Tac Mahal: Zamanın yanağındaki gözyaşı
Aşkın gözle görülür, elle tutulur bir sureti var ise o, olsa olsa Tac Mahal'dir. Şiirler, şarkılar, sözler onun yanında hepsi eksik. Aşkın tam hali ve en büyüğü, Tac Mahal...
TARİHE BAKIŞ
Tac Mahal'i ve tanıklık ettiği büyük aşkı anlatmadan evvel, biraz haritaya bakalım. Tarih 1600'lü yıllar. Hindistan'ın yerinde Türk soyundan Babür İmparatorluğu var. O yıllarda Osmanlı padişahı IV. Murat. Babür imparatoru ise Şah Cihan...
Cihan'ın karısı Ercümend Mümtaz Mahal. Şah, Mümtaz'a deliler gibi âşık. 1613'ten 1631'e toplam 13 çocukları olur. Mümtaz Mahal, seferden sefere koşan kocasını yalnız bırakmaz, her yere peşinden gider.
1631'de Burhanpur'da bir isyan çıkar. Cihan, isyanı bastırmak için harekete geçer, elbette yanında 14. çocuğuna gebe Mümtaz Mahal ile birlikte...
Lakin bu kez işler alışılageldiği gibi gitmez ve Mümtaz Mahal, yepyeni bir can dünyaya getirirken, kendi ruhunu göklere teslim eder. Yıkılır Şah. Haykırışı tüm Babür topraklarında yankılanır...
ŞAH CİHAN'IN SESLENİŞİ
"Ey sultanım! Ah Mümtaz Mahal!
Yoldaşım, sırdaşım, cenktaşım, biriciğim, çocuklarımın anası, kadınım!
Mademki göklere kavuştun, mademki Babür yurdunu sensiz koydun, aşkımızın tanığı olarak, adın naif bir kubbeden sonsuz çığlık olup yükselecek.
Söz veriyorum kadınım!
Dünya durdukça, yıldızlar döndükçe, güneş parladıkça ve her daim..."
Hayat eşini kaybeden Şah karalara bürünür. Yemeden içmeden kesilir. Devlet işleri ile ilgilenmez. Bir yıl yas tuttuktan sonra, 1632'de bir gün Yamuna Irmağı'nın kıyısına iner ve uzaklara dalar... Şürekâsına buyurur: "Derhal bu topraklara Mahal'in anısını yaşatacak bir mezar inşa edilsin. Bu aynı zamanda bir cami olsun ve minarelerinden ezanlar yağsın suların yüzüne..."
MİMARLAR İSTANBUL'DAN GETİRİLİR...
Şah'ın istediği o kadar ihtişamlı bir mabet imiş ki, bu işin altından kalkabilecek mimarlar ancak Osmanlı topraklarında bulunmuş. Mimar Sinan'ın talebeleri Mehmet İsa Efendi ile Mehmet İsmail Efendi, Babür topraklarına doğru yola çıkmış.
Binanın çevresini boylu boyunca saracak Yasin Suresi'ni nakşetmek için Hattat Serdar Efendi'ye de Babür yolu görünmüş...
Mezarın süt kaymağı gibi bembeyaz mermer taşları 350 kilometre öteden taşınmış.
Mermerler oyularak içine işlenen renkli taşlar ise Belçika'dan, İtalya'dan, Çin'den ve Afrika'dan gemilerle getirilmiş. Dış cephede bu bordürlerin arasına atılan simlerle, güneş her vurduğunda cayır cayır yanmış, parlamış Tac Mahal... O büyük aşkın anısına, ışıkla, simle, coşkuyla...
Mimarlar minareleri, dışarı doğru 92 derecelik açı ile yapmış ki, zelzelede devrilip ana yapıyı kırmasın, Mahal'in huzuru kaçmasın...
En nihayetinde 20 bin işçi, taşçı, oymacı tam 20 yıl çalışarak ortaya bu dünya harikası eseri çıkarmış.
TAC MAHAL'E NASIL GİDİLİR?
Tac Mahal, Hindistan'ın Agra kentinde. Agra, Delhi'nin 250 kilometre kadar güneydoğusunda.
Yani Altın Üçgen denen bu bölgenin sağ alt köşesinde... Delhi'ye inen uçaklar, aynı zamanda Agra ve Jaipur'a da yolcu taşıyor. Delhi-Agra arası otomobille 2 buçuk saat kadar sürüyor.
Tac Mahal ziyareti için biz sabah çok erken saatte gittik. Bilet 750 Rupi. Bizim paramızla 30 Lira'ya yakın.
İçeri girmek için sıra beklenen duvarın üstünde maymunlar cirit atıyor.
Ve turnikelerden geçerken kadınlar ayrı, erkekler ayrı aramadan geçiriliyor. Selfie çubuğu bile sokamazsınız. En az eşya ve çanta ile gitmenizi öneririm.
Turnikelerden geçtikten sonra solda bu anıtsal kapıyı göreceksiniz.
Henüz bu kızıl kemerlerin arasından geçerken, önümdekilerin hareketlenmesinden, acaba nasıl bir şeyle karşılaşacağım diye heyecan duymaya başladım.
İşte o kapıdan geçer geçmez, sanki Mümtaz Mahal'in kendisi ile karşılaşmış gibi sarsılıyor insan...
HOŞÇA KAL BÜYÜK AŞK
Tac Mahal'in, insanın kulağına fısıldadıklarını duyabilmek için usulca taşlarına oturmak, onu dinlemek lazım. Sanki bitmeyen bir acısı var. Sanki duyurmaya çalışıyor kendini. Ah, ben nereden bilirdim, Agra Kalesi'nde başka bir dramın yattığını...
Tac Mahal'e son bir kez bakıp gözlerimin içine fotoğrafını kaydetmeye çalışıyorum. Ben ömrümde, insan elinden çıkmış hiçbir anıta karşı bu hisleri barındırmadım. Umarım hayat bir kere daha görmeyi nasip eder...
AGRA FORT YOLUNDA
Tac Mahal'den sonra sokaklarda biraz kadınlara sokulup fotoğraf çektiriyorum.
Ardından yeniden yola koyuluyoruz, Agra Kalesi'ne doğru...
Agra Fort bu. Yani Agra Kalesi...
HAİN EVLAT SAHNEYE ÇIKIYOR
Bu resimde görünen, Tac Mahal'i yaptıran Şah Cihan'ın oğlu Alemgir. Alemgir genç yaşında babasına isyan edince dedesinin yanına gönderiliyor. Ancak Mümtaz Mahal ölüp Şah Cihan karalar bağlayınca, Alemgir geri gelip babasını tahttan indiriyor ve onu Agra Kalesi'ne kapattırıyor.
Zavallı Cihan, ömrünü Mümtaz'ın yanına gideceği günü bekleyerek ve kara, puslu gözlerle Tac Mahal'e bakarak tamamlıyor.
Ve vade dolunca, Cihan, Mümtaz'ın yanındaki sandukaya kimbilir, belki de koşarak gidiyor...
Aynı yere bakıp Cihan'ın derdi ile kavruluyorum. Ömründe en az bir kere bile âşık olmamış, bir kedinin başını okşamamış, bir dala sevinçle bakmamış, bir civcivi dahi içine çekerek koklamamış birinin, burada ne hissettiğimi anlaması güç. Umarım siz anlayanlardansınızdır.
Oğlum Ata da üzülüyor. Yavuz Sultan Selim de babasını böyle indirmişti diye bizim hikâyeleri anlatıyor.
Görmeden his dünyasına katiyen dalamayacağım büyülü bir coğrafyanın izleri ile Agra Kalesi'nden de ayrılıyorum...
Çıkışta denk geldiğim Budist Monk rahipleri ile bu pozu veriyorum...
Otomobilin camına yapışan bu Hint dilencinin bakışlarını unutmam da çok zor...
Bütün o yokluk ve fakirliğin içinde rengârenk civelek giysileriyle seyahat eden kadınları da...
Yol kenarlarını süsleyen çiftçi analar ve oğulları da unutulmazlar hafızamda, baş köşede...
Tıpkı beraber gitmiş gibi olduk değil mi? Beraber baktık, gördük, beraber sevindik, beraber üzüldük. Ben bir şey demeye çalıştım, bir aşktan söz ettim. Bir anılar silsilesinden, bir sevgiden, bir dramdan, bir hayatın bitişinden ve buna tanıklık eden yapılardan söz ettim. Lütfen elinizi vicdanınıza koyun, Şah Cihan'ın büyük aşkına şehadet eden bu güzelim Tac Mahal, şekerlik kulbu gibi kulağından tutup çekilir mi? Ben yapmadım, lütfen siz de yapmayın...
Ve aman ha gezmelerden hiç geri kalmayın!
Gezmeyeceksek niye doğduk, değil mi?