Serhan YEDİG
Son Güncelleme:
Sokakları çikolata kokulu köprüleri çiçekli şehir
30 yıldır, eşiyle şehir şehir Avrupa’yı dolaşıyor Gülgun Terek. Üniversitede halkla ilişkiler öğrenimi görmüş, iş hayatından uzak durmayı tercih etmiş. 54 yaşında; iki çocuk, bir torun sahibi. Nadir rastlanan özelliği, gezdiği kentlerin mimarisinden ağaçlarına, kuşlarına, lezzet duraklarından halkına her ayrıntısını incelemesi, not tutması. Notları 40 cildi, fotoğrafları 100’er sayfalık 50 albümü aştı. Terek, "Brüksel ve Anvers gri şehirler, gerçek Belçika’yı Brugge’da bulursunuz" diyor.
Gezginliğim evliliğimle başladı. 30 yıl önce eşimle ilk gezimizi Almanya ve Danimarka’ya yaptık. Alışveriş ya da tatil değerlendirmek yerine, farklı kültürleri, yaşamları keşfetmek için seyahat ederiz. Yılda en az dört kez, 15 günden az olmamak kaydıyla yurtdışına çıkarız. Kızım ve oğlum çocukken de gezilerimizi sürdürdük. Bireysel gezileri tercih ettik hep. Zevkler uyuşmayabiliyor çünkü. Tur gezileri kısa ve panoromik oluyor. Oysa tanımak için şehri yaşamak gerekir. Örneğin 10 günde Berlin’i bitirememiştik. Bazı kentlere defalarca gidip, her seferinde keyif alırız. Altıncı gidişimizde bile Floransa’da keşfedecek özellikler bulduk. Kültürel yakınlık ve ilgi alanlarımıza hitap etmesi nedeniyle çoğunlukla Avrupa’ya seyahat ediyoruz. Köyleri, kasabalarıyla keşfediyoruz ülkeleri. Avrupa’da henüz ayak basmadığımız tek ülke Polonya. Avrupa dışında sadece Mısır, Tunus, Ürdün’e gittik. Aslında Hindistan’ı, Nepal’i, Burma’yı merak ediyorum. Fakat temel konforu bulmakta endişe ettiğimiz için doğuya gitmiyoruz. En sık gittiğimiz iki ülke İtalya ve Avusturya. Floransa, Toscana, Amati kıyıları, Münih - İtalya arasındaki dağlık bölge tercihimiz. İtalya’daki, Fransa’dan daha saf, bakir.
HERKES MERSİN’E BİZ TERSİNE
Aslında seyahat valizimiz hep hazırdır. Gezi rotalarını çoğunlukla izlediğim belgeseller belirler. İzlediğim İtalyan filmlerinde büyülendiğim manzaraların neresi olduğunu araştırırım, mutlaka gideriz. Voyager, Atlas, Travel dergilerini takip ederim, alternatif rotalar seçerim. Kimi zaman anlık karar veririz. Örneğin Ankara’da bir düğüne gitmiştik, eşim valize mayoları da koymuştu. Oradan Antakya’ya gittik, gitmişken Suriye’ye geçtik. Çoğunlukla bahar seyahatlerini severiz. Kışın kentlerde gezeriz. Gezi rotalarımız turizm akımlarının tersine gelişir. Yazın kuzeye ve soğuk ülkelere, kışın güneye gideriz. Avusturya’da kar turizmiyle ünlü İnsburck, Reitz gibi yerlere biz yazın ya da sonbaharda uğramaktan yanayız. Yeşil doku büyüleyicidir, sonbaharda harika renkler çıkar ortaya. Çok sakindir etraf. Yaz sıcaklarında beyaz gecelerin yaşandığı ülkeler harikadır. Hava kararmadığı için perdeleri kapatmak yerine, tavanında penceresi olan otelleri seçeriz. Kalabalıkların aksi yönünde seyahat ettiğinizde günlük hayata nüfuz eder, unutulmaz mutluluklar yaşarsınız. Örneğin kış ortasında Toscana’nın karlı dağ yollarında otomobille unutulmaz manzaraların içinden geçtik. Monte Pucciano’da çevresi surlarla çevrili bir kasabaya girdik. Boş sokaklardan geçip, kasabanın tek restoranına uğradık. Büyüleyici atmosferde, kasaba halkıyla yerel yemekleri, şarapları tattık. Turizmsezonunda bunu yaşayamazdık.
KOKULAR, LEZZETLER KAYDA GEÇER
Gittiğimiz şehirde önce merkezi keşfederiz. Bir kafede oturup rotamızı belirleriz. Şehri yürüyerek gezmeyi severim. Şehir planını kabataslak kavradıktan sonra ayrıntılara geçeriz. Müzeler yerine, şehir halkının yaşam alanlarını keşfederiz öncelikle. Otobüs, metro, tramvaya binip yolculuk yapmak, şehrin halkını gözlemlemek güzeldir. Sokak aralarına körlemesine girip yürürüz. Kimi zaman bir tatlı kokunun peşinden gideriz. Şehrin karakteristik kafelerini, mutlaka pastaneleri gezeriz. Yöreye özgü tatlıları keşfederiz. Avusturya’daki elmalı, tarçınlı tatlılar harikadır mesela. İtalya yolculukları şarap degüstüsyonuna döner. Önemli yapılara gireriz. Sokaklarda yürürken başım hep yukarılardadır. Yapıların yüzeylerinde çok ilginç kabartmalar, heykeller keşfederim. Gittiğim yerlerdeki ağaç türlerini, çiçekleri tanımaya çalışırım. Unutmadan, not alırım. Bitpazarlarını, kağıtpara satıcılarını gezeriz. Şehrin kokularını, seslerini hafızama kaydederim. Como gölünün kenarındaki köylerde dünyanın en güzel gül kokusununu duymuştum. Verona’nın ıhlamurlarını unutamıyorum. Salzburg hafızama nal sesleri, Malta otobüs sesleriyle kazınmıştır.
BRUGGE
Belçika’nın iki büyük şehri Brüksel ve Anvers gri, insanları yorgun. Brugge’de hayat çok sakin. 15 yy’da 50 bin kişilik nüfusuyla Paris ve Londra’dan büyük bir ticaret şehriymiş. Endüstri devrimine katılamadığı için nüfus çok artmamış, kentin dokusu, doğası korunmuş. Binaları tuğladan, zarif. Halkı sıcak, sempatik. Neredeyse herkes İngilizce biliyor. Şehrin içinden geçen Zwin Nehri’ndeki kuğular, zarif ve küçük köprüler romantik bir atmosfer yaratmış. Zaten ismi köprü anlamına geliyormuş. Taş köprülerin herbiri çiçeklerle donatılmış, çiçek taçına dönüştürülmüş. Nehirdeki üstü açık tekne gezisinde 17. ve 18.yy bina cephelerinin korunduğunu görüyorsunuz. Merkezde dev caddeler yerine, küçük sokaklar var. Memuru, emeklisi bisikletli. Turistleri gezdiren faytonları çok alımlı, zarif kızlar kullanıyor. Bu faytonlarla merkezde tur yapmam mümkün.
Sokakta başınızı kaldırdığınızda kulelerle karşılaşıyorsunuz. 122 metrelik kilise kulesi Hollanda ve Belçika rekortmeni. Lamba müzesinde 6 bin lamba sergileniyor. Yağ kandillerinden güneş enerjisine kadar her türü var. Dünyadaki beş pırlanta müzesinden biri Brugge’de. Elmasın çıkarılması, işlenmesiyle ilgili ayrıntı bilgi veriliyor. Michelangelo’nun Vrouwekek Kilisesi’ndeki "Kutsal Anne ve Çocuğu" heykeli görülmeye değer.
Kentin tüm pastaneleri, restoranları gün boyunca dolu. Çikolata atölyelerinden yayılan nefis koku, sokakları kaplıyor. Salzburg yakınlarındaki Bad Raichenhall’dan sonra en lezzetli çikolataları Brugge’da tattım. Krokatlısı (badem, likörlü) harikaydı. Avrupa Birliği’nin en az yüzde 5 bitkisel yağ kullanma talimatına uymayıp, yüzde 100 kakao yağıyla yaptıkları için bu kadar lezzetliymiş. Belçika’da kişi başına çikolata tüketimi 12 kilo! Akşam yemeği davetlerine çiçek yerine çikolata götürülüyormuş. En popüler yemekleri, Fransız etkisiyle hazırlanan, dev tencerede sunulan deniz mahsullü spagetti. Patates kızartmasını icat etmekle övünüyor, her yemeğin yanına koyuyorlar. Kabuğuyla pişirilen midyeye bile. Değirmenlerden dökülen buğdaylarla beslendiği için zamanında Zwin Nehri’nin balıkları çok lezzetliymiş. 19.yy’da aşçı Philippe Cauderlier, havuç, patates, soğan ve baharatlı özel bir balık buğulaması geliştirmiş. Adını waterzooi koymuşlar. Nehirler kirlenip, balıklar kaybolunca aynı formülü tavuk ve kırmızı ete uygulamışlar. Tatmaya değer. Pastanelerdeki lezzetler içinde ise en çok elmayı turtayı sevdim.
Brugge’daki butiklerde, ünlü Brüksel dantelinin çok güzel örneklerini gördüm. Masa örtüsü, yastıkların yanı sıra, birçok hediyelik eşya yapılmış dantellerden. Hafta sonunda şehir cıvıl cıvıl oluyor. Kurulan bit pazarına, birçok ülkeden antika meraklısı geliyor. Merkezde, çok temiz, üç yıldızlı otelde iki kişi konaklama 100 euro civarında. Mağazalardaki, restoranlardaki fiyatlar yüksek değil...
EN SEVDİĞİ BEŞ YER
á Sirenze á Ravello á Pragá Bergen á Paris
seyahatte ne okuyor
Seyahatle ilgili rehber
ne yiyor, ne içiyor
Sağlık açısından dikkatli olmak koşuluyla yerel lezzetler, içkiler
ne giyiyor
Blucin, spor ayakkabı
nerede kalıyor
Avrupa’da pansiyon, diğer ülkelerde üç yıldızlı otel
neyle seyahat ediyor
Uçak, otomobil kiralıyor
çantasının vazgeçilmezleri
Fotoğraf makinesi, defter, kalem
kiminle seyahat ediyor
Eşiyle, nadiren arkadaşlarıyla
oradan ne alıyor
Gittiği yere ait biblolar, hediyelikler
HERKES MERSİN’E BİZ TERSİNE
Aslında seyahat valizimiz hep hazırdır. Gezi rotalarını çoğunlukla izlediğim belgeseller belirler. İzlediğim İtalyan filmlerinde büyülendiğim manzaraların neresi olduğunu araştırırım, mutlaka gideriz. Voyager, Atlas, Travel dergilerini takip ederim, alternatif rotalar seçerim. Kimi zaman anlık karar veririz. Örneğin Ankara’da bir düğüne gitmiştik, eşim valize mayoları da koymuştu. Oradan Antakya’ya gittik, gitmişken Suriye’ye geçtik. Çoğunlukla bahar seyahatlerini severiz. Kışın kentlerde gezeriz. Gezi rotalarımız turizm akımlarının tersine gelişir. Yazın kuzeye ve soğuk ülkelere, kışın güneye gideriz. Avusturya’da kar turizmiyle ünlü İnsburck, Reitz gibi yerlere biz yazın ya da sonbaharda uğramaktan yanayız. Yeşil doku büyüleyicidir, sonbaharda harika renkler çıkar ortaya. Çok sakindir etraf. Yaz sıcaklarında beyaz gecelerin yaşandığı ülkeler harikadır. Hava kararmadığı için perdeleri kapatmak yerine, tavanında penceresi olan otelleri seçeriz. Kalabalıkların aksi yönünde seyahat ettiğinizde günlük hayata nüfuz eder, unutulmaz mutluluklar yaşarsınız. Örneğin kış ortasında Toscana’nın karlı dağ yollarında otomobille unutulmaz manzaraların içinden geçtik. Monte Pucciano’da çevresi surlarla çevrili bir kasabaya girdik. Boş sokaklardan geçip, kasabanın tek restoranına uğradık. Büyüleyici atmosferde, kasaba halkıyla yerel yemekleri, şarapları tattık. Turizmsezonunda bunu yaşayamazdık.
KOKULAR, LEZZETLER KAYDA GEÇER
Gittiğimiz şehirde önce merkezi keşfederiz. Bir kafede oturup rotamızı belirleriz. Şehri yürüyerek gezmeyi severim. Şehir planını kabataslak kavradıktan sonra ayrıntılara geçeriz. Müzeler yerine, şehir halkının yaşam alanlarını keşfederiz öncelikle. Otobüs, metro, tramvaya binip yolculuk yapmak, şehrin halkını gözlemlemek güzeldir. Sokak aralarına körlemesine girip yürürüz. Kimi zaman bir tatlı kokunun peşinden gideriz. Şehrin karakteristik kafelerini, mutlaka pastaneleri gezeriz. Yöreye özgü tatlıları keşfederiz. Avusturya’daki elmalı, tarçınlı tatlılar harikadır mesela. İtalya yolculukları şarap degüstüsyonuna döner. Önemli yapılara gireriz. Sokaklarda yürürken başım hep yukarılardadır. Yapıların yüzeylerinde çok ilginç kabartmalar, heykeller keşfederim. Gittiğim yerlerdeki ağaç türlerini, çiçekleri tanımaya çalışırım. Unutmadan, not alırım. Bitpazarlarını, kağıtpara satıcılarını gezeriz. Şehrin kokularını, seslerini hafızama kaydederim. Como gölünün kenarındaki köylerde dünyanın en güzel gül kokusununu duymuştum. Verona’nın ıhlamurlarını unutamıyorum. Salzburg hafızama nal sesleri, Malta otobüs sesleriyle kazınmıştır.
BRUGGE
Belçika’nın iki büyük şehri Brüksel ve Anvers gri, insanları yorgun. Brugge’de hayat çok sakin. 15 yy’da 50 bin kişilik nüfusuyla Paris ve Londra’dan büyük bir ticaret şehriymiş. Endüstri devrimine katılamadığı için nüfus çok artmamış, kentin dokusu, doğası korunmuş. Binaları tuğladan, zarif. Halkı sıcak, sempatik. Neredeyse herkes İngilizce biliyor. Şehrin içinden geçen Zwin Nehri’ndeki kuğular, zarif ve küçük köprüler romantik bir atmosfer yaratmış. Zaten ismi köprü anlamına geliyormuş. Taş köprülerin herbiri çiçeklerle donatılmış, çiçek taçına dönüştürülmüş. Nehirdeki üstü açık tekne gezisinde 17. ve 18.yy bina cephelerinin korunduğunu görüyorsunuz. Merkezde dev caddeler yerine, küçük sokaklar var. Memuru, emeklisi bisikletli. Turistleri gezdiren faytonları çok alımlı, zarif kızlar kullanıyor. Bu faytonlarla merkezde tur yapmam mümkün.
Sokakta başınızı kaldırdığınızda kulelerle karşılaşıyorsunuz. 122 metrelik kilise kulesi Hollanda ve Belçika rekortmeni. Lamba müzesinde 6 bin lamba sergileniyor. Yağ kandillerinden güneş enerjisine kadar her türü var. Dünyadaki beş pırlanta müzesinden biri Brugge’de. Elmasın çıkarılması, işlenmesiyle ilgili ayrıntı bilgi veriliyor. Michelangelo’nun Vrouwekek Kilisesi’ndeki "Kutsal Anne ve Çocuğu" heykeli görülmeye değer.
Kentin tüm pastaneleri, restoranları gün boyunca dolu. Çikolata atölyelerinden yayılan nefis koku, sokakları kaplıyor. Salzburg yakınlarındaki Bad Raichenhall’dan sonra en lezzetli çikolataları Brugge’da tattım. Krokatlısı (badem, likörlü) harikaydı. Avrupa Birliği’nin en az yüzde 5 bitkisel yağ kullanma talimatına uymayıp, yüzde 100 kakao yağıyla yaptıkları için bu kadar lezzetliymiş. Belçika’da kişi başına çikolata tüketimi 12 kilo! Akşam yemeği davetlerine çiçek yerine çikolata götürülüyormuş. En popüler yemekleri, Fransız etkisiyle hazırlanan, dev tencerede sunulan deniz mahsullü spagetti. Patates kızartmasını icat etmekle övünüyor, her yemeğin yanına koyuyorlar. Kabuğuyla pişirilen midyeye bile. Değirmenlerden dökülen buğdaylarla beslendiği için zamanında Zwin Nehri’nin balıkları çok lezzetliymiş. 19.yy’da aşçı Philippe Cauderlier, havuç, patates, soğan ve baharatlı özel bir balık buğulaması geliştirmiş. Adını waterzooi koymuşlar. Nehirler kirlenip, balıklar kaybolunca aynı formülü tavuk ve kırmızı ete uygulamışlar. Tatmaya değer. Pastanelerdeki lezzetler içinde ise en çok elmayı turtayı sevdim.
Brugge’daki butiklerde, ünlü Brüksel dantelinin çok güzel örneklerini gördüm. Masa örtüsü, yastıkların yanı sıra, birçok hediyelik eşya yapılmış dantellerden. Hafta sonunda şehir cıvıl cıvıl oluyor. Kurulan bit pazarına, birçok ülkeden antika meraklısı geliyor. Merkezde, çok temiz, üç yıldızlı otelde iki kişi konaklama 100 euro civarında. Mağazalardaki, restoranlardaki fiyatlar yüksek değil...
EN SEVDİĞİ BEŞ YER
á Sirenze á Ravello á Pragá Bergen á Paris
seyahatte ne okuyor
Seyahatle ilgili rehber
ne yiyor, ne içiyor
Sağlık açısından dikkatli olmak koşuluyla yerel lezzetler, içkiler
ne giyiyor
Blucin, spor ayakkabı
nerede kalıyor
Avrupa’da pansiyon, diğer ülkelerde üç yıldızlı otel
neyle seyahat ediyor
Uçak, otomobil kiralıyor
çantasının vazgeçilmezleri
Fotoğraf makinesi, defter, kalem
kiminle seyahat ediyor
Eşiyle, nadiren arkadaşlarıyla
oradan ne alıyor
Gittiği yere ait biblolar, hediyelikler