Sıcacık rutinin kollarına atmak kendini
Bir Fransızca- Osmanlıca sözlük olsa da baksam. ‘Macabre’ sıfatının Osmanlıca’da mutlaka bir karşılığı vardır. Günümüz dilinde yok maalesef, ‘ölüme değgin, ölülere değgin’ diyor Tahsin Saraç. Kelime kelime doğru da, ‘macabre’ın ürkütücülüğünü, uğursuzluğunu vermiyor. ‘Macarbre’ der Fransız. ‘Danse macabre’ yani Ortaçağ sanatçılarının resmettiği - resim veya heykel olabilir - farklı şekillerde ifade edilmiş ‘ölümün’ rondosu. ‘Ölüm dansı’ yetersiz kalıyor...
Kötü şoförlerle, süratli bir ‘makabr rondo’ icra ediyoruz. İçimizden biri - ki ihtimal yüksek - saniyelik bir hata yapsa, birbirimize gireceğiz.
Sinyal verip sağa kaçıyor, dansı terk ediyorum, yavaşlıyorum.
“Semra koy bir kaset de neşemizi bulalım...”
Sıradaki parça pek neşeli çıkmıyor heyhat.
C'est la vie, diyor Greg Lake...
Have your leaves all turned to brown / Will you scatter them around you / C'est la vie
Do you love / And then how am I to know / If you don't let your love show for me
In the night / Do you light a lover's fire / Do the ashes of desire for you remain
Like the sea / There's a love to deep to show / Took a storm before my love flowed for you
Like a song / Out of tune and out of time / All I needed was a ryhme for you / C'est la vie
Do you give / Do you live from day to day / Is there no song I can play for you / C'est la vie
“C’est la vie” Petro arkadaşım, hayat böyle, ne edelim!. Otuz sene olacak sen öleli!
Değiştir Semra, neşeli dedik...
Herkes seçer kendi yolunu / Bilmem ki mutsuzluk mu sonu
Şu günlük güneşlik dünyada / Bulur en zorunu
Benim yolumsa sana doğru / Dolandı durdu
Çıkmazmış bir sokakmış / Meğer dönülmez oldu
I-ıh, Ajda da içaçıcı değil bu sabah...
She hangs her head and cries on my shirt
She must be hurt very badly
Tell me what’s making you sadly?
Open your door, don’t hide in the dark
You’re lost in the dark, you can trust me
’cause you know that’s how it must be
Lisa lisa, sad lisa lisa, diyor bu kez Cat Stevans...
Yanlış!
Omzunda ağlamayı bilmeyenden korkacaksın.
Çok canı yanmış, derin bir acıya kapılmış bile olsa.
Seni bu kadar üzen nedir, diye sormayacaksın.
Bırak kapalı kapının ardında karanlıkta kalsın.
Karanlıkta olsa bile, sana güvenmeyecektir.
Sevgiyi tatmamıştır, kalbi katılaşmıştır, iyiyle kötüyü, güzelle çirkini, sevgiyle çıkarı ayıramayacak kadar...
Tutamazsın artık, ellerinin arasından kayıp gitmesini engelleyemezsin...
Sad, mad, bad... Neyse artık... kaderine ve yoluna terk edeceksin!
Her eyes like windows, tricklin' rain
Upon her pain getting deeper
Though my love wants to relieve her
She walks alone from wall to wall
Lost in a hall, she can't hear me
Though I know she likes to be near me.
Israr etme, she can’t hear you...
And maybe one day I will free her
Though I know no one can see her
Geeeç!
James Taylor bir adım öne çıkıyor, ısrar ediyor hâlâ...
When you're down and troubled / And you need some loving care / And nothing, nothing is going right / Close your eyes and think of me / And soon I will be there / To brighten up even your darkest night
Tam, Maxime Le Forestier “Önümde kalan zamanda, gece yok, dinlenmek yok, efkâr yok / Dönüp geriye bakan, sadece toz bulutu görür” derken ve Allah’tan, ufukta Hürriyet görünüyor da kaseti çıkarıp fırlatıyorum...
Arabayı boş garaja çekip, henüz ışıkları yarı açık binaya atıyorum kendimi...
Rutin - sıcacık - kollarına alıyor beni...