Sonunda farklı bir İstanbul anlatısı
Ülkemizin önemli çağdaş sanatçıları geçen hafta OMV’nin katkılarıyla Viyana’daki ‘Avusturya Uygulamalı Sanat Müzesi’nde (MAK) buluştu. ‘Mucizevi Göstergeler. Bugünün İstanbul’unu Aramak’ başlıklı sergiyi sanatçılardan dinledik...
Mimari bir jest
CEVDET EREK
Müzenin 10 yıldır kapalı olan gökyüzü ışığı alan bölümünü açtım. Sadece o hacmi çevreleyen, biraz sessizleştiren geçici bir perde sistemi kurdum. Bunun ismine de ‘yeniden aydınlanma’ dedim. Bu benim için adeta bir yere gidip de “Şu pencereyi açsanıza biraz” demek gibi... Hem sergi hem de müze için geçici bir avlu adeta. Direkt olarak bir mesajı da yok. Sade ve geçici mimari bir jest.
Hep yaşayan bir eser
SİBEL HORADA
Süreç içinde değişen bir çalışma bu. Bir noktasını daha yakalamış oldular. ‘Unutma’ya bir metafor olarak kullandığım bir iş bu. Süreç içinde değişiyor. İlk sergilendiğinde yanmış kasalardan oluşan çok daha büyük bir enstelasyon vardı. Küçük daktiloyla yazılmış notlar yazarak başladım. Sergi süresince o notlar ve objeler birikti ve bir anlatıya dönüştü. İstanbul’da kurduğum sergiyi kaldırmadan önce de enstelasyonun çok büyük bir kısmını yaktım ve buraya onun kalıntıları geldi. İlginç bir şekilde burada oturmuş oldu bu iş. Biraz daha anma mekanına da dönüştü. Buradan sonra İzmir’de sergilenecek. Orada da bir şey eklemeyi düşünüyorum. Hâlâ yaşamaya devam ediyor.
Yazılı tarihin eksiği tamamlanıyor
CANAN
11. İstanbul Bienali’nde de sergilendi bu iş; İbretnuma. Binbirgece Masalları’nın bir diğer adı. Masal içinde masallardan oluşan kurgusu var. Onlar bir yandan masal ama bir yandan da yazılı tarihin eksik ya da yanlış bıraktıklarının sözlü tarihi. Bu yüzden böyle bir masalla kurgulandı video. Bir kadının yaşam hikâyesinden yola çıkarak cinsiyetçiliği, ailenin baskıcılığını, kadın güzelliğini, oryantalizmi eleştiren bir iş bu. Videonun kurgusunda birkaç kuşak üzerinden hikâye anlatılıyor. Başlangıçta toplumsal cinsiyet inşası modernleşme üzerineyken, sonrasında muhafazakarlaşma üzerine gidiyor.
İstersen vur ama...
HALİL ALTINDERE
Berlin’deki sergime hazırlanırken küratörler geldi. Türkiye’deki sanata yaklaşımları ikna ediciydi. Yeni iş sorduklarında ‘Kum Torbası’ sandıktaydı. Gösterdim. Küratör yumrukladı. Giderken “Epey etkileyici bir iş” dedi. Aslında Pilot Galeri’den Azra ve Amira için almıştım, stres olduklarında yumruklayıp rahatlasınlar diye... Yumruklarla kum torbasının formu değişince kalıbını alıp mermerden döktük. “Lütfen sanat eserine dokununuz” diyerek bildiğimiz tabuları yıkmak istiyorum. Ama bir yandan da bir otoportre bu. Son dönemde politik sanatla anılan biriyim, sert eleştirilere maruz kalabiliyorum. Bu yüzden beni anlatıyor; “İstersen vurabilirsin ama vurursan da eli acıyan sen olursun!”
Endüstriyel gelişim sonrası
EMRE HÜNER
Geçen yıl Manifesta için çalışmaya başladığım bir iş bu. Birkaçı yaptığım seyahatlerle ilgili. Amazon’da Brezilya’da, Fordlandia diye bir yere gittim. Ford şirketinin 1920’lerde kurduğu, kauçuk fabrikası olmak üzere tasarlanmış ve terk edilmiş bir çeşit endüstriyel işçi köyü gibi bir yerdi. İşim de bir şekilde endüstriyel gelişim sonrası modern üretimin kalıntılarıyla ilgiliydi. Zamansız, boyutsuz belki de kaybolmuş bir medeniyetin ya da o medeniyetlerden arta kalmış hayal ürünü kültürlerini bir şekilde çağrıştıran ve kurgusal bir manzara yaratan bir iş. Genel olarak dünya ve olası başka gezegenler üzerinde kullanılabilecek hammaddelerin, kaynak tüketiminin bir çeşit modern heykel ve bilimkurguyla alakası, onun üzerinden yeniden kurulan spekülatif bir edebiyat ve ortaya çıkarabildiği görsellik var burada.
Teker teker gittiler
AHMET ÖĞÜT
Sergideki bazı işler İstanbul’la ilgili ama bazıları da sanatçılarından dolayı burada. Bu esneklik güzel. Tipik İstanbul sergisi değil. Benim işim de mesela Lizbon ve Diyarbakır arasında oldu. Ama bu sergiye de oturuyor bir yandan. Sadece şehre odaklanmıyor buradaki işler, insanın gözüne soka soka. Şehri anımsatıyor... ‘Stones to throw’da taşların üzerinde savaş uçaklarına yapılan grafitiler görülüyor. Lizbon’da katıldığım sergide 10 tane taşı kaide üzerinde sergiledim. Dokuz taşı teker teker, memleketim Diyarbakır’a gönderdim. Ve orada sokaklarda bir yerlere kondular. Sergi sonundaysa geriye 10 kaide, bir tane de taş kaldı. Ve bir de gönderilen taşların fotoğraflarıyla Diyarbakır’a taşları götüren FedEx faturaları.