Serhan YEDİG
Son Güncelleme:
Sokaklarında flamenko duygusu 24 saat yaşıyor
Şair Haydar Ergülen (53) için nar bir meyveden öte, hayatının en önemli köşe taşlarına işlenen bir imge: Nikahında dağıttığı bereket simgesi, 11 aylık kızının ismi, toplu şiirlerininin birinci cildinin başlığı...
Ergülen, ismini nardan alan Granada kentinden bahsederken de "Ruhumun başkenti" diyor. İki kez gitmiş, toplam 15 gün kalmış. Şehrin eteğindeki mahallelerin günlük yaşamından, Elhamra Sarayı’nın büyüsünden etkilendiğini söylüyor. Bu etkilerle yazdığı "Eski Yazı" başlıklı denemeleri bu ay Turkuvaz’dan yayımlanacak. Ergülen, Hürriyet Seyahat’e Granada izlenimlerini anlattı.
Gezginliğe geç başladım. Bunun nedeni, 25 yıl boyunca reklam sektöründe gece gündüz çalışmam ve kendime zaman ayıramamam. Sadece reklam ajansının iş toplantıları nedeniyle yurtiçi ve yurtdışı seyahatlere çıkıyordum. Geçmişte, şairane iç yolculukları, gerçek yolculuklardan daha çok önemsiyordum.
40 yaşında, eşim İdil’in teşvikiyle gezmeye başladım. Emekli olduktan sonra tempomu yükseltttim, dünyaya açıldım. Zamanla, yolculuklara çıktıkça, seyahatlerin de iç yolculuğu derinleştirdiğini gördüm. Ülkelerden çok şehirler beni yolculuğa çeker. İnsanları, şiirleri olduğu gibi şehirleri de birbirine benzeterek incelerim, severim. Doğduğum Eskişehir’e tutkuyla bağlıyım. Onun gibi içinden nehir geçen, insana sakinlik aşılayan şehirleri keşfetmek hoşuma gider. Saraybosna ve Granada’yı bu nedenle severim.
Yılda ortalama iki ya ada üç kez geziye çıkıyorum. 25 civarında ülke gezdim. Çok fazla yer görmek, bir ülkenin, şehrin her köşesini keşfetmek gibi bir arayışım, anlayışım yok. Bir şehre gidip otelden fazla çıkmadan da o şehrin ruhunu kavramanın mümkün olduğunu düşünürüm. Müzeleri gezer, yürüyerek şehri keşfederim. Hal ve pazarlarda hayatı gözlemlerim. Şehrin en lezziz yemekleri hal etrafındaki restoranlarda pişirilir.
DAĞLARIN ETEĞİNDE ASUDE BİR ŞEHİR
İspanya’ya son 10 yılda üç kez gittim. İlk gezimde Madrid üstünden Endülüs şehirlerini gezdim. Ardından iki kez ekim ayında Granada’ya gidip toplam 15 gün kaldım. Granada’nın diğer İspanyol şehirlerinden en önemli farkı, çok uğranılan, yol üstü bir şehir olmaması. Akdeniz kıyısından yaklaşık 50 kilometre içeride, Sierra Nevada Dağları’nın eteğine kurulmuş. Asude bir hayat yaşanıyor sokaklarında. Yolculuktan önce rehber kitapları satır satır okusanız bile, sanki Granada’yı ilk keşfeden sizmişsiniz duygusunu veriyor. Konuğu oluyorsunuz şehrin. İnsanı içine alarak ağırlıyor.
Beni Granada’ya çeken en önemli etken, Garcia Lorca’nın doğduğu, yaşamının önemli bölümünü geçirdiği ve öldürüldüğü şehir olmasıydı. Lorca, şehri şiirlerinde ve yazılarında bir çocuğu tarif eder gibi, küçültme ekleriyle anlatır. Sevilla, Malaga gibi macera arayan bir şehir olmadığını, zamana demir attığını, ufuklarını kendinde aradığını, dışarıya merakı olmadığını belirtir. Bu atmosfer günümüzde de yaşıyor. İspanya’nın diğer şehirleri hızla global turizme eklemlenirken, "trendy" eğlence, konaklama mekanlarıyla çevrilirken Granada eski ruhunu ısrarla, vakur bir şekilde koruyor. Şehir olarak belirgin bir güzelliği yok. Sevilla, Cordoba gibi ışıklı, parlak bir şehir değil. İçine kapalı, izole olmuş gibi bir yapısı var. Sanki diğer Endülüs şehirlerinden bağımsız. Mahsun ve mağrur. Flamenko’nun Granada’daki tınısı bile Sevilla’dan daha hüzünlü, içten.
Granada üç dinin ve farklı uygarlıkların kesişme merkezi. Kartacalılar, Yunanlar, Bizans’tan sonra 800 yıl boyunca Emeviler’in hükümranlığı altında kalmış. Yahudilerin önemli merkezlerinden biri olmuş. Yahudiler zorla şehirden çıkarıldıktan sonra, Hıristiyan izleri belirginleştirilmeye çalışılmış. Buna karşın hálá belirgin Arap etkisi görülüyor. Zaten şehirde başta Faslılar olmak üzere geniş bir Kuzey Afrikalı göçmen topluluğu yaşıyor. Biz de eşimle, Elhamra Sarayı’nın eteklerinde, Faslıların mahallesindeki bir hostelde kaldık. Belediye meydanına açılan sokaklardaki günlük hayatı izleme fırsatı bulduk.
ALBAYZIN TEPESİNDE GENÇLER FLAMENKO ÇALIP, ŞARKI SÖYLÜYOR
Kaldığımız mahallede Arap kültürü belirgin şekilde yaşanıyor. Buna karşın aralarında selamlaşma dışındaki tüm konuşmalar İspanyolca. Camilerde ibadet ediliyor. Mahalledeki küçük kültür merkezlerinde, yerel şarkıcılar konser veriyor. Flamenko ve Fas müziği çalınıp söyleniyor, bu etkinlikler turistik değil. Mahalle halkı kendisi için yapıyor. Yine Plaza Nueva adlı meydanda gençler sabaha kadar dans edip içki içiyorlar, ama orada kaldığımız süre içinde, tam karşıdaki otelde kalmıştık çünkü, ne fazla gürültü yaptıklarını ne de kimseyi rahatsız ettiklerini gördüm.
Akşamüstleri halk Quadalquvir’in bir kolu olan Dorre Nehri’nin kıyısına toplanıyor. Gençler gitar çalıyor, şarkı söylüyor. Flamenkocular bir araya geliyor. Ailelerin de katılımıyla yazlık sinema atmosferi yaşanıyor. Bira ya da sangria içenler, sohbet edenler... Bu saatlerde eşimle nehir kıyısına inip, sangria, bira içip Granadalılarla hayli sohbet ettik...
Akşam saatlerinde ise her milletten genç, kenti kuşbakışı görebileceğiniz Arap mahallesi Albayzin’in Mirador de St. Nicolas Tepesi’nde toplanıyor. Burada da flamenko çalınıyor, şarap içiliyor, şarkı söyleniyor. Neredeyse her akşam bu şölene katıldık...
Kentte şair Garcia Lorca’nın ayak izlerinden yürümek isterseniz, dış mahallelerden birinde, Huerta’da bir parkın içindeki tek katlı küçük evine uğrayabilirsiniz. Üzerine küçük bir plaket iliştirilmiş. Lorca, yakın dostu besteci Manuel de Falla’nın Elhamra Sarayı yakınlarındaki köşküne de sık sık uğrarmış. Yazarın doğduğu Fuente Vaqueros, kentten 17 kilometre uzaklıkta, beş bin nüfuslu bir kasaba. Buradaki iki katlı aile evi müzeye dönüştürülmüş. Lorca’nın beşiğinden, el yazısı notlarına, sahne tasarımlarına kadar çok sayıda eşya, obje, not sergileniyor. Kurşuna dizildiği Alfacar, Granada yakınlarında bir başka kasaba. Önünde öldürüldüğü zeytin ağacının dallarında, hayranlarının bıraktığı dizeler dalgalanıyor.
ELHAMRA’NIN ZÜMRÜT YEŞİLİ BAHÇELERİNDEN IŞIK AKAR
Granada’nın merkezinde 700 metre irtifada bir tepeye kurulan Elhamra Sarayı gerçeküstü bir mekan. Bir şiirin içine girmek, iç odalarında, bahçelerinde, avlularında dolaşmak nasıl bir duyguymuş, keşfetmek isterseniz, bu sarayı mutlaka görün. İsmini kil kırmızısı taşlarından alıyor. Hamra, Arapça’da kırmızı. Kurak bir coğrafyada, kayalık bir arazide, dağlardan taşınan suyla, çevresinde ve avlularında büyüleyici bahçeler oluşturulmuş. Bahçelerden sanki ışık akıyor. Akan sular, bahçesindeki nar, portakal ağaçları, kameriyeler imkansızı imkanlı kılmak açısından çok çarpıcı. Sarayın geçişli yapısı, avluların, bahçelerin birbirine açılması, bitmemesi, birdenbire hepsinin dışına çıkma duygusu çok çarpıcı. 19 yy’da boşaltıldığı dönemde, içinde evsizler yaşamış. Tüm bunların birleşmesiyle sarayın üzerimde bıraktığı etkiyi, bugüne kadar başka çok az şeyde hissettim. Kent merkezinde çok sayıda tarihi yapı, katedral yer alıyor. Ara sokaklarda çok sayıda sahaf var. Köşe başlarında karşınıza çıkan küçük büstler ise Yahudi kültürünün izleri...
Granada, deniz kıyısında olmadığı halde, restoranlarında deniz mönüsü çok zengin. Albayzın’daki bir restoranda sunulan Atlantik ismindeki deniz ürünleri tabağını, nice denizkıyısı şehirde görmedim. Arap mahallesindeki La Drillo restoranında, deniz ürünlerinin yanı sıra, sangria eşliğinde leziz yemekler yedik. Kentin en leziz ürünleri sunan tapas barlar görece yoksul mahallelerde. Örneğin, otelimizin yakınlarında, 70 yaşlarındaki üç kızkardeşin işlettiği tapasta yediğim balıklı sandviçin tadını unutamıyorum. Fuente Vaqueros’ta, Lorca’nın köy evinin yakınlarındaki "Garcia Lorca Social Club" adlı tapas bara uğramıştım. 60’lı yaşlardaki köylülerle sohbet ettik. Lorca’nın şerefine kadeh kaldırdık. Burada bize çok leziz tapaslar ikram ettiler...
EN SEVDİĞİ BEŞ YER
8 Granada 8 Saraybosna 8 Beyrut8 Berlin 8 Eskişehir
seyahatte ne okuyor
Şiir ve gittiği ülkenin dışındaki yerlerle ilgili gezi kitapları
ne yiyor ne içiyor
Yerel lezzetler
ne giyiniyor
Mevsimlik rahat giysiler
nerede kalıyor
Üç yıldızlı oteller, pansiyonlar
çantasının vazgeçilmezleri
Asprin, fotoğraf makinesi, not defteri, kalem,
neyle seyahat ediyor
Uçak, tren
kimle seyahat ediyor
Eşi, kızı ve arkadaşlarıyla
ne alıyor
CD, farklı dillerde şiir kitabı
Gezginliğe geç başladım. Bunun nedeni, 25 yıl boyunca reklam sektöründe gece gündüz çalışmam ve kendime zaman ayıramamam. Sadece reklam ajansının iş toplantıları nedeniyle yurtiçi ve yurtdışı seyahatlere çıkıyordum. Geçmişte, şairane iç yolculukları, gerçek yolculuklardan daha çok önemsiyordum.
40 yaşında, eşim İdil’in teşvikiyle gezmeye başladım. Emekli olduktan sonra tempomu yükseltttim, dünyaya açıldım. Zamanla, yolculuklara çıktıkça, seyahatlerin de iç yolculuğu derinleştirdiğini gördüm. Ülkelerden çok şehirler beni yolculuğa çeker. İnsanları, şiirleri olduğu gibi şehirleri de birbirine benzeterek incelerim, severim. Doğduğum Eskişehir’e tutkuyla bağlıyım. Onun gibi içinden nehir geçen, insana sakinlik aşılayan şehirleri keşfetmek hoşuma gider. Saraybosna ve Granada’yı bu nedenle severim.
Yılda ortalama iki ya ada üç kez geziye çıkıyorum. 25 civarında ülke gezdim. Çok fazla yer görmek, bir ülkenin, şehrin her köşesini keşfetmek gibi bir arayışım, anlayışım yok. Bir şehre gidip otelden fazla çıkmadan da o şehrin ruhunu kavramanın mümkün olduğunu düşünürüm. Müzeleri gezer, yürüyerek şehri keşfederim. Hal ve pazarlarda hayatı gözlemlerim. Şehrin en lezziz yemekleri hal etrafındaki restoranlarda pişirilir.
DAĞLARIN ETEĞİNDE ASUDE BİR ŞEHİR
İspanya’ya son 10 yılda üç kez gittim. İlk gezimde Madrid üstünden Endülüs şehirlerini gezdim. Ardından iki kez ekim ayında Granada’ya gidip toplam 15 gün kaldım. Granada’nın diğer İspanyol şehirlerinden en önemli farkı, çok uğranılan, yol üstü bir şehir olmaması. Akdeniz kıyısından yaklaşık 50 kilometre içeride, Sierra Nevada Dağları’nın eteğine kurulmuş. Asude bir hayat yaşanıyor sokaklarında. Yolculuktan önce rehber kitapları satır satır okusanız bile, sanki Granada’yı ilk keşfeden sizmişsiniz duygusunu veriyor. Konuğu oluyorsunuz şehrin. İnsanı içine alarak ağırlıyor.
Beni Granada’ya çeken en önemli etken, Garcia Lorca’nın doğduğu, yaşamının önemli bölümünü geçirdiği ve öldürüldüğü şehir olmasıydı. Lorca, şehri şiirlerinde ve yazılarında bir çocuğu tarif eder gibi, küçültme ekleriyle anlatır. Sevilla, Malaga gibi macera arayan bir şehir olmadığını, zamana demir attığını, ufuklarını kendinde aradığını, dışarıya merakı olmadığını belirtir. Bu atmosfer günümüzde de yaşıyor. İspanya’nın diğer şehirleri hızla global turizme eklemlenirken, "trendy" eğlence, konaklama mekanlarıyla çevrilirken Granada eski ruhunu ısrarla, vakur bir şekilde koruyor. Şehir olarak belirgin bir güzelliği yok. Sevilla, Cordoba gibi ışıklı, parlak bir şehir değil. İçine kapalı, izole olmuş gibi bir yapısı var. Sanki diğer Endülüs şehirlerinden bağımsız. Mahsun ve mağrur. Flamenko’nun Granada’daki tınısı bile Sevilla’dan daha hüzünlü, içten.
Granada üç dinin ve farklı uygarlıkların kesişme merkezi. Kartacalılar, Yunanlar, Bizans’tan sonra 800 yıl boyunca Emeviler’in hükümranlığı altında kalmış. Yahudilerin önemli merkezlerinden biri olmuş. Yahudiler zorla şehirden çıkarıldıktan sonra, Hıristiyan izleri belirginleştirilmeye çalışılmış. Buna karşın hálá belirgin Arap etkisi görülüyor. Zaten şehirde başta Faslılar olmak üzere geniş bir Kuzey Afrikalı göçmen topluluğu yaşıyor. Biz de eşimle, Elhamra Sarayı’nın eteklerinde, Faslıların mahallesindeki bir hostelde kaldık. Belediye meydanına açılan sokaklardaki günlük hayatı izleme fırsatı bulduk.
ALBAYZIN TEPESİNDE GENÇLER FLAMENKO ÇALIP, ŞARKI SÖYLÜYOR
Kaldığımız mahallede Arap kültürü belirgin şekilde yaşanıyor. Buna karşın aralarında selamlaşma dışındaki tüm konuşmalar İspanyolca. Camilerde ibadet ediliyor. Mahalledeki küçük kültür merkezlerinde, yerel şarkıcılar konser veriyor. Flamenko ve Fas müziği çalınıp söyleniyor, bu etkinlikler turistik değil. Mahalle halkı kendisi için yapıyor. Yine Plaza Nueva adlı meydanda gençler sabaha kadar dans edip içki içiyorlar, ama orada kaldığımız süre içinde, tam karşıdaki otelde kalmıştık çünkü, ne fazla gürültü yaptıklarını ne de kimseyi rahatsız ettiklerini gördüm.
Akşamüstleri halk Quadalquvir’in bir kolu olan Dorre Nehri’nin kıyısına toplanıyor. Gençler gitar çalıyor, şarkı söylüyor. Flamenkocular bir araya geliyor. Ailelerin de katılımıyla yazlık sinema atmosferi yaşanıyor. Bira ya da sangria içenler, sohbet edenler... Bu saatlerde eşimle nehir kıyısına inip, sangria, bira içip Granadalılarla hayli sohbet ettik...
Akşam saatlerinde ise her milletten genç, kenti kuşbakışı görebileceğiniz Arap mahallesi Albayzin’in Mirador de St. Nicolas Tepesi’nde toplanıyor. Burada da flamenko çalınıyor, şarap içiliyor, şarkı söyleniyor. Neredeyse her akşam bu şölene katıldık...
Kentte şair Garcia Lorca’nın ayak izlerinden yürümek isterseniz, dış mahallelerden birinde, Huerta’da bir parkın içindeki tek katlı küçük evine uğrayabilirsiniz. Üzerine küçük bir plaket iliştirilmiş. Lorca, yakın dostu besteci Manuel de Falla’nın Elhamra Sarayı yakınlarındaki köşküne de sık sık uğrarmış. Yazarın doğduğu Fuente Vaqueros, kentten 17 kilometre uzaklıkta, beş bin nüfuslu bir kasaba. Buradaki iki katlı aile evi müzeye dönüştürülmüş. Lorca’nın beşiğinden, el yazısı notlarına, sahne tasarımlarına kadar çok sayıda eşya, obje, not sergileniyor. Kurşuna dizildiği Alfacar, Granada yakınlarında bir başka kasaba. Önünde öldürüldüğü zeytin ağacının dallarında, hayranlarının bıraktığı dizeler dalgalanıyor.
ELHAMRA’NIN ZÜMRÜT YEŞİLİ BAHÇELERİNDEN IŞIK AKAR
Granada’nın merkezinde 700 metre irtifada bir tepeye kurulan Elhamra Sarayı gerçeküstü bir mekan. Bir şiirin içine girmek, iç odalarında, bahçelerinde, avlularında dolaşmak nasıl bir duyguymuş, keşfetmek isterseniz, bu sarayı mutlaka görün. İsmini kil kırmızısı taşlarından alıyor. Hamra, Arapça’da kırmızı. Kurak bir coğrafyada, kayalık bir arazide, dağlardan taşınan suyla, çevresinde ve avlularında büyüleyici bahçeler oluşturulmuş. Bahçelerden sanki ışık akıyor. Akan sular, bahçesindeki nar, portakal ağaçları, kameriyeler imkansızı imkanlı kılmak açısından çok çarpıcı. Sarayın geçişli yapısı, avluların, bahçelerin birbirine açılması, bitmemesi, birdenbire hepsinin dışına çıkma duygusu çok çarpıcı. 19 yy’da boşaltıldığı dönemde, içinde evsizler yaşamış. Tüm bunların birleşmesiyle sarayın üzerimde bıraktığı etkiyi, bugüne kadar başka çok az şeyde hissettim. Kent merkezinde çok sayıda tarihi yapı, katedral yer alıyor. Ara sokaklarda çok sayıda sahaf var. Köşe başlarında karşınıza çıkan küçük büstler ise Yahudi kültürünün izleri...
Granada, deniz kıyısında olmadığı halde, restoranlarında deniz mönüsü çok zengin. Albayzın’daki bir restoranda sunulan Atlantik ismindeki deniz ürünleri tabağını, nice denizkıyısı şehirde görmedim. Arap mahallesindeki La Drillo restoranında, deniz ürünlerinin yanı sıra, sangria eşliğinde leziz yemekler yedik. Kentin en leziz ürünleri sunan tapas barlar görece yoksul mahallelerde. Örneğin, otelimizin yakınlarında, 70 yaşlarındaki üç kızkardeşin işlettiği tapasta yediğim balıklı sandviçin tadını unutamıyorum. Fuente Vaqueros’ta, Lorca’nın köy evinin yakınlarındaki "Garcia Lorca Social Club" adlı tapas bara uğramıştım. 60’lı yaşlardaki köylülerle sohbet ettik. Lorca’nın şerefine kadeh kaldırdık. Burada bize çok leziz tapaslar ikram ettiler...
EN SEVDİĞİ BEŞ YER
8 Granada 8 Saraybosna 8 Beyrut8 Berlin 8 Eskişehir
seyahatte ne okuyor
Şiir ve gittiği ülkenin dışındaki yerlerle ilgili gezi kitapları
ne yiyor ne içiyor
Yerel lezzetler
ne giyiniyor
Mevsimlik rahat giysiler
nerede kalıyor
Üç yıldızlı oteller, pansiyonlar
çantasının vazgeçilmezleri
Asprin, fotoğraf makinesi, not defteri, kalem,
neyle seyahat ediyor
Uçak, tren
kimle seyahat ediyor
Eşi, kızı ve arkadaşlarıyla
ne alıyor
CD, farklı dillerde şiir kitabı