GeriSeyahat Sibirya’da buzlar arasında 9 bin kilometre
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Sibirya’da buzlar arasında 9 bin kilometre

Sibirya’da buzlar arasında 9 bin kilometre

Rusya’nın Pasifik Okyanusu kıyısındaki liman kenti Vladivostok’tan Moskova’ya uzanan 9289 kilometrelik tren hattı gezginlerin yeni gözdesi. Yerel trenlerin yanı sıra turistlere yönelik çok konforlu, yataklı özel ekspreslerin sefere başlaması Trans Sibirya hattına ilgiyi artırdı.

Çöllerden, uçsuz bucaksız ormanlardan, Baykal gibi büyüleyici güzellikteki göllerden geçen rota için en uygun dönem mayıs - ağustos arası. Sıcaklığın eksi 40 dereceye kadar düştüğü aylarda, kış masalı yaşamak isteyenler için turlar düzenleniyor. Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, ocak soğuğunda 14 günde bu rotayı geçti. Karlar altındaki Sibirya’yı konforlu bir trende keşfetmenin mutluluğunu yazdı.

Sibirya denilince aklıma önce karlarla kaplı tundralar, üzerleri beyaz çarşafla örtülmüş gibi çam ağaçları ve donmuş göller, nehirler geliyordu.
Sanırım bunun nedeni Doktor Jivago’yu defalarca seyretmiş olmamdı. İlk seyrettiğimde kaç yaşımda olduğumu hatırlayamıyorum, sanıyorum ortaokuldaydım.
Filme hâkim olan atmosfer ve coğrafyanın büyüleyici etkisi altında kamış olmalıyım.
Aradan yıllar geçti ve geçtiğimiz sene “Trans Sibirya Ekspresi” isimli bir polisiye gerilim filmi seyrettim.
İçimdeki Sibirya aşkının yeniden canlanması için demek ki böyle bir uyarıcı gerekiyormuş.

BUNALTICI BİR YAZ GÜNÜ KARAR VERDİK

Arkadaşım Mustafa Oğuz ile geçtiğimiz yaz sonunda Bebek’te maceralı bir yolculuk arayışı içindeyken aklıma Sibirya’nın soğuğu geldi. O sıcakta böyle olmasında şaşılacak bir durum yok.
Ve Trans Sibirya Ekspresi ile bu yolculuğu yapmaya karar verdik.
Uzunca bir araştırma dönemi geçirdik.
Okuduğumuz her rehber bu yolculuk için en iyi ayların mayıs - ağustos arası olacağını yazıyordu.
Ama biz kararlıydık. Soğuğa, kar altındaki Sibirya’ya gitmek istiyorduk ve öyle de yaptık.
Yol boyunca tanışma ve konuşma olanağı bulduğumuz her Rus bize biraz da deli gözüyle baktı.
Onlara göre de en iyi zaman bahar ve yaz aylarıydı. Sibirya’nın olağanüstü doğasının canlandığı, nehirlerin, göllerin “ayak sokulabilir” hale geldiği dönemin “en iyisi” olduğunu söylüyorlardı.
Irkutsk’da tanıştığım lokantacı İgor’un “açılımı” ise farklıydı: “Kızlar yazın daha güzel giyiniyorlar!”
Sonda söyleyeceğim şeyi başta söyleyeyim: Bu yolculuğu kışın yaptığım için çok mutluyum.
“Sibirya soğuğu” kavramının ne olduğunu başka türlü öğrenemezdim.

SİBİRYA SOĞUĞUNDAN SONRA MOSKOVA’DA KAZAKLA GEZDİK

Benim geçtiğim tarihte kentlerdeki hava sıcaklıkları sıfırın altında 40 ile sıfırın altında 20 derece civarında değişiyordu.
Soğuğa karşı dayanıklı özel giysilerim vardı. Dünya kadar para verip almıştım. Hepsinin etiketlerinde “- 32 dereceye dayanıklı” yazıyordu. Şunu söylemeliyim ki bu en fazla bir saat işe yarıyor. Sonra keskin soğuğun sırtınızda gezindiğini hissediyorsunuz. Ardından elleriniz eldivenin içinde, ayaklarınız bot ve termal çoraplarınızın içinde yavaşça uyuşmaya başlıyor.
Açıkta kalan tek yerim yüzümdü, bir maske ile korumaya çalıştım ama 15 dakikalık molalarda bile yüzümün soğuktan kızarmasına engel olamadım. Birisi sanki eline bir jilet almış, yüzümü ince ince kesiyor gibiydi.
Özellikle Ulan Ude ve Ulan Bator gibi ısının sıfırın altında 30’lar civarında seyrettiği ve aşırı rüzgârlı yerlerde kendi aklıma kızdığımı da söylemeliyim. Ama her güzel ve her kötü şey gibi o da çabuk geçiyor, sıcak bir yere girdiğinizde o acıyı unutuyorsunuz.
Ama insan sonunda soğuğa da alışıyor.
14 günün sonunda Moskova’da trenden indiğimizde hava sıcaklığı sıfırın altında iki dereceydi. Daha beterini görmüş insanlar olarak Moskova’da eldiven takmadığımızı, şapkaya ihtiyaç duymadığımızı ve öğlen saatlerinde kazakla sokaklarda dolaştığımızı da belirteyim.
Sibirya’dan sonra Moskova’nın soğuğu tropikal iklim gibi geliyor insana.

DÜNYANIN EN BÜYÜK KRİSTALİNDE MOTO SAFARİ

Bu yolculuğu kışın yapmak demek, buzlarla kaplı tren peronlarında düşmemeye çalışmak için özel canbazlık yetenekleri geliştirmek anlamına da geliyor. Merdivenler, yollar, kaldırımlar; her yer buz içinde ve o buzun üstünde, sanki normal bir yoldaymış gibi nasıl otomobil kullanabildiklerine şaşırıyorsunuz.
12 bin kilometrelik yolculuk boyunca sadece bir kez bindiğim otobüs Moğolistan’da buzdan kaydı ve kara saplandı.
Bu yolculuğu kışın yapmamış olsaydım, dünyanın en büyük kristalinin üzerinde motosiklete binmek ve buz üzerinde isli balık yiyip, votka içmek olanağını da bulamayacaktım.
Baykal Gölü ki dünyanın en derin gölüdür ve hacmi itibariyle de ikinciliği elinde bulunduruyor.
Port Baykal’da trenden indim ve her biri sekiz kişi taşıyan hovercraftlardan birine bindim.
Gölün üzerinde yaklaşık yarım saatlik bir yol aldık. Teknenin kaptanı aracı buz üzerinde kaydırmak, kendi etrafında sekiz dokuz kez çevirmek gibi gösteriler yapmayı da ihmal etmedi.
Göl, tümüyle donmuştu. Rüzgâr üzerinde kar tutunmasına olanak vermediği için tam bir kristalin üzerinde yürüyor gibiydim.
Kar motosikletiyle çıktığım tur deneyimi de eşsizdi. Buzda manevra yapmak, durabilmek için karın toplandığı yerleri yakalamanız gerekiyor ki bu da çok rastlanan bir şey değil.
Bölgede sürekli deprem yaşanıyor. Hem bu yüzden, hem de suyun dip hareketinden kaynaklanan nedenlerle kalınlığı bir metreyi bulan buz kırılıyor ve tepeleri bıçak gibi keskin yığıntılar yaratıyor. Onların arasından motosikletle geçmeye çalışmak, o soğukta bile insanın sırtının terlemesine neden oluyor.
Donmuş gölde açılan bir delikten sarkıtılmış bir ağ ile bir tür alabalık tuttular. Bizim mangallara benzeyen ama her tarafı kapalı olduğu için içinde balıkların füme edildiği bir “soba” yakmışlardı .
Tuttukları balıkları burada füme ettiler ve Baykal Gölü’nün sularından yapılmış votka eşliğinde hepsini silip, süpürdük.
Biliyorsunuz votkaya esas tadını veren, kullanılan suyun niteliği. Baykal Votka, bugüne kadar denediğim birçok pahalı markaya kafa tutacak yumuşaklıkta bir içime sahipti.

KAR, ORMANIN YEŞİLİNİ ÖRTEMİYOR

Hayalimdeki Sibirya manzarasına uymayan tek şey çam ormanlarının yemyeşil ayakta durmasıydı.
O kadar kara rağmen ağaçların üzerinde kar birikmiyor çünkü rüzgâr onları öyle bir savuruyor ki bütün kar evlerin ya da kayaların kuytularında toplanıyor.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim: Kar ve buz görmeye o kadar alıştım ki İstanbul’a döndüğümde “toprak rengini” görmek içimde bir hayal kırıklığı bile yarattı.
Bu gezide gittiğim kentlerle ilgili notlarımı Atlas Dergisi’nin nisan sayısında okuyabilirsiniz.

VİSKİMİZİN BUZU VAGON ARASINDAN

Trans Sibirya Ekspresi’nde bazen üç gün boyunca trenden hiç inmeden yolculuk yapmak gerekiyor. Büyük şehirler arasındaki yolculuk 24 saatten az sürmüyor. Bunun doğal sonucu trenin içinde gezme isteğinin uyanması oluyor.
Vagonların arası, klasik trenlerde olduğu gibi bir körükle dışarıdaki havadan korunuyor. Ama süratle giden trende, keskin bir rüzgârla yağan kara karşı koruma sağladığı da söylenemez.
Vagon araları, zaman zaman insanda kayak yapmak, kartopu oynamak, kardan adam yapmak isteğini uyandıracak kadar kar tutuyor. Bir yandan sallanan hareket halindeki bir trendesiniz, diğer yandan geçmeniz gereken yer buz! Canbazlık yetenekleri burada da devreye giriyor.
Kompartımandan çıkmadan içki içmek istediğimizde bunları kullandık. Ya şişeyi o biriken karın içine gömüp soğuttuk ya da kenarlarda biriken temiz karı buz niyetine bardağa attık.
Kompartımanların olduğu bölüm elbette sıcak! Ama bizdeki trenler gibi “ayarlanamayan” bir sıcaklık da değil.
Eskiden Ankara - İstanbul arasındaki yataklı trenlerde kışın yolculuk yapmış olanlar, ne demek istediğimi kolayca anlayacaklardır.

False