GeriSeyahat Suriye Caddesi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Suriye Caddesi

Suriye Caddesi

Peki ya Suriye Caddesi? Varlığından haberdar olduğunuzu sanmıyorum. Çünkü bu cadde hiçbir yerleşim alanında değil.

Nedim GÜRSEL
 
İstanbul’da bir Bağdat Caddesi’nin olduğunu, iki yanında şık dükkânlarla lokanta ve kahvelerin, lüks apartmanların sıralandığı bu caddenin kentin Asya Yakası’nda yer aldığını çoğumuz biliriz. Peki ya Suriye Caddesi? Varlığından haberdar olduğunuzu sanmıyorum. Çünkü bu cadde hiçbir yerleşim alanında değil.

Bugün yerinde yeller esen çok eski, çok güzel bir antik kentin ana caddesiymiş. Adını kentte kazı çalışmalarını yürüten Doçent Dr. Celâl Şimşek koymuş; Denizli’nin altı kilometre kuzeyinde, üç ırmağın suladığı Lykos Ovası’nın orta yerindeki yüksek bir platforma kurulan Laodikeia’nın keşfini demeyeceğim ama yeniden ayağa kaldırılışını da Şimşek’e borçluyuz. Yolunuz Pamukkale’ye düşerse, kuş uçuşu 10 kilometre güneydeki bir tepede göreceğiniz bu antik kente mutlaka uğrayın.

Suriye Caddesi, İmparator Caracalla’ya ithaf edilen anıtsal çeşmeden doğuda, kent girişindeki üç kemerli kapıya dek neredeyse bir kilometre boyunca baştan başa kat ediyor Laodikeia’yı. Taş döşeli zeminin üzerinde yürürken ister istemez eski günlere gidiyor aklınız, caddenin iki yanında sıralanan dükkânları, insanları yazın güneşten kışın yağmur ve kardan koruyan sundurma çatılı portikleri hayal ediyorsunuz. Atlı arabalar yukardan, Lykos Ovası’ndan toplanıp getirilen su aşağıdan, taşların altındaki kanaldan akıp gidiyor. Bu şifalı suyun da bir hikmeti var elbette, yoksa halk arasında, çok eskiden beri “Çürüksu” adıyla anılmazdı. Duvarları fresklerle süslü villalarda gününü gün edenler, mermer kurnalardan dökülen sıcak sularla kirlerinden arınıp yunanlar, tapınak fahişeleriyle sevişenler de olmalı hayalinizde. Ve elbette savaşanlar, can alıp can veren gaddar hükümdarlarla onların silah kuşanmış yorgun askerleri. Sonra, yasa koyucularla köleler ve tüccarlar. Bir dükkânın önünde hâlâ duran oyun taşı masası o zamanlarda da, tıpkı günümüzdeki gibi, esnafın yalnızca müşteriyle ilgilenmeyip Kadmos’un karlı doruklarına karşı birbiriyle çene çaldığını, zar atıp tavla oynadığını anımsatıyor.

ANTİKÇAĞIN TEKSTİLCİLERİ

Laodikeia belki Thebai kadar ünlü değil, adına antikçağın tragedyalarında rastlamıyoruz. Ama Thebai kadar, hatta ondan daha zengin olduğu eski kaynaklarda yazılı. Örneğin Strabon, Kadmos’un eteklerindeki otlaklarda yetiştirilen kuzguni siyah renkli, yumuşacık yünlü bir cins koyun sayesinde kentte dokumacılığın geliştiğini, halkın bu ticaretten önemli gelir elde ettiğini söylüyor. Dokumacılığın yöreye çok eskiden, Laodikeia’nın ikbal günlerinden beri damgasını vurduğunu biliyoruz. Zamanla yerini sanayi üretimine bırakmış olsa da, bugün tümüyle tarihe karışmış sayılmaz. Buldan’da el dokuma tezgâhları var hâlâ, basık tavanlı, dar odalarda, ahşap döşemenin altına kazılmış çukurlarda işlemeye devam ediyorlar. Tepeye
sırtını dayamış izbe evlerin tavanları
öylesine alçak ki, tezgâhlar odaya sığmadığı için dokumacılar çukur açmak zorunda kalmış. Yaşlı kadınlarla genç kızların o çukurlara girip ayak ve ellerini aynı anda seferber edip göz nuruyla  dokuduğu kumaşlar, yerel motifleri, allı yeşilli renkleriyle masa örtüsü,
havlu, entarilere dönüşüyor.

PATMOSLU AZİZİN TUHAF MESAJI

Birisi Helenestik öteki Roma döneminden kalma iki tiyatro var Laodikeia’da. Her ikisi de yeterince onarım görmemiş. Belki böylesi daha iyi. Aralarından otlar fışkıran taşlara oturunca karşıda Pamukkale’nin travertenleri görülüyor. Ayrıntılar pek belli olmuyor ama kireç beyazındaki yamaç ilk bakışta dikkat çekiyor. Orada Anadolu’nun en büyük nekropolü var. Mezarlar, irili ufaklı, kimi ortalama bir ev büyüklüğündeki anıt mezarlar arasından geçerek giriliyor kente. Taşa kazınmış isimleriyle ölüler bu dünyanın, bu güzelim doğayla toprağın altından kaynayan şifalı suların kimseye kalmayacağını, sağlıklı yaşamın  en büyük mutluluk olduğunu haykırıyor. Ama duyulmuyor sesleri. Yine de insanlar çamur banyosundan, kaplıcadan, çoraplarını çıkarıp ılık suyun doldurduğu havuzlarda yürümekten vazgeçmiyor. “Baldırıçıplak” bir kalabalık mahvediyor güzelim travertenleri.
Yalnızca ölümlü insanlar yoktu antik çağda, tanrılar da vardı. Bir zaman olmuş, insanların hayalinde yaşayan tanrılar ölümsüzlüğe kavuşmuştu. Hieropolis’in baştanrısı Apollon örneğin. Hieropolis, Laodikeia gibi doğayla halleşip kaynaşmış, yüz yıllar boyu unutulduktan, yıkılıp gittikten sonra keşfedilen, bir “puzzle” ın parçaları gibi sabırla bir araya getirilip gün ışığına çıkmayı bekleyen bir kent değil. Belli başlı yapıtları, özellikle de ünlü Apollon Tapınağı’yla ayakta. Cehennem o tapınağın altında, biliyorum. Orada, girişi demir parmaklıkla kapalı, “plutonium” adı verilen mağaradaydı Hades. Zehirli gazlar mağaraya girenleri öldürüyor, nefesini tutabilen rahiplere bir şey olmuyordu. Onlar da, böylece, tanrıların koruması altında oldukları yalanına cahil halkı inandırabiliyorlardı. Daha sonraları çoktanrılı dinlerin yerini Hıristiyanlık alınca, bu kez Aziz Tuhanna’nın azizliğine uğradı bu bölge. Apokalips’te adı geçen yedi kiliseden biri Laodikeia’da olduğu için Patmos Adası’ndan kent halkına seslenen aziz onların, “ılımlı” olmaları nedeniyle pek de makbul sayılamayacaklarını ima eden şu teşbihe başvurdu: “Ve Laodikeia Kilisesi’nin meleğine yaz: senin işlerini bilirim, ne soğuksun ne de sıcak; keşke soğuk ya da sıcak olaydın. Ilık olduğun için seni ağzımdan kusacağım.”

DENİZLİ’NİN SİMGESİNE CADDEDE RASTLADIM

Evet, ılımlıydı Laodikeia halkı, çünkü zengindi. Şifalı sularla sarmaş dolaş, keyifli bir hayat yaşıyordu. Bildik bir deyimle söylemek gerekirse “elini sıcak sudan soğuk suya sokmadığı” için de tepkisini çekiyordu yobazların. Pavlus da, komşu kent Kolossai sakinlerine gönderdiği mektupta yöre halkını, özellikle de Laodikeia Yahudi topluluğunu yeni inanca davet ederken şöyle buyuruyordu: “Allah’ın her muradında kâmil ve tamamen kani olarak durasınız diye, sizden olan, Mesih İsa’nın kulu Epafras dualarında sizin için daima cehdetmekte olup selam eder. Çünkü şehadet ederim ki Laodikeia’da olanlar için ve Hierepolis’te olanlar için ve sizin için büyük özleyişi vardır.”
Suriye Caddesi’nde dolaşırken yıkıntıların arasında unutulmuş bir horoz kabartması dikkatimi çekti. Zaman başını kopartmıştı ama kuyruğu, uzun ince ayakları hâlâ belirgindi. Denizli’nin merkezindeki horoz heykeli düştü aklıma. Erken öttüğü için değil, zaman denilen canavara yenik düştüğü için başı kesilmişti horozun, ama asırlar, nice yıkımlar ve doğumlardan sonra, bir başka zaman ve mekânda sürdürüyordu varlığını. Horoz hiç kuşkusuz Denizli’nin simgesi olduğu için dikilmişti kentin meydanına, ama burada, bir başka kentin çok eski bir caddesinde ötmeye hazırlanır gibi halâ kuyruk sallıyordu. Demek ki zaman dediğimiz şey gerçekte yoktu, horozlar öttükçe süre bitmiyor, bir hızlanıp bir yavaşlasa da akışının yönü değişmiyordu. Suriye Caddesi’nden geçen iki tekerlekli at arabaları zamanla otoyolların dört tekerlekli bineklerine bırakmıştı yerini, ama horoz aynı horozdu ve o taş kabartmada nasıl ötüyorsa hâlâ öyle ötüyordu tan yeri ağarır, Kadmos’un zirvesinde karlar aydınlanırken.

KADMOS DAĞI’NIN EFSANELERİ

Kadmos, bugünkü adıyla Honaz, Ege’nin en yüksek dağı. Suriye Caddesi’nden bakıldığında sanki daha yüce, başı daha dumanlı gibi görünüyor. Bunda antik adının da bir payı olsa gerek. Biliyorsunuz Kadmos, Thebai kentinin kurucusudur. Zeus’un beyaz bir boğa suretine girip kaçırdığı dünya güzeli kız kardeşinin, eski Amerikan savunma bakanı Rumsfeld’in “yaşlı kıta” olarak nitelendirdiği Avrupa’nın (Evropa) peşine düşer. Avrupa o günden bugüne hiç kuşkusuz yaşlandı ama tek kırışık göremezsiniz yüzünde. Çünkü genç ya da yaşlı bir kadın değil artık, bizim de üye olmak için çabaladığımız, evrensel değerler üzerinde yükselen siyasi ve ekonomik bir yapılanma. Kadmos’un amacı kız kardeşini zorba tanrının elinden kurtarmaktı, ne var ki Delf kâhinleri boşuna uğraşmayıp enerjisini bir kent kurmak için harcamasını önerdiler ona. Kadmos uygun bir yer bulmak üzere yollara düştü, derken böğründe ay benzeri iki beyaz küre taşıyan bir ineğin peşine takıldı. İneğin çöktüğü bir pınar başında karar kılmadan önce de suyu bekleyen ejderi öldürmek zorunda kaldı. Onu koruyan tanrıça Athena’nın önerisi üzerine ejderin dişlerini toprağa ekince silahlı adamlar bitiverdi topraktan. Ve aralarında savaşmaya başladılar. İçlerinden sağ kalan beşi, yani bu son beş “ekilmiş adam”ın da yardımıyla kuruldu Thebai ki, onun da bugün yerinde yeller eser.

FRİGYA'NIN EN ZENGİN KENTİNDEYDİ

Laodikeia’da ilk kazılar 1960’larda Cjuebec Üniversitesi’nce başlatılmış ama fazla sürmeden son bulmuş. Bugün devam eden kazılara 2002’de, mimar ve yazar Cengiz Bektaş’ın girişimi ve Denizlili sanayicilerin maddi desteğiyle başlanabilmiş. Seleukos (Suriye) Kralı II. Antiokhos Theos tarafından eşi Kraliçe Laodike adına MÖ 3’üncü yüzyılın ortalarında kurulan ve peşpeşe gelen depremlerle yıkılan kent şimdilerde yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Çevreye serpilmiş taşlar, kırık sütunlar, yosun tutmuş kaideler, duvar kabartmalarıyla heykeller, lâhitler bir bir toplanıp eski konumlarına getirilmeye çalışılıyor. Kazı, toprağın altında yüzyıllardır yatan parça bölük bir kente biçim veriyor yeniden, bir bakıma onu geçmişin karanlığından kurtarıp bugüne taşıyor. Surları, kuleleri, evleri, çeşmeleri, genelevleri, tapınakları, hamamları, tiyatro ve stadyumlarıyla bir kent yeniden varoluyor.  Evet, birbirini dikey kesen sokak ve caddelerinden arta kalan “ızgara” planıyla doğaya hâlâ meydan okuyor. Çünkü bir zamanlar vardı, Anadolu’yu komşu ülkelere bağlayan yolların kavşağında eşsiz kanalizasyon sistemi, Cicero’nun düzene koyduğu yönetim biçimi ve gün boyu agorayı dolduran zengin tüccarlarıyla, Yunan, Makedon, Bergamalı ve Romalı halkıyla, Babil kökenli Yahudileriyle Frigya’nın en büyük, en zengin, en gözde kentiydi. Ne var ki zaman içinde yoksullaştı, nüfusu azaldı, yağmalandı ve bir depremle yerle bir oldu. Halkı da bugünkü Denizli’nin Kaleiçi mevkiine göçtü. Daha dün konar göçerlerle çobanlara, serserilerle kanun kaçaklarına kucak açan baykuş ve akrep cenneti Laodikeia, yüzyıllar sonra eski görkemine kavuşmasa bile ayağa kalkmayı başardı.

False