Serhan YEDİG
Son Güncelleme:
Şelaleye 500 metre tırmandık yanı başında hamakta uyuduk
Turgut Elik (49), ilk uzun yolculuğuna ilkokulda, şehirlerarası otobüs şoförü olan babasıyla çıktı. Lisede çadırını alıp çevredeki kentleri gezmeye, üniversitenin ilk yılında ise Avrupa’yı keşfe başladı. Bugüne kadar beş kıtada 107 ülke gezdi. "Eşimle çocuk yapmadık, çocuğa ayıracağımız zaman ve parayla dünyayı geziyoruz" diyor.
Hafta sonlarında, karavanını, motorlu paratentini alıp İstanbul çevresindeki kentlere gidiyor. İki ayda bir "Haydi sefere çıkıyoruz, var mı gelen" deyip arkadaşlarını topluyor, yeni bir ülkeye gidiyor. Diya gösterileri düzenleyip, gördüklerini gelmeyenlere anlatıyor. Elik, önceki yıl gittiği Venezüella’nın yağmur ormanları bölgesini anlattı.
Babam otobüs şoförüydü. Tokat’ta yaşardık. İlkokul ve ortaokul yıllarında tatillerde babamla şehirlerarası geziye çıkardım. İlk İzmir gezimi, beni götürdüğü Efes Antik Kenti’ni unutamadım. 1973’te İstanbul’a yerleşince, belediye otobüsleriyle kenti keşif gezilerine çıktım. En ücra noktalara gidiyordum. Vefa Lisesi ikinci sınıfındayken çadır edindim. Tek başıma Şile, Kilyos’a gittim. Lise son sınıfta, otobüsle Bodrum ve Marmaris’e gittim. İİTİA’nın İşletme Muhasebe Bölümü’nde gece okuyup, gündüz çalışıyordum. Artık param vardı. Hafta sonu gezilerim başladı. Sekiz ay Şile, Kilyos, Erdek gibi yakın yerlere gidip, kamp yapıyordum. Hálá her hafta sonu, cuma akşamından Wolkswagen’imin arkasına karavanımı bağlar, eşim ve arkadaşlarımla Bolu, Abant, İznik, Eskişehir, Manisa çevresine giderim. Motorlu yamaç paraşütüyle çevrede dolaşırız. 1976’da pasaport çıkardım, önce Kıbrıs’a gittim. Ardından öğrenci çalışma kampına katıldım. Interrail’le İspanya’da Endülüs’e çalışma kampına gittim. Farklı ülkelerden gelenlerle tanıştım, sohbet ettim, çevreyi gezdim. Dönerken Paris, Venedik gibi şehirlere uğradım. Bu arada Türkiye’yi de geziyordum. Doğu Anadolu, Karadeniz turu yaptım. Askerden sonra ucuz yurtdışı turları keşfettim. Fırsatları kullanıp Avrupa’yı gezdim önce. Ardından doğuya yöneldim. Suriye, Ürdün, Gürcistan, İran’ı gezdim. 1993’te evlendim. Eşim Nilgün eczacı, gezmeyi çok sever. İlk uzun gezimiz Filipinler, Tayland, Hong Kong, Singapur turuydu. Dönüşte gruptan ayrılıp 19 günlük turu 30 güne uzattık. Bugüne kadar Antarktika hariç tüm kıtalara ayak bastım. 107 ülke gezdim. ABD’ye 13 kez gidip, farklı bölgelerini gezdim. Güneyde Patagonya’da Issua’ya kadar indim. Kuzeyde Norveç’te Bergen’e kadar çıktım. Japonya gibi gelişmiş ülkeleri yaşlılık yıllarıma saklıyorum. Bu yıl mutlaka Şili, Paraguay, Namibya, Botswana, Zambiya, Zimbamve, Sincan, Kırgızistan, Hindistan’da Rajastan’ı gezmeyi planlıyorum.
GEÇEN YIL 11 ÜLKE GEZDİM
İki ayda bir, bir haftalık seyahate çıkarım. Arkadaşları arayıp "Sefere gidiyorum, gelen var mı" diye sorarım. Biletlerini ayarlarım, gittiğimiz yerde rehberi ben bulurum, otomobil kiralar şoförlüklerini bile üstlenirim. Geçen yıl 11 ülke gezdim. Bir doğu, bir batı seferi yaparım. Ayak basmadığım ülkeler, UNESCO Kültür Mirası’ndakiler ve "en"lerin bulunduğu rotalar önceliktedir. Mesela dünyanın en büyük bataklığı, en büyük yağmur ormanları, en büyük stadı, en büyük çağlayanı bulunan Brezilya’ya iki yıl önce gittim, 19 günde, ülke içinde 12 kez uçağa binerek gezdim. Seçtiğim ülkeyi Lonely Planet’tan incelerim. Bulabildiğim tüm kaynakları okuyup, rotamı çizerim.
Şehirleri yürüyerek dolaşmayı severim. Fotoğraf çekerim, toplu ulaşım araçlarına binerim. Önce tarihi meydanları, ibadet yerlerini gezerim. Vakit kalırsa müzelere uğrarım. Turistik ve lüks mekanlar yerine arka mahalleler, varoşlardaki hayat ilgimi çeker. Yola çıkarken bavuluma bol miktarda nazar boncuğu, bilezik gibi hediyelikler koyarım. Fotoğrafını çektiğim kişilere, Türkiye’den geldiğimi belirtip, bunları veririm. Bu sayede tehlikeli bölgelerde bile, beladan korunmayı başarıyorum. Akşam klasik müzik konseri, bale varsa kaçırmam. Yerel restoranları bulurum. Kafelerde oturup sohbet etmeyi severim. Seyahatte alışverişten, dönüşte bavul taşımaktan hiç hoşlanmam. Yerel güzellikleri yerinde yaşarım. Fotoğrafını çekerim. Başkenti gezmeyi bitirince otomobil kiralar, ülkenin tarihi, kültürel yerleşimlerini gezerim. Not alırım, broşür toplarım. Rafting, dalma, yamaç paraşütü yapılabilecek yerler varsa, mutlaka giderim. Dönüşte Beyoğlu’ndaki Rehberler Odası’nın lokalinde ya da Baraka Cafe’de arkadaşlarımı toplar, diya gösterisi eşliğinde seyahatimi anlatırım. Diyalarımın sayısı 10 bin’i buldu. Topladığım broşürler ve notlardan oluşan arşivim gezginlere açıktır.
ŞEHİRLER ÜRKÜTÜCÜ, KÖYLÜ MİSAFİRPERVER
2006 Ekimi’nde 12 günlük bir gezi için arkadaşlarımla Venezüella’ya gittim. Mayıs-ekim arasındaki yağmurlu mevsimin son günleriydi. Şubat ayında bile 28 derece civarında olan sıcaklık, o dönemde 30-32 dereceydi. Aralıklarla yağmur yağıyordu. Dünyanın en yüksekten akan şelalesi Angel’ı, yağmur ormanlarını, Hugo Chavez’in ülkede yarattığı dalgayı, kıtada bağımsızlık duygusunun simgesi Simon Bolivar’ın ülkesindeki bıraktığı izleri merak ediyordum. Ülkenin resmi adının 1999’da "Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti"ne dönüştürülmesi ilgimi çekmişti. İlk izlenimim nüfusun gençliğiydi. Yarısı 19 yaş altında. Büyük şehirlerde suç oranı yüksek, kırsal yerleşimlerde halk çok misafirperver. Son yıllarda kırsal kesimde yaşam standartları yükselmiş. Defalarca dünya güzellik yarışmasını kazanan Venezüellalıların kısa boylu, kara, kuru olmaları şaşırtıcıydı. Sokakta hiç güzel kadın göremeyince sordum. Meğer güzellik yarışmasına katılacak genç kızlar çocuk yaşta seçilip, özel okullarda yetiştiriliyormuş.
ENDEMİK KELEBEĞİN MAVİSİNİ UNUTAMADIM
Başkent Caracas’ta kalmadan, doğusundaki Barcelona’ya gittim önce. Deniz kıyısında, sömürge mimarisinin izlerini taşıyan bir şehir. Yakınlarda Cumana’da şnorkelle yüzdüm. Su altındaki canlı çeşitliliği, kristal berraklığındaki su çok etkileyiciydi. Ciple Mochima Parkı’na gittik. Yol portakal, muz ve kahve bahçelerinin arasından geçiyordu. Caripe yakınlarındaki, 11 kilometrelik, ülkenin en uzun mağarası Guacharo’yu (Yağ Kuşları Mağarası) gezdik. Kireçtaşı formasyonunda sarkıt ve dikitler vardı. Doğu’ya yönelip Llanos Ovası’nı geçtik, güneydoğudaki meşhur Orinoco Deltası’na ulaştık. Amazon gibi büyük bir nehir Orinoco. Dünyadaki en karmaşık tatlı su eko sistemlerinden. İki kıyısı yağmur ormanıyla çevrili. Kuzey Amerika ve Avrupa toplamından fazla, 1000’in üzerinde balık türü yaşıyor nehirde. Kano şeklindeki uzun tekneyle nehrin ara kollarında dolaştık. Kırmızı tonda akan nehirde su samurları, nehir yunusları, rengarenk tropik kuşlar vardı. Nehrin kıyısında rehberimiz olta atıp pirana, kedi balığı tutup gösterdi. Çevrede derme çatma köyler vardı. Nehir kenarında, ormanın kıyısındaki barakalarda (lodge) kaldık. Gece boyunca kuşların ötüşünü dinledik. Ertesi gün ormanda yürüyüş yaptık. Yüksek ağaçlar etkileyiciydi. Endemik bluemorpho kelebeğinin, buz mavisi tonunu unutamıyorum.
ÇAĞLAYANIN ALTINDA YÜRÜDÜK, NEHİRDE YÜZDÜK
Orinoro boyunca kuzeyden güneye geçtik. Ciudad Bolivar’da konukladık. Kentin meydanındaki eski sömürge valisi San Isidro’nun evini, Angostura Kongre Sarayı ve katedrali gezdim. Pek güvenli bir kent olmadığından şehir dışında bir kampta kaldım. Dört kişilik uçakla, 45 dakikalık uçuş sonrası Angel Çağlayanı’na geçtik. Kaldığımız Canaima köyünün yanında da Manavgat’a benzeyen yayvan bir çağlayan vardı. Genişliği yaklaşık bir kilometreye ulaşan Kerepakupai-meru’nun (En Derin Yerin Şelalesi) altından yürüyerek geçtik, üstümüzden müthiş bir sesle nehir akıyordu. Yüzdük. Sonra kanolarla, üç saatlik yolculukla Angel’a gittik. 975 metreden dökülüyordu sular. Yanı başında bir gece hamaklarda uyuduk. Ertesi gün çağlayana yaklaşık 500 metre tırmandık. Çevresi suların oluşturduğu sisle kaplıydı. Bütününü görmek için 500 metre ilerisine gittiğimizde, yine de dökülen su bize kadar ulaşıyordu. Üstümüzde, Chesna uçakla kuşbakışı bakmak isteyenler dolaşıyordu. Sadece bu güzelliği görmek için bile o kadar yolu gitmeye değerdi. Ertesi gün Caracas üzerinden geri döndük.
En sevdiği beş yer
á Vietnam á Pantanal Bataklığı (Brezilya) á Yemen á Kuzey Tayland á Moğolistan
seyahatte ne okuyor
Gittiği yerlerle ilgili notlar, kitaplar
ne yiyor ne içiyor
Yerel lezzetleri tadıyor
ne giyiyor
En rahat, bol, koyu renk spor giysiler
nerede kalıyor
Temiz ve yıldızsız oteller
neyle seyahat ediyor
Uçak, otobüs, kiralık oto
çantasının vazgeçilmezleri
Fotoğraf makinesi, harita, sözlük, gözlük
kiminle seyahat ediyor
Eşi ve arkadaşlarıyla
oradan ne alıyor
Tişört, şapka ve biblo
Babam otobüs şoförüydü. Tokat’ta yaşardık. İlkokul ve ortaokul yıllarında tatillerde babamla şehirlerarası geziye çıkardım. İlk İzmir gezimi, beni götürdüğü Efes Antik Kenti’ni unutamadım. 1973’te İstanbul’a yerleşince, belediye otobüsleriyle kenti keşif gezilerine çıktım. En ücra noktalara gidiyordum. Vefa Lisesi ikinci sınıfındayken çadır edindim. Tek başıma Şile, Kilyos’a gittim. Lise son sınıfta, otobüsle Bodrum ve Marmaris’e gittim. İİTİA’nın İşletme Muhasebe Bölümü’nde gece okuyup, gündüz çalışıyordum. Artık param vardı. Hafta sonu gezilerim başladı. Sekiz ay Şile, Kilyos, Erdek gibi yakın yerlere gidip, kamp yapıyordum. Hálá her hafta sonu, cuma akşamından Wolkswagen’imin arkasına karavanımı bağlar, eşim ve arkadaşlarımla Bolu, Abant, İznik, Eskişehir, Manisa çevresine giderim. Motorlu yamaç paraşütüyle çevrede dolaşırız. 1976’da pasaport çıkardım, önce Kıbrıs’a gittim. Ardından öğrenci çalışma kampına katıldım. Interrail’le İspanya’da Endülüs’e çalışma kampına gittim. Farklı ülkelerden gelenlerle tanıştım, sohbet ettim, çevreyi gezdim. Dönerken Paris, Venedik gibi şehirlere uğradım. Bu arada Türkiye’yi de geziyordum. Doğu Anadolu, Karadeniz turu yaptım. Askerden sonra ucuz yurtdışı turları keşfettim. Fırsatları kullanıp Avrupa’yı gezdim önce. Ardından doğuya yöneldim. Suriye, Ürdün, Gürcistan, İran’ı gezdim. 1993’te evlendim. Eşim Nilgün eczacı, gezmeyi çok sever. İlk uzun gezimiz Filipinler, Tayland, Hong Kong, Singapur turuydu. Dönüşte gruptan ayrılıp 19 günlük turu 30 güne uzattık. Bugüne kadar Antarktika hariç tüm kıtalara ayak bastım. 107 ülke gezdim. ABD’ye 13 kez gidip, farklı bölgelerini gezdim. Güneyde Patagonya’da Issua’ya kadar indim. Kuzeyde Norveç’te Bergen’e kadar çıktım. Japonya gibi gelişmiş ülkeleri yaşlılık yıllarıma saklıyorum. Bu yıl mutlaka Şili, Paraguay, Namibya, Botswana, Zambiya, Zimbamve, Sincan, Kırgızistan, Hindistan’da Rajastan’ı gezmeyi planlıyorum.
GEÇEN YIL 11 ÜLKE GEZDİM
İki ayda bir, bir haftalık seyahate çıkarım. Arkadaşları arayıp "Sefere gidiyorum, gelen var mı" diye sorarım. Biletlerini ayarlarım, gittiğimiz yerde rehberi ben bulurum, otomobil kiralar şoförlüklerini bile üstlenirim. Geçen yıl 11 ülke gezdim. Bir doğu, bir batı seferi yaparım. Ayak basmadığım ülkeler, UNESCO Kültür Mirası’ndakiler ve "en"lerin bulunduğu rotalar önceliktedir. Mesela dünyanın en büyük bataklığı, en büyük yağmur ormanları, en büyük stadı, en büyük çağlayanı bulunan Brezilya’ya iki yıl önce gittim, 19 günde, ülke içinde 12 kez uçağa binerek gezdim. Seçtiğim ülkeyi Lonely Planet’tan incelerim. Bulabildiğim tüm kaynakları okuyup, rotamı çizerim.
Şehirleri yürüyerek dolaşmayı severim. Fotoğraf çekerim, toplu ulaşım araçlarına binerim. Önce tarihi meydanları, ibadet yerlerini gezerim. Vakit kalırsa müzelere uğrarım. Turistik ve lüks mekanlar yerine arka mahalleler, varoşlardaki hayat ilgimi çeker. Yola çıkarken bavuluma bol miktarda nazar boncuğu, bilezik gibi hediyelikler koyarım. Fotoğrafını çektiğim kişilere, Türkiye’den geldiğimi belirtip, bunları veririm. Bu sayede tehlikeli bölgelerde bile, beladan korunmayı başarıyorum. Akşam klasik müzik konseri, bale varsa kaçırmam. Yerel restoranları bulurum. Kafelerde oturup sohbet etmeyi severim. Seyahatte alışverişten, dönüşte bavul taşımaktan hiç hoşlanmam. Yerel güzellikleri yerinde yaşarım. Fotoğrafını çekerim. Başkenti gezmeyi bitirince otomobil kiralar, ülkenin tarihi, kültürel yerleşimlerini gezerim. Not alırım, broşür toplarım. Rafting, dalma, yamaç paraşütü yapılabilecek yerler varsa, mutlaka giderim. Dönüşte Beyoğlu’ndaki Rehberler Odası’nın lokalinde ya da Baraka Cafe’de arkadaşlarımı toplar, diya gösterisi eşliğinde seyahatimi anlatırım. Diyalarımın sayısı 10 bin’i buldu. Topladığım broşürler ve notlardan oluşan arşivim gezginlere açıktır.
ŞEHİRLER ÜRKÜTÜCÜ, KÖYLÜ MİSAFİRPERVER
2006 Ekimi’nde 12 günlük bir gezi için arkadaşlarımla Venezüella’ya gittim. Mayıs-ekim arasındaki yağmurlu mevsimin son günleriydi. Şubat ayında bile 28 derece civarında olan sıcaklık, o dönemde 30-32 dereceydi. Aralıklarla yağmur yağıyordu. Dünyanın en yüksekten akan şelalesi Angel’ı, yağmur ormanlarını, Hugo Chavez’in ülkede yarattığı dalgayı, kıtada bağımsızlık duygusunun simgesi Simon Bolivar’ın ülkesindeki bıraktığı izleri merak ediyordum. Ülkenin resmi adının 1999’da "Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti"ne dönüştürülmesi ilgimi çekmişti. İlk izlenimim nüfusun gençliğiydi. Yarısı 19 yaş altında. Büyük şehirlerde suç oranı yüksek, kırsal yerleşimlerde halk çok misafirperver. Son yıllarda kırsal kesimde yaşam standartları yükselmiş. Defalarca dünya güzellik yarışmasını kazanan Venezüellalıların kısa boylu, kara, kuru olmaları şaşırtıcıydı. Sokakta hiç güzel kadın göremeyince sordum. Meğer güzellik yarışmasına katılacak genç kızlar çocuk yaşta seçilip, özel okullarda yetiştiriliyormuş.
ENDEMİK KELEBEĞİN MAVİSİNİ UNUTAMADIM
Başkent Caracas’ta kalmadan, doğusundaki Barcelona’ya gittim önce. Deniz kıyısında, sömürge mimarisinin izlerini taşıyan bir şehir. Yakınlarda Cumana’da şnorkelle yüzdüm. Su altındaki canlı çeşitliliği, kristal berraklığındaki su çok etkileyiciydi. Ciple Mochima Parkı’na gittik. Yol portakal, muz ve kahve bahçelerinin arasından geçiyordu. Caripe yakınlarındaki, 11 kilometrelik, ülkenin en uzun mağarası Guacharo’yu (Yağ Kuşları Mağarası) gezdik. Kireçtaşı formasyonunda sarkıt ve dikitler vardı. Doğu’ya yönelip Llanos Ovası’nı geçtik, güneydoğudaki meşhur Orinoco Deltası’na ulaştık. Amazon gibi büyük bir nehir Orinoco. Dünyadaki en karmaşık tatlı su eko sistemlerinden. İki kıyısı yağmur ormanıyla çevrili. Kuzey Amerika ve Avrupa toplamından fazla, 1000’in üzerinde balık türü yaşıyor nehirde. Kano şeklindeki uzun tekneyle nehrin ara kollarında dolaştık. Kırmızı tonda akan nehirde su samurları, nehir yunusları, rengarenk tropik kuşlar vardı. Nehrin kıyısında rehberimiz olta atıp pirana, kedi balığı tutup gösterdi. Çevrede derme çatma köyler vardı. Nehir kenarında, ormanın kıyısındaki barakalarda (lodge) kaldık. Gece boyunca kuşların ötüşünü dinledik. Ertesi gün ormanda yürüyüş yaptık. Yüksek ağaçlar etkileyiciydi. Endemik bluemorpho kelebeğinin, buz mavisi tonunu unutamıyorum.
ÇAĞLAYANIN ALTINDA YÜRÜDÜK, NEHİRDE YÜZDÜK
Orinoro boyunca kuzeyden güneye geçtik. Ciudad Bolivar’da konukladık. Kentin meydanındaki eski sömürge valisi San Isidro’nun evini, Angostura Kongre Sarayı ve katedrali gezdim. Pek güvenli bir kent olmadığından şehir dışında bir kampta kaldım. Dört kişilik uçakla, 45 dakikalık uçuş sonrası Angel Çağlayanı’na geçtik. Kaldığımız Canaima köyünün yanında da Manavgat’a benzeyen yayvan bir çağlayan vardı. Genişliği yaklaşık bir kilometreye ulaşan Kerepakupai-meru’nun (En Derin Yerin Şelalesi) altından yürüyerek geçtik, üstümüzden müthiş bir sesle nehir akıyordu. Yüzdük. Sonra kanolarla, üç saatlik yolculukla Angel’a gittik. 975 metreden dökülüyordu sular. Yanı başında bir gece hamaklarda uyuduk. Ertesi gün çağlayana yaklaşık 500 metre tırmandık. Çevresi suların oluşturduğu sisle kaplıydı. Bütününü görmek için 500 metre ilerisine gittiğimizde, yine de dökülen su bize kadar ulaşıyordu. Üstümüzde, Chesna uçakla kuşbakışı bakmak isteyenler dolaşıyordu. Sadece bu güzelliği görmek için bile o kadar yolu gitmeye değerdi. Ertesi gün Caracas üzerinden geri döndük.
En sevdiği beş yer
á Vietnam á Pantanal Bataklığı (Brezilya) á Yemen á Kuzey Tayland á Moğolistan
seyahatte ne okuyor
Gittiği yerlerle ilgili notlar, kitaplar
ne yiyor ne içiyor
Yerel lezzetleri tadıyor
ne giyiyor
En rahat, bol, koyu renk spor giysiler
nerede kalıyor
Temiz ve yıldızsız oteller
neyle seyahat ediyor
Uçak, otobüs, kiralık oto
çantasının vazgeçilmezleri
Fotoğraf makinesi, harita, sözlük, gözlük
kiminle seyahat ediyor
Eşi ve arkadaşlarıyla
oradan ne alıyor
Tişört, şapka ve biblo