Tadına doyulamayan ülke: Portekiz
Bu yazıyı Portekiz'e gitmeye karar veren turistlere yararı dokunsun diye yazdım
Ülkemiz insanının çok az tanıdığı bir ülke Portekiz. Nedense turistik seyahatlerimizin vizyon alanı dışında kalmış bugüne kadar. Oysa insanı çok içten, çok sıcak. Havası harika. Tabiat muhteşem. İnanılmaz bir tarih ve kültürel miras da sergileniyor, ülkenin dört bir yanında. Olağanüstü bir yemek ve şarap kültürleri var. Gece eğlenmek isterseniz her keyfe hitap eden çeşitlilik var. Üstelik de Avrupa'nın diğer ülkelerine göre çok da ucuz. Ben beş gün içinde elimden geldiğince tanımaya çalıştım bu ülkeyi. Tabii turistik bir tanıma bu, yüzeysel kalıyor ister istemez, ama olsun amacıma da uygun, çünkü bu yazıyı da Portekiz'e gitmeye karar veren turistler için yararlı olsun diye yazdım. Ben ilk fırsatta tekrar oradayım, hem de bu kez keyfini daha da çıkaracağım çünkü mart'dan itibaren yaz başlıyor artık orada.
Lizbon'a gündüz saatlerinde uçağınız inerse, ilk izleniminiz büyük bir hayal kırıklığı olacaktır. Çünkü oteliniz büyük ihtimalle ‘Avenue da Libardade’ bulvarına yakın bir yerde olacak.
Havalimanı ile bu bulvarı birbirine bağlayan yol çok da keyifli değil, sevimsiz bir yapılanma var. Sadece buraya bakarak ilk önce ‘acaba hata mı yaptım buraya gelmekle’ diyebilirsiniz.
Ancak moralinizi katiyen bozmayın çünkü ne Lizbon ne de Portekiz bu değil. Hemen bavullarınızı bırakın, otelden çıkın ve Lizbon koyuna doğru bulvardan yürümeye başlayın.
Biraz sonra solunuzda tepede meşhur kaleyi göreceksiniz. Sizin için önemli bir gezi ve çevrenizi bulma noktası bu, not edin.
Kalenin denize doğru inen bölümü ‘Alfama’.
Lizbon'da temelde iki önemli turistik bölge var bence. Birisi bu tepenin altı diğeri de hemen karşınızda yani sizin sağınızda yer alan ‘Bairro Alto’ bölgesi.
Bu iki mekanı anlatacağım daha sonra ama şimdi Lizbon'un gerçek güzelliğini görmeye hazırlanın.
SARI IŞIĞIN SIRRI
Biraz daha deniz tarafına doğru yürüyünce hemen sağda sokağın azıcık içinde neo-gotik bir yapı göreceksiniz. ‘Elevador de Santa Justa’ bu. Hemen bilet alın, Portekiz'e özgü o yavaş çalışan asansörün gelmesini bekleyin ve en üst kata çıkın. Bir kat daha merdivenle çıktığınızda güzel bir kafeterya var.
Orada güneşin batmasını bekleyin.
Güneşin batışını Lizbon'un özgün yapılaşmasına kuş bakışı bakarak seyretmek tabii ki çok güzel ama asıl olay güneş battıktan sonra başlıyor.
Olağanüstü bir aydınlatma yapmışlar Lizbon'da. Ara sokaklarda ve orta büyüklükte caddelerde sadece evlerin duvarına monte edilmiş lambalar var ve bunlar insanı çok dinlendiren bir sarı ışık saçıyor.
Lizbon gecenin karanlığında böyle bir sarardığı zaman, bir de dolunay varsa görün o zaman şehri siz
Gecenin bu kadar güzelleştirebildiği başka bir şehir bir de Manhattan vardır işte.
FADO'NUN MAHALLELERİ
Aslında bu asansör kafeteryanın bir altındaki kattan demin sağ tarafta gördüğünüzü söylediğim diğer tepeye de çıkarıyor sizi.
‘Bairro Alto’ burası. Lizbon'un SOHO'su olmuş bir anlamda.
Genç ve zengin insanlar burada oturuyor, sanatçılar buradaki barlara gece kulüplerine takılıyor.
Ayrıca akşam mutlaka buradaki daracık sokaklara girip dolaşın. Bir çok FADO kulübü göreceksiniz etrafta.
Soruşturun hangisine gitmeniz gerektiğini çünkü hepsi eşit derecede iyi değil, en güzellerinden bir tanesini seçip mutlaka bir gecenizi Fado kulübünde geçirin.
Fado aslında bir tür ağıt. Daha çok kadın sanatçılar var, çünkü bunun çıkış noktası denize açılan erkeklerin arkasından söylenen acıklı, özlem dolu şarkılar.
Ancak erkek fado'cular da yeni üsluplar deniyorlar. Son modaya uygun olarak castrato fado'cu bile var. Bize uyan bir şarkı türü bu, tempo tutuluyor, Portekizliler hep birlikte söylüyorlar.
Katılmaya çalışın, kimse kızmaz, çünkü dediğim gibi bu insanlar son derece sıcakkanlı, dostlar, ayrıca Türklere karşı herhangi bir önyargıları da yok.
Gece eğlencesine başlamadan önce mutlaka meşhur ‘Cafe Braseliera’da bir içki için. Bunu kaçırmanız mümkün değil, ana caddede bu kafe ve Portekiz'in en meşhur 20'inci yüzyıl şairi Fernando Pessoa'nın heykeli onun her zaman oturmuş olduğu masaya konulmuş.
Burada yaz aylarında Portekiz'in şık genç insanlarını ‘piyasa yaparken’ seyretmek de mümkün.
ALFAMA'NIN SOKAKLARI
Ertesi gün bence tam karşıdaki tepeden işe başlayın. Kaleye çıkın ve bunu lütfen tramvay ile yapın. Çoğu eski bu tramvayların, ayakta durmak da oldukça zor ama bana eski istanbul'u hatırlattılar.
Eski istanbul deyince Lizbon sokaklarını çok ilginç bir taş işçiliği ile oluşturmuşlar. Çok emek vermişler buna, lütfen bu şehre verilen değere de dikkate edin.
Kale çok ilginç çünkü bütün Lizbon'u kuşbakışı olarak görüyorsunuz. Üç kilometre kadar ilerde karşınızda Rio de Janerio'dakine benzeyen koskocaman bir İsa heykeli şehre kanatlarını açmış.
Kaleden çıkıp yavaş yavaş aşağıya inmeye başlayın. Alfama bölgesindesiniz artık.
Asıl eski Lizbon burası. Çok romantik bu semt, çok.
Daracık sokaklar, sokaklarda balık satan şişman kadınlar, iki apartman arasına gerilmiş çamaşırlar, dededikodu yapanlar ve nerelere gittiği beli olmayan merdivenler, merdivenler.
Zamanınızı ayırın buraya. Kaybolun ama mutlaka gezin. Belki çok gerçek anlamda turistik değil ama gerçek Lizbon da bu bence.
Ayrıca iki saat kadar ayırıp buradaki Dekoratif Sanatlar Müzesi'ni de mutlaka gezin (Museu de Artes Decorativas). Bunun yanında kıyıya yakın bölümde çok sayıda güzel ve ucuz restoran da var.
Lizbon küçük bir şehir. Tüm Portekiz'in nüfusunun 10 milyon olduğu hatırlanırsa Lizbon'da ilk izlenimleri edinmek için iki tam gün uygun. Şimdi hemen şehir dışına atalım kendimizi.
Tabii son derece ilginç mekanlar var. Örneğin rehberiniz sizi mutlaka Avrupa'nın en batı noktasına götürecekler. Gidin ve şahane ve vahşi okyanusu seyredin. Unutmayın‘az uzakta’ Amerika kıtası var. Sonra Sintra kasabası da muhteşem. Sintra kalesi bir masal gibi. Eğer kalbiniz dayanıklıysa buraya şahane ormanın içinden yürüyerek çıkın. Otobüs de var tabii ki. Ayrıca Sintra kasabasının merkezindeki The Palacio National'e baktığınızda iki uzun baca gözünüze çarpacak.
Evet yanılmadınız bu olağanüstü büyük bir mutfağın dev ocaklarının bacaları.
Gerçekten de eski zamanlarda soyluların yemekte çeşide ve miktara ne kadar önem verdiklerini bu mutfağın olağanüstü büyüklüğünü hayretler içinde seyredince anlıyorsunuz.
Obidos bugüne kadar hiç benzerini görmediğim bir kasaba. Orta Çağ'dan kalma kalenin duvarları arasında yer alıyor bütün kasaba, Bir anlamda hala daha orta çağı yaşıyorlar ancak son derece sevimli pansiyonları, barları ve küçük lokantaları da var.
Obidos'dan güneye deniz kıyısından Lizbon'a inerken Cascais‘e geliyorsunuz.
Son derece modern bir kıyı kasabası. Zenginleri sayfiye yeri, üst düzey yöneticilerin de daimi evleri burada. Çünkü Lizbon’a sadece yarım saat uzaklıkta.
Çok güzeldi Cascais, insanda oraya hemen yerleşme isteğini ayaklandırıyordu.
Meraklısı için söyliyeyim buraya yakın koskocaman bir kumarhane de var. Portekiz'de taksiler çok ucuz. En fazla 20 dolara Lizbon'daki otelinizden buraya gelebilirsiniz.
Nazarre yaz aylarında bizim Marmaris' benziyor olmalı. Orta gelirli insanların tatil için koştukları bir kasaba. Burada güzel balıkçı restoranları var.
Fatima‘da ise katolik köktendinciliğin en radikal örneği yer alıyor. İnsanların bu mekana dizlerinin üzerinde sürünerek girmelerini görünce tüylerinizin ürpermemesi zor.
YEMEK KÜLTÜRÜ
Denizle yaşayan bir ülke Portekiz. Onun için doğal olarak her türlü deniz ürünü burada hem çok bol, hem çok çeşitli, hem de çok ucuz.
Kabukluların her çeşidini mutlaka deneyin, bol bol istakoz, şahane karidesler yiyin.
Lizbon’da harika tavuk da yapıyorlar. Genellikle öğle saatlerinde orta ve dar gelirliler bu tavukçularda bir şişe şarap eşliğinde tavuk yiyorlar. Tavsiye ederim.
Morcela bir tür ‘kan sosisi’, ancak deneylere çok açık olanlara tavsiye ediyorum. Farinheira daha bizim ağız tadımıza uygun.
Portekizliler Bacalhau'nun, yani tuzlanarak kurultulmuş balığın tam 365 çeşidini yapıyorlarmış. En azından bir tanesini mutlaka deneyin çok lezzetli deneyler yapıyorlar.
Özellikle yaz aylarına doğru sardalya'ları da nefis oluyor, başka bir yerde bu kadar tazesini yiyebilmeniz oldukça zor.
Tabii özellikle Lizbon'da tarihten gelen bariz nedenlerden dolayı Çin lokantası sayısı oldukça fazla ve hemen hepsi de son derece otantiğe yakın yemek sunuyorlar. Bu mutfağı sevenler kaçırmasın.
Bana söylenilen güzel Hint ve tabii ki Afrika yemeklerini sunan lokantalar da varmış. Ben denemedim, bir dahaki sefere inşallah.
Muhteşem peynirler var Portekiz'de. Tavsiyem dönmeden önce alın ve getirin evinize. Dolapta 10 gün sağlam saklanabiliyorlar. Rabacl, Serra, Pazinbos,Requeijao,, Saloio tavsiye edeceğim birkaç peynir çeşidi. Tatlılara gelince. Ne yazık ki restoranlarda daha çok bir merkezden dağıtılan dondurmalar ön planda.
Ancak özellikle kafelerde Portekiz'e özgü küçük çörekleri yemelisiniz. Bu ‘tartlet’ler her kafede var, işaret edin isteyin ve mutlaka deneyin.
VASCO DE GAMA'NIN SEYAHATİNE BAŞLADIĞI YER
Vasco de Gama'nın seyahatine başladığı yeri görmek için Lizbon'un Belem bölgesine gideceksiniz. Otelden ilk çıktığınız saati hatırlarsanız bu size göre şehrin sağda kalan bölümü oluyor.
Belem'i ben pek sevmedim ama Portekiz'in tarihi için yapılmış olan ve tarihteki başlıca aktörlerin yer aldığı anıt çok muhteşemdi.
Torre de Belem de eski dönemlerde körfezi kontrol altında tutan kale, burayı da gezebiliyorsunuz.
Ayrıca Belem'deki kiliseyi de kısaca gezin.
Belem'in en önemli özelliği Portekiz'in denizle iç içe, boğuşa boğuşa, can vere vere yaşadığı o yüzyıllarca uzunluktaki tarihi size güzel bir biçimde hatırlatıyor olması.
Geceyarısından sonra Lizbon
Belem'e doğru giden yolun üstünde rıhtımda, hemen köprünün altında yepyeni bir barlar kulvarı oluşturmuşlar.
Özellikle cuma ve cumartesi geceleri bu rıhtım kıyısı Lizbon'un bütün gençleriyle dolup taşıyor. İç dekorasyonu hayli ilginç olan barlar, diskotekler var burada.
Yine aynı bölgede Champagne adlı bir ‘lap-dance’ gece kulübü var. 'Lap dance'de istediğiniz bayan gelip kucağınıza oturuyor ve dans ediyor. Sizin ona dokunmanız kesinlikle yasak. Yasağı delmeye çalışmayın sonu kötü ve acılı olabilir. Burası temelde bir striptiz kulübü tabii ki. Ayrıca yine bazı ara sokaklarda ‘gecenin bayanları’ çalışıyorlar. Gördüğüm kadarıyla buraları çok emin yerler değiller onun için uzak durulmasında yarar var.
Geleneksel eğlence arayanlara da Fado kulüplerinde şovların sabah dörtlere kadar sürebildiğini hatırlatmak istiyorum.
Unutmayın ki Lizbon temelde sakin, tutucu ve rahatsız edilmekten pek hoşlanmayan insanların yaşadıkları bir şehir. Bu nedenle bahsettiğim bu gece mekanları bir anlamda kurtarılmış bölge gibi duruyorlar şehrin içinde.