” şeklinde iki farklı bölümden oluşuyor. Marakeş’in kalbi Medina’ymış. Şanslıyım ki ben de Medina’nın girişinde, eski şehrin kale duvarlarının içerisindeyim. Her zaman yaptığım gibi yayan olarak sokaklardayım.
Şehrin ilk göze çarpan özelliği, terakota renklere bürünmüş binaları ve her yere yayılmış benzersiz mimarisi...
Otelden çıkınca ilk gözüme takılan Kutubiye’nin minaresi. Mükemmel mimarisiyle hemen dikkatimi çekiyor. Yakından incelemek için yaklaştığımda her cephesinin farklı desenlerle süslendiğini görüyorum. İncelikli işlenmiş çinileri, zengin süslemeleri bu görkemli yapıyı eşsiz kılıyor. Bu anıt Marakeş’in en göze çarpan anıtı. 12’nci yüzyıldan kalma bu harika yapı daha sonra inşa edilen minarelere de esin kaynağı olmuş.
UNESCO dünya mirası listesinde yer alan Camiü’l-Fena Meydanı, belki de görüp görebileceğiniz en farklı meydanlardan biri.
CAMİÜ’L-FENA MEYDANI
Minarenin etrafında turlamaya başladığımda dünyanın en hareketli kent meydanlarından biri olan Camiü’l-Fena’da buluyorum kendimi. Bu devasa meydanın canlılığı karşısında şaşırıyorum. Orta Çağ’dan kalma bir atmosferde panayır şenliği yaşanıyor. Belli ki herkes benim gibi güneşin yakıcılığından uzak burayı yaşamak için akşamüstünü tercih etmiş. Meydan gitgide kalabalıklaşıyor. Yılan oynatıcılar, fal bakanlar, hikaye anlatanlar, akrobatlar, Arap ve Afrikalı müzisyenler... Genci yaşlısı bu meydanı dolduruveriyor gün batımından önce. Binlerce kişi arasında güneşin kızıla boyadığı duvarlarıyla çevrili bu meydan tam bir kakofoniyle coşuyor da coşuyor. Fotoğraf çekip her gösterinin tadını çıkarmaya çalıştıktan sonra yorgun düşüyorum. Marakeş’in her tarafına yayılmış renkli kafelerinin en ünlülerinden Cafe des Epices’in yolunu tutuyorum.
Suk
SUK’LAR
Kafeye gitmek için Marakeş’in ünü dünyaya yayılmış meşhur suk’larına giriyorum bir köşesinden. Suk’lar İstanbul’daki Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı benzeri dar sokaklarla birbirine bağlanan bir labirent gibi Medina’nın kuzey tarafını sarmalıyor. Antikacılar, baharatçılar, dericiler, her türlü yerel ve modern kıyafeti bulabileceğiniz dükkanları, meşhur kilimcileri, terlikçileri ve yeni-eski ne ararsanız bulabileceğiniz bu büyük çarşı, akşamüstü yanınızdan hızlıca geçen motorlar, bisikletler ve insanlarla en yoğun zamanını yaşıyor. Ben de dar geçitlerden sağa sola kıvrılarak kafeye ilerliyorum. Nerede fotoğraf çekebiliriz diye etrafı gözlemlerken gözüm dükkanlardaki bir şeye takılmaya görsün, anında dükkan sahibi tarafından abluka altındayım, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca vs. her türlü denemenin ardından Türk olduğumu söyler söylemez 'merhaba' selamıyla şaşkın ve güzel karşılanıyorum.
Medina'nın renkli ve dar sokaklarına yayılmış Suk'lar her türlü el işçiliğinin en iyi örneklerini bulabileceğiniz dükkanlarla çevrili.
Bu yoğun ve dar sokaklarda kaybolmadan Rahba Kadime Meydanı’na varıyorum. Şapkacıların, birçok çöl hayvanının sergilendiği bu meydanda Cafe des Epices’i buluyorum. Akşam saat 7 ama güneş hala etkisini sürdürüyor. Gölge bulup o meşhur nane çayından istiyorum bir demlik. Kafe gezginlerle dolu. Meydanın yorgunluğunu nane çayıyla attıktan sonra turuma devam ediyorum. Argan yağı alışverişimi yapıyorum ve günlerdir aklımdaki tajin ve kuskus ziyafeti için La Marocain restoranın yolunu tutuyorum. Bir vejetaryen için yenilebilecek en leziz Fas yemekleri yapılıyor burada.
Medina sokakları
MEDRESE VE MÜZE
Ertesi gün Bin Yusuf Medresesi ve Marakeş Müzesi’ne doğru yola çıkıyorum. 14’üncü yüzyılda kurulmuş Medrese, 16’ncı yüzyılda Endülüs tarzında yeniden inşa edilmiş. Fas’ın en büyük medresesiymiş. Avlusundaki karşılıklı kemerler ve sedir ağacından oyulmuş güzel kubbesi dikkat çekiyor. Aynı zamanda bölge mimarisinin karakteristik özelliği olan çini işçiliği de büyüleyici.
Medresenin hemen yan binasındaki Marakeş Müzesi de aynı işçiliğin bir yansıması. Avlusundaki çiniler ve Marakeş yerel kıyafet ve takılarının sergilendiği alan, renkler ve detaylara verilen önemi açıkça ortaya koyuyor. Müze aynı zamanda Faslı sanatçıların sergilerine de ev sahipliği yapıyor. Marakeş’in simgelerinden terakota seramikler ve kil duvarı, kapağa taşıyacağımız ideal fondu.
Bin Yusuf Medresesi
EL-BADİ SARAYI, BAHİYE SARAYI
Şehir turuma saraylarla devam ediyorum. İlk durağım El-Badi Sarayı. 16’ncı yüzyıldan kalma kilden yapılma bu saray, büyüklüğüyle büyülüyor. Zamanında yağmalandığı için biraz tahrip olmuş olsa da moda çekimimizin açılış karesi için harika bir set oldu. Sonraki durağımsa Bahiye Sarayı. 19’uncu yüzyıldan kalma bu lüks yapı Si Ahmet Bin Musa tarafından yaptırılmış. 4 eşi için ayrı ayrı yaptırdığı avluya bakan odalarıyla zamanında ne şatafatlı bir yaşam sürdüğünü tahmin edebilirsiniz.
Genel terakota renklerinden bağımsız olarak daha çok çivit mavinin hakim olduğu bu sarayın bahçesindeki palmiyeler ve çeşmeyle çardak dikkat çekiyor. Mimari açıdan detaylarıyla öne çıkan Marakeş, ince el sanatlarının hakkının verildiği bir yer olarak kalacak zihnimde.
Yves Saint Laurent'in restore ettirdiği Jardin Majorelle Bahçesi, çölün ortasında bir vaha gibi. Gün batımı için batımı için ideal yerlerden biri. lotus çiçekleriyle dolu havuz başı.
JARDIN MAJORELLE
Marakeş, eski ve yeni şehirde yer alan halka açık bahçe ve parklarıyla, geniş yolların etrafını sarmalayan ağaçlarıyla çölün hemen kıyısında vaha gibi görünüyor. Bu vahanın en dikkat çeken iki yeri, Menara Bahçesi ve Jardin Majorelle botanik bahçesi. Menara Bahçesi’nde çok vakit kaybetmeden gün batımında soluğu Jardin Majorelle’de alıyorum. Bu egzotik bahçe Fransız sanatçı Jacques Majorelle tarafından 1920’lerde yapılmış. Daha sonra 1980 yılında Yves Saint Laurent ve Pierre Berge tarafından restore ettirilerek bugünkü halini almış. Dünyanın dört bir yanından toplanan bitkiler, dev bambu ağaçları ve kaktüslerle lotus çiçeklerinin yer aldığı havuzlardan oluşan bir bahçe... Bahçede ve içindeki binada kullanılan kobalt mavisi, Jardin Majorelle’in dikkat çeken özelliklerinden. Bahçe içerisindeki “Gallery Love”da Yves Saint Laurent’ın tasarladığı ve yeni yıl dileği olarak dostlarına gönderdiği posterler sergileniyor. 2008’deki ölümünün ardından külleri, burada bulunan Villa Oasis gül bahçesine saçılmış. Bahçede Pierre Berge’nin Yves’in anısına koydurduğu bir roman sütununu da görebilirsiniz.
Riad'lar Marakeş'in yeni tatlarından. Eski şehir Medina'nın karmaşıklığından kurtulmak ve keyifli konaklama için ideal.
RIAD’LAR
Marakeş gezimimizin bir diğer dikkat çeken kısmıysa son dönemde eski şehirde hizmete açılmaya başlanan riad denilen büyük avlulu konuk evlerinin (yukarıda) atmosferiydi. Çoğu geniş bahçeli ve büyük odalardan oluşan bu konaklama yerlerinin her bütçeye uygun olanını bulabilirsiniz. Gürültülü Medina sokakları arasında gizlenen bu riadlardan biri olan El Fenn de moda çekimimiz için harika bahçe ve terasını bizlere açtı.