Sokakları çikolata kokulu Brüksel
Burası bir şehir olmanın ötesinde aynı zamanda Avrupa’nın kalbi. Uzun zamandır eşim Dilek’le birlikte planladığım BENELUX - Paris turunun ilk ayağı olan Brüksel’e inmeden önce bürokrasiye boğulmuş bir şehirle karşılaşacağımı düşünüyordum ama Brüksel’in dünyaca ünlü Grand Place Meydanı’na adım attığımda şehre dair tüm fikirlerim baştan sona değişti. İşte Brüksel gezi rehberi
Belediye Sarayı, Brüksel Müzesi, Brabant Dükleri, Halk ve Lonca Evleri’ni kapsayan bu kozmopolit meydan daha ilk saniyeden itibaren içinde bambaşka hikâyeler barındırdığını hissettiriyordu. Victor Hugo’nun gizlice Brüksel’e gelerek ‘Sefiller’ romanını tamamladığı yeri görünce, Karl Marx’ın ‘Komünist Manifesto’ kitabını yazarken meydana nasıl bir yerden baktığını anlayınca içten içe bambaşka bir zamandayım demekten kendimi alamadım. Bir de Fransız bombardımanına rağmen halkın buranın yeniden inşası için para topladığını öğrendiğimde Brüksel’e bir kez daha hayran oldum. İçimi derin bir romantizm kaplamıştı. Meydanda bir ‘pub’a oturarak hayatımın romanını yazabilirim diye düşünüyordum.
Ben oturup bu eşsiz mimariyi izleyeceğim bir pub ararken, Dilek ise elinde fotoğraf makinesi o binadan o binaya koşturuyordu. “Hadi gel, yeter artık” demelerime bile aldırış etmiyordu. O da şehrin sihrine kapılmıştı bir kere, “Göremediğim, atladığım tüm detayları bu fotoğraflarda bulacağım” diyordu.
Telefonum iletişim cihazı olmaktan çıkmıştı. Hem bir not defteri hem de fotoğraf makinesiydi artık. Meydanın en güzel manzarasına sahip olan Le Roi d’Espagne ilk soluklandığım yer oldu. Bir zamanlar ‘Fırıncıların Evi’ olarak da bilinen bu güzel pub, meydanın en güzel manzarasına sahipti.
Burada biralarımızı içtikten sonra sırada şehrin sembolü olan Manneken Pis (İşeyen Çocuk Sembolü) vardı. Meydanın hemen yanı başında bulunan bu heykelle ilgili pek çok rivayet bulunuyor. Çocuğun patlamak üzere olan bir bombayı işeyerek söndürdüğü ve bu şekilde şehri kurtardığı en çok anlatılanların başında geliyor. Bir diğeri ise soylu bir ailenin kaybolan çocuğu olduğuna dair. Açıkçası bu rivayetler bana pek tatmin edici gelmedi. Heykele baktıkça hissettiğim tek şey Rönesans tesiriyle ortaya çıkmış bir aşk meleği duygusu oldu. Her gün değişik kıyafetler giydirilen bu heykel için yapılan törenlere katılmak da bir o kadar keyifli.
Grand Place’ta karşınıza çıkan bir diğer heykel ise Belediye Binası’nın hemen yan tarafında bulunan ve Belçika’nın kurtuluşunda başrol oynayan kadın kahraman Everard t’Serclaes’a ait. Ayakucunda bir köpekle uyuyan bu pirinçten kadın heykeli de tıpkı Manneken Pis (İşeyen Çocuk Sembolü) gibi farklı rivayetlerle anılıyor. Heykel ona dokunanlara şans getirdiğinden tutun, gebe kalmak isteyenlere şifa olduğuna kadar pek çok hikâyeye sahip. (Belediye Binası demişken... Hikâyeye göre mimar eseri tamamladığında bir tarafın diğer tarafa göre daha dar kaldığını fark ettikten sonra intihar etmiş).
Dediğim gibi Grand Place Meydanı dinlemekten sıkılmayacağınız hikâyelerle, muhteşem binalarla ve dünyaca ünlü eserlere ilham olmasıyla ünlü... Ben de bir zamanlar Bruocsella (Bataklıklar İçindeki Yerleşim) adıyla anılan Brüksel’de kaldığım 2 dolu gün boyunca aklımı ve kalbimi bu güzelliklerle doldurdum.
BRÜKSEL’İN OLMAZSA OLMAZLARI
Atomium: Brüksel’in bir diğer simgesi de Atomium. 1958 yılında yapılan Atomium, tıpkı Eyfel gibi Expo fuarı için tasarlanmış. Hatıra fotoğrafı çektirmek isteyenler için özel bir pozu olduğunu da hatırlatmak isterim.
Rue Neuve: Brüksel’de yayaların yoğun olduğu Rue Neuve gibi canlı sokak ve caddelerde yürümek büyük bir keyif. Özellikle adım başı karşılaştığım waffle dükkânlarından yayılan çikolata kokusuna dayanmak pek mümkün değil.
Çin ve Japon Evleri: Brüksel’deki ilginç mekânlardan diğer ikisi Kraliyet Sarayı bahçesinde karşılıklı olarak bulunan Japon ve Çin evi. Oldukça görkemli olan bu yapılar da Brüksel’in görülmeye değer yerleri arasında.
Kraliyet Sarayı: Brüksel’de görülmesi gereken yapılardan birisi de şüphesiz Kraliyet Sarayı. Buranın hemen önünden başlayan Brüksel Parkı da yeşilden kopmak istemeyen ve sabah yürüyüşlerini sevenler için keyifli parkurlara sahip.
Adalet Sarayı: Açık ara Brüksel’in en görkemli binası. İlk gördüğünüz anda ihtişamı karşısında tüyleriniz ürperiyor. Brüksel’i tepeden en iyi şekilde izleyeceğiniz yerlerin başında da burası geliyor.
BRÜKSEL'DE NEREDE YENİLİR, İÇİLİR?
Delirium: Malum 250’den fazla bira çeşidiyle Brüksel, Avrupa’nın bu alanda cenneti sayılıyor. 2 binin üzerinde birayı aynı anda sunmalarıyla Guinness Rekorlar Kitabı’na giren Delirium iyi vakit geçirmek için ideal.
Le Roi d’Espagne: Grand Palace
meydanının en güzel manzarasına sahip
olan Le Roi d’Espagne, hem yemek
yiyip hem de biranızı yudumlayacağınız en güzel yerlerin başında geliyor.
Elisabeth: Çikolatanın dayanılmaz kokusuna ve cazibesine dayanamayacaklar için önemli duraklardan biri de Elisabeth.
Günlük ve taze çikolatalarının tadına bakmış biri olarak puanım 10 üzerinden 10.
Chez Leon: Brüksel’in en önemli
yemeklerinden biri de midye. Gerçi bizim
midyelerimiz gibi dolu değil ancak lezzet
açısından benim gibi farklı tatlar arayanlara Chez Leon tavsiyemdir.
Manneken Frittes: Ünlü heykel Manneken Piss’e yakın lokasyonda olması mekânın da adının belirleyicisi olmuş. Patatesleri gerçekten çok lezzetli ve oldukça doyurucu.